5 Mart 2013 Salı

FİHİ MAFİH 62. fASIL

Bazı kimseler:
Sevgi saygı ve hizmeti icap ettirir” demişlerdir.
Bu böyle değildir.

Belki sevilenin arzusu hizmet ve saygıyı gerektirir.
Eğer sevilen, sevenin hizmette bulunmasını isterse sevenden de hizmet görülür, istemezse, onun da hizmeti terk ettiği görülmektedir.

Hizmeti yerine getirmemek, sevgiye aykırı değildir.
Seven, hizmet etmese de, ondaki sevgi hizmet etmektedir.

Belki asıl olan sevgidir.
Hizmet etmek sevginin fer’idir (İkinci derecede olanı).

Eğer yen (ceketin kolu) sallansa, bu kolun hareket etmesinden meydana gelir.
Kol hareket edince yenin de hareket etmesi mutlaka lazım gelmez.

Mesela birinin büyük bir cübbesi var.
Bu cübbe içinde yuvarlansa ve cübbe hareket etmese olabilir.

Yalnız cübbe hareket ettiği halde, cübbe giyenin hareket etmemesi imkânsızdır.

Bazıları cübbenin, onu giyen kimse olduğunu zannetmişler ve yeni de el farz etmişlerdir.

Çizmeyi ve pantolonun paçasını ayak sanmışlardır.
Bu el ve ayak, başka bir el ve ayağın yeni çizmesidir.                                                                                                                                                Mesela: Falan, falanın eli altındadır.
Falanın eli nerelere erişir ve falana söz imkân veriyor, denildiği zaman bu elden ve ayaktan maksat, kat’iyyen bu bildiğimiz el ve ayak değildir.

O emir geldi.
Bizi toplayıp, kendisi gitti.

Tıpkı arının, mumu bal ile bir yere getirip, kendisinin uçup gitmesi gibi.
Çünkü arının vücudu, onun bekası (Var oluşu) için şart değildir.

Bizim annelerimiz ve babalarımız arılar gibidirler.
İsteyeni istenilenle birleştirirler, aşığı maşuk (Âşık olunan) ile bir araya getirirler ve ansızın uçarlar.

Ulu Tanrı onları bal ve mum toplamak için vasıta yapmıştır.
Bundan sonra kendileri uçup, mum, bal ve bahçıvan kalır.

Onların kendileri bahçeden dışarı çıkmazlar.
Çünkü dışarı çıkabilecek bir bahçe değildir.

Ancak onun bir köşesinden öbür köşesine gidebilirler.
Bizim gövdemiz, kovan gibidir ve kovandaki mum ve bal Tanrı’nın aşkıdır.

Anneler ve babalar arıdır.
Bunlar arada vasıta olup, terbiyeyi bahçıvandan alırlar.

Kovanı bahçıvan yapar.
O arılara Ulu Tanrı başka bir şekil vermiştir.

Bu işi yaptıkları zaman o işe göre elbiseleri vardır, o âleme gittikleri için elbiselerini değiştirdiler.

Çünkü orada kendilerinden başka bir iş meydana gelir.
Yalnız şahıs aynı şahıstır, evvelce ne ise yine odur.

Bunun gibi, mesela biri savaşa gittiği zaman, savaş elbisesi giyer, silah kuşanır, başına miğfer koyar.

Çünkü savaş zamanıdır.
Fakat barış gelince, o elbiseleri çıkarır.

Artık başka bir işle meşgul olacaktır.
Fakat şahıs yine aynıdır, değişmemiştir.

Sadece sen onu, o elbise içinde gördüğünden, her hatırlayışında o elbiseyle, o şekilde tasavvur (Gözünde canlandırma) edeceksin.

Hatta yüz elbise değiştirse de yine böyle olur.
Biri bir yerde yüzüğünü kaybetti.

Her ne kadar o yüzüğü oradan alıp götürmüş iseler de o, yine orada dolaşır, yani, ben burada yüzüğümü kaybettim, demek ister.

Ölü sahibinin, ölüsünün mezarı etrafında dolaşması ve bir şeyden haberi olmayan toprağı tavaf (Etrafında dolaşma) etmesi, öpmesi gibidir.

Yani bu yüzüğü burada kaybettim, acaba onu ne zaman götürüp oraya korlar demektir.

Ulu Tanrı o kadar sanat gösterip, kudretini izhar (Meydana çıkartma) etmiş olsa ve Hikmet-i İlahi (Ancak Tanrının bileceği iş) için, iki ruhu bir cesede birleştirmiştir.
(İnsani ruh + hayvani ruh)

İnsan eğer bir an cesetle bir arada kalacak olursa, delirmesinden korkulur.
Hususiyle suret tuzağından ve kalıp çukurundan kurtulunca orada nasıl kalabilir?

Ulu Tanrı onu, kalpleri korkutmak ve korkuyu tazelemek için bir nişan yapmıştır.

Bu suretle mezarın vahşetinden ve kara topraktan, insanların kalplerinde bir korku olmasını irade (Diler, ister) eder.

Mesela, yolda bir kervanı bir yerde vurdukları zaman,(Kervancılar) buna alamet olması için iki, üç taşı üst üste koyarlar.

Bu demektir ki:
Burası tehlikeli bir yerdir.

İşte bu mezarlar da tehlikeli yerleri göstermeye yarayan hususi birer alamettir.
Bu korku onların kalplerinde tesirler yapar.
Bunların fiil halinde görünmesine lüzum yoktur.

Mesela:
“ Falan kimse senden korkuyor” deseler, o kimseden bir hareket görünmeden, sende ona karşı bir sempati hâsıl (Görünür) olur.

Bunun aksine deseler ki:
“Falan kimse senden hiç korkmuyor ve senin heybetin onun kalbinde hiç yer etmemiş”
O zaman sırf bunu işitmekle kalbinde ona karşı bir kızgınlık meydana gelir.

Bu koşmak korku eseridir.
Bütün dünya koşuyor.

Yalnız herkesin koşması kendine göre olur.
İnsanın ki başka türlü, bitkinin başka türlü, ruhun ki başka türlü olur.

Üzüm koruğuna baksana, siyah bir üzüm olmak için ne kadar zaman koştu?
Tatlılaşır tatlılaşmaz derhal o dereceye, menzile erişti.

Fakat bu koşma gözle görülmez, hisle bulunmaz, yalnız insan o makama erişince, çok koştuğu için, buraya eriştiği belli olur.

Mesela bir kimse, suya dalsa ve suyun altından gitse, gittiği görülmez.
Birdenbire kafasını sudan çıkarınca, buraya erişmek için suyun altından ne kadar gittiği anlaşılır.

                                ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Beklenilen ve istenilenin öncelikle ve öneli olanın sevgi olduğunu öğrendik.

2.   Görünebilen bütün hareketleri, görünmeyen fakat etken olan sevginin yaptırdığını öğrendik.

3.   Bir kovanın içinde balmumu ve bal varsa ona arı kovanı diyeceğimizi, bir insanda balmumu olan sevgi ve bal olan Tanrı varsa işte onun insan vücudu olduğunu öğrendik.

4.   Ulu Tanrı anne ve babanın içine koyduğu sevgi ile evine ve evlatlarına arı gibi hizmet ettirdiğini öğrendik.

5.   İnsanın özü değişmediğini durum ve şartlara göre çeşitli kılık ve kıyafetlere büründüğünü öğrendik.

6.   İnsani ve hayvani iki ruhu vücudumuzda olduğunu öğrendik.  

7.   Vücudun ölümlü olduğunu, ruha bir elbise olduğunu, toprağa vücut verildiği zaman o vücut kalıbının, elbisenin yok olduğu bilincinde olarak vücut arayışında bulunmamamız gerektiğini öğrendik.

8.    Korkunun insanı bir gerçeğe ulaşması için gerekli olduğunu öğrendik.

9.     İnsanın gittikçe geliştiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

İnsani özelliklerimizi geliştirmek için uğraşmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

                                            *
RAVLİ             

Popüler Yayınlar