14 Mart 2013 Perşembe

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 5

PEYGAMBERİMİZİN MİRAÇ GECESİ

Tam gece yarısı O iki cihan güneşi ulu peygamber, kâinatı aydınlan meşalesini çekmişti.

Gönüller, O’nu gözünün içinde taşıdı, Zühre ve Ay önü sıra ışık tuttular.

O’nu, şu cihan alanından yedi felekten (Gezegen), dört bucaktan, altı yönden (Üst, alt, sağ, sol, ön, arka)uzaklaştırdılar.

Gün, O’nun mübarek yüzünü görünce kararmaya yüz tuttu.
Gece, O’nun gelişinden raksa (Dans), ahenge başladı.

Yabancı gözler ağır uykuda iken O uyanık bir halde dizgini Tanrı katına çevirmişti.

145- Gönlünün kuşu, tuzak diyarı olan kara topraktan ten kafesi ile birlikte o sükûn yurduna gitti.

Yüzünü gören melekler kanatlarını, felek hırkasını attı.
Tanrısal ruhu kafesinden uçmuş, kalıbı kalbinden daha hafif olmuştu.

Sevgilisine kavuşma yolunda ilerlerken, mesafeler onu uğurluyor, iki cihan gözünü O’na çeviriyor, sonra secdeye kapanıyordu.

150- Mutlu ayağını daha önce Tanrı katına yükselenlerden ileri bastı.
Merhale, merhale onlardan yüz kat daha çok Tanrı’ya yaklaştı.

Yüce talihli atı bu cevelandan (Dolaşma, gezinme) yorulmuştu.
Dizginleri bütün varlığın omuzlarında idi.

Deniz bir sedef, O incisi olmuştu.
Gönülleri tacının arkasından yürüttü.
O geceler ışığını, amber kokulu karanlıklarda (Seyir burcu ‘Boğa’) yerdeki öküzün cazibesinden kapıp götürmüştü.

O mutlu peygamber, yaptığı göksel yolculuğun armağanını (Seratan, Yengeç) burcundan taç ve (Cevza, İkizler) den kemer kuşanarak aldı.

155- Taze salkım ve sümbülden demetler yaparak(Sümbüle, Başak) (Esed, Aslan) burcuna attı.

O kutlu gecenin yüce değerini, gecelerin ölçüsü Zühre (Venüs) (Mizan, Terazi) elinde olarak ölçtü.

Şifalı nefesinden (Akrep) burcunun kuyruğuna panzehir döktü.
Keman (Kavs, Yay) burcundan isabetli bir ok sıçradı.

Sofrasındaki zehirli oğlağın (Cedi, Oğlak) zehrini dağıttı.
Bir bakışıyla Zühal (Satürn) yurdu olan (Cedi, Oğlak) burcunun uğursuzluğunu giderdi.

Güneş gibi (Devl, Kova) burcuna girdi koyu içindeki Yusuf’a döndü.
(Hut, Balık) burcunda balığın karnına girmiş Yunus gibi oldu.

160- Ülker yıldızı gibi tahtını (Hamel, Koç) burcuna kurunca, gül ordusu da çadırını sahraya göçürdü.

O yüce bahçenin (Cennet bahçesinin) gülünden yeryüzü bahar rengine boyandı.
Geceler gündüz oldu.

Bu ne mutlu bahar!
Gül selviye döndü, bu ne kutlu bir yolcu!

O bağın gülünden, nergisinden onun mübarek gözleri şaşırmadı.
Yedi gökten edep dersi okudu.

Peygamberlerden, en önce geldiği için onlardan özür diledi.

165- Ayaklarının altına yıldızlardan sergiler yayılıyor, meleklerin omuzu bayrağını taşıyordu.

Karanlıklar, dudağının miskiyle dolmuş, ay yuvarlağı atının tırnakları altında nal gibi kalmıştı.

Bu sırada, zifiri gecede, (Burak) ın tırnaklarından şimşekler çakıyor, o güvercin kılıklı doğan, keklik gibi sekiyor, bir Hüma hızıyla üveyik gibi uçuyordu.

Sidre (Arşın sağ tarafında bir ağaç) onu gömlek gibi örtmüş, Arş’ın yakası O’nun eteklerine değiyordu.

170- O firuze döşeli kubbeler üstünde (Yedi kat gökte) elden ele dolaşan bir gül gibi Arşın son noktasına kadar gitti.

Yoldaşları bu seferden yorgun ve bitkin düştüler.
Kolları kırılmış, kanatları dökülmüştü.

O, yolunu şaşırmış garipler gibi hayrette, yalnızca Tanrı kapısını çalıyordu.
Kılavuzluk eden melekle, mesafesini bir tarafa bıraktılar.

O ise ayrı bir yoldan tek başına yürüyordu, bir ayağı ötekisinden habersizdi.

175- O esrar perdesinin kapısında kendisinden başka kimse kalmamış, kendinden geçmişti.

Ayakları kâinatın başına taç, Arş de böyle bir nimete muhtaç idi.
Bütün varlık âlemini temaşa ettikten sonra Arş sınırından bayrağını çekmiş, kâinat can korkusu içinde sayıklarken o (Can) ülkesinin ulusu yolunu (Ten) tarafına çevirmişti.

Artık Arş yolculuğu sona erince can ve gönül işleri de canlara, gönüllere düştü.

180- Ruh, ilk geldiği yere koşmuş, orada hayale sığmayan eşsiz bir güzellik seyretmişti.

Orada ilk yaratılan varlığın kendi kutlu ruhu olduğunu açıkça görerek halvet perdesini aradan kaldırdı.

Gittiği yol uzadıkça başı tabiat âleminin yakasından dışarı çıktı.
(Madde âleminden uzaklaştı)

Son dereceye varan gönül aydınlığı ile himmeti, menzil ve mesafe olmayan bir mertebeye erişti.
(Lâmekân mertebesi)

O halvette (Hayret) eteklerine, (Gayret) atının dizginine yapıştı.
(Daha ileri gidemedi)

185-    Yürüdü, fakat bir yorgunluk duymadı.
Aradı, fakat aradığını göremedi.

Peygamber, kendi benliğinden geçince, dilekleri de Tanrı katında kabul olundu.

Vuslat eli, ululuk sarayının perdesini kaldırdı.
O perde önüne ayak basar basmaz can gözüyle temaşaya koyuldu.

Zevali olmayan eşsiz bir nur ayetini gözleriyle seyrettiler.

190- O yüce mertebeden, (Zaman ve mekân içinde) görünmek şanından olmayan Ulu Tanrı’yı âşıkların makbulü olan mutlak bir görüşle gördü.

Onun temaşası gözlerden gizlenemez.
Gördüğünü söylemeyen kimse de ancak kördür.

O perdeyi görmek için mekân yoktur.
O yolda yürümek için zaman kavramı da yoktur.

O perdeden bakabilecek bir aralık bulanlar lâmekân yönüne yol bulurlar.
Tanrı sıfatlarını inkâr etmek küfürdür.
Bunu yapma.

Ona cihet ve taraf isnadı da bilgisizlik olur.

195- Tanrı vardır, fakat bir durağı yoktur.
Böyle olmayan, yani mekâna muhtaç olan bir varlık zaten Tanrı olamaz.

Hazreti Muhammed onu başka bir gözle değil belki baştaki göz ile (Dünya gözüyle) gördü.

O, Tanrının mayaladığı bir şarabı içti ve onun bir yudumunu da bizim gönlümüze döktü.
Ezelin lütfu, onun nefesiyle birliktedir.

Hakkın rahmeti, o nazeninin nazını çekmektedir, dudağı tebessümle süslenmiş dualarıyla ümmetine dilemiştir.

200- Onun himmeti (Gayreti) hazinelerden daha zengindir.
Bütün dilekler, O’nun yardımıyla kolaylaşır.

Tanrı katından güç aldıktan sonra yüzünü bu dünya alanına çevirdi.
Aşk yolculuğundan naz ile geri geldi.

Bir soluk içinde oraya gitti ve döndü.
Ey sözleri dilimizin sevgisi olan peygamber!

Senin mübarek kokun, canlarımızın dermanıdır.
Zühal yıldızının uğursuz dönüşünü sona erdir.

Sözü tamamlamak imkânını Nizamiye ulaştır.
 
                                ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
Neler öğrendik:

1.   Peygamber efendimizin gece yarısı bir soluk içinde Miraç’a gidip döndüğünü öğrendik.

2.   Gökteki bütün varlıklar karşılamak için beklediklerini öğrendik.

3.   Bütün burçları dolaştıktan, iyi etkileri aldığını, kötü olanları etkisiz hale getirdikten sonra Arş’a çıktığını öğrendik.   

4.   Tanrı’nın bütün dileklerini kabul ettiğini, peygamberimizin kendisine yapılan muamelenin ümmetine de aynen istediğini ve kabul edildiğini öğrendik. 

İşte böyle yaren,

Âşıkların Tanrı yolu peygamberimizin duası bereketiyle açıldığını, peygamberimizin işaretleriyle, önerileriyle yolun aydınlatıldığını, tarif edildiğini, yardım ettiğini öğrendik anladık.

Her ne öğrendiysek ve uyguladıysak Peygamberimizin bize verdiği bilgilerden yararlanarak, doğru yolu bularak ve bu yoldan çıkmayarak bir şeyler elde etmeye çalışmaktayız.

Tüm âşıklar, veliler ermişler, dervişler, fakirler, garipler, sevgi ile candan bağlanmış ve kendilerini onun içinde yok etmeyi tercih etmişlerdir.

                                       *
RAVLİ

Popüler Yayınlar