Mesela kendi anne ve babandan doğdun, sana onlardan doğduğunu söylerler.
Sen bunu kendi gözünle
görmedin fakat bu kadar çok söylemekle, bu senin
için artık gerçek olur.
Eğer sana onlardan doğmadın
derlerse işitmezsin.
Bunun gibi mesela Bağdat ve
Mekke’nin olduğunu birçok kimselerden defalarca işittin.
Eğer yok deseler ve yemin
etseler artık inanmazsın.
O halde kulağın bir şeyi çok işittiği zaman, göz (Görme) hükmünü
aldığını öğrenmiş olduk.
Mesela görünüşte sözün
çokluğuna görme hükmünü veriyorlar.
Bir insanın sözü tevatür (Ağızdan ağza dolaşarak yayılma) hükmünü alırsa o adam
bir şahıs değil yüz şahıstır.
Verdiği bir haber yüz bin
haber kudretine haizdir (Önemine sahiptir).
O halde onun bir sözü yüz bin
söz olur.Sen buna şaşıyorsun.
Bu zahir (Dünya) padişahı her ne kadar bir kişi ise de yüz bin
kişi hükmündedir.
Eğer yüz bin kişi bir şeye
bir değer verse hiçbir kıymeti haiz (Önemi)
olmadığı halde, onun bir sözü, bin yerine geçer, tesir eder.
Zahirde (Dünyada) böyle olunca, ruhlar âleminde evleviyetle (Üstün tutulmaya layık) olur.
Her ne kadar âlemi dolaştınsa
da O’nun (Allah için) için dolaşmadığından, sana
bir defa daha âlemin etrafını dolaşmak düştü.
Çünkü “yeryüzünde gezip dolaştın da Peygamberlere yalancı diyenlerin
başlarına gelenleri görmedin.”
(En-am suresi 11)
O seyir, dolaşma benim için
değildi, soğan sarımsak içindi ve bu maksat senin
perden olmuştu, bırakmıyordu ki, beni göresin.
Mesela pazarda birini
ciddiyetle ararsan başkalarını göremezsin.
Görsen bile oradaki halk sana
hayal gibi görünür.
Yahut bir kitapta bir mesele
aradığın zaman, gözün, aklın ve kulağın o mesele ile dolmuş olduğundan,
yaprakları çevirir ve bir şey göremezsin.
Binaen aleyh (Bundan dolayı) senin bundan başka bir maksadın ve
niyetin olmalıydı.
Sen dolaştığın her yerde o
maksatla dolmuş ve bunu görmemiş olmalısın.
Ömer (Tanrı ondan razı olsun) zamanında çok ihtiyarlamış bir adam vardı.
O kadar ihtiyarlamıştı ki,
çocuğu ona süt verir ve bakardı.
Ömer (Tanrı ondan razı olsun) o kıza:
“ Bu zamanda senin gibi babasına
hakkı geçmiş bir çocuk yoktur” buyurdu.
Kız:
“ Doğru buyuruyorsun fakat
benimle babam arasında bir fark vardır.Eğer ben hizmetinde hiçbir kusur işlemiyorsam babam beni büyütmüş, yetiştirmiş, bana bakmış ve Allah korusun!
Bana bir zarar gelmesin diye
üzerime titremiş.
Hâlbuki ben babama hizmet
ediyorum ve gece gündüz zahmetinden kurtulmak için Allah’a yalvarıyorum.
Onun ölmesini diliyorum.
O halde babama hizmet ediyorsam
da onun, benim üzerime titremesini ben ona nereden bulayım?Cevabını verdi.
Ömer:
“ Bu kadın Ömer’den daha
ziyade fakihtir (Din ve şeriat üstadı, yardım etme gücü
olan). Buyurdu.Yani ben onun görünüşüne hüküm verdim ve sen onun özünü söyledin.
Bir şeyin özünü bilen kimse
fakihtir (Din ve şeriat üstadı, yardım etme gücü olan).
O gerçeği açık olarak bilir.Hâşâ! (Olmaz öyle şey)
Ömer işlerin, sırların hakikatini bilmez olur mu?
Yalnız eshabın (Hz. Muhammed'i görmüş ve onun sohbetinde bulunmuş Müslümanların) tabiatı (Özellikleri) böyleydi.
Kendilerini küçük gösterir,
başkalarını överlerdi.
Birçok kimseler vardır ki
onların huzura tahammülleri yoktur (Tanrı yolcusunun Tanrı’da kaybolmasına, yani kişinin kendini başka
bir şey içinde kaybetmesine gaybet,
Gaybet halinin sona
ermesiyle birlikte başlayan uyanıklık durumuna (Huzur) dayanamamak) ve gaybette (Erişen, gelen ve ilhamın
etkisiyle kendinden geçerek dış dünya ile ilgili şuurunu kaybetmesi )
halleri daha iyi olur.
Mesela günün bütün aydınlığı Güneş' tendir.
Fakat eğer bir kimse bütün gün güneş yuvarlağına bakarsa, hiçbir iş yapamaz, gözü kamaşır.
Bunun için, onun başka bir iş
ile meşgul olması daha iyidir.
Göz güneş yuvarlağına
bakmamak hususunda gaybette ( Bir şeyin başka bir şey
içinde kaybolması, kişinin kendini kaybetmesi) sayılır.
Bunun gibi hastanın önünde
güzel yemeklerden bahsetmek onun kuvvet ve iştahını artırır, onu
heyecanlandırır.
Fakat bu yemeklerin önünde
olması hastaya zarar verir.
Binaen aleyh (Bundan dolayı) bundan da anlaşılmış oldu ki Hakk’ı (Allah'ı) talep etmekte aşk ve üzerine titreme (bir şeye veya kimseye sevgi, özen
göstermek) lazımdır.
Her kim titremezse, ona
titreyenlere hizmet etmesi vacip (Mecbur) olur.
Meyve hiç ağacın gövdesinden
biter mi?Asla!
Çünkü gövdede sallanmazlar.
Titreme dalların ucundadır.
Fakat ağacın gövdesi de
dalların ucunu kuvvetlendirir ve meyve vasıtasıyla balta yarasından korunur.
Ağacın gövdesinin titremesi,
balta ile olacağından, olmaması daha iyidir.
Böylece titreyenlerin
hizmetini yapmış olur.
Çünkü o Muinüddin’dir (İlave eden, yardımcı).
Bir mim ilavesi ile noksan
hükmünü almış ve bu (Mim=M harfinin) fazlalığı onun için kusurdur.
Mesela bu altıparmak olsa,
her ne kadar adet itibariyle fazla ise de hakikatte el için bir kusurdur.
Ahad (Bir) kemâldir (Olgunluk, yetkinlik, tamlık,
eksiksiz olmak) ve Ahmed (Peygamber) henüz
kemal makamında değildir.
O mim kalkınca tamamen kemâl
bulur (Sonsuzluğa kavuşmanın tamam olması).
Yani Hak her şeyi ihata (Kuşatmış) etmiştir.
Ona her ne ilave etsen, onu
eksiltir.
Bu bir sayısı bütün sayılarda
mevcuttur ve onsuz hiçbir sayı olmaz.
Seyyid Burhaneddin faydalı
şeyler buyuruyordu.
Aptalın biri onun sözünün
arasında:
“ Bize benzeri duyulmamış
olan bir söz lazımdır.” Dedi.
O buyurdu ki:
Eğer sen benzersiz isen, gel de
sana benzeri olmayan söz söyleyeyim.Sen kendinden bir misalsin ve bu değilsin.
Bu şahsın, senin gölgendir.
Birisi ölünce:
“ Falanca gitti derler.
Eğer o, bu ise, şu halde o nereye gitti?
Senin dışının, içinin misali
olduğu bize malum oldu, senin zahirinden (Dış görünüş), dışından, batınını (İçini), içini istidlal (Delile
dayanarak bir şeyden bir sonuç çıkarmak) ederler, göze görünen her şey
kesif (Işığı kesecek yoğunlukta) olduğu için
görünür.
Mesela nefes, sıcaklıkta
görünmediği halde soğuk ağır ve yoğun olduğundan soğuktur, görünmektedir.
Nebinin (Peygamberin) (Ona selam olsun)
Tanrı’nın kuvvetini göstermesi, davet ile halkı uyandırması icap eder.
Fakat bir kimseyi istidat (Delile dayanarak bir şeyden bir sonuç çıkarmak)
makamına eriştirmesi böyle değildir.
Çünkü bu Tanrı’nın işidir.
Hakkın iki sıfatı vardır:Kahır (Yok etme, ezme, perişan etme, mahvetme) ve lütuf (İyilik etme, armağan verme, affetme, karşılıksız bağış verme) .
Nebiler her ikisine de mazhar
(Elde etmişler) olmuşlardır.
Müminler Hakk’ın lütfuna,
kâfirler ise kahrına mazhardırlar (Elde etmişler).
İman (Güçlü inancı olanlar) ve ikrar edenler (Saklamayıp doğruyu söyleyenler) kendilerini nebilerde (Peygamberlerde) görür ve kendi seslerini onlardan işitir, kokularını
onlardan alırlar.
Kimse kendinin varlığını
inkâr etmez (Saklamaz).
Bu bakımdan nebiler, ümmete:
“ Biz
siziz ve siz de bizsiniz, aramızda yabancılık yoktur” derler.
Bir kimse:
“ Bu benim elimdir” dediği
zaman bunun için ondan şahit istemezler.Çünkü bu el, ona bağlı bir parçadır.
Hâlbuki “ Falanca benim
oğlumdur” derse, bunun için şahit isterler.
Çünkü o artık, ondan ayrılmış
bir parçadır.Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Aynı sözü değişik
kişiler defalarca söylediğini duyduğumuzda, gözümüz görmüş gibi inanacağımızı
öğrendik.
2.
Bir söz halkın ağzına düşerse, söylenen o
sözün sanki yüz bin kişi tarafından söylenmiş gibi kabul edileceğini öğrendik.
3.
Tanrı sözünü söyleyen bir kişi bile olsa;
telkin (Sözü aşılama, kulağa koyma) ve tevatür (Ağızdan ağza
dolaşarak yayılma) olmadan üstün tutulup, kabul edilip, yayılacağını
öğrendik.
4.
Gezip dolaşırken
aklımızda istediğimiz bir şey varsa, gözümüze perde inmiş gibi görmekte kusurlu
hale geleceğimizi öğrendik.
5.
Dünyalık isteğini
maksat yapmış ve kendini bununla doldurmuş kişinin sağlam ve doğru olanı
göremeyeceğini, Tanrı’yı göremeyeceğini öğrendik.
6.
Görünen şekli
söylemenin ayrı bir söz olduğunu, özünü görüp anlayıp, kavrayıp söylemenin ayrı
değerde söz olduğunu öğrendik.
7.
Özü görmek, özün
sırrını görmek, sırrın hakikatini görmek, gördüğünü bilmek, bildiğini kavramak,
kavranılanın yararlı bir şekilde kullanmanın ayrı bir aşama ile olduğunu
öğrendik.
8.
Tanrı yolcusunun
Tanrı’da kendisini kaybetmesine gaybet dendiğini
öğrendik.
9.
Tanrı’da kendini
kaybedenlere hazır, Tanrı huzurunda olacağını ve
burada ilham yoluyla sırlar verildiğini, buna gâib durumu
dendiğini öğrendik.
10.
Huzur ve huzurdan
ayrıldıktan sonra uyanıklık durumuna gelineceğine kadar olan durumun huzur
olduğunu öğrendik.
11.
Bazı şeyleri
söyleme, anlatma gücü olduğu ve hoş olduğu halde o söyleneni yapmak girişiminde
bulunmanın insanın kendini yitirmesine sebep olabileceğini öğrendik.
12.
Yani Allah ile
konuşmanın, buluşmanın güzel olduğunu söyleyip iştahla anlatabiliriz fakat
bunun sağlanması için zekâ gücün, isteğindeki samimiyet ve kararlılık olmazsa o
kişinin kendini kaybedebileceğini öğrendik.
13.
Daha açık
söylemek gerekirse Tanrı’ya ulaşmış ve dönmüş büyüğün önerisi ve kılavuzluğu
olmadan, hevesle bu işe kalkışanların meczup olacağını, kendini kaybedeceğini öğrendik.
14.
Allah’ı isteyenin
sevgiyle ve özenle bu yolculuğa çıkmalıdır, bu
yolculuğa çıkmaya gücü olmayanlarında bu yolcuğa çıkmış kişiye hizmet etmeleri
gerekmektedir.
15.
Doğru olduğunu
biliyorsak ve biz buna gücümüz yetmiyor ve yapamıyorsak bunu yapanlara saygı
gösterip hizmet etmemiz gerektiğini öğrendik.
16.
Fazlalığın da
eksiklik olduğunu, sakatlık, ayıp, özür, yersiz hareket, ihmal, tedbirsizlik
gibi yanlışlara neden olduğunu öğrendik.
17.
Bize yük olan,
bizi bağlayan fazlalıktan kurtulmadıkça olgunluğa ulaşamayacağımızı öğrendik.
18.
Sıradan olan bir
insan; sıradan sözler ve sıradan davranışların ona hoş geleceğini ve
sıradanlığı benimseyerek sahipleneceğini öğrendik.
19.
Benzersiz olan
bir insanın benzersiz söz ve davranışlardan hoşlanıp sahiplendiğini, hep
benzersiz kişilerin sözünü aradığını, onların işaret ettiklerinden
faydalandığını öğrendik.
20.
Benzersiz
kişilerin açıkta ve görünür sözleri olduğunu ama bunu benzersiz kişi olmak
yolunda olanların yoğunlaşmaları ile böyle kişileri görüp anladığını ve
hakikatine istekli olanların yararlandığını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Nereye ve kime bağlıysak,
şahit, delil, senet aranmadan, sen bağlı olduğun yere ait olduğumuzu öğrendik,
anladık.
Taklitçi olmaktan kendimizi
kurtarmamız, hakikatine, özüne talip olmamız gerektiğini öğrendik, anladık.
Kendimizi başkalarına kabul
ettirmek, saygı görmek için uğraşmamızın sıradanlıktan kurtulamayacaklarını
öğrendik, anladık.
Allah’a yönelik ve O’nun beğenisi için düşünmemizin ve uğraşmamızın
istediğimizden daha fazla elde edişimizin olacağını öğrendik, anladık.
*
RAVLİ