24 Mart 2013 Pazar

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 17

ÂDEMİN YARADILIŞI HAKKINDAKİ İLK SÖZLER

Önce bu aşk sevgilisi yoktu.
Yokluk içinde varlık sesi duyulmazdı.

Bir ikbal sahibi (Birine doğru yönelme) gizli yokluktan varlık âlemine çıktı, bu âlemin kapısını açtı, meleklerden sonra yaratılan insanoğullarının ilki yeryüzünde Tanrı’ya halife (Birinin yerine geçen kimse) olarak bayrak dikti, fakat bayrak gibi önce yere düştü, sonra tekrar doğruldu.

785- Tanrı’sı Âdem’e isimleri öğretti.
(Bakara suresi 1)
Mealindeki ayet O’nun özel hakikatidir.

“ Kırk sabah Âdem’in toprağını elimle yoğurdum” Yolundaki iltifatı da onun toprağının şerefinedir.

Âdem’in yaratılışında hem keder, hem de safa vardır.
Âdem, hem mihenk taşı, hem altın, hem de sarraftır.

Onun kolundaki bilezik (Kişinin elindeki sanat, değeri hiç eksilmeyen bir servet), canların bezeğidir (Bir işi ayrıntılarına varıncaya değin büyük bir özenle ve titizlikle yapmak).

Onun kudretli bileği (Kendi gücü ve kendi çalışması ile), yedi felekten daha güçlüdür.

Topraktan yaratılan o biricik taze delikanlı gökteki melekler arasına fitne (Birbirine düşüren sıkıntı) salmıştır.

O iki beşikten alınmış (Ruh ve maddeden) karıştırılmış iki cevherin özünden yaratıldı.

790- Dünya zindanına atılan yaratıkların öncüsü (Cennetten dünyaya Adem’in gönderilmesi), ruh âlemindeki sakinlerin bekçisi oldu.

Onun pazarı yaratılışın sınırı, O’nun varlığı, rahmetin (Acıma, esirgeme, koruma, bağışlamak, af etmek) ilk kaynağı oldu.

Kırk günlük bir yavru iken kırk yıllık pirler O’ndan ders okudu, alnına aşkın güzel yazıları yazıldı.

Ona cennet bağından bir gülistan (Gül bahçesi, cennet) verildi.
O en parlak gözden bir nur aldı (Peygamberlik nuru).

O çok yüce ağaçtan (Lâmekân (Mekânsızlık) âleminden) bir dal buldu.

795- Cennet kuşları (Melekler) ondan feyiz (Bolluk, bereket, çokluk, verimlilik, fazlalık, gürlük, ilerleme) aldılar.

Onun şerefine bütün başlar yere eğildi.
Fakat Âdem, kerem yolunda gördüğü bir daneye heves etti.

Hâlbuki bu, teşekküre bile değeri olmayan tuzağa takılmış bir dane idi.

O dualardan yaratılan ve önünde bütün cihan secdeye kapanmış olan Âdem’e, bir divane (İblis) secde etmedi.

800- O yedi cennet bağından güller saçtı (Bereketler yağdırdı) fakat saçtığı güllerin her yaprağı İblis’e bir acı getirdi.

Lakin ey insanoğlu!
Sensiz Âdem’in hiç neşesi yoktu.

Yaşadığı cennet bağında bir nefes bile rahat kalamıyordu.
O saltanat ve bahtiyarlık âleminde sabrı tükeniyordu.

Seni dünyaya getirmek üzüntüsüyle senin derdinle hiç yüzü gülmüyordu.
Onda baş gösteren evlat sevgisi karşısında buğday yemenin günahı bir arpa kadar değersiz göründü.

Fakat yediği buğdayın harareti ciğerini dağladı.
Bağrı buğday gibi iki parça oldu.

805- Yere düşmedikçe umuduna erişemeyecek, taş altında parçalanmadıkça yüzünün akını göremeyecekti.

Nihayet buğdayı yiyince çehresi kurumuş otlar gibi buğday rengine girdi.
Utancından yüzü ay gibi sarardı.

Burada arpa ve buğday toprağı sınamak içindir.
Âdem’in buğdayı yemekle günaha girmesi hep seni düşündüğü içindir.

Ey buğday görünüşlü arpa!
Ey kurnaz insanoğlu!

O değersiz buğdayı yemesi Âdem’i buğday özü gibi (Un) çıplak bıraktı.
Hain şeytanın başına getirdiği o düşkünlük yolu üzerine attığı taneye meyil etmesinden ileri geldi.

 810- Buğdayın teresi, sana olanca iştahınla kan içirdi.
Ey can ipinin ucunu kaybetmiş zavallı!

Seni şu toprağa düşüren tuzak, işte o buğday tanesinden kurulmuştur.
Sert buğday, kuru topraktan türemiş, onu yemek de gönül gevşekliğinden ileri gelmiştir.

Âdem’i aldatan buğdayı yememek için arpa ekmeğine kanaat et!
Saf yüreklilik yapıp da şeytanın arkasına düşme!

Sen bir sultanın aslanısın!
Kapıcı köpeği gibi rast gelene havlama!

815- Âdem’in gönlünden ettiği ilk “Tövbe” yi sen de etmezsen alnındaki lekeyi temizleyemezsin.

Hataya düşenleri mazur gör!
Âdem hatasına özür dilediği için o temizlik mertebesine erişti, tane sevgisi ile bu hayat tarlasının çiftçisi oldu.

O, bu tane peşinde ham bir hevese kapıldığı için kendisini bu dünya tuzağına düşürmüştü.

Bu yoğrulmuş toprağa tövbe mayası karışınca göçünü “seran dip” (Asil geçmiş) e çekti.

820- Günahının yüz karasıyla oraya kaçtı.
O dağ başında çok feryatlar etti.

Başına gelen uğursuzluk dolayısıyla döktüğü gözyaşlarından bir zaman Hindistan’da çimenler bitti.

Günahının lekesinden ellerini yıkayıncaya kadar ayakları altında yeşil otlar filizlenmişti.

Nihayet bu tövbe ve feryatların tesiriyle günahların lekesi silindi.
Ay gibi saf ve temiz bir Hatay dilberine döndü.

Tövbenin feyzinden gönlüne bir hoşluk geldi.
Yeryüzünde Tanrı halifesi oldu.

825- Akıl toprağına vefa saçtı.
O tarlanın mahsullerini de bize vakfetti.

Cennet kâhyasının kendisine gönderdiği nimetlerin hepsini bu altı kapalı evde (Dünyada) bıraktı.

Bu nimetlerden sana faydalı olanları ye!
Ekmek ona düştü ise biçmek de sana nasip oldu.

Ödağacının yanarken çıkardığı inilti, buhurdanın iyi nefes alması (Güzel kokular saçması) içindir.

Eşeğin cefa çekmesi, palancının rahatı hesabınadır.
Senin işini daha sen yokken düzelttiler.

Tanrı’nın lütfuna seni aday kıldılar.

830- Bahar yelleri gibi gülistanda dolaş ki bostanlara ağırlık veren dikenler gibi atılmayasın!

Gaflete düşme.
Ömrün son baharı erişince gönüllere soğukluk, canlara ateş (Sıkıntı ve ıstırap) gelir.

Aslan gibi bir yüreğin yoksa aslan değil ancak aslan heykelisin!
Yüreğin var ama kahramanlığın yok!

Saray kapılarında aslan heykelleri vardır, fakat bunlara yüz sopa vursan yerlerinden kımıldamazlar.

Yüce mertebeler sana süs ve şeref vermez.
Sen topraktan yaratılmışsın.
Sana alçak gönüllülükten başka bir süs yaraşmaz.

835- İşinin yoluna girmesini, kudretinin derecesini anlamakla sağlayabilirsin.

Gönül topluluğu alçak gönüllülükte, gam ve keder ise kendini yüksek görmektedir.

Yoksa senin gibi bir kahramanı talih niçin zavallı bir duruma soksun?
Görevini başarmaya bak.

Mademki şu âlem içinde yaşıyorsun, felekle (Dünya düzeniyle) beraber ağır başlı yürü, acele etmek ateşin kârıdır.

Çok koşup çabuk yorulmaktansa geri kalmamak daha hoştur.
Su gibi ağır yürü!

Değerli inciler yavaş akan sular içinde bulunur.

840- Ten güzelliğini yumuşaklıkta, ruh güzelliğini                     hafiflikte bulmuşlardır.

Hafif canlı rüzgârlar her tarafı dolaşır, ağırcanlı olursan Kafdağı gibi yerinden kımıldayamazsın! (Hiçbir zevkten nasip alamazsın)

Diken gibi gülün rengine aldanıp kalmamışsan menekşe gibi boynunu kendi tarafına çevirme!

Duvarları aynalı bir odanın her yerinde kendi yüzünü görürsün!
Çünkü orada gözlerin hep kendi tarafına dönmüştür.

Sen kendine âşık ve görünüşe aldanan bir insansın!
Bundan dolayı güneş gibi elinde ayna tutuyorsun.

845- Her güzele tapıyorsun ama sabah aydınlığı gibi parlar parlamaz bütün yıldızları elinden kaçırıyor, eli boş kalıyorsun!

Sen istersen taş gibi duygusuz ol, bir gün gam acısını tadacaksın!
Sana yaraşan bu uygunsuz işlerden el çekmektir.

Zulümden vazgeç (Yerinde, zamanında, uygun kişi ile yerinde hareket et, haksızlık, eziyet yapma), vefa tarafına kaç (Sözünü yerine getir,  dostluğunu devam ettir)!

Halk ne oluyor, Hak tarafına koş!
Tanrı’nın güzelliğini gör de onunla uğraş.

Kendi çirkinliğini açığa vur!
Sen günahlarından utanç duyduğunu gösterirsen feryatlara yetişen o yüce yardımcı da sana rahmetini artırır.

                                ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
Neler öğrendik:

RAVLİ ÂDEM yazıp Google den okumalısın.

RAVLİ İNSAN yazıp Google den okumalısın

                                    *
RAVLİ

Popüler Yayınlar