21 Mart 2013 Perşembe

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 14

605- Bana riyazet (Açlıkla nefsi kırma) öğreten üstat, edep bahsine başlayınca beni dokuz feleğin çevresinden uzaklaştırdı.
(Yıldızları, burçların insan üzerine olan etkilerinden kurtulmak)

Gerçi orası çetin ve dolambaçlı bir yerdi, fakat üstadım o yoldan geri dönmedi.

O yol öyle bir yere dayandı ki, üzerindeki dolambaçlar görünmez oldu.
Burada sözü geçen üstat, Tanrı’mız değildir, fakat efendimizdir.

Ancak benim iki cihanda koruyucum odur.
Yoksa niçin canımın derdine düşsün?                   

610- Her ne kadar benim işimi düzene koyamazsa da hakkındaki şefkatini (Acıyarak, esirgeyerek sevmek) de benden esirgemez.

Benim gibi bir edepsize köle oldu.
O edep öğretici, bana boyun eğdi.

O benim gibi kulundan usanç duyarak baş çevirmedi.
Alçak gönüllülerle yoldaşlık etmeyi buluntu saydı.

Bir gün o Züleyha yurdu olan, Mısırdan gelerek Yusuf’unu kuyu dışına çıkardı.
(Işığı yandı)

615- Sabah olunca feleğin çerağı parladı.
Gece karanlığı fecir (Güneş doğmadan önce, ufkun gün doğusu tarafından görünen aydınlığı, tanyeri ağarması) rengine boyandı.

Üstat, yakamdan el çekti, elimi tuttu, bir bağın eteğine yollandık.
Eteğim gam dikenlerinden kurtuldu.

Boğazıma kadar güller içine gömüldüm.
Ben lalenin dudağı gibi gülmeye başladım.

Elbisem yüz yerinden gül gibi parça-parça oldu.
Lale kendi gönlünü benim canıma teslim etti.

Gül kemerini belime bağladı.

620- Kâh şarap gibi, kan rengine girdim, kâh gül gibi filizden dışarı fırladım.

Acele ile gülden güle, daldan dala koştum.
Şimdi suya, kaynak tarafına doğru yürümek istiyorum.

Aşk bayrağı bir yere ulaşınca öte taraftan da vefa kokusu (Sözünde durma, dostluğu devam ettirme ) geldi.

Açıkça söyleyeyim, bir yârin (Sevgilinin) kokusu İsa nefesi gibi (Ölü bedeni dirilten) gönlümü diriltti.

Bir süvari, beni taşıyan mahfeyi (Koltuğu) yere fırlattı, beni sabah rüzgârına yoldaş etti.

625- “ Aşağı in, kendinden dem vurma, yoksa seni o benlik tahtından indiririm” dedi.

Ben ki hayal denizinde bir gemi gibi idim, o cennet havası içinde oturuyordum, su akarken aşağı indim, dili kurumuş bir halde ırmağın kıyısına geldim.

Güneşten daha parlak bir pınar ki Hızır onun yeşilliğini rüyasında bile görmemiş.

Onun yasemin bahçesi tam bir dinlenme yeri, uyanık nergisleri ımızganır gibi (Uyku ile uyanıklık arası durum, kararsız kalmak).

630- Öyle bir yer ki, göklerin sınırı oraya dayanmış, cennet bağının kokuları oraya yayılmış, gül yaprakların kakasında yer almış, eteğini dikenlerin ayakları altına sermiş.

O çimenlikteki ceylanlar, göbeklerinin kokusunu güle, tilkiler derilerinin rengini dikenlere vermiş.

Dudu, o tatlı tebessümler saçan gülün yeşil dalları üzerinde perişan bir hale gelmiş, taze otlardan tatlı süt gibi çiğler damlamakta, ceylanlar sanki o sütün şekeriyle mest olmaktadır.

635- Gülün, gelin odasına benzeyen süslü yuvasında poyraz vilveleşir, ceylanlar onların dallarından çiçekler toplar, orada birbirine karışmış şebboy ve nesrin, akamberden yapılmış birer yelpaze gibi titreşir.

Oranın yeşilliği nergis gibi seyircilerin gözlerine sürme olur, otların zümrüt rengi yılanın gözlerini kör eder.

Orada yaseminle gül el ele vermiş, kumru ile bülbül bir ağızdan kafiye bestelemektedirler.

Mesihin diline benzeyen bir günlük susam çiçeği sabahın aydınlığına Musa’nın nurlu elinden nişan vermiştir.

640- Sabahleyin feryada gelen üveyik, feleği ahlarıyla çınlatır, rüzğar caize (Hediye, bahşiş) ümidiyle sultani söğüt yapraklarına destan yazar.

Kâh bahar, çimeni selamlamaya gelir, kâh gül, dikene teşekküre koşar.
Yasemin adlı güzel çadırını sahraya kurmuş, ay bu çadırın üzerinde kandil gibi sallanıyor.

Lale, sanki bu tapınakta esrara ermiş, Hint mecusisi gibi duaya kalkmış.

645- Koyu renkli lale “Selh” in sevgilisi “Lale”ye, ak yüzlü yasemin de yemen padişahı Süheyl’in maşukası “Semen” e dönmüş, su durgunluktan ayna gibi olmuş.
(Selh ve lale, Süheyl ve Semen birer aşk efsanesidir)

Yeşilimtırak ayna ne acayip görünür?
Bağın kapısı sanki kırmızı ve sarı bayraklarıyla Sema’ya açılmış bir penceredir.

Yüksek dallar yıldızlara ulaşmış, gölgelerin ayaklarına altın saçıyorlar.
Gölge güneşin dudaklarına bir şeyler fısıldıyor.

Kumlar, sanki akan suların tespihi ile canlanıyor.

655- Burada şeker kamışı tatlı tebessümleriyle filizlenirken (Ansızın) güller kızıl mercan rengine boyandı, turunç yaprağından daha yeşil görünen gök kubbe o sırada elinde turuncuyla sahneye çıktı (Güneş doğdu).

O yeşil bağın gül ve çiçekleri, sanki yerin hayatı, göklerin kalbi idi.
Orası gökler gibi türlü nakışlarla bezenmiş, taze yeşillikler yetiştirmek için seçilmiş bir yer.

Her sabah yeşilbaşlı seher yıldızı doğarken oraya “ Başın yeşil kalsın” der.

660- Cebrail o bağdan geçerken yeşil seccadesini üzerine yaymış, pınarı cennet bakirelerinin gözlerinden daha parlak, sanki güneşin kaynağından ışık almış.

Hızır o pınarda abdest almış, bu abdestin teşekkür borcunu da etrafına bezemekle, ödemiş.

Kuşlar, gülden Süleyman kokusu duymuş olacaklar ki Davudi sesleri yükseltmişler.

Çil kekliğin çengeli, öldürdüğü sülünün kanından kırmızı bir halhal takınmış.

665- Bağın ferman kâtipleri derneğinde (Bağ kuşlarının toplantısında) bülbül, karganın kanını dökmeye ferman verdi.

Baykuş, o vatandan ayrıldığı için alınyazısı virane oldu.
Poyraz rüzgarıyla Süheyl meltemi el ele vererek çorak kırlara koku ve renk getirdi.

Lalenin acele koşması (Erken açılması) yüreğine çarpıntılar verdi.
Görünüşe aldanan şimşirin gölgesi lalenin ciğerine el uzattı.

670- Ak renkli yaseminin (Güneşin) gümüş tırnağı, gecenin taze hilalini yerinden kopardı.

Sabah olunca sırma saçlı Yusuf (Güneş) yaseminin çenesinde kuyu açtı.
Toprağın rengi, Yahudi sarıkları gibi sarardı.

Su (Parlaklığından) Musa gibi “ Yed-i Beyza” mucizesi gösterdi.
Toprak o çeşmenin suyu ile öyle bir ilaç tertip etmiş ki içine dalan şeyleri derhal yüzüne atar.

Seher aydınlığı meydanı geniş buldu.
Gölge gibi yürüyen bir peri, Saba rüzgârını ayaklandırdı.

Güneşin dudağını yılan soktu, sabah rüzgârı, söğüt yapraklarını taradı.
Ormanın kımıldanışından nur ile gölge ırmak tarafında oynaşmaya başladı.

Aradığım diken ödağacına döndü.
Gülün ateşi o ödağacının buhurdanı oldu.

Gülün gerdanı bülbüle minber, menekşenin zülfü güle kemer oldu.
Kuşlar “ Davud” dan daha hoş sesli, gül “ Nizami” den daha şeker saçıcı oldu.

680- Gönlümü oyalayan şeyleri bir tarafa attım.
Kalbimin üstadı yeni bir sevgiliye gönül verdi.

Tatlı gülüşlü, gül kokulu nefesi gül ve şeker üzerine sinmiş bir güzel gördü.
Başı ipek yaşmaklı ayı andıran o fitne, güzelliğinin ateşiyle ay ağılını sazlar gibi yaktı.

Zülfünün kıvrımları kemerine kadar inmiş başından ayağına kadar naz ve cilve.

Onu böyle tatlı ve çekici edasıyla görmek gerçi pek zekidir.
Fakat görenler de gözyaşlarını tutamadılar.

685- O dudakların tuzu şekerle karışınca şirin dudakların şekeri suya düştü.
Şeker bağının dudusu ondan utanç duyar.

Çünkü, gerdanı dudu başı gibi kemerlidir.
O taze turuncu andıran yuvarlak çenesi, şirin gerdanı, göğsündeki portakal gibi tatlıdır.

Bostan gülü gibi gönül okşayan, dostlar şarabı gibi tövbeler bozduran bir cazibesi var.

Dudakları eli nacaklı Teberistan (Azerbaycan, İran yöresi) pehlivanları gibi canlara kıyar, bu silahıyla şekerin beynini parçalar.

690- Pembelikte gülden daha parlak, tazelikte şeker kamışından daha körpedir; benleri taze gül suyu ile ıslanmış kuru bir öd ağacına benzer.

Onun ödağacına benzeyen beni ciğer yakıcıdır.
Güneş gibi yanağına ıtır kokusu sürer.

O siyah benim aşkıyla ayın yüzü tamamıyla ben gibi oldu.
Gözleri güneşten daha can yakıcı, dudakları geceleri aydınlatan aydan daha parlak.

Mesafelere uzanan o gönül zinciri (Uzun saçlar) ufacık ağzının çevresine giden daracık yollar gibi.

695- O ciğer yemekle geçinen katı kalbinin elinden ciğerim üzerinde kalbim parçalandı.

Dudakları konuşurken tebessümü şeker saçmakta, yanağı duada, gamzesi büyücülüktedir.

O inci kutusunu andıran hokka gibi ağız kapanınca yol üzerine düşmüş sihirbaz yuvarlağı gibi görünmez oluyordu.

Beni görünüşüne aldanmak kaydından kurtardı.
Madde boyunduruğunu canının gerdanından kaldırdı.

Artık o eşiz güzele daha fazla bakabilmek kuvvetini kendimde bulamadım.
Ağzım abıhayat zevkine kandı.

700- Akıl baştan gitti, o temaşanın zevki kedere döndü.
Aşk, o hokka ile o incileri görünce, garip bir iş yaptı.

Hemen âşıkların gönlüne yerleşti.
Artık sevinçten acıya yüz tutan gönüller, güneşin kaynağını çamurla sıvadı.

Çünkü yaslıların yoldaşı gam, şarap hastalarının ilacı şaraptır.
Sevgilinin çevresindeki o parlaklık benim nişanımdandır, ama ruhumdaki tazelikten, bağımdaki yeşillikten haberi yok.

705- Yeşillik semalarının rengi, göz onun ışığı idi.
Bağ, seher sefası, gözyaşı da çiğ damlaları idi.

(Hayalimin biricik sevgilisi) Yeter ki başım onun dizlerinin üstüne gelsin, o zaman bu ipin ucu elime geçecektir.

Bu sefer yolun yakınından gittim.
Sen de benim yürüdüğüm yoldan git, fakat mademki bu perdeye yabancısın, o halde Nizami’nin

                                ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
Neler öğrendik:

1.   Yıldızların, burçların zamana göre etkilerinden kurtulmak gerektiğini öğrendik.

2.   Nefsimizi kontrol altına almamız gerektiğini öğrendik.

3.   Yönlendirenin, yol gösterenin, yolu aydınlatanın bizim görünen problemimizle uğraşmadığını, ancak sevgiyle ve acıyarak bizim göremeyeceğimiz sonra farkına varacağımız iyiliklerde bulunacağını öğrendik.

4.     Yol gösterenin hiçbir karşılık beklemeden, mecburiyeti olmadığı halde bizim seviyemizden daha aşağı inerek bize hizmet ettiğini öğrendik.

5.   Yol gösterenin bakış şeklini öğretmesinden sonra kötüyü, yanlışı, kusuru gören ve söz eden biri olmaktan güzellikleri gören, güzellikler arasında bağ kuran bir hale getirdiğini öğrendik.

6.   Güzeli ve güzellikleri görmeyi başlayınca ölü gönlün yeniden dirileceğini öğrendik.

7.   Boş hayallerden, kendini çok değerli ve bilgili saymaktan vazgeçip sıyrılmak gerektiğini, gerçek güzellikleri görmek için aşağı seviyeye inmemiz, ben kelimesinden ve benlikten vazgeçmemiz gerektiğini öğrendik.

8.   Tanrı’nın güzelliklerini, sanatını gerçek olarak görmek için boş hayalden, ben ve benlikten temizlenmemiz gerektiğini öğrendik.

9.   Tanrı güzelliklerini, sanatını görmek arzu edenlere Tanrı bunu gör, bunu da gör, bak bu daha güzel diye sonsuz güzelliklerini bize sergilediğini öğrendik.

10.                  Tanrı sanatını ve güzelliklerini gördükçe aşkın artışıyla insan içmeden sarhoş olacağın, tatlı bir sevinç meydana geleceğini, bu sevinç kalıcı bir sevinç olduğunu öğrendik.
.                   
İşte böyle yaren,

RAVLİ RİYAZET 
RAVLİ KONTROL 
RAVLİ BAKIŞ yazarak Google den okumalısın.

                                 *
RAVLİ

Popüler Yayınlar