Bu yol için nasıl yoldaşlar gerektir?
Bütün bu âlem perdeler ve örtülerdir.
Âdemoğlu, dünyaya ayak
basınca Arş, Kürsi, yedi kat gökler, gökyüzü ve kendi kalıbı onun örtüsü oldu.
Hayvanî ruh, hayvanî örtü,
kutsal örtü, böylece önü örtü içinde, perde-perde içinde ta marifet'in
bulunduğu yere kadar gizlenmiştir.
Arif de sevgilisine nispetle
hem bir perdedir, hem değildir.
O nasıl sevgilidir ki, arif
onun önünde düşkündü"?
Falan şeyh çiledeydi.
Arif kimdir, sevilen kimdir?
Diye düşünceye dalmıştı.
Kendini geniş bir çölde
yürürken gördü.
Suyu ve çamuru olmayan bir
çöldeydi.
Öte taraftan başka bir şeyhin
geldiğim gördü.
Şeyhe yaklaştığı zaman sordu:
Sevilen kimdir?
Seven kim?
Şeyh şu cevabı verdi:
Seven öte yandan geliyor,
sevilen de bu tarafa gidiyor.
Mehtabın aşağı indiğini
gördü.
Bir mescidin kenarında
oturdu.
Bir kapı açıldı, kim gelecek
diye bekledi.
O şeyh gelerek bir köşede
oturdu, kendisinde garip bir hal belirdi. Onlar bu halin onun çile dışındaki
hali olduğunu sandılar. (M. 271)
Çilede olunca bu halin neye
varacağını düşündüler.
Meğerse onda bir vecd (Kendini
kaybedecek derecede ilahi aşka dalmak) hali belirmiş.
Nasıl ki her zaman da bu hal
belirmekteydi.
Şeyh bu halin ne olduğunu
anladı ve gülümsedi.
Yüzünü yıkadığın vakit şüphe
yok ki yıkayan Allah’tır.
Buyurur ki:
Abdest üzerine abdest, nur
üstüne nurdur.
Abdest sensin, abdest üstüne
abdest yine sensin!
Hasan ve Hüseyin, Sahabelerin
arkalarından yürüyorlardı.
Yolda Hazreti Peygamber ve
hepsi suyolunda birleştiler.
Abdestler su ile tazelendi.
Hazreti Peygamber bunlardan
sordular, abdest ne ile tekrarlanır?
Ey Allahın Resulü, dediler.
Senden işittik ki, abdest
üstüne abdest, nur üstüne nurdur, buyurdun. O zaman sen abdest alıyordun ve
vecd halinde idin!
Allah hayatını bahtiyar
etsin, bu tavsiyeyi muhafaza et.
Bir kimse sana bir söz naklederse, o sözde cefa (Eziyet, incitme) ve ürküntü (Şaşkınlıkla karışık korku) varsa onu söyleyene iade et ve eğer derse ki:
Bu bir maslahat (İş, emir,
husus, barış, dirlik, düzenlik) ve bir şerrin (Kötülük, fenalık, kötü iş)
giderilmesi için söylenmiştir, isterse bir hiddet zamanında, bir hakkın yerine
getirilmesi için söylenmiş olsun, hatta bunun bir kaç misli de fazla sözler
söylemiş bulunsun!
Sevgili bin bir sevgiden ve
muhabbetten sonra tek bir günah ile gelse ona nasıl yardım edilmez?
Şu halde bu tavsiyeyi
korumaktan da sana faydalar vardır.
Birinci fayda şudur:
Bunu haber veren kişi söz
taşımaktan vazgeçer.
İkinci fayda şudur:
O söz söyleyene de erişir. Söylenmemiş söz de ortada kalmaz.
Nitekim bir söz söylenmedikçe
nasıl duyulur.
Söyleyen bunu söylemişse
sonradan utanç duyar; keşke söylemeseydim, der.
Eğer söylememişse nebilerin
daha çok sevgilisi olur.
Çünkü onlar bunu işitseydi
hoşlarına giderdi.
Ancak ellerinde bir değnek
olursa çukura düşmezler, belleri kırılmaz.
Yarım görenlere bu
öğütleri vermek gerekmez.
Çünkü onlar yine de görürler.
Bugün, her kim bir kimseden
seni incitecek bir şey naklederse, sen o nakleden kişiden incin!
Çünkü ona karşı öfke ve
incinme gösterirsen burada faydalar vardır.
Bil ki, onlardan öğrenmekte
büyük bir perdedir, insan onunla alçalır.
Güya bir kuyuya veya bir
hendeğe düşmüş gibi olur.
O zaman sonunda, şunun bunun
çanağını yalamakla meşgul olduğuna pişman olur. (M. 272)
Baki (Ebedi) ve ebedî gıdadan
mahrum kalır.
Sözün ve sesin sonu, kâsedir
demiştim.
Nakledilen bu sözümü
tekrarlamak için dinlemek gerekmez.
Dün birisi geldi.
Benden ona bazı şeyler
anlatmışlar.
Yüzüme atıldı, benim hakkımda
niçin böyle söylemişsin, ben bu kadar büyüklere hizmet ettim, hepsi beni
beğenmiş ve aramıştır, hiç biri ayrılmama razı olmamıştır, dedi.
Sorunu daha edepli sor ki,
sana gereken cevabı vereyim dedim.
Daha edepli konuşabilmek için
bir saat oturmalıyız ki, nefsim sakinleşsin deyince; ben, iki saat bekle ki,
nefsin sakinleşsin, cevabını verdim.
Bir saat oturdu ve hemen söze
başladı:
Herkes yanında beğenilmiş ve
iyi tanınmıştım, herkes beni iyi adlarla anıyordu.
Senin yanında niçin böyle
kötü duruma düştüm.
Sonra ilâve etti:
Şimdi sen bana ne ad
takacaksın?
Ona dedim ki:
Eğer Müslüman olursan,
Müslüman derim sana, yoksa kâfir, dönme ve daha aşağılık şeyler söylerim.
Bugün eğer nefsine uymadan
söz söylüyorsan söyle, yoksa sana başkaca cevap veremem!
Sübhanallah!
Her şey insanoğluna fedadır,
insanoğlu da kendi nefsine.
Allah, "Hiç şüphesiz
semaları, şerefli yarattık" yahut "Şüphesiz Arş'ı şerefli halk ettik,"
buyurdu mu?
Arşa çıksan hiç bir faydası
yoktur.
Arşın yücesine çıksan da
yerin yedi kat altına girsen de faydası yoktur. Gönül kapısını açık tutmak
gerektir.
Bütün nebilerin, velilerin ve
erenlerin can attıkları bunun içindir, bunu arıyorlar.
Bütün âlem bir kişinin elindedir.
O kendini bildiği için her
şeyi de bilir.
Tatarlık sendedir.
Tatar huyluluk da sendeki
kahir (Zorlayan, ezen, üstün gelen) sıfatıdır.
"Kavmini hidayete
eriştir.
Çünkü onlar bilmezler,"
yolundaki dilek benim parçalarımı doğru yola yönelt demektir.
Onlar kâfir oldular.
Ama yine onun parçası idiler.
Eğer parçası olmasaydılar,
ayrı ve bağımsız olurlardı.
O zaman kül (tüm) nasıl
olurdu?
Yukarıda, âlem külliyat
iledir, cüziyat ile değildir diyorduk.
Külliyat (Bir şeyin bütünü) deyince
hangi parça dışarıda kalır?
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Öncelikle doğru sözlü Allah’tan korkan bir bilgin,
görüşümüze engel olan perdeleri gösterecek bilgiye sahip arif kişiyi bulmamız
gerektiğini öğrendik.
2. Arif kişinin de sevgisinden dolayı perde içinde
olduğunu öğrendik.
3. Kendimizden geçip İlahi aşka dalmamız gerektiğini
öğrendik.
4. Önce nura ulaşmak sonra da nur üstüne nura dalmak
gerektiğini öğrendik.
5. Kendimizi temiz demeyerek daima imkâna ulaştıkça tekrar
temizlenmemiz gerektiğini öğrendik.
6. Bize söylenen sözde eziyet, incinme, şaşkınlık ve
korku veren sözü kabul etmememiz, bu sözü sahibine iade etmemiz, maksat ne
olursa olsun kabul edilmediğini bildirmemiz gerektiğini öğrendik.
7. Sevinç içermeyen sözlerin bizi kör ettiğini,
görüşümüzü engellediğini öğrendik.
8. İnsanın nefsinden gelen sözlerin kabul edilemeyeceğini
öğrendik.
9. Soru sorarken önce sakinleşmemiz gerektiğini öğrendik.
10.
Öğüdün aydınlıkta
bütünü görenler için verildiğini öğrendik.
İşte
böyle yaren,
Bu
yola yalnız gitmek istersen karanlıkta giden biri olarak hem engellere takılır,
hem de çukurlara düşersin.
İlk
iş olarak seni yönlendirecek kişiyi bulmalısın ve yola öyle çıkmalısın.
Yol
gösterenlerden sağ olan birine ulaşamazsan ahrette olan büyüklerimiz birine
kulluk seviyesinde bağlanarak ruhaniyetinden yardım istemelisin.
Hiçbir
ücret istemeyen büyüklerimizin kitapları ve onun sözlerini yazan kitaplardan
öğrenmelisin.
Kitap
seçerken de mühür olmasına dikkat etmelisin.
Mühür:
Besmeleyle başlar, hamt eder ve peygamberimize dua ve selam eden kitabın
başlangıcıdır.
Bu
mühür yoksa o kitaba tabi olma.
O
kitap sana yaramaz, içinde ne yazarsa yazsın senin yolunu aydınlatmaz.
*
RAVLİ