27 Mart 2013 Çarşamba

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 21

ÜÇÜNCÜ MAKALE
Olayların karışıklığı ve devrimlerle dünya işlerinin bozulması.

965- Halka ıstırap kaynağı olma, ıstırap çekenlerin imdadına koş!

Bir saat olsun debdebeden (Haşmet, ululuk, büyük bir gösteriş, tantana, patırtı, gürültü ) ve saltanat hayallerinden uzaklaş!

Selamet daima sonunu düşünmekte, saltanat ve debdebe ise dervişliktedir.

Süleyman mülkü (Yetki ve kuvvet) isteme!
Bu yanlış bir düşüncedir.

Mülk yerinde duruyor ama Süleyman nerede?
“Azra “ için bezenen gelin odası işte yerinde, “ Vamık” ın oturduğu dernek hala duruyor, fakat o gelin odası ile o dernek yapayalnız.

Vamık da, Arza da göçüp gitmişlerdir.

970- Cihan nice yıllar geçirdi.
Fakat bir kıl ucu kadar bile değişmedi.

Toprak boynu kalın bir düşman, felek ise boyunlar vuran bir zalimdir.
Dünya devletini özleyen kimdir?

O kime vefa gösterdi ki bize de göstersin?
Bu toprakta yaşayanlar toprak oldular.

Toprak, koynunda kimlerin yattığını ne bilsin?
Onda filizlenen her yaprak seçkin bir güzelin çehresidir.

Her ayakaltında bir melek yavrusunun başı yatmaktadır.

975- Biz ki gençliği cihana bağlamışız, ondan doğduğumuz halde niçin onun gibi genç kalamıyoruz?

Oğlunu “Simurg” e (Anka kuşu) veren “Sam” henüz genç iken çocuğu ak saçlı idi.

Bakası olmayan bu döner kubbe (Dünya) daima senin isteklerinin aksine hareket etmektedir.

Seni kâh canlı yaratıklara sultan eder, kâh toprağından çömlekçi çamuru yapar.

Bu iki renkli dünyaya (Yarısı ışık, yarısı karanlık olan bu hayata) gelenler zorluklarla karşılaşmak için gelirler.

980- Sahrada yaşayanlar, denizde gezenlere imrenirler.
Denizin zorluklarını çekenler ise karaya ayak basmak için çırpınırlar.

İnsanoğulları olayların tesirinden uzak kalamazlar, onlara karada da, denizde de kurtuluş yoktur.

Bu gök kubbenin kafesi içinde kapalı kalanlar, şehirden sürülmüş, evden kovulmuş insanlar gibidirler.

Kendisini selamete çıkaracak yolcu, uzaktan ölümün korkusunu duymuş olanlardır.
(Ölmeden önce ölünüz hadisini anlayanlar)

985- Mülk sevdasından vazgeç!
Çünkü sana gurur verir ( Boş şeylere güvenerek aldanma, boş şeylerle böbürlenme, kibir, kendini yüksek ve değerli sayma)

Bu debdebelerin gölgesinde acaba ne ışık bulabilirsin?
Ömrü hayal oyuncaklarıyla tüketiyorsun!

Hayat oyununda ölçüden dışarı çıkıyorsun.
Bu hokkabaz oyuncağını andıran dünyanın dönüşü sana pek çabuk geliyor.

Ama düşünürsen hiç de öyle değil!
Şu akıl ve erginlik çağından önce geçen o gaflet demleri (Çocukluk zamanları) ne hoş günlerdi?

Aklın görüşü son mertebesini bulunca o bahtiyarlık devleti de sona erdi.

990- Gaflet içinde yaşamak (Dalgın, dikkatsiz, tedbirsiz, ihmalkâr, endişesiz) akıl işi değildir.

Çünkü gafil durmak bir nevi divaneliktir (Akılsızlık, delilik).

Okumasan bile bir harf karala!
Yazmak elinden gelmiyorsan bari bir kalem kes!

Aydın gönüllerin hizmetinde bulunmaktan vaz geçme.
İkbal ve servet sahiplerinin ceplerine el uzatma.

Toprak gül ile yoldaşlık ettiği için sümbül saçlara misk kokusu verir.
(Gülsuyu içinde hazırlanmış kil ile yıkanan saçlar nefis koku saçar.)

Geleceği muhakkak olan kıyamet gününde çölde susuz yetişen hurma ağacını mahşere getirecek kâfirlere soracaklardır.

995- Ey kalpleri kirlenmiş, dilleri bağlanmış gafiller (İhmalkâr, ilerisini iyi düşünmeyen, dikkatsiz, dalgın, tembel).

Ey ciğer kanı içen hasta gönüllü zalimler!
Siz topraksınız!

İçtiğiniz o abıhayat nereden akmıştı?
Kur’an’ın feyzi (Bolluğu, bereketi, çokluğu) nereden, çölün ateşi nereden gelmişti?

Toprak, ben kan içtim, diye feryat edecek, evet o üstüme toprak saçın, ben katil değil miyim? Diye inleyecektir.

Soframa biraz tuz koydum.
(Şiirime bir güzellik çeşnisi verdim)

Belki bir ciğerle kaynaşırım.
(Bir gönül ehliyle dost olurum) dedim.

Ola ki gayretli dostlarla kucak kucağa geleyim.
Güzellerin kollarındaki bilezik gibi kendilerine yakın bulunayım.

1000- Benim sözlerimi anlayabilenler takdir eder.
Cennet sazcıları onun ahengini kendilerine halhal (Ayakta küçük çıngıraklar) yaparlar.

Güzel sohbetleri seçenler ister istemez bunlardan fayda görürler.
Hal bu ki iyilerin sohbeti cihandan uzaklaştı.

Bal sofrası şimdi arı kovanı oldu.
Zamaneye bak ki bayağılar (Hiçbir özelliği olmayanlar) yüzünden insan insandan sakınmaktadır.

İnsanoğlunda irfan (Bilme, anlama) ve muhabbet (Sevgi) kalmadığı gibi insanoğlu da aradan kaybolmuş.

1005- Dünya artık Süleyman devrinden uzaklaşmış, gerçek insan şimdi görünmez olmuştur.
(Kendilerini şaklamaya çalışmaktadır)

Kiminle sevişmek, kaynaşmak istedimse nihayet ondan kaçmayı maslahata (Barış, dirlik, düzenlik için) uygun gördüm.

Kimsenin gölgesi bana Hüma kanadının feyzini (Bolluk, bereket) vermedi.
Kimsenin sohbetinden vefa (Sevgide kararla devam etme) kokusu duymadım.

Edep tohumunu saçmak, vefa etmekten başka nedir?
Vefanın şartı dostluk hakkını gözetmekten başka ne olabilir?

Çiftçiler, yetiştirdikleri danelerden bir gün faydalanmak için tohum ederler.

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
Vamık ve Azra hikâyesi:

Hikâyenin ilk kahramanı, Çin ülkesinin çocuk hasreti çeken hükümdarı Taymus’un Turan hükümdarının kızıyla evliliğinden dünyaya gelen Vamık’tır.

Di­ğer kahramanı ise Gazne ülkesi hükümdarının kızı Azra’dır.

Azra, ününü duyduğu Vamık’a âşık olurken Vamık da Azra’nın resmini görerek ona âşık olur.

Aşk ıstırabı­na dayanamayan Vamık, Azra’yı bulmak için dostu ve askerleri ile yola çıkar.

Derin vadileri, aşılmaz dağları aşarlar, uçsuz bucaksız çölleri, engin denizleri geçerler.

Bu yolculuk sırasında perilerle, devlerle, zalim hükümdarlarla mücadele ederler.

Yapı­lan savaşlarda büyük zorluklar çekerler; esir düşerler, kimi askerler hayatlarını kay­beder.

Bu sırada Azra da dayanamayıp Vamık’ı aramaya çıkar.
Bu yolculuk sırasında Vamık’ın dostlarından onun durumunu öğrenir ve onlar da mücadelenin bir parça­sı olurlar; çeşitli zorluklar çektikten sonra esir düşerler.

Vamık, mücadele ettiği dev­leri Allah’ın yardımıyla yener ve onların hazinesini ele geçirir.
Bu son zaferden son­ra iki âşık kavuşur.

Birlikte Azra’nın ülkesi Gazne’ye giderler.
Vamık’ın babasının da oraya gitmesiyle düğün hazırlıkları başlar. Görkemli bir düğünle Vamık ile Azra ev­lenir.

Simurg ve Sam hikâyesi:

Sam meşhur pehlivan ve kahraman Rüstem’in büyük babası ve Zal’in babasıdır.

Zal doğduğu vakit ak saçlı imiş.
Sam halka gülünç olmak korkusuyla uğursuz saydığı çocuğunu bir dağ başına bırakmış.

Simurg (Anka kuşu) bunu bir et parçası zanniyle kaldırarak yuvasına götürmüş.

Fakat başı tüylü olduğu için yememiş yavrularıyla birlikte besleyip büyütmüştür.

Babası kara saçlı oğlu ak saçlı nüktesi bu masaldan doğmuştur.
                                               ---
 RAVLİ

Popüler Yayınlar