5 Mart 2013 Salı

FİHİ MAFİH 61. fASIL

Kulak bir şeyi işitirse, görmüş gibi olur ve bu, görme hükmünü taşır.
Mesela kendi anne ve babandan doğdun, sana onlardan doğduğunu söylerler.

Sen bunu kendi gözünle görmedin fakat bu kadar çok söylemekle, bu senin için artık gerçek olur.
Eğer sana onlardan doğmadın derlerse işitmezsin.

Bunun gibi mesela Bağdat ve Mekke’nin olduğunu birçok kimselerden defalarca işittin.
Eğer yok deseler ve yemin etseler artık inanmazsın.

O halde kulağın bir şeyi çok işittiği zaman, göz (Görme) hükmünü aldığını öğrenmiş olduk.

Mesela görünüşte sözün çokluğuna görme hükmünü veriyorlar.
Bir insanın sözü tevatür (Ağızdan ağza dolaşarak yayılma) hükmünü alırsa o adam bir şahıs değil yüz şahıstır.

Verdiği bir haber yüz bin haber kudretine haizdir (Önemine sahiptir).
O halde onun bir sözü yüz bin söz olur.
Sen buna şaşıyorsun.

Bu zahir (Dünya) padişahı her ne kadar bir kişi ise de yüz bin kişi hükmündedir.

Eğer yüz bin kişi bir şeye bir değer verse hiçbir kıymeti haiz (Önemi) olmadığı halde, onun bir sözü, bin yerine geçer, tesir eder.

Zahirde (Dünyada) böyle olunca, ruhlar âleminde evleviyetle (Üstün tutulmaya layık) olur.

Her ne kadar âlemi dolaştınsa da O’nun (Allah için) için dolaşmadığından, sana bir defa daha âlemin etrafını dolaşmak düştü.

Çünkü “yeryüzünde gezip dolaştın da Peygamberlere yalancı diyenlerin başlarına gelenleri görmedin.”
(En-am suresi 11)

O seyir, dolaşma benim için değildi, soğan sarımsak içindi ve bu maksat senin perden olmuştu, bırakmıyordu ki, beni göresin.

Mesela pazarda birini ciddiyetle ararsan başkalarını göremezsin.
Görsen bile oradaki halk sana hayal gibi görünür.

Yahut bir kitapta bir mesele aradığın zaman, gözün, aklın ve kulağın o mesele ile dolmuş olduğundan, yaprakları çevirir ve bir şey göremezsin.

Binaen aleyh (Bundan dolayı) senin bundan başka bir maksadın ve niyetin olmalıydı.
Sen dolaştığın her yerde o maksatla dolmuş ve bunu görmemiş olmalısın.

Ömer (Tanrı ondan razı olsun) zamanında çok ihtiyarlamış bir adam vardı.
O kadar ihtiyarlamıştı ki, çocuğu ona süt verir ve bakardı.

Ömer (Tanrı ondan razı olsun) o kıza:
“ Bu zamanda senin gibi babasına hakkı geçmiş bir çocuk yoktur” buyurdu.

Kız:
“ Doğru buyuruyorsun fakat benimle babam arasında bir fark vardır.
Eğer ben hizmetinde hiçbir kusur işlemiyorsam babam beni büyütmüş, yetiştirmiş, bana bakmış ve Allah korusun!

Bana bir zarar gelmesin diye üzerime titremiş.

Hâlbuki ben babama hizmet ediyorum ve gece gündüz zahmetinden kurtulmak için Allah’a yalvarıyorum.

Onun ölmesini diliyorum.
O halde babama hizmet ediyorsam da onun, benim üzerime titremesini ben ona nereden bulayım?
Cevabını verdi.

Ömer:
“ Bu kadın Ömer’den daha ziyade fakihtir (Din ve şeriat üstadı, yardım etme gücü olan). Buyurdu.
Yani ben onun görünüşüne hüküm verdim ve sen onun özünü söyledin.

Bir şeyin özünü bilen kimse fakihtir (Din ve şeriat üstadı, yardım etme gücü olan).
O gerçeği açık olarak bilir.
Hâşâ! (Olmaz öyle şey)
Ömer işlerin, sırların hakikatini bilmez olur mu?

Yalnız eshabın (Hz. Muhammed'i görmüş ve onun sohbetinde bulunmuş Müslümanların) tabiatı (Özellikleri) böyleydi.
Kendilerini küçük gösterir, başkalarını överlerdi.

Birçok kimseler vardır ki onların huzura tahammülleri yoktur  (Tanrı yolcusunun Tanrı’da kaybolmasına, yani kişinin kendini başka bir şey içinde kaybetmesine gaybet,

Gaybet halinin sona ermesiyle birlikte başlayan uyanıklık durumuna (Huzur) dayanamamak) ve gaybette (Erişen, gelen ve ilhamın etkisiyle kendinden geçerek dış dünya ile ilgili şuurunu kaybetmesi ) halleri daha iyi olur.

Mesela günün bütün aydınlığı Güneş' tendir.
Fakat eğer bir kimse bütün gün güneş yuvarlağına bakarsa, hiçbir iş yapamaz, gözü kamaşır.

Bunun için, onun başka bir iş ile meşgul olması daha iyidir.
Göz güneş yuvarlağına bakmamak hususunda gaybette ( Bir şeyin başka bir şey içinde kaybolması, kişinin kendini kaybetmesi) sayılır.

Bunun gibi hastanın önünde güzel yemeklerden bahsetmek onun kuvvet ve iştahını artırır, onu heyecanlandırır.

Fakat bu yemeklerin önünde olması hastaya zarar verir.

Binaen aleyh (Bundan dolayı) bundan da anlaşılmış oldu ki Hakk’ı (Allah'ı) talep etmekte aşk ve üzerine titreme (bir şeye veya kimseye sevgi, özen göstermek) lazımdır.

Her kim titremezse, ona titreyenlere hizmet etmesi vacip (Mecbur) olur.
Meyve hiç ağacın gövdesinden biter mi?
Asla!
Çünkü gövdede sallanmazlar.

Titreme dalların ucundadır.
Fakat ağacın gövdesi de dalların ucunu kuvvetlendirir ve meyve vasıtasıyla balta yarasından korunur.

Ağacın gövdesinin titremesi, balta ile olacağından, olmaması daha iyidir.
Böylece titreyenlerin hizmetini yapmış olur.

Çünkü o Muinüddin’dir (İlave eden, yardımcı).
Bir mim ilavesi ile noksan hükmünü almış ve bu (Mim=M harfinin) fazlalığı onun için kusurdur.

Mesela bu altıparmak olsa, her ne kadar adet itibariyle fazla ise de hakikatte el için bir kusurdur.

Ahad (Bir) kemâldir (Olgunluk, yetkinlik, tamlık, eksiksiz olmak) ve Ahmed (Peygamber) henüz kemal makamında değildir.

O mim kalkınca tamamen kemâl bulur (Sonsuzluğa kavuşmanın tamam olması).

Yani Hak her şeyi ihata (Kuşatmış) etmiştir.
Ona her ne ilave etsen, onu eksiltir.

Bu bir sayısı bütün sayılarda mevcuttur ve onsuz hiçbir sayı olmaz.
Seyyid Burhaneddin faydalı şeyler buyuruyordu.

Aptalın biri onun sözünün arasında:
“ Bize benzeri duyulmamış olan bir söz lazımdır.” Dedi.

O buyurdu ki:
Eğer sen benzersiz isen, gel de sana benzeri olmayan söz söyleyeyim.
Sen kendinden bir misalsin ve bu değilsin.
Bu şahsın, senin gölgendir.

Birisi ölünce:
“ Falanca gitti derler.
Eğer o, bu ise, şu halde o nereye gitti?

Senin dışının, içinin misali olduğu bize malum oldu, senin zahirinden (Dış görünüş), dışından, batınını (İçini), içini istidlal (Delile dayanarak bir şeyden bir sonuç çıkarmak) ederler, göze görünen her şey kesif (Işığı kesecek yoğunlukta) olduğu için görünür.

Mesela nefes, sıcaklıkta görünmediği halde soğuk ağır ve yoğun olduğundan soğuktur, görünmektedir.

Nebinin (Peygamberin) (Ona selam olsun) Tanrı’nın kuvvetini göstermesi, davet ile halkı uyandırması icap eder.

Fakat bir kimseyi istidat (Delile dayanarak bir şeyden bir sonuç çıkarmak) makamına eriştirmesi böyle değildir.

Çünkü bu Tanrı’nın işidir.
Hakkın iki sıfatı vardır:
Kahır (Yok etme, ezme, perişan etme, mahvetme) ve lütuf (İyilik etme, armağan verme, affetme, karşılıksız bağış verme) .

Nebiler her ikisine de mazhar (Elde etmişler) olmuşlardır.
Müminler Hakk’ın lütfuna, kâfirler ise kahrına mazhardırlar (Elde etmişler).

İman (Güçlü inancı olanlar) ve ikrar edenler (Saklamayıp doğruyu söyleyenler)  kendilerini nebilerde (Peygamberlerde) görür ve kendi seslerini onlardan işitir, kokularını onlardan alırlar.

Kimse kendinin varlığını inkâr etmez (Saklamaz).
Bu bakımdan nebiler, ümmete:

Biz siziz ve siz de bizsiniz, aramızda yabancılık yoktur” derler.

Bir kimse:
Bu benim elimdir” dediği zaman bunun için ondan şahit istemezler.
Çünkü bu el, ona bağlı bir parçadır.

Hâlbuki “ Falanca benim oğlumdur” derse, bunun için şahit isterler.
Çünkü o artık, ondan ayrılmış bir parçadır.

                                ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Aynı sözü değişik kişiler defalarca söylediğini duyduğumuzda, gözümüz görmüş gibi inanacağımızı öğrendik.

2.    Bir söz halkın ağzına düşerse, söylenen o sözün sanki yüz bin kişi tarafından söylenmiş gibi kabul edileceğini öğrendik.

3.    Tanrı sözünü söyleyen bir kişi bile olsa; telkin (Sözü aşılama, kulağa koyma) ve tevatür  (Ağızdan ağza dolaşarak yayılma) olmadan üstün tutulup, kabul edilip, yayılacağını öğrendik.

4.   Gezip dolaşırken aklımızda istediğimiz bir şey varsa, gözümüze perde inmiş gibi görmekte kusurlu hale geleceğimizi öğrendik.

5.   Dünyalık isteğini maksat yapmış ve kendini bununla doldurmuş kişinin sağlam ve doğru olanı göremeyeceğini, Tanrı’yı göremeyeceğini öğrendik.

6.   Görünen şekli söylemenin ayrı bir söz olduğunu, özünü görüp anlayıp, kavrayıp söylemenin ayrı değerde söz olduğunu öğrendik.

7.   Özü görmek, özün sırrını görmek, sırrın hakikatini görmek, gördüğünü bilmek, bildiğini kavramak, kavranılanın yararlı bir şekilde kullanmanın ayrı bir aşama ile olduğunu öğrendik.

8.   Tanrı yolcusunun Tanrı’da kendisini kaybetmesine gaybet dendiğini öğrendik.

9.   Tanrı’da kendini kaybedenlere hazır, Tanrı huzurunda olacağını ve burada ilham yoluyla sırlar verildiğini, buna gâib durumu dendiğini öğrendik.

10.                  Huzur ve huzurdan ayrıldıktan sonra uyanıklık durumuna gelineceğine kadar olan durumun huzur olduğunu öğrendik.

11.                  Bazı şeyleri söyleme, anlatma gücü olduğu ve hoş olduğu halde o söyleneni yapmak girişiminde bulunmanın insanın kendini yitirmesine sebep olabileceğini öğrendik.

12.                  Yani Allah ile konuşmanın, buluşmanın güzel olduğunu söyleyip iştahla anlatabiliriz fakat bunun sağlanması için zekâ gücün, isteğindeki samimiyet ve kararlılık olmazsa o kişinin kendini kaybedebileceğini öğrendik.

13.                  Daha açık söylemek gerekirse Tanrı’ya ulaşmış ve dönmüş büyüğün önerisi ve kılavuzluğu olmadan, hevesle bu işe kalkışanların meczup olacağını, kendini kaybedeceğini öğrendik.

14.                  Allah’ı isteyenin sevgiyle ve özenle bu yolculuğa çıkmalıdır, bu yolculuğa çıkmaya gücü olmayanlarında bu yolcuğa çıkmış kişiye hizmet etmeleri gerekmektedir.

15.                  Doğru olduğunu biliyorsak ve biz buna gücümüz yetmiyor ve yapamıyorsak bunu yapanlara saygı gösterip hizmet etmemiz gerektiğini öğrendik.

16.                  Fazlalığın da eksiklik olduğunu, sakatlık, ayıp, özür, yersiz hareket, ihmal, tedbirsizlik gibi yanlışlara neden olduğunu öğrendik.

17.                  Bize yük olan, bizi bağlayan fazlalıktan kurtulmadıkça olgunluğa ulaşamayacağımızı öğrendik.

18.                  Sıradan olan bir insan; sıradan sözler ve sıradan davranışların ona hoş geleceğini ve sıradanlığı benimseyerek sahipleneceğini öğrendik.

19.                  Benzersiz olan bir insanın benzersiz söz ve davranışlardan hoşlanıp sahiplendiğini, hep benzersiz kişilerin sözünü aradığını, onların işaret ettiklerinden faydalandığını öğrendik.

20.                  Benzersiz kişilerin açıkta ve görünür sözleri olduğunu ama bunu benzersiz kişi olmak yolunda olanların yoğunlaşmaları ile böyle kişileri görüp anladığını ve hakikatine istekli olanların yararlandığını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Nereye ve kime bağlıysak, şahit, delil, senet aranmadan, sen bağlı olduğun yere ait olduğumuzu öğrendik, anladık.

Taklitçi olmaktan kendimizi kurtarmamız, hakikatine, özüne talip olmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Kendimizi başkalarına kabul ettirmek, saygı görmek için uğraşmamızın sıradanlıktan kurtulamayacaklarını öğrendik, anladık.

Allah’a yönelik ve O’nun beğenisi için düşünmemizin ve uğraşmamızın istediğimizden daha fazla elde edişimizin olacağını öğrendik, anladık.

                                           *
RAVLİ

Popüler Yayınlar