710- Gönül üstadı, bir gece
sohbet arzusunda bulundu.
Bir kaç yoldaşlarıyla
dertleşti.
Seher gibi aydın bir gecede
dileklerine kavuşmak için dualar etti.
Taze baharı andıran bir
dernek, zamaneden daha sakin bir hayat.
Rüzgârın pencerelerden
üflediği buhur kokuları, Yusuf’un ve gömleğin hikâyesini şerh ediyordu.
Gecenin sultanı gece
bekçilerini öldürmüş, muhabbet şekeri üzerinde sinek kanatları çırpınmakta.
715- Sazcılar ahenkte
heyecanlı, perde arkasında oturanlar (Harem sakinleri)
vefa bahsinden söz açmış, Süheyl yıldızının atağı yeryüzüne basmak sevdasıyla
çiğ damlalarını kızıla boyamış, ciğerlerden kopan ahlar, mumun ciğerini
yakıyor.
Gönül ateşi, ateşin kalbini
parlatıyordu.
Meclisin neşesini artıran buhurdan
da sessizce yanan ödağacı şeker gibi güzel kokular saçıyor, şeker de ödağacını
yakıyordu.
Gül suyu şişesinden nefis
kokular yayılırken mum ışığı mendillere saçılan altınlar gibi görünüyordu.
720- O buse toplayan
dudaklar, meze yerken, sanki gözlerinden badem, ağzından şeker saçıyor.
Burada şekerle badem (Dudakla
göz) birbiriyle nükteleşmekte (Kimsenin anlayamayacağı
ince manalar), Zühre (Venüs) ile Merih de
birlikte aşk oyunu oynamaktadır.
Vuslat vaatleri kulaklara
kadar gelirken içki dilenen dudakların gülüşme sesleri duyuluyor.
Tilki, kaplan kılığına
girmiş, ceylanın göbeği, aslan kemerine dönmüş.
Rüzgâr yakalarından çekip
etekleri kaldırıyor.
Bulut, tebessümden cevahir
yağdırıyor.
725- Mum, saki gibi şarap
kadehi elinde bekliyor, tepsi meyle bulaşık, pervane sarhoş, uyku, pervane gibi
kanadını dökmüş.
Mum, teşekkürle başını eğmiş
Zühre, elindeki sazıyla derneğe şan vermekte, nağmeler, dürüst bir ahenk ile titremekte, gamzesi dile gelirken ufacık dudakları hurma çekirdeği gibi yumuk, gözleri konuşurken dili bağlanmış gibi.
Gül renkli şarap sofrayı
süslemiş, kadehler altın ve gümüşten yapılmış nergisleri andırmakta.
730- Aklın bu daire içinde
başı döndü.
Nihayet sabrı da elden gitti.
Gülmeden vakit bulamayan
ağızlarda ahlar yükselmeye takat bulamadı.
Orada sabır, fitneye mağlup
olunca, utancından başını önüne eğdi.Fitne iki ahenk arasında kaldı.
Saz, bu Davudi nağmede Mahmut
ile Ayaz’ın hikâyesini buldu.
Bu arada Nizami’nin şiiri de şeker
saçmaya başladı.
Gazel okuyan ceylanların
dillerinde dolaştı.
***
Bu beyitler esas metinde yoktur.
Atlanmış olması ihtimaline
göre tercümesi konuldu:
1. Meclisin kızışması
dimağlardan uykusuzluk mahmurluğunu götürmüş, çerağlar birbirlerinden ışık
almakta.
Zaman-zaman gönüller
gönüllere, tenler tenlere, canlar canlara armağan taşımakta.
5. Seher kuşunun (Horoz)
ateşli feryatları, sanki eti tatlı muhabbet kuşlarının ciğerine su serpti.
Sabah vakti ağır uykuda olan kuşlar ise ayın elini göklerin ayağına bağladılar.
Aşk kapısının mandalı yabancılara kapalıdır.
Perilerin zülfü ise divanelerin halkasıdır.
O halkanın kıvrımlarına düşen aşığın kalbi, yüzük halkasından daha dar bir yerdedir.
İlham perileri bir akın etti mi âşıkların kalbi cin çarpmışa döner.
10. Gönül kapısına dikilen
yasemin fidanlarının dikenleri, kirpik oklarıyla temizlenir.
Gönül meyvesi sevgililerin
yanaklarında biten şekerkamışı, can gülistanı onların fidan boylarının
manzarasıdır.
O güzelin kızıl dudaklarıyla badem
gözlerinin yanında taze fıstık ile hünnap cansız ve renksiz kalır.
Zülüflerinin “Sihri helal” sanatı besteleyen gecesinde Babil
sihirbazlarının büyüsü ve Hint dilberlerinin benleri sönük kalır.
Her nefeste o gamze ve
benleriyle cihanın Babil ve Hindistan’a döndürür.
15. Göz, o eşiz güzeli görmek
bahtiyarlığına erdiği için gönül, gözü kutlamaya koştu.
Gamzesinin dil, yılanlardan
daha bükümlü.
Gözlerinin cilvesi henüz
oklarına davranmadan aşığın işini bitirir.
Konuşurken sözlerinden İsa
nefesi geliyor.
Gül dudaklarından abıhayat
sızıyor.
Gül, yasemin çiçeği gibi
kokusunu göğsünde, gökteki ay gibi yaşmağını omzunda taşır.
20. Yanaklarıyla dudakları
şeker ve badem saçmağa başlayınca gül şekerden taraf çıktı.
Her bakışı cihana hayat
verdi, her kirpiği bir canın dudağını uçuklattı.
Ham gümüşten dökülmüş bir
çehre üzerinde dalgalanan siyah saçlar, salkım söğüt yaprakları üzerine misk
tozları saçıyor.
Ak gerdanı altında kemerleşen
o kıvrım, güneş huzmelerinden örülmüş bir eleğim sağma gibi renkten renge
girmekte.
Zülüfleri İbrahim’e,
yanakları onun atıldığı ateşe dönmüş; gözleri İsmail’e, kirpikleri onun
boğazına dayanmış hançere benziyor.
25. Yanaklarının ateşi o
İbrahim kokulu zülüflere dokunmadıkça bir fesleğen destesi olmuş, kirpiklerinin
hançeri o İsmail’e yaklaşınca güleç yüzlü nergise dönmüş.
Onun bir öpüşü şarap gibi
düşkünlük mayasıdır, dudakları İsa gibi ölüleri diriltir.
Yanakları üzerinde serpilen
ter damlaları, gül ve nesteren goncalarına benzer, Ay ağılı gibi tüllü
çehresinde Ülker yıldızları gibi parlar.
O damlacıklar, bazen
hurilerin yakasına vurulmuş bir toplu gibi, bazen da nurdan tuğra çekilmiş
seher ışığı gibi görünür.
Tanrı erlerinin himmeti,
halkın gönülleri, şaşkınlar gibi ışıktan perişan düşmüşlerdir.
***
Mahzen-i Esrar Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13
***
Neler öğrendik:
Dünyalık isteklerden kurtulup
yalnızlığa çekilenin ruhunun yıldızlarda gezdiğini, herkesin göremediklerini
görebileceğini, her zaman görüp de güzelliğini anlayamadığı güzellikleri anlar
duruma gelinir.
Hayale dalmak da denir.
Ama yaşam problemlerinden ve
sıkıntılarından bunalanların kaçtığı, sığındığı bir hayal âleminin bu alanı
değildir.
Bu olağan üstü görüşler
gerçekler üzerinden ve akıl başta olarak görülür.
Kişiyi hayretten diğer bir hayrete götürerek Tanrı sanatının güzellikleri o kişinin anlayışına görüşü, görüşün kuvvetini anlayışına ve aklına sağlam olarak yerleştirir.
Bu birbirinden farklı ama
aralarında olan bağ açık olarak anlaşılacağından bu kişi akıl sağlığını
kaybetmez.
Aynı şeye bakıp farklı bir
yanı görenlere zeki denir.
Normal bir akıldaki bile
halvette zeki kabiliyetine ulaşır ve bilgi ile zeki olanı da geçer.
*
RAVLİ