Tam gece yarısı O iki cihan güneşi ulu peygamber, kâinatı aydınlan meşalesini çekmişti.
Gönüller, O’nu gözünün içinde taşıdı, Zühre ve Ay önü sıra ışık
tuttular.
O’nu, şu cihan alanından yedi felekten (Gezegen), dört
bucaktan, altı yönden (Üst, alt, sağ, sol, ön, arka)uzaklaştırdılar.
Gün, O’nun
mübarek yüzünü görünce kararmaya yüz tuttu.
Gece, O’nun gelişinden raksa (Dans), ahenge başladı.
Yabancı gözler ağır uykuda
iken O uyanık bir halde dizgini Tanrı katına
çevirmişti.
145- Gönlünün kuşu, tuzak
diyarı olan kara topraktan ten kafesi ile birlikte o sükûn yurduna gitti.
Yüzünü gören melekler
kanatlarını, felek hırkasını attı.
Tanrısal ruhu kafesinden
uçmuş, kalıbı kalbinden daha hafif olmuştu.
Sevgilisine kavuşma yolunda
ilerlerken, mesafeler onu uğurluyor, iki cihan gözünü O’na çeviriyor, sonra
secdeye kapanıyordu.
150- Mutlu ayağını daha önce
Tanrı katına yükselenlerden ileri bastı.
Merhale, merhale onlardan yüz
kat daha çok Tanrı’ya yaklaştı.
Yüce talihli atı bu
cevelandan (Dolaşma, gezinme) yorulmuştu.
Dizginleri bütün varlığın
omuzlarında idi.
Deniz bir sedef, O incisi
olmuştu.
Gönülleri tacının arkasından yürüttü.
O geceler ışığını, amber
kokulu karanlıklarda (Seyir burcu ‘Boğa’) yerdeki
öküzün cazibesinden kapıp götürmüştü.
O mutlu peygamber, yaptığı
göksel yolculuğun armağanını (Seratan, Yengeç)
burcundan taç ve (Cevza, İkizler) den kemer
kuşanarak aldı.
155- Taze salkım ve sümbülden
demetler yaparak(Sümbüle, Başak) (Esed, Aslan) burcuna attı.
O kutlu gecenin yüce
değerini, gecelerin ölçüsü Zühre (Venüs) (Mizan, Terazi) elinde olarak ölçtü.
Şifalı nefesinden (Akrep)
burcunun kuyruğuna panzehir döktü.
Keman (Kavs, Yay) burcundan
isabetli bir ok sıçradı.
Sofrasındaki zehirli oğlağın
(Cedi, Oğlak) zehrini dağıttı.
Bir bakışıyla Zühal (Satürn) yurdu olan (Cedi, Oğlak)
burcunun uğursuzluğunu giderdi.
Güneş gibi (Devl, Kova) burcuna girdi koyu içindeki Yusuf’a döndü.
(Hut, Balık) burcunda balığın
karnına girmiş Yunus gibi oldu.
160- Ülker yıldızı gibi
tahtını (Hamel, Koç) burcuna kurunca, gül ordusu da çadırını sahraya göçürdü.
O yüce bahçenin (Cennet
bahçesinin) gülünden yeryüzü bahar rengine boyandı.
Geceler gündüz oldu.
Bu ne mutlu bahar!
Gül selviye döndü, bu ne
kutlu bir yolcu!
O bağın gülünden, nergisinden
onun mübarek gözleri şaşırmadı.
Yedi gökten edep dersi okudu.
Peygamberlerden, en önce
geldiği için onlardan özür diledi.
165- Ayaklarının altına
yıldızlardan sergiler yayılıyor, meleklerin omuzu bayrağını taşıyordu.
Karanlıklar, dudağının
miskiyle dolmuş, ay yuvarlağı atının tırnakları altında nal gibi kalmıştı.
Bu sırada, zifiri gecede,
(Burak) ın tırnaklarından şimşekler çakıyor, o güvercin kılıklı doğan, keklik
gibi sekiyor, bir Hüma hızıyla üveyik gibi uçuyordu.
Sidre (Arşın sağ tarafında
bir ağaç) onu gömlek gibi örtmüş, Arş’ın yakası O’nun
eteklerine değiyordu.
170- O firuze döşeli kubbeler
üstünde (Yedi kat gökte) elden ele dolaşan bir gül gibi Arşın son noktasına
kadar gitti.
Yoldaşları bu seferden yorgun
ve bitkin düştüler.
Kolları kırılmış, kanatları
dökülmüştü.
O, yolunu şaşırmış garipler
gibi hayrette, yalnızca Tanrı kapısını çalıyordu.
Kılavuzluk eden melekle,
mesafesini bir tarafa bıraktılar.
O ise ayrı bir yoldan tek
başına yürüyordu, bir ayağı ötekisinden habersizdi.
175- O esrar perdesinin
kapısında kendisinden başka kimse kalmamış, kendinden geçmişti.
Ayakları kâinatın başına taç,
Arş de böyle bir nimete muhtaç idi.
Bütün varlık âlemini temaşa
ettikten sonra Arş sınırından bayrağını çekmiş, kâinat can korkusu içinde
sayıklarken o (Can) ülkesinin ulusu yolunu (Ten) tarafına çevirmişti.
Artık Arş yolculuğu sona
erince can ve gönül işleri de canlara, gönüllere düştü.
180- Ruh,
ilk geldiği yere koşmuş, orada hayale sığmayan eşsiz bir güzellik seyretmişti.
Orada ilk yaratılan varlığın
kendi kutlu ruhu olduğunu açıkça görerek halvet perdesini aradan kaldırdı.
Gittiği yol uzadıkça başı
tabiat âleminin yakasından dışarı çıktı.
(Madde
âleminden uzaklaştı)
Son dereceye varan gönül
aydınlığı ile himmeti, menzil ve mesafe olmayan bir mertebeye erişti.
(Lâmekân
mertebesi)
O halvette (Hayret)
eteklerine, (Gayret) atının dizginine yapıştı.
(Daha ileri gidemedi)
185-
Yürüdü, fakat bir
yorgunluk duymadı.
Aradı, fakat aradığını göremedi.
Peygamber, kendi benliğinden geçince, dilekleri de Tanrı katında kabul
olundu.
Vuslat eli, ululuk sarayının
perdesini kaldırdı.
O perde önüne ayak basar
basmaz can gözüyle temaşaya koyuldu.
Zevali olmayan eşsiz bir nur
ayetini gözleriyle seyrettiler.
190- O yüce mertebeden,
(Zaman ve mekân içinde) görünmek şanından olmayan Ulu Tanrı’yı âşıkların makbulü olan mutlak bir görüşle gördü.
Onun temaşası gözlerden
gizlenemez.
Gördüğünü söylemeyen kimse de
ancak kördür.
O perdeyi görmek için mekân
yoktur.
O yolda yürümek için zaman
kavramı da yoktur.
O perdeden bakabilecek bir
aralık bulanlar lâmekân yönüne yol bulurlar.
Tanrı sıfatlarını inkâr etmek
küfürdür.Bunu yapma.
Ona cihet ve taraf isnadı da
bilgisizlik olur.
195- Tanrı vardır, fakat bir
durağı yoktur.
Böyle olmayan, yani mekâna
muhtaç olan bir varlık zaten Tanrı olamaz.
Hazreti Muhammed onu başka
bir gözle değil belki baştaki göz ile (Dünya gözüyle) gördü.
O, Tanrının
mayaladığı bir şarabı içti ve onun bir yudumunu da bizim gönlümüze döktü.
Ezelin lütfu, onun nefesiyle
birliktedir.
Hakkın rahmeti, o
nazeninin nazını çekmektedir, dudağı tebessümle süslenmiş dualarıyla ümmetine
dilemiştir.
200- Onun
himmeti (Gayreti) hazinelerden daha zengindir.
Bütün dilekler,
O’nun yardımıyla kolaylaşır.
Tanrı katından güç aldıktan
sonra yüzünü bu dünya alanına çevirdi.
Aşk yolculuğundan naz ile
geri geldi.
Bir soluk içinde oraya gitti
ve döndü.
Ey sözleri dilimizin sevgisi
olan peygamber!
Senin mübarek kokun,
canlarımızın dermanıdır.
Zühal yıldızının uğursuz
dönüşünü sona erdir.
Sözü tamamlamak imkânını
Nizamiye ulaştır.
***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13
***
Neler öğrendik:
1.
Peygamber
efendimizin gece yarısı bir soluk içinde Miraç’a gidip döndüğünü öğrendik.
2.
Gökteki bütün
varlıklar karşılamak için beklediklerini öğrendik.
3.
Bütün burçları
dolaştıktan, iyi etkileri aldığını, kötü olanları etkisiz hale getirdikten
sonra Arş’a çıktığını öğrendik.
4.
Tanrı’nın bütün
dileklerini kabul ettiğini, peygamberimizin kendisine yapılan muamelenin
ümmetine de aynen istediğini ve kabul edildiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Âşıkların Tanrı yolu
peygamberimizin duası bereketiyle açıldığını, peygamberimizin işaretleriyle,
önerileriyle yolun aydınlatıldığını, tarif edildiğini, yardım ettiğini öğrendik
anladık.
Her ne öğrendiysek ve
uyguladıysak Peygamberimizin bize verdiği bilgilerden yararlanarak, doğru yolu
bularak ve bu yoldan çıkmayarak bir şeyler elde etmeye çalışmaktayız.
Tüm âşıklar, veliler
ermişler, dervişler, fakirler, garipler, sevgi ile candan bağlanmış ve
kendilerini onun içinde yok etmeyi tercih etmişlerdir.
*
RAVLİ