2 Mart 2013 Cumartesi

FİHİ MAFİH 59. fASIL

Biri:
“ Bir müneccim(Yıldız falcısı):
Siz bu gördüğünüz feleklerden ve yer yuvarlağından başka, bunun dışında da bir şey olduğunu iddia ediyorsunuz.

Benim gözümün önünde bundan başka bir şey yok.
Eğer varsa gösteriniz diyor” dedi.

Mevlana buyurdu ki:
Bu soru başından bozuk.
Çünkü:
Nerede olduğunuzu gösteriniz ve onun bizzat yeri yoktur” diyorsunuz.

Sonra da gel söyle ki, senin itirazın nerede ve nasıl bir yerdedir?
Dilde değildir, ağızda değildir, göğüste değildir; bu cümleyi eş, parça-parça, zerre-zerre et, bak; 
Bu itiraz ve düşünceyi bunlarda tamamıyla bulur musun?

O halde senin düşüncenin yeri olmadığını anladın.
Mademki düşüncenin yerini bilemedin, düşünceyi yaratanın yerini nasıl bilirsin?

Sana o kadar binlerce düşünceler ve haller ârız (Tesadüfü olay) oluyor ve bu senin elinde kudretin ve hükmün altında değildir.

Eğer bunun çıktığı yerin neresi olduğunu bilseydin ona ilave ederdin.
Bütün bu şeylerin sende bir yol geçidi var ve sen nereden geliyor, nereye gidiyor ve ne yapacaktın, bunlardan habersizsin.

Kendi durumunu bilmekten aciz olduğun halde kendi Hâlik’ini (Yaratanını) nasıl bilirsin?

Baldızı ahlaksız olan adam diyor ki:
Gökte değildir.

Ey köpek!
Olmadığını nereden biliyorsun.

Evet, göğü, karış-karış ölçtün, gezdin, dolaştın da, bir de orada yoktur diye haber veriyorsun değil mi?
Evindeki ahlaksız kadını bilmediğin halde, göğü nereden bileceksin.

Durmadan göğün adını işitmiş, yıldızların ve feleklerin adını duymuşsun da, bir şeyler söylüyorsun, eğer senin gök hakkında bir bilgin, gökten haberin olsaydı yahut bir karış göğe yükselseydi, bu saçmaları söylemezdin.

Bu Tanrı gökyüzünde değildir, demekle, gök üzerine değildir, demek istemiyoruz.

Maksadımız, gök onun üzerine ihata (Kuşatma, kavrama) etmemiştir.
O göğü nasılsın ve niteliksiz bir şekilde kaplamıştır ve hepsi O’nun kudreti elindedir.

O’nun mazharıdır (Huzur yeri, büyük bir kimsenin önü, görünüş, gösteriş) ve tasarrufu (Sahip olma, kullanma, tutum) altındadır, demektir.                                                                             

Binaen aleyh (Bundan dolayı) O, göğün ve kainatın dışında değildir ve tamamen içinde de değildir..

Yani bunlar O’nun ihata (Kuşatma, kavrama) etmiş olmayıp O, hepsini çevirmiştir.

Biri:
“ O, gök, yer, arş ve Kürsi olmadan önce, acaba neredeydi?
Dedi.

Biz dedik ki:
Bu sual başından yanlıştır.
Çünkü Tanrı O’dur ki, O’nun yeri yoktur.

Sen:
“ Bundan önce de nerede idi? 
Diye soruyorsun.
Senin bütün şeylerin yersizdir.

Sen, bu sendeki şeylerin yerini bildin mi ki O’nun yerini öğrenmek istiyorsun.

Mademki O’nun yeri yoktur, o halde senin düşüncelerin ve ahvalin (Oluşun, bulunuşun, durumun) yeri nasıl tasavvur (Düşünme ve anlama yoluyla şekillendirme, göz önüne getirme) edilebilir.

Nihayet düşünceyi yaratan düşünceden daha latif (Hoş, güzel, yumuşak, nazik) olur.

Mesela bir evi yapan mimar, bu evden daha latiftir.
Çünkü o mimar bunun gibi veya bundan başka, yüzlerce ve binlerce, birbirine benzemeyen evler ve planlar yapabilir.

İşte bunun için o binadan daha aziz (Saygıdeğer) ve latif olur.
Fakat o lütuf (Hoşluk, güzellik) göze görünmez.

Fakat onun güzellik âleminde meydana gelecek olan bir ev ve iş vasıtasıyla, lütfü, güzelliğini gösterir.

Bu nefes kışın görünür, yazın yoktur.
O halde bu, yazın kesilmiş olduğu için ve nefes olmadığından değildir.

Sadece kışın aksine, yaz latiftir, nefes de latiftir, bunun için görünmez.
Bunun gibi senin bütün vasıfların ve manaların da latiftir.
Göze görünmez.
Ancak bir iş vasıtasıyla görünürler.

Mesela senin bir yumuşak huyluluğun vardır.
Fakat göze görünmez.

Ancak bir günahkarı bağışladığın zaman hissedilir.
Bunun gibi kahrediciliğin de görünmüyor.

Fakat bir günahkarı, bir suçluyu kahredip, dövdüğün zaman senin kahrın göze görünür ve daha bu türlü sonsuz şeyler de….

Ulu Tanrı da fevkalade lütufkâr (Karşılık beklemeden yardım ve iyilik) olduğundan göze görünmez.

Yeri ve göğü, O’nun kudretinin ve sanatının görünmesi için yarattı ve bunun için:

Onlar başlarını kaldırıp gökyüzüne bakmıyorlar mı?
Onu nasıl kurduk, nasıl donattık.”
(Kaf suresi 6) buyruluyor.

Benim sözüm elimde değil, bu yüzden üzülüyorum, inciniyorum.
Çünkü dostlarıma vaat etmek istiyorum, fakat söz bana boyun eğmiyor.

Bunun için çok üzülüyorum.
Fakat sözüm benden daha yüksek olduğu ve ben onun mahkumu bulunduğum için, çok seviyorum.

Çünkü sözü Tanrı söylerse, o söz her gittiği yeri diriltir ve büyük tesirler yapar.

Onu atan sen değilsin, onu Tanrı attı
(Enfal suresi 17) buyrulduğu gibi, Tanrı’nın yayından fırlayan bir oka hiçbir siper ve zırh engel olamaz.
İşte bu yüzden sevinçliyim.

Eğer bir insanda ilim tamamen bulunup, bilgisizlik olmasaydı insan yanar ve kalmazdı.

Binaen aleyh (Bundan dolayı) varlığın bekası (Devamlılığı), onunla yani bilgisizlikle mümkün olduğundan, bilgisizlik matluptur (İstenilen, aranan, talep edilen).

Bilgi de, Tanrı’yı bilmeye vesile (Yol, vasıta, bahane, sebep) olduğu için istenir.
O halde her ikisi de birbirlerinin yardımcısıdır ve zıt olan şeyler de böyledir.

Gece, gündüzün zıttı ise de onun yardımcısıdır ve aynı işi görürler.
Eğer her zaman gece olsaydı hiçbir iş meydana gelmezdi.

Her zaman da gündüz olsaydı, baş, göz ve dimağ (Beyin, akıl, şuur) şaşırır kalır, delirirdi.

 Böylece hiçbir işe yaramaz hale gelirdi.
Bunlar gece dinlenirler, uyurlar ve beyin, düşünce, el ve ayak, işitme ve görme gibi bütün aletler bir kuvvet kazanırlar ve gündüz bu kuvvetleri harcarlar.

O halde bütün zıt şeyler bize göre zıt görünür.
Fakat hâkim (Alim, bilgin, her şeyi inceleyip bilen) olana göre hepsi bir tek iş görür ve birbirine zıt değildir.

Göster bakalım dünyada hangi şey kötüdür ki onda iyilik olmasın ve hangi şey de iyidir ki onda kötülük bulunmasın?

Mesela biri bir kimseyi öldürmek istediği zaman, daha başka bir takım kötü işlerle meşgul olursa, dökmek istediği kan dökülmez.

Bu işler ne kadar kötü iseler de, ölümü önlediği için iyi sayılırlar.
Binaen aleyh (Bundan dolayı) kötülük ve iyilik bir şeydir. 
Parçalanamaz.
Bu yüzden biz Mecusilerle (Ateşe tapanların bağlı olduğu din mensupları ile) bahse girdik.

Onlar:
İki Tanrı vardır, biri iyiyi, öbürü kötüyü yaratır diyorlar.
Şimdi sen kötülüksüz bir iyilik göster ki biz de kötülüğü, iyiliği yaratan iki Tanrı olduğunu itiraf edelim.

Bu imkansızdır.
Çünkü iyilik, kötülükten ayrı değildir.

Madem ki iyilik ve kötülük iki ayrı şey değildir ve onlar arasında fark yoktur.
O halde iki yaratan da olması da imkansızdır.

Biz seni, böyle olduğuna inanmalısın, diye zorlamıyoruz.
Sana:
 Allah dedikleri gibi etmesin!

Bundan daha az bir zannın (Sanma, sanı, şüphe, işkil) bile olsa, böyle olduğuna yakinin (Sağlam bilgi, iyi ve kat’i olarak bilme) olmadığı muhakkak.

Fakat böyle olmadığına nasıl yakin hası ettin? “ diyoruz.
Tanrı buyuruyor ki ey kâfircik!

“ Onlar büyük bir gün içinde kalacaklarını hiç düşünmüyorlar mı?”
(Mutaffinin suresi 4-5)

Bizim o vaat ettiğimiz şeylerin (Allah esirgesin!) doğru olduğuna dair sende bir zan (Sanma, sanı, şüphe, işkil) mı hâsıl (Ortaya çıkmadı) olmadı?

İşte kâfirleri bu yüzden:
“ Sen de bir zan da mı meydana gelmedi, niçin ihtiyat (İlerisini düşünerek, görerek davranmak) etmedin ve bizi istemedin? 
Diye muaheze (Azarlama, paylama, çıkışma, darılma) edecekler.

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Öğrenilmek istenen bir şeyi onu bilen kişiye sorarken YOKTUR, GÖSTER ifadesi ile zorlamanın yanlış bir yol olduğunu düşünme bozukluğu olan kişide olduğunu öğrendik.

2.   Öncelikle kendimizin düşünce bozukluğunu gidermemiz gerektiğini öğrendik.

3.   Düşüncenin yerini ve kaynağını bilmeden düşünülemeyeceğini öğrendik.

4.   Nereden geldiğimizi, nereye gitmekte olduğumuzu, hangi yol ve geçitlerden geçmemiz gerektiğini, şimdi ne yapmamız lazım geldiğini bilmeden, Tanrı’yı bilemeyeceğimizi öğrendik.

5.   Sadece adını işittiğimiz bir şey için hükümler vermemizin yanlış ve hataya düşürdüğünü öğrendik.

6.   Tanrı’nın belli bir yeri olmadığını, her şeyi kuşatmış ve hükmü altında olduğunu öğrendik.

7.   Kendi yerini ve değerini bilmeyenlerin başkasının yerini ve değerini bilemeyeceğini öğrendik.

8.   Bir iş yapınca kişinin özellikleri görünebileceğini öğrendik.

9.   Tanrı sözlerinin insan sözlerinden üstün, kalıcı, tesirli ve etkili olduğunu öğrendik.

10.                  Kendimizi bilgisiz kabul ederek bilginin yardımıyla Tanrı’yı öğrenmeye çalışmamız gerektiğini öğrendik.

11.                  Zıt gözükenlerin aslında birbirini tamamlayan, destekleyen yapıda olduklarından bir hükmünde olduklarını öğrendik.

12.                  Sonuçlarına göre değerlendirdiğimiz her şeyin bir olduğunu öğrendik.

13.                  İyilik ve kötülüğün zıt gözükmesine rağmen birbirinden ayrı bir şey olmadığını öğrendik.
                                                              *

İşte böyle yaren,

Bir şekilde düşünmeyi öğrenmemiz ve yaşamımıza katmamız gerektiğini
öğrendik, anladık.

RAVLİ DÜŞÜNCE yaz Google den incelemelisin.
RAVLİ NEFES yaz Google den incelemelisin.

                                    *
RAVLİ

Popüler Yayınlar