8 Ocak 2013 Salı

NASUH TÖVBESİ VE ŞEMSİ TEBRİZİ 1

(M. 359) Kur'an'da:
"Ey iman edenler. Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin,"
(Tahrim Sûresi, 8) buyrulmuştur.

Bazıları bu Nasuh sözünün yorumlanmasında nefse dönmeyen şey demişlerdir.
Bu hoş bir deyimdir.

Bazıları da Nasuh, yüzü kadın yüzüne benzeyen bir adammış, ama tam bir erkekmiş, erkekten hiç bir eksik tarafı yokmuş derler.

Kadınlar hamamında tellâklık edermiş.
Tam otuz yıl bu işte çalışmış.

Bir gün Sultanın kızı hamama gelmiş, kulağındaki büyük yakut küpe kaybolmuş.

Farkına varınca bunun hamamda kaldığını anlamışlar, çavuşlara emir verilmiş hemen gidin hamamda hiç bir delik deşik kalmamak şartı ile araştırın! Denilmiş.

Çavuşlar hamamın kubbesini ve içini, her tarafını sarmışlar.

Şiir:
Her işin tam vakti gelmedikçe
Sana dostun dostluğu fayda vermez.

Nasuh halvete girer korkudan titremeye başlar.
Şimdi araştırma sırası bana gelecek diye sızlanıyor, arka arkaya secdeye kapanıyor, Allah'a söz veriyor eğer bu defa kendimi kurtarırsam bundan sonra bütün ömrüm boyunca böyle bir iş yapmam,

Allah’ım bundan sonra bir daha kadın tellâklığı etmeyeceğim, senin Allahlığına sığınarak söz veriyorum.

Eğer şu yükü benim sırtımdan kaldırırsan, bundan böyle Nasuh kulun bir daha bu günahı işlemez, diyor.

Nasuh, bu yalvarış halinde iken içeriden bir ses geldi.
Herkesi aradık yalnız
Nasuh kaldı onu da arayın.

Aklı başından gitmişti.
Sırrını Allah'a ısmarladı.

Tam bu sırada bir ses daha geldi, küpe bulundu dediler.
Arayanlar bir Lahavle çekti (Bir sıkıntı, bir bela kendini gösterdiğinde, sabrın tükendiğini göstermek için söylenir).

Nasuh'un hakkında kötü düşüncelere saptık dediler.
Bari gelsin eliyle Sultanın kızını okşasın kız da onun kendisini okşamasını istiyor.

Nasuh'u çağırdılar.
Nasuh şu cevabı verdi:

Benim elim bu gün işlemiyor, yolda sancılandı.(M. 360)

Peygamberin yoldaşları tövbe ederlerdi, yine bozarlardı.

Buyurdu ki:
Nasuh Tövbesi ile tövbe edin ki o tövbe otuz yıl yaşar hiç geri dönmez.
Kerem denizi dalgalanmaktadır ondan her ne istersen onu verir.
Herkes bir şeye tapar.

Kimi güzele, kimi paraya, kimi mevkie düşkündür.
Onlara karşı işte benim Allah’ım budur, der.

İbrahim Peygamber gibi, ben batan şeyleri sevmem demezler.
Hâlbuki İbrahim ben batan şeyleri sevmem dedi.

Nerede o İbrahim yaratılışı insan ki, hal diliyle bu sözü söyleyebilsin? Bunun sırrı başka bir feleğe aittir.

Çünkü ruhlar âleminde felekler vardır, iç sırları âleminde de felekler, güneşler (Doğrudan ışık veren), aylar (Işığı karanlığa yansıtıp karanlıktan kurtaran) vardır.

Bu hayallerden geçen kimse bilir ki bunların da bir yaratıcısı vardır. Ama vefaları (Sözünü yerine getirme gücü) yoktur.

Hayal, iç âleminden tekrar açıldı mı tecelli (Kendini gösterdiği) nuru belirir ve der ki:

"Yüzümü yerleri ve gökleri yaratan Tanrıya yönelttim."
(Enam Sûresi, 79)

Sonra. "Hasta olsam o bana şifa verir."
(Şuara Suresi, 80) ayetinde hastalığı kendine ilgilendiriyor.

Bu öğretmek içindir. Kuran'da Âdem Peygamberin lisanından, "Yarabbi biz nefislerimize zulmettik."
(Araf sûresi: 23) buyrulmuştur.

Yani ben hastayım, benim sağlığım ancak ondandır, diyor.
Kendini aradan çıkarıyor ki bu benlikten sıyrılmak demektir.

Kendini aradan çıkarınca da onu ispat etmiş oldu.
Bende öyle bir kuvvet vardır ki, kendi gamımı onlara ulaştırmak istemem.

Çünkü bendeki gam onlara bulaşırsa dayanamazlar.
Kendilerini o gam kuyusuna bırakırlar.

İblis der ki:
Hırsızın kendisi mahalle içinde hırsız var diye bağırır, mahalle halkı da onunla birlikte hırsız var, hırsız var diye feryat eder.

Beyit:
Bu yolda yüz bin tane Âdem yüzlü iblis var.
Her insan yüzlüyü sakın insan sanma.

İnsan şeytanları bunlardır, onların hali senin haline benzemez, gidişleri de senin gidişinden başkadır. (M. 361)

Bu Hıristiyan yüz gün üst üste söz söyler hiç üzülmem.
Üzülüp bozulanları da yakarım.

Çünkü düzeltmek yakmakla olur.
On|arı yıkarım.

Çünkü yeniden yapılmak ancak yıkılmakla mümkündür.
Birçok bilgilerden söz açar, kendi işini düzeltmesini hiç bilmez.

Bir iş yapar sanır ki düzeltme yolu kendi işidir.

Delik yanlıştır ama:
 "Ey Allah’ım bana cennet kokularını koklat,"
Diye dua ediyor, bu dua doğrudur.

Ama pisliğini temizlerken değil, ancak yüzünü yıkarken okunur.
"Nefsini bilen Allah’ını da bilir," buyruldu.

Niçin aklını bilen yahut ruhunu bilen denmedi?

Dedim ki:
Nefis, her şeyi kaplamıştır.
Nefis bir şeyin varlığıdır.

Onu küçüklükte huy edinmek gerektir.
Sen benim nefsimdekini bilirsin, ama ben senin nefsindekini bilmem.

Şu Müslümanlardan sıkıntı duymuştum, beni açlıktan öldürüyorlardı. Onlar lük-lük yutuyorlar kendi keyifleri için yiyorlardı.

Ama Allah erleri açtı!
Kendi keyfim için yüz dirhem harcar, saz âlemine giderim ama Allah yolunda on para vermem.

Şu halde kulluk, Allah sevgisi nerede kalır?

Diyelim ki, gitti, bir Yemen başörtüsü alacak ipeklisi gelmezse çok umutsuzluğa düşer, ölürler, yoksa onlara iyilik yapılsa hiç kabul etmezler.

Sen öyle bir insansın ki, kendi kendine ağlıyorsun!
O korkulu rüyadan umutsuzluğa düşmüşsün!

Ben de öyle bir adamım ki, o korkulardan elini tutarak seni kurtardım.

Dediler ki:
Bugün 'Hatip çok hastadır’.

Evet dedim.
Bütün halkı sağlık yoluna çağırdı, kabul etmediler, o da hasta oldu. Çünkü mutluluk ona yâr olmadı.(M. 362)

Bir padişahın iki oğlu vardı.
Biri uslu, iyiliksever, öteki uygunsuz, ahmak, kötü huylu, kadın yapılıydı.

Padişah onu tam bir erkek gibi yetiştirmek için erkek yapılı, yiğit, çevik, Rüstem gibi bir pehlivan aradı ki oğluna arkadaş ve yoldaş olsun.

Bu arkadaşı gece gündüz ona mertlik hikâyeleri anlatır, yiğitlik örnekleri gösterir, silâh kullanmayı, erkeklik törelerini öğretirdi.

Bu kardeş tam iki ay geceli gündüzlü yeni arkadaşı ile cenk hikâyeleri ve yiğitlik masalları konuştular, ama hiç faydası olmadı.

O birtakım oyuncaklar, bebekler yapıyor, kız çocukları gibi oynuyordu.
Bu gün padişah geliyor dediler.

Oğlunun neler öğrenmiş olduğunu görmek istiyor.
Bir de ne görsün oğlan arkadaşı ile birlikte oyuna dalmış.

Başlarında başörtüsü, oyuncaklar önlerinde, öğretmen arkadaş da ötekinin zoru ile sarığını çıkarmış yere atmış, padişahın yanına oturmuş kendilerinden geçmiş bir halde.

Padişah, öğretmen nerede? Diye sağa sola bakınırken öğretmen başörtüsünün içinden kafasını çıkararak saygılı bir kadın sesi ile işte öğretmen, benim diyebildi.

Padişah sordu:
Bu ne haldir?

Öğretmen şu cevabı verdi:
Ey âlemin padişahı şu iki ay içinde ne kadar uğraştımsa bir türlü onu kendi rengime uyduramadım.

Bu işi başaramadım.
Nihayet ben onun rengine uydum.

Ama öğretmen erkekti, onun kadına benzemesinde ne ziyan var?
Saadet insana yâr olunca iş padişahla vezirin hikâyesine döner.

Bir gün padişah vezirini yanına çağırır, der ki:
Oğlumun büyük bir bilgin olmasını istiyorum.

Halka öğüt versin, onları uyandırsın, ben de onun kürsüsünün ayakları ucunda oturayım, onun konuşmalarını dinleyeyim.

Şimdi onu hangi üstada göndereyim ki, oğlanı bir bilgin olarak yetiştirsin? Falana mı, filâna mı? (M. 363)

Vezir şu cevabı verir:
Bu iş din bilginlerinin işi değildir.

Sen yaşlısın, onu kısa bir süre içinde bu kadar çabuk yetiştirmeyi başaramazlar ki, sen de kürsüsü önünde oturasın da konuşmalarını, öğütlerini dinleyesin.

Meğerki falan çulcuya (Binek hayvanlarının üstüne semer, palan yapan) göndermeli.
Padişah, mademki sen onu biliyorsun, bari bir iş yap! Dedi.

Vezir kalktı çulcunun yanına geldi uzaktan ona saygı göstererek usluca oturdu.

Çulha Çulcuya) sordu:
Nasılsın?
Yine yaramazlıkları mı düşünüyorsun?

Vezir, ne yapayım dedi, sizin büyüklüğünüze güvenerek geldim.
Allah rızası için dileğimi kabul et!

Çulcu, işin zor tarafı, bunun Allah rızası için olmasıdır, dedi.
İleride göreceksiniz diye söz verdi.

Vezir işi padişaha anlattı.
Padişah keyiflendi, tahtından aşağı fırladı, çulcuyu ziyarete gitti. Oğlunu ona ısmarladı.

Çocuk iki yıl çulcunun yanında çalıştı.
İki yıl sonra dedi ki, oğlum yarın kürsüye çık, öğüde başla!

Babasına da haber gönderildi, bu nasıl olacak diye oğlunun yanına geldi, onu sınamak istedi.

Dedi ki:
Nihayet üç keredir söylüyorum, saygılarımı sunuyorum bir konuşma yap!

Şehirde bir velvele yayıldı, halk hayretle koşuştu altı bin sarıklı bilgin çocuğun kürsüsünün çevresine toplandı.

Çocuk yedi yüz peygamber hadisi anlattı.
Söylediği her hadisi uzmanlardan sordu:

Bu peygamber sözü değil mi?
Eyvallah öyledir, doğrudur dediler.

Çocuk aman Yarabbi, dedi siz bu kadar ilim öğrenmişsiniz, ama körler gibi amel (Düşünüp yapma) etmişsiniz.

Bu söylediklerim hep benim sözlerim idi.
Allah, Allah dediler.

Beyit:
Allah vergisinden pay alanlar yabancı görünürler ama
Onların canı Allahsal sırların levhasıdır.(M. 364)

Sofî dedi ki:
Bir gün Anberî (Güzel kokulu) pabucu önüne koydum.
Ansızın parmağım ayağına değdi.

Sandım ki kızarmış demir gibi, yeni ateşten çıkmış, işte o ateş yakar. Vesveselerle hayalleri ve hayalle geçinenleri, hayale tapanları yakıp yandırır.

Nasıl ki şair şöyle demiş:
Önce damlacıklar, çiy taneleri gördüm ama
İçinde Samiri ile danası vardı.
(Put yapan ve yaptığı put ile beraber olan)

Biri dünya adamlarından şikâyetleşiyordu.
Allah erleri nazarında dünya oyuncaktır, yalancıdır, ama çocuklara göre oyuncak değil, dosdoğru bir âlemdir.

Yaşamak da bir borçtur.
Bu gün eğer oyuna ve şakaya geliniyorsan dünya ile oynaşma!

Eğer ona dönüyorsan, ye, iç, eğlen ki, onun tadı tuzu ağlamak değil gülmektir.

Dünya hem hazine, hem de yılandır.
Bir topluluk hazine ile oynar, başkaları da yılanla.

Ama yılanla oynayanlar onun ısırmalarına katlanmalı, çünkü ya kuyruğu ile çarpar, ya kafası ile.

Kuyruğu ile çarparsa uyumamalı, tekrar başı ile vurur.
Ancak bu yılandan vaz geçmiş olanlar, onun sevgisi ile öğünmezler.

Akıl mürşidinin (Allah adına konuşanın) ardından yürürler.
Akıl mürşidi (Kendini Allah’a adayan aklın ), yılanların nazarında zümrüt sayılır.

(Zümrüt, yılana karşı koruyucu bir taştır.
Saçtığı ışından yılanın gözü kör olur. (Ç.))

Ejderha kılıklı yılan, akıl mürşidinin, kervanın önünde yürüdüğünü görünce arıklasın (Zayıflasın).
Düşkün, tembel bir hale gelir.

O su içinde bir timsaha döner.
Aklın ayakları altında bir köprü gibi olur, zehri şeker olur, dikeni gül olur.

Yol kesici iken kılavuz olur.
Korku mayası iken güven kaynağı olur.

Çünkü akıl usta bir okçudur.
O kirişini, yayını kulağına kadar çekebilir.

Varlıkların zebunu (Zayıf, güçsüz, aciz) olan bu cihanın aklını bırak!
Bu cihanın aklı, yayı çeker, ama kulağına kadar (M. 365) gergin tutamaz.

Bin hile ile ağza kadar götürebilir.
Yay kirişini ağızdan kurtarırsan ne işe yarar.

Ancak kulaktan fırlatırsan vurabilirsin.
Bu ise cihana ait aklın sözü ağızdan çıkar.

Beyit:
Bir söz ki düşünce yönünden söylenmemiştir.
Yazmaya da konuşmaya da değmez.

Düşünce ne oluyor?
Önce bakmalıdır ki onlar bizden evvel var mıydılar?

Bu işten, bu sözden şükrettiler mi, faydalandılar mı?
Yoksa aksini mi yaptılar?

Sonra yine bakmalı ki bunun sonu ne olacak?
İnsan önüne arkasına bakmalıdır ki, her iki tarafında da bir duvar, bir engel olmasın.'Dünya sevgisinden bir boşluk bulunmasın.

Çünkü:
 "Senin eşyaya karşı beslediğin sevgi seni kör ve sağır bir hale getirir," demişlerdir.

Dünya sevgisi, din sevgisinden üstün olunca körlük, sağırlık meydana gelir.
Kuran'da işaret olunan şu, "önlerinde ve arkalarında duvarlar yarattık," (K. 26/8) anlamındaki ayetin sırrı açıklanır.

Meğerse böyle insanlar tövbe etsinler ve uyansınlar.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6



                    ***

Neler öğrendik:

1.   İşlenen bir günah ve suçtan dolayı pişman olarak bir daha yapmamaya karar vermenin tövbe olduğunu öğrendik.

2.   İmanlı edenlerin geçmişte işledikleri suç ve günahı bir daha yapmamaya yani nefsine dönmemeye karar vermelerine Nasuh tövbesi dendiğini öğrendik.

3.   Allaha sığınarak, sırrını Allah’a ısmarlayarak, Allahın büyüklüğüne sığınarak, aynı suçu işlemeyeceğine söz vermeye Nasuh tövbesi diyoruz.

4.   Nefsine uyup yanlış yapanın hasta olacağını, bu hastalığa şifa verenin Allah olacağını bilenlerin yüzünü yaratana çevirdiklerini bu nurdan yararlandıklarını öğrendik.

5.   Kendisini aradan çıkaranın benliğinden sıyrılabileceğini, kendini hasta, sağlığının da Allah’tan geleceğini bilenlerin davranış bozukluğu olan hastalıktan kurtulabileceklerini öğrendik.

6.   Tövbe etmiş gözüken, iblise hizmet eden insan gibi görünenlerin çok olduğunu, dikkatli davranmamız gerektiğini öğrendik.

7.   Kendimizi düzeltmek için eskiden öğretilmiş karışık bilgilerden, inanışlardan, düşünceleri yakıp yıkmak suretiyle temizlenip yeni baştan kendimizi düzeltmek, yeniden doğmak için uğraşmamız gerektiğini öğrendik.

8.    Güzelliklere kavuşmak için önce pislikten kurtulmak gerekir sonra da Allah’a yüzümüzü çevirdiğimiz, bunun için hazırlık yaparken Allah’tan yardım istememiz gerektiğini öğrendik.

9.   Nefsin her şeyi kapladığı bilincinde olarak, varlığımızın da bir varlığı olarak nefsi iyi tanımamız ve kontrolümüz altına almamız gerektiğini öğrendik.

10.                  Allah’a hizmetin Allah erlerine hizmet olduğunu, onların ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu, Allah’a olan sevgi ile bağlılıklarını kendi sevdiklerinden Allah erlerine vererek ispat edebileceklerini öğrendik.

11.                  Her şeye para harcayan, Allah erleri için hiçbir harcama yapmayanın, Allah’a bağlıyım, seviyorum demesinin değeri olmadığını öğrendik.

12.                  Kendi sağlığından daha çok başkaların sağlığıyla uğraşanların hasta olacaklarını öğrendik.

13.                  Kadın ruhlu birini erkek gibi davranmasının, zor olduğunu, kolay olmadığını öğrendik.

14.                  Din adamlarının bir kişiyi kısa sürede bilgin haline getiremeyeceklerini öğrendik.

15.                  Allah rızası için bir kişiyi bilgin yapmanın zor olduğunu öğrendik.

16.                  Allah’tan pay almadıkça, sağdan soldan toplana bilgilerle bilgin olunamayacağını öğrendik.

17.                  Hain, sevimsiz ve soğuk bir kimseye sinsice kötülük etmek isteyeceğinden, büyüyeceği belli olan bu tehlike daha en başta önlenmeli, düşman güçlenip büyük zarar verecek duruma gelmeden tedbir alınmalıdır

18.                  Yumuşak huylu görünen herkese aldanmamalı, daima tehlikeli bir durumla karşılaşabileceğini düşünmelidir.

19.                  Bizi kendine bağlayanının sahtekâr olduğunu, bizi Allah’a bağlayanın doğru yolu gösterdiğini öğrendik.

20.                  Kendini Allah’a adayan aklın önderlik yaptığını, tehlikelerden koruduğunu, doğru yoldan sapmadan istenilen hedefe sağ salim götüren güven kaynağı olduğunu öğrendik.

21.                  Akıl Allah’a yönlenmezse nefsin emrine girerek yol kesici olarak sinsi bir şekilde felakete götüreceğini öğrendik.

22.                  Düşünce yönünden söylenen sözün konuşulmaya, başkasına aktarılmaya, dinlemeye değer olmadığını öğrendik.

23.                  Dünya sevgisinin din sevgisinde üstün olunca insanda körlük ve sağırlık meydana geldiğini, yani duyduğunun önemini anlayamayacağını, gördüğünü değerlendiremeyeceğini, ileri gidemeyeceklerini, geçmişten ders alamayacaklarını öğrendik.
İşte böyle yaren,

Yılan dünyada zorluklarla, hainliklerle yaşayanlar için simge edilmiştir.
Aklını iyi kullanan yılanların vereceği zararlardan kurtulur.

İyi akıl semadan dünyaya Kuran’ı Kerim ile indirilmiş olduğundan Kuran ile birlikte akıldan yararlanmalıyız.

Deneme yanılma ile oluşan akıl bizi çok zarara uğrattığının farkında olmamız gerekir.

                                     *
RAVLİ

Popüler Yayınlar