Önce bu aşk sevgilisi yoktu.
Yokluk içinde varlık sesi
duyulmazdı.
Bir ikbal sahibi (Birine doğru yönelme) gizli
yokluktan varlık âlemine çıktı, bu âlemin kapısını açtı, meleklerden sonra
yaratılan insanoğullarının ilki yeryüzünde Tanrı’ya halife (Birinin yerine geçen kimse) olarak bayrak dikti, fakat
bayrak gibi önce yere düştü, sonra tekrar doğruldu.
785- Tanrı’sı Âdem’e isimleri öğretti.
(Bakara suresi 1)Mealindeki ayet O’nun özel hakikatidir.
“ Kırk sabah Âdem’in
toprağını elimle yoğurdum” Yolundaki iltifatı da
onun toprağının şerefinedir.
Âdem’in yaratılışında hem keder, hem de safa vardır.
Âdem, hem mihenk taşı, hem
altın, hem de sarraftır.
Onun kolundaki bilezik (Kişinin elindeki sanat, değeri hiç eksilmeyen bir servet), canların bezeğidir (Bir işi ayrıntılarına varıncaya
değin büyük bir özenle ve titizlikle yapmak).
Onun kudretli bileği (Kendi gücü ve
kendi çalışması ile), yedi felekten daha
güçlüdür.
Topraktan yaratılan o biricik
taze delikanlı gökteki melekler arasına fitne (Birbirine
düşüren sıkıntı) salmıştır.
O iki beşikten alınmış (Ruh ve maddeden) karıştırılmış iki cevherin özünden
yaratıldı.
790- Dünya zindanına atılan
yaratıkların öncüsü (Cennetten dünyaya Adem’in gönderilmesi), ruh âlemindeki
sakinlerin bekçisi oldu.
Onun pazarı yaratılışın
sınırı, O’nun varlığı, rahmetin (Acıma, esirgeme, koruma, bağışlamak, af etmek) ilk
kaynağı oldu.
Kırk günlük bir yavru iken
kırk yıllık pirler O’ndan ders okudu, alnına aşkın güzel yazıları yazıldı.
Ona cennet bağından bir
gülistan (Gül bahçesi, cennet) verildi.
O en parlak gözden bir nur
aldı (Peygamberlik nuru).
O çok yüce ağaçtan (Lâmekân (Mekânsızlık) âleminden) bir dal buldu.
795- Cennet kuşları (Melekler) ondan feyiz (Bolluk,
bereket, çokluk, verimlilik, fazlalık, gürlük, ilerleme) aldılar.
Onun şerefine bütün başlar
yere eğildi.
Fakat Âdem, kerem yolunda
gördüğü bir daneye heves etti.
Hâlbuki bu, teşekküre bile değeri olmayan tuzağa takılmış
bir dane idi.
O dualardan yaratılan ve
önünde bütün cihan secdeye kapanmış olan Âdem’e, bir divane (İblis) secde etmedi.
800- O yedi cennet bağından
güller saçtı (Bereketler yağdırdı) fakat saçtığı
güllerin her yaprağı İblis’e bir acı getirdi.
Lakin ey insanoğlu!
Sensiz Âdem’in hiç neşesi
yoktu.
Yaşadığı cennet bağında bir
nefes bile rahat kalamıyordu.
O saltanat ve bahtiyarlık âleminde
sabrı tükeniyordu.
Seni dünyaya getirmek
üzüntüsüyle senin derdinle hiç yüzü gülmüyordu.
Onda baş gösteren evlat sevgisi karşısında buğday yemenin günahı bir
arpa kadar değersiz göründü.
Fakat yediği buğdayın
harareti ciğerini dağladı.
Bağrı buğday gibi iki parça
oldu.
805- Yere düşmedikçe umuduna
erişemeyecek, taş altında parçalanmadıkça yüzünün akını göremeyecekti.
Nihayet buğdayı yiyince
çehresi kurumuş otlar gibi buğday rengine girdi.
Utancından yüzü ay gibi
sarardı.
Burada arpa ve buğday toprağı
sınamak içindir.
Âdem’in buğdayı yemekle
günaha girmesi hep seni düşündüğü içindir.
Ey buğday görünüşlü arpa!
Ey kurnaz insanoğlu!
O değersiz buğdayı yemesi Âdem’i
buğday özü gibi (Un) çıplak bıraktı.
Hain şeytanın başına
getirdiği o düşkünlük yolu üzerine attığı taneye meyil etmesinden ileri geldi.
810- Buğdayın teresi, sana
olanca iştahınla kan içirdi.
Ey can ipinin ucunu kaybetmiş
zavallı!
Seni şu toprağa düşüren
tuzak, işte o buğday tanesinden kurulmuştur.
Sert buğday, kuru topraktan
türemiş, onu yemek de gönül gevşekliğinden ileri gelmiştir.
Âdem’i aldatan buğdayı
yememek için arpa ekmeğine kanaat et!
Saf yüreklilik yapıp da
şeytanın arkasına düşme!
Sen bir sultanın aslanısın!
Kapıcı köpeği gibi rast
gelene havlama!
815- Âdem’in gönlünden ettiği
ilk “Tövbe” yi sen de etmezsen alnındaki lekeyi
temizleyemezsin.
Hataya düşenleri mazur gör!
Âdem hatasına özür dilediği
için o temizlik mertebesine erişti, tane sevgisi ile bu hayat tarlasının
çiftçisi oldu.
O, bu tane peşinde ham bir
hevese kapıldığı için kendisini bu dünya tuzağına düşürmüştü.
Bu yoğrulmuş toprağa tövbe
mayası karışınca göçünü “seran dip” (Asil geçmiş)
e çekti.
820- Günahının yüz karasıyla
oraya kaçtı.
O dağ başında çok feryatlar
etti.
Başına gelen uğursuzluk dolayısıyla
döktüğü gözyaşlarından bir zaman Hindistan’da çimenler bitti.
Günahının lekesinden ellerini
yıkayıncaya kadar ayakları altında yeşil otlar filizlenmişti.
Nihayet bu tövbe ve
feryatların tesiriyle günahların lekesi silindi.
Ay gibi saf ve temiz bir
Hatay dilberine döndü.
Tövbenin feyzinden gönlüne
bir hoşluk geldi.
Yeryüzünde Tanrı
halifesi oldu.
825- Akıl toprağına vefa
saçtı.
O tarlanın mahsullerini de
bize vakfetti.
Cennet kâhyasının kendisine
gönderdiği nimetlerin hepsini bu altı kapalı evde (Dünyada)
bıraktı.
Bu nimetlerden sana faydalı olanları ye!
Ekmek ona düştü ise biçmek de
sana nasip oldu.
Ödağacının yanarken çıkardığı
inilti, buhurdanın iyi nefes alması (Güzel kokular
saçması) içindir.
Eşeğin cefa çekmesi,
palancının rahatı hesabınadır.
Senin işini daha sen yokken
düzelttiler.
Tanrı’nın lütfuna seni aday kıldılar.
830- Bahar yelleri gibi gülistanda dolaş ki bostanlara ağırlık veren dikenler
gibi atılmayasın!
Gaflete düşme.
Ömrün son baharı erişince
gönüllere soğukluk, canlara ateş (Sıkıntı ve ıstırap)
gelir.
Aslan gibi bir yüreğin yoksa
aslan değil ancak aslan heykelisin!
Yüreğin var ama kahramanlığın
yok!
Saray kapılarında aslan
heykelleri vardır, fakat bunlara yüz sopa vursan yerlerinden kımıldamazlar.
Yüce mertebeler sana süs ve
şeref vermez.
Sen topraktan yaratılmışsın.Sana alçak gönüllülükten başka bir süs yaraşmaz.
835- İşinin yoluna girmesini,
kudretinin derecesini anlamakla sağlayabilirsin.
Gönül topluluğu alçak
gönüllülükte, gam ve keder ise kendini yüksek görmektedir.
Yoksa senin gibi bir
kahramanı talih niçin zavallı bir duruma soksun?
Görevini başarmaya bak.
Mademki şu âlem içinde
yaşıyorsun, felekle (Dünya düzeniyle) beraber ağır başlı yürü, acele etmek
ateşin kârıdır.
Çok koşup çabuk yorulmaktansa
geri kalmamak daha hoştur.
Su gibi ağır yürü!
Değerli inciler yavaş akan
sular içinde bulunur.
840- Ten güzelliğini
yumuşaklıkta, ruh güzelliğini hafiflikte bulmuşlardır.
Hafif canlı rüzgârlar her
tarafı dolaşır, ağırcanlı olursan Kafdağı gibi yerinden kımıldayamazsın! (Hiçbir zevkten nasip alamazsın)
Diken gibi gülün rengine
aldanıp kalmamışsan menekşe gibi boynunu kendi tarafına çevirme!
Duvarları aynalı bir odanın
her yerinde kendi yüzünü görürsün!
Çünkü orada gözlerin hep kendi tarafına dönmüştür.
Sen kendine âşık ve görünüşe
aldanan bir insansın!
Bundan dolayı güneş gibi
elinde ayna tutuyorsun.
845- Her güzele tapıyorsun
ama sabah aydınlığı gibi parlar parlamaz bütün yıldızları elinden kaçırıyor,
eli boş kalıyorsun!
Sen istersen taş gibi
duygusuz ol, bir gün gam acısını tadacaksın!
Sana yaraşan bu uygunsuz
işlerden el çekmektir.
Zulümden vazgeç (Yerinde, zamanında, uygun kişi ile yerinde hareket et,
haksızlık, eziyet yapma), vefa tarafına kaç (Sözünü
yerine getir, dostluğunu devam ettir)!
Halk ne oluyor, Hak tarafına koş!
Tanrı’nın güzelliğini gör de
onunla uğraş.
Kendi çirkinliğini açığa vur!
Sen günahlarından utanç
duyduğunu gösterirsen feryatlara yetişen o yüce yardımcı da sana rahmetini
artırır.
***
Mahzen-i Esrar Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13
***
Neler öğrendik:
RAVLİ ÂDEM yazıp Google den
okumalısın.
RAVLİ İNSAN yazıp Google den
okumalısın
*
RAVLİ