"Ey iman edenler. Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin,"
(Tahrim Sûresi, 8) buyrulmuştur.
Bazıları bu Nasuh sözünün
yorumlanmasında nefse dönmeyen şey demişlerdir.
Bu hoş bir deyimdir.
Bazıları da Nasuh, yüzü kadın
yüzüne benzeyen bir adammış, ama tam bir erkekmiş, erkekten hiç bir eksik
tarafı yokmuş derler.
Kadınlar hamamında tellâklık
edermiş.
Tam otuz yıl bu işte
çalışmış.
Bir gün Sultanın kızı hamama
gelmiş, kulağındaki büyük yakut küpe kaybolmuş.
Farkına varınca bunun hamamda
kaldığını anlamışlar, çavuşlara emir verilmiş hemen gidin hamamda hiç bir delik
deşik kalmamak şartı ile araştırın! Denilmiş.
Çavuşlar hamamın kubbesini ve
içini, her tarafını sarmışlar.
Şiir:
Her işin tam vakti
gelmedikçeSana dostun dostluğu fayda vermez.
Nasuh halvete girer korkudan
titremeye başlar.
Şimdi araştırma sırası bana
gelecek diye sızlanıyor, arka arkaya secdeye kapanıyor, Allah'a söz veriyor
eğer bu defa kendimi kurtarırsam bundan sonra bütün ömrüm boyunca böyle bir iş
yapmam,
Allah’ım bundan sonra bir
daha kadın tellâklığı etmeyeceğim, senin Allahlığına
sığınarak söz veriyorum.
Eğer şu yükü benim sırtımdan
kaldırırsan, bundan böyle Nasuh kulun bir daha bu günahı işlemez, diyor.
Nasuh, bu yalvarış halinde
iken içeriden bir ses geldi.
Herkesi aradık yalnız Nasuh kaldı onu da arayın.
Aklı başından gitmişti.
Sırrını Allah'a
ısmarladı.
Tam bu sırada bir ses daha
geldi, küpe bulundu dediler.
Arayanlar bir Lahavle çekti (Bir sıkıntı, bir bela kendini
gösterdiğinde, sabrın tükendiğini göstermek için söylenir).
Nasuh'un hakkında kötü
düşüncelere saptık dediler.
Bari gelsin eliyle Sultanın
kızını okşasın kız da onun kendisini okşamasını istiyor.
Nasuh'u çağırdılar.
Nasuh şu cevabı verdi:
Benim elim bu gün işlemiyor,
yolda sancılandı.(M. 360)
Peygamberin yoldaşları tövbe
ederlerdi, yine bozarlardı.
Buyurdu ki:
Nasuh Tövbesi ile tövbe edin
ki o tövbe otuz yıl yaşar hiç geri dönmez. Kerem denizi dalgalanmaktadır ondan her ne istersen onu verir.
Herkes bir şeye tapar.
Kimi güzele, kimi paraya,
kimi mevkie düşkündür.
Onlara karşı işte benim Allah’ım
budur, der.
İbrahim Peygamber gibi, ben
batan şeyleri sevmem demezler.
Hâlbuki İbrahim ben batan şeyleri sevmem dedi.
Nerede o İbrahim yaratılışı
insan ki, hal diliyle bu sözü söyleyebilsin? Bunun sırrı başka bir feleğe
aittir.
Çünkü ruhlar âleminde
felekler vardır, iç sırları âleminde de felekler, güneşler (Doğrudan ışık
veren), aylar (Işığı karanlığa yansıtıp karanlıktan kurtaran) vardır.
Bu hayallerden geçen kimse
bilir ki bunların da bir yaratıcısı vardır. Ama vefaları (Sözünü yerine getirme
gücü) yoktur.
Hayal, iç âleminden tekrar
açıldı mı tecelli (Kendini gösterdiği) nuru belirir ve der ki:
"Yüzümü yerleri ve gökleri yaratan Tanrıya yönelttim."
(Enam Sûresi, 79)
Sonra. "Hasta olsam o bana şifa verir."
(Şuara Suresi, 80) ayetinde
hastalığı kendine ilgilendiriyor.
Bu öğretmek içindir. Kuran'da
Âdem Peygamberin lisanından, "Yarabbi biz
nefislerimize zulmettik."
(Araf sûresi: 23) buyrulmuştur.
Yani ben hastayım, benim
sağlığım ancak ondandır, diyor.
Kendini aradan
çıkarıyor ki bu benlikten sıyrılmak demektir.
Kendini aradan çıkarınca da
onu ispat etmiş oldu.
Bende öyle bir kuvvet vardır
ki, kendi gamımı onlara ulaştırmak istemem.
Çünkü bendeki gam onlara
bulaşırsa dayanamazlar.
Kendilerini o gam kuyusuna
bırakırlar.
İblis der ki:
Hırsızın kendisi mahalle
içinde hırsız var diye bağırır, mahalle halkı da onunla birlikte hırsız var,
hırsız var diye feryat eder.
Beyit:
Bu yolda yüz bin
tane Âdem yüzlü iblis var.Her insan yüzlüyü sakın insan sanma.
İnsan şeytanları bunlardır,
onların hali senin haline benzemez, gidişleri de senin gidişinden başkadır. (M.
361)
Bu Hıristiyan yüz gün üst
üste söz söyler hiç üzülmem.
Üzülüp bozulanları da
yakarım.
Çünkü düzeltmek yakmakla olur.
On|arı yıkarım.
Çünkü yeniden yapılmak ancak yıkılmakla mümkündür.
Birçok bilgilerden söz açar, kendi işini düzeltmesini hiç bilmez.
Bir iş yapar sanır ki
düzeltme yolu kendi işidir.
Delik yanlıştır ama:
"Ey Allah’ım bana cennet kokularını koklat,"
Diye dua ediyor, bu dua doğrudur.
Ama pisliğini
temizlerken değil, ancak yüzünü yıkarken okunur.
"Nefsini bilen Allah’ını da bilir," buyruldu.
Niçin aklını bilen yahut
ruhunu bilen denmedi?
Dedim ki:
Nefis, her şeyi
kaplamıştır. Nefis bir şeyin varlığıdır.
Onu küçüklükte huy edinmek
gerektir.
Sen benim
nefsimdekini bilirsin, ama ben senin nefsindekini bilmem.
Şu Müslümanlardan sıkıntı
duymuştum, beni açlıktan öldürüyorlardı. Onlar lük-lük yutuyorlar kendi
keyifleri için yiyorlardı.
Ama Allah erleri açtı!
Kendi keyfim için yüz dirhem
harcar, saz âlemine giderim ama Allah yolunda on para vermem.
Şu halde kulluk, Allah
sevgisi nerede kalır?
Diyelim ki, gitti, bir Yemen
başörtüsü alacak ipeklisi gelmezse çok umutsuzluğa düşer, ölürler, yoksa onlara
iyilik yapılsa hiç kabul etmezler.
Sen öyle bir insansın ki,
kendi kendine ağlıyorsun!
O korkulu rüyadan umutsuzluğa
düşmüşsün!
Ben de öyle bir adamım ki, o
korkulardan elini tutarak seni kurtardım.
Dediler ki:
Bugün 'Hatip çok hastadır’.
Evet dedim.
Bütün halkı sağlık yoluna
çağırdı, kabul etmediler, o da hasta oldu. Çünkü mutluluk
ona yâr olmadı.(M. 362)
Bir padişahın iki oğlu vardı.
Biri uslu, iyiliksever, öteki
uygunsuz, ahmak, kötü huylu, kadın yapılıydı.
Padişah onu tam bir erkek
gibi yetiştirmek için erkek yapılı, yiğit, çevik, Rüstem gibi bir pehlivan
aradı ki oğluna arkadaş ve yoldaş olsun.
Bu arkadaşı gece gündüz ona
mertlik hikâyeleri anlatır, yiğitlik örnekleri gösterir, silâh kullanmayı,
erkeklik törelerini öğretirdi.
Bu kardeş tam iki ay geceli
gündüzlü yeni arkadaşı ile cenk hikâyeleri ve yiğitlik masalları konuştular,
ama hiç faydası olmadı.
O birtakım oyuncaklar,
bebekler yapıyor, kız çocukları gibi oynuyordu.
Bu gün padişah geliyor
dediler.
Oğlunun neler öğrenmiş
olduğunu görmek istiyor.
Bir de ne görsün oğlan
arkadaşı ile birlikte oyuna dalmış.
Başlarında başörtüsü,
oyuncaklar önlerinde, öğretmen arkadaş da ötekinin zoru ile sarığını çıkarmış
yere atmış, padişahın yanına oturmuş kendilerinden geçmiş bir halde.
Padişah, öğretmen nerede?
Diye sağa sola bakınırken öğretmen başörtüsünün içinden kafasını çıkararak
saygılı bir kadın sesi ile işte öğretmen, benim diyebildi.
Padişah sordu:
Bu ne haldir?
Öğretmen şu cevabı verdi:
Ey âlemin padişahı şu iki ay
içinde ne kadar uğraştımsa bir türlü onu kendi rengime uyduramadım.
Bu işi başaramadım.
Nihayet ben onun rengine
uydum.
Ama öğretmen
erkekti, onun kadına benzemesinde ne ziyan var?
Saadet insana yâr olunca iş
padişahla vezirin hikâyesine döner.
Bir gün padişah vezirini
yanına çağırır, der ki:
Oğlumun büyük bir bilgin
olmasını istiyorum.
Halka öğüt versin, onları
uyandırsın, ben de onun kürsüsünün ayakları ucunda oturayım, onun konuşmalarını
dinleyeyim.
Şimdi onu hangi üstada
göndereyim ki, oğlanı bir bilgin olarak yetiştirsin? Falana mı, filâna mı? (M.
363)
Vezir şu cevabı verir:
Bu iş din bilginlerinin işi
değildir.
Sen yaşlısın, onu kısa bir
süre içinde bu kadar çabuk yetiştirmeyi başaramazlar ki, sen de kürsüsü önünde
oturasın da konuşmalarını, öğütlerini dinleyesin.
Meğerki falan çulcuya (Binek
hayvanlarının üstüne semer, palan yapan) göndermeli.
Padişah, mademki sen onu
biliyorsun, bari bir iş yap! Dedi.
Vezir kalktı çulcunun yanına
geldi uzaktan ona saygı göstererek usluca oturdu.
Çulha Çulcuya) sordu:
Nasılsın? Yine yaramazlıkları mı düşünüyorsun?
Vezir, ne yapayım dedi, sizin
büyüklüğünüze güvenerek geldim.
Allah rızası için dileğimi
kabul et!
Çulcu, işin zor tarafı, bunun Allah rızası için olmasıdır,
dedi.
İleride göreceksiniz diye söz
verdi.
Vezir işi padişaha anlattı.
Padişah keyiflendi, tahtından
aşağı fırladı, çulcuyu ziyarete gitti. Oğlunu ona ısmarladı. Çocuk iki yıl çulcunun yanında çalıştı.
İki yıl sonra dedi ki, oğlum yarın kürsüye çık, öğüde başla!
Babasına da haber gönderildi,
bu nasıl olacak diye oğlunun yanına geldi, onu sınamak istedi.
Dedi ki:
Nihayet üç keredir
söylüyorum, saygılarımı sunuyorum bir konuşma yap!
Şehirde bir velvele yayıldı,
halk hayretle koşuştu altı bin sarıklı bilgin çocuğun kürsüsünün çevresine
toplandı.
Çocuk yedi yüz peygamber
hadisi anlattı.
Söylediği her hadisi
uzmanlardan sordu:
Bu peygamber sözü değil mi?
Eyvallah öyledir, doğrudur
dediler.
Çocuk aman Yarabbi, dedi siz
bu kadar ilim öğrenmişsiniz, ama körler gibi amel
(Düşünüp yapma) etmişsiniz.
Bu söylediklerim hep benim
sözlerim idi.
Allah, Allah dediler.
Beyit:
Allah vergisinden
pay alanlar yabancı görünürler amaOnların canı Allahsal sırların levhasıdır.(M. 364)
Sofî dedi ki:
Bir gün Anberî (Güzel kokulu)
pabucu önüne koydum. Ansızın parmağım ayağına değdi.
Sandım ki kızarmış demir
gibi, yeni ateşten çıkmış, işte o ateş yakar. Vesveselerle hayalleri ve hayalle
geçinenleri, hayale tapanları yakıp yandırır.
Nasıl ki şair şöyle demiş:
Önce damlacıklar,
çiy taneleri gördüm ama İçinde Samiri ile danası vardı.
(Put yapan ve yaptığı put ile beraber olan)
Biri dünya adamlarından şikâyetleşiyordu.
Allah erleri nazarında dünya
oyuncaktır, yalancıdır, ama çocuklara göre oyuncak değil, dosdoğru bir âlemdir.
Yaşamak da bir borçtur.
Bu gün eğer oyuna ve şakaya
geliniyorsan dünya ile oynaşma!
Eğer ona dönüyorsan, ye, iç,
eğlen ki, onun tadı tuzu ağlamak değil gülmektir.
Dünya hem hazine, hem de yılandır.
Bir topluluk hazine ile oynar, başkaları da yılanla.
Ama yılanla oynayanlar onun
ısırmalarına katlanmalı, çünkü ya kuyruğu ile çarpar, ya kafası ile.
Kuyruğu ile çarparsa
uyumamalı, tekrar başı ile vurur.
Ancak bu yılandan vaz geçmiş
olanlar, onun sevgisi ile öğünmezler.
Akıl mürşidinin (Allah adına
konuşanın) ardından yürürler.
Akıl mürşidi (Kendini Allah’a
adayan aklın ), yılanların nazarında zümrüt sayılır.
(Zümrüt, yılana karşı
koruyucu bir taştır.
Saçtığı ışından yılanın gözü
kör olur. (Ç.))
Ejderha kılıklı yılan, akıl
mürşidinin, kervanın önünde yürüdüğünü görünce arıklasın (Zayıflasın).
Düşkün, tembel bir hale
gelir.
O su içinde bir timsaha
döner.
Aklın ayakları altında bir
köprü gibi olur, zehri şeker olur, dikeni gül olur.
Yol kesici iken kılavuz olur.
Korku mayası iken güven
kaynağı olur.
Çünkü akıl usta bir okçudur.
O kirişini, yayını kulağına
kadar çekebilir.
Varlıkların zebunu (Zayıf,
güçsüz, aciz) olan bu cihanın aklını bırak!
Bu cihanın aklı, yayı çeker,
ama kulağına kadar (M. 365) gergin tutamaz.
Bin hile ile ağza kadar
götürebilir.
Yay kirişini ağızdan
kurtarırsan ne işe yarar.
Ancak kulaktan fırlatırsan
vurabilirsin.
Bu ise cihana ait aklın sözü
ağızdan çıkar.
Beyit:
Bir söz ki düşünce
yönünden söylenmemiştir.Yazmaya da konuşmaya da değmez.
Düşünce ne oluyor?
Önce bakmalıdır ki onlar
bizden evvel var mıydılar?
Bu işten, bu sözden
şükrettiler mi, faydalandılar mı?
Yoksa aksini mi yaptılar?
Sonra yine bakmalı ki bunun
sonu ne olacak?
İnsan önüne arkasına
bakmalıdır ki, her iki tarafında da bir duvar, bir engel olmasın.'Dünya
sevgisinden bir boşluk bulunmasın.
Çünkü:
"Senin eşyaya
karşı beslediğin sevgi seni kör ve sağır bir hale getirir,"
demişlerdir.
Dünya sevgisi, din
sevgisinden üstün olunca körlük, sağırlık meydana gelir.
Kuran'da işaret olunan şu,
"önlerinde ve arkalarında duvarlar yarattık,"
(K. 26/8) anlamındaki ayetin sırrı açıklanır.
Meğerse böyle insanlar tövbe
etsinler ve uyansınlar.
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
İşlenen bir günah
ve suçtan dolayı pişman olarak bir daha yapmamaya karar vermenin tövbe olduğunu
öğrendik.
2.
İmanlı edenlerin
geçmişte işledikleri suç ve günahı bir daha yapmamaya yani nefsine dönmemeye
karar vermelerine Nasuh tövbesi dendiğini öğrendik.
3.
Allaha sığınarak,
sırrını Allah’a ısmarlayarak, Allahın büyüklüğüne sığınarak, aynı suçu
işlemeyeceğine söz vermeye Nasuh tövbesi diyoruz.
4.
Nefsine uyup
yanlış yapanın hasta olacağını, bu hastalığa şifa verenin Allah olacağını
bilenlerin yüzünü yaratana çevirdiklerini bu nurdan yararlandıklarını öğrendik.
5.
Kendisini aradan
çıkaranın benliğinden sıyrılabileceğini, kendini hasta, sağlığının da Allah’tan
geleceğini bilenlerin davranış bozukluğu olan hastalıktan kurtulabileceklerini
öğrendik.
6.
Tövbe etmiş
gözüken, iblise hizmet eden insan gibi görünenlerin çok olduğunu, dikkatli
davranmamız gerektiğini öğrendik.
7.
Kendimizi
düzeltmek için eskiden öğretilmiş karışık bilgilerden, inanışlardan,
düşünceleri yakıp yıkmak suretiyle temizlenip yeni baştan kendimizi düzeltmek,
yeniden doğmak için uğraşmamız gerektiğini öğrendik.
8.
Güzelliklere kavuşmak için önce pislikten
kurtulmak gerekir sonra da Allah’a yüzümüzü çevirdiğimiz, bunun için hazırlık
yaparken Allah’tan yardım istememiz gerektiğini öğrendik.
9.
Nefsin her şeyi
kapladığı bilincinde olarak, varlığımızın da bir varlığı olarak nefsi iyi
tanımamız ve kontrolümüz altına almamız gerektiğini öğrendik.
10.
Allah’a hizmetin
Allah erlerine hizmet olduğunu, onların ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu,
Allah’a olan sevgi ile bağlılıklarını kendi sevdiklerinden Allah erlerine
vererek ispat edebileceklerini öğrendik.
11.
Her şeye para
harcayan, Allah erleri için hiçbir harcama yapmayanın, Allah’a bağlıyım,
seviyorum demesinin değeri olmadığını öğrendik.
12.
Kendi sağlığından
daha çok başkaların sağlığıyla uğraşanların hasta olacaklarını öğrendik.
13.
Kadın ruhlu
birini erkek gibi davranmasının, zor olduğunu, kolay olmadığını öğrendik.
14.
Din adamlarının
bir kişiyi kısa sürede bilgin haline getiremeyeceklerini öğrendik.
15.
Allah rızası için
bir kişiyi bilgin yapmanın zor olduğunu öğrendik.
16.
Allah’tan pay
almadıkça, sağdan soldan toplana bilgilerle bilgin olunamayacağını öğrendik.
17.
Hain, sevimsiz ve soğuk bir kimseye sinsice kötülük etmek
isteyeceğinden, büyüyeceği belli olan bu tehlike daha en başta önlenmeli,
düşman güçlenip büyük zarar verecek duruma gelmeden tedbir alınmalıdır
18.
Yumuşak huylu
görünen herkese aldanmamalı, daima tehlikeli bir durumla karşılaşabileceğini
düşünmelidir.
19.
Bizi kendine
bağlayanının sahtekâr olduğunu, bizi Allah’a bağlayanın doğru yolu gösterdiğini
öğrendik.
20.
Kendini Allah’a
adayan aklın önderlik yaptığını, tehlikelerden koruduğunu, doğru yoldan
sapmadan istenilen hedefe sağ salim götüren güven kaynağı olduğunu öğrendik.
21.
Akıl Allah’a
yönlenmezse nefsin emrine girerek yol kesici olarak sinsi bir şekilde felakete
götüreceğini öğrendik.
22.
Düşünce yönünden
söylenen sözün konuşulmaya, başkasına aktarılmaya, dinlemeye değer olmadığını
öğrendik.
23.
Dünya sevgisinin
din sevgisinde üstün olunca insanda körlük ve sağırlık meydana geldiğini, yani
duyduğunun önemini anlayamayacağını, gördüğünü değerlendiremeyeceğini, ileri
gidemeyeceklerini, geçmişten ders alamayacaklarını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Yılan dünyada zorluklarla,
hainliklerle yaşayanlar için simge edilmiştir.
Aklını iyi kullanan
yılanların vereceği zararlardan kurtulur.
İyi akıl semadan dünyaya
Kuran’ı Kerim ile indirilmiş olduğundan Kuran ile birlikte akıldan
yararlanmalıyız.
Deneme yanılma ile oluşan
akıl bizi çok zarara uğrattığının farkında olmamız gerekir.
*
RAVLİ