22 Mart 2013 Cuma

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 15

İKİNCİ HALVET

710- Gönül üstadı, bir gece sohbet arzusunda bulundu.
Bir kaç yoldaşlarıyla dertleşti.

Seher gibi aydın bir gecede dileklerine kavuşmak için dualar etti.
Taze baharı andıran bir dernek, zamaneden daha sakin bir hayat.

Rüzgârın pencerelerden üflediği buhur kokuları, Yusuf’un ve gömleğin hikâyesini şerh ediyordu.

Gecenin sultanı gece bekçilerini öldürmüş, muhabbet şekeri üzerinde sinek kanatları çırpınmakta.

715- Sazcılar ahenkte heyecanlı, perde arkasında oturanlar (Harem sakinleri) vefa bahsinden söz açmış, Süheyl yıldızının atağı yeryüzüne basmak sevdasıyla çiğ damlalarını kızıla boyamış, ciğerlerden kopan ahlar, mumun ciğerini yakıyor.

Gönül ateşi, ateşin kalbini parlatıyordu.
Meclisin neşesini artıran buhurdan da sessizce yanan ödağacı şeker gibi güzel kokular saçıyor, şeker de ödağacını yakıyordu.

Gül suyu şişesinden nefis kokular yayılırken mum ışığı mendillere saçılan altınlar gibi görünüyordu.

720- O buse toplayan dudaklar, meze yerken, sanki gözlerinden badem, ağzından şeker saçıyor.

Burada şekerle badem (Dudakla göz) birbiriyle nükteleşmekte (Kimsenin anlayamayacağı ince manalar), Zühre (Venüs) ile Merih de birlikte aşk oyunu oynamaktadır.

Vuslat vaatleri kulaklara kadar gelirken içki dilenen dudakların gülüşme sesleri duyuluyor.

Tilki, kaplan kılığına girmiş, ceylanın göbeği, aslan kemerine dönmüş.
Rüzgâr yakalarından çekip etekleri kaldırıyor.

Bulut, tebessümden cevahir yağdırıyor.

725- Mum, saki gibi şarap kadehi elinde bekliyor, tepsi meyle bulaşık, pervane sarhoş, uyku, pervane gibi kanadını dökmüş.

Mum, teşekkürle başını eğmiş

Zühre, elindeki sazıyla derneğe şan vermekte, nağmeler, dürüst bir ahenk ile titremekte, gamzesi dile gelirken ufacık dudakları hurma çekirdeği gibi yumuk, gözleri konuşurken dili bağlanmış gibi.

Gül renkli şarap sofrayı süslemiş, kadehler altın ve gümüşten yapılmış nergisleri andırmakta.

730- Aklın bu daire içinde başı döndü.
Nihayet sabrı da elden gitti.

Gülmeden vakit bulamayan ağızlarda ahlar yükselmeye takat bulamadı.
Orada sabır, fitneye mağlup olunca, utancından başını önüne eğdi.
Fitne iki ahenk arasında kaldı.

Saz, bu Davudi nağmede Mahmut ile Ayaz’ın hikâyesini buldu.
Bu arada Nizami’nin şiiri de şeker saçmaya başladı.

Gazel okuyan ceylanların dillerinde dolaştı.

                              ***

        Bu beyitler esas metinde yoktur.

Atlanmış olması ihtimaline göre tercümesi konuldu:

1. Meclisin kızışması dimağlardan uykusuzluk mahmurluğunu götürmüş, çerağlar birbirlerinden ışık almakta.

Zaman-zaman gönüller gönüllere, tenler tenlere, canlar canlara armağan taşımakta.

 Güya o bezenmiş hücreden yokluk yükünü ölüm diyarına atmışlar.
" Burada ancak varlık hüküm sürmekte” zevk Güverci kanatlarına bağlamış, Süreyya yıldızının yedi kanadını kırmış, daha yükseklere uçmuş.

5. Seher kuşunun (Horoz) ateşli feryatları, sanki eti tatlı muhabbet kuşlarının ciğerine su serpti.

Sabah vakti ağır uykuda olan kuşlar ise ayın elini göklerin ayağına bağladılar.

Aşk kapısının mandalı yabancılara kapalıdır.
Perilerin zülfü ise divanelerin halkasıdır.

O halkanın kıvrımlarına düşen aşığın kalbi, yüzük halkasından daha dar bir yerdedir.
İlham perileri bir akın etti mi âşıkların kalbi cin çarpmışa döner.

10. Gönül kapısına dikilen yasemin fidanlarının dikenleri, kirpik oklarıyla temizlenir.

Gönül meyvesi sevgililerin yanaklarında biten şekerkamışı, can gülistanı onların fidan boylarının manzarasıdır.

O güzelin kızıl dudaklarıyla badem gözlerinin yanında taze fıstık ile hünnap cansız ve renksiz kalır.

Zülüflerinin “Sihri helal” sanatı besteleyen gecesinde Babil sihirbazlarının büyüsü ve Hint dilberlerinin benleri sönük kalır.

Her nefeste o gamze ve benleriyle cihanın Babil ve Hindistan’a döndürür.

15. Göz, o eşiz güzeli görmek bahtiyarlığına erdiği için gönül, gözü kutlamaya koştu.

Gamzesinin dil, yılanlardan daha bükümlü.
Gözlerinin cilvesi henüz oklarına davranmadan aşığın işini bitirir.

Konuşurken sözlerinden İsa nefesi geliyor.
Gül dudaklarından abıhayat sızıyor.

Gül, yasemin çiçeği gibi kokusunu göğsünde, gökteki ay gibi yaşmağını omzunda taşır.

20. Yanaklarıyla dudakları şeker ve badem saçmağa başlayınca gül şekerden taraf çıktı.

Her bakışı cihana hayat verdi, her kirpiği bir canın dudağını uçuklattı.
Ham gümüşten dökülmüş bir çehre üzerinde dalgalanan siyah saçlar, salkım söğüt yaprakları üzerine misk tozları saçıyor.

Ak gerdanı altında kemerleşen o kıvrım, güneş huzmelerinden örülmüş bir eleğim sağma gibi renkten renge girmekte.

Zülüfleri İbrahim’e, yanakları onun atıldığı ateşe dönmüş; gözleri İsmail’e, kirpikleri onun boğazına dayanmış hançere benziyor.

25. Yanaklarının ateşi o İbrahim kokulu zülüflere dokunmadıkça bir fesleğen destesi olmuş, kirpiklerinin hançeri o İsmail’e yaklaşınca güleç yüzlü nergise dönmüş.

Onun bir öpüşü şarap gibi düşkünlük mayasıdır, dudakları İsa gibi ölüleri diriltir.

Yanakları üzerinde serpilen ter damlaları, gül ve nesteren goncalarına benzer, Ay ağılı gibi tüllü çehresinde Ülker yıldızları gibi parlar.

O damlacıklar, bazen hurilerin yakasına vurulmuş bir toplu gibi, bazen da nurdan tuğra çekilmiş seher ışığı gibi görünür.

Tanrı erlerinin himmeti, halkın gönülleri, şaşkınlar gibi ışıktan perişan düşmüşlerdir.

                                ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
Neler öğrendik:

Dünyalık isteklerden kurtulup yalnızlığa çekilenin ruhunun yıldızlarda gezdiğini, herkesin göremediklerini görebileceğini, her zaman görüp de güzelliğini anlayamadığı güzellikleri anlar duruma gelinir.

Hayale dalmak da denir.

Ama yaşam problemlerinden ve sıkıntılarından bunalanların kaçtığı, sığındığı bir hayal âleminin bu alanı değildir.  

Bu olağan üstü görüşler gerçekler üzerinden ve akıl başta olarak görülür.

Kişiyi hayretten diğer bir hayrete götürerek Tanrı sanatının güzellikleri o kişinin anlayışına görüşü, görüşün kuvvetini anlayışına ve aklına sağlam olarak yerleştirir.

Bu birbirinden farklı ama aralarında olan bağ açık olarak anlaşılacağından bu kişi akıl sağlığını kaybetmez.

Aynı şeye bakıp farklı bir yanı görenlere zeki denir.
Normal bir akıldaki bile halvette zeki kabiliyetine ulaşır ve bilgi ile zeki olanı da geçer.

                                                  *
RAVLİ

Popüler Yayınlar