10 Ocak 2013 Perşembe

FÎHİ MÂFÎH 1. FASIL

RAHMÂN VE RAHİM ALLAH ADÎYLE BAŞLARIM.
EY TANRIM! HAYIRLA SONA ERDİR.
Peygamber (Ona selam olsun):

"Bilginlerin kötüsü, beyleri ziyaret eden, emirlerin iyisi bilginleri ziyaret edendir.
(Emir: Emir verme gücüne sahip kişi)

Fakat fakirin kapısına gelen emir ne kadar hoş ve emirlerin kapısındaki fakir ne kadar kötüdür”
(Fakir: Allah’tan isteyen ve bekleyen kişi)

Halk, bu sözün dış anlamını almıştır.
Bilgin’in, bilginlerin en kötüsü olmaması için, emiri ziyaret etmemesi lazımdır ve emiri ziyaret etmek ona yakışmaz.

Bu sözün gerçek manası, halkın zannettiği gibi değildir.
Belki şöyledir:

Bilginlerin kötüsü, emirlerden yardım gören ve emirler vasıtasıyla durumunu düzelten, kuvvetini elde edendir.

Emirler bana bağışlarda bulunur, saygı gösterirler, bir yer verirler düşüncesi ve onların korkusu ile okuyan kimse bilginlerin en kötüsüdür.

Şu halde o kimse emirler yüzünden ıslah olmuş, bilgisizlikten bilir hale gelmiştir.

Bilgin olduğu zaman da onların korkusundan ve kötülük etmesinden, terbiyeli bir insan olmuştur.

Bütün bu hallerde, ister istemez bu yola uygun olarak yürümesi gerekir.
İşte bu yüzden, görünüşte ister emir onu görmeye gelsin, isterse o emiri görmeye gitmiş olsun, o ziyaret eden, emir ise ziyaret edilen olur.

Bir bilgin, eğer emirler yüzünden bilgi sahibi olmayı düşünmezse onun bilgisi, belki başlangıçta ve sonunda Tanrı için olmuş olur.

Tuttuğu yol ve göstermiş olduğu faaliyet sevaplıdır.
Çünkü yaradılışı böyledir ve bundan başkasını yapamaz.

Tıpkı balığın nasıl sudan başka bir yerde yaşayamazsa, elinden başka bir şey gelmez gibi.

Böyle bir bilgin’in, hareketlerini idare eden ve ayarlayan akıldır.
Herkes ondan korkar ve insanlar bilerek veya bilmeyerek, onun ışığından ve yansımasından yardım görürler.

İşte böyle bir bilgin emirin yanına giderse, görünüşte o ziyaret eden, emir ziyaret edilen olur.

Çünkü bütün hallerde emir ondan feyz (Bolluk, bereket) alır yardım görür ve bilgin’in Emire ihtiyacı yoktur; zengindir, nur bağışlayan güneş gibidir.

İşi, bağışlamak, ihsan etmek (Karşılıksız hediye).
Taşları lâ'l ve yakut yapar.

Terkibi toprak olan dağları bakır, altın, gümüş madenleri haline getirir.
Toprakları yeşertir, tazelendirir.

Ağaçlara çeşit-çeşit meyveler bağışlar.
Onun işi, sanatı vermektir, bağışlamaktır.

Arap’ın:"Biz vermeyi öğrendik, almayı öğrenemedik" meselesinde olduğu gibi, verir ve başkasından almaz.

İşte bu yüzden bu gibi bilginler (Gerçekte) ziyaret edilenler, emirler ise ziyaret eden olurlar.

Bu sözlere uygun olmamakla beraber aklıma şu ayeti tefsir etmek geldi.
Mademki aklıma öyle geliyor, öyleyse söyleyelim gitsin.

Ulu Tanrı buyurur ki: 
"Ey Peygamber! 
Elinizdeki esirlere de ki:
Eğer Allah kalplerinizde hayır (İyilik) olduğunu bilirse, sizden alınandan (Fidyeden) daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar.
Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir
(Enfâl suresi 70)

Bu ayetin inişine sebep şudur:
Tanrı rahmet etsin, Mustafa, kâfirleri kırmış, öldürmüş, mallarını ganimet olarak almış, birçoklarını da esir edip yağmalamış, ellerini, ayaklarını bağlatmıştı.

O tutsaklardan biri de, Tanrı razı olsun, amcası Abbas'tı, o da onların arasındaydı.

Esirler bağlanmış, hiçbir şeye güçleri yetmez, aşağılık bir halde ağlıyorlar, inliyorlardı, kendilerinden umut kesmiş, kılıcı, öldürülmeyi bekliyorlardı.

Tanrı rahmet etsin, Mustafa (Peygamber), onlara bakıp güldü.
Bunun üzerine:

İşte gördün mü onda beşerlik (İnsanlık) var:
“Bende beşerlik (İnsanlık) yoktur” diye iddia etmesi doğru değildi.

“Bizlere bakıyor ve bizleri bağlar içinde, kendi esiri olarak gördüğü için, tıpkı nefislerine yenilen insanların, düşmanlarını yendikleri ve onların kendileri tarafından yok edilmiş olduğunu gördükleri zaman sevinip, sevinçlerinden oynadıkları gibi, seviniyor ve memnun oluyor” dediler.

Tanrı rahmet etsin, Mustafa (Tanrı’nın salâtı onun üzerine olsun), onların içlerinden geçeni anladı da dedi ki:

Hâşâ!
Bu benden uzak.
Düşmanlarımı kahrettiğimi göreyim yahut sizi ziyana uğramış göreyim de güleyim, sevineyim.

Şu yüzden güleceğim geliyor:
Can gözüyle görüyorum; 
Bir topluluğu tutmuşum, külhandan (Hamamları ısıtan, hamamların altında bulunan kapalı ve geniş ocaktan;cehennemlikten).

Cehennemden, o kapkara bacadan bağlarla, zincirlerle, çeke-sürüye, zorla cennete, Tanrı razılığına, ölümsüz gül bahçesine götürüyorum da onlar, bizi bu tehlikeli yerden o gül bahçesine, o eminlik yurduna ne diye çekiyor, götürüyorsun diye ağlayıp bağırıyorlar; 
İşte bu yüzden gülmem tutuyor.

Bütün bunlarla beraber söylediğim sözü anlayacak, hali apaçık görecek, can gözü daha sizde yok.

Ulu Tanrı diyor ki:
Tutsaklara söyle; de ki:

Siz önce ordular topladınız; 
Birçok hazırlıklarda bulundunuz; 
Erliğinize, yiğitliğinize, çokluğunuza güvendiniz.

Kendi kendinize, Müslümanları şöyle edeceğiz, böyle kıracağız, kahredeceğiz dediniz.

Gücünüzün-kuvvetinizin üstünde daha zorlu bir güçlü kuvvet sahibi olduğunu görmüyordunuz, daha üstün bir yok edicinin bulunduğunu bilmiyordunuz.

Hâsılı şöyle olsun-böyle olsun diye ne tedbirde bulunduysanız hepsi de aksi çıktı.

Şimdi korku içinde olduğunuz halde, tövbe etmediniz.
Umudunuz yok, hâlâ da bir kudret sahibi birinin bulunduğunu görmüyorsunuz.

Gücünüz-kuvvetiniz varken beni görmeniz lazım.
Bana yenilmiş olduğunuzu biliniz ki işleriniz kolaylaşsın.

Korkuya düşünce benden umut kesmeyin ki sizi bu korkudan kurtarmaya, emin etmeye gücüm yeter.

Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar
(Fâtır suresi 13)

Ölüden diriyi, diriden de ölüyü o çıkarıyor.”
Rûm suresi 19) buyurduğu gibi beyaz inekten, siyah ineği vücuda getiren, siyah inekten beyaz ineği de meydana getirir.

Bunun için esir bulunduğunuz şu halde, benim hazır ve nazır olduğumdan ümidinizi kesmeyiniz ki ben de elinizden tutayım.

Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.
Yusuf suresi 87)

Ulu Tanrı buyuruyor ki:
Ey esirler!

Eğer ilk dininizden döner, korku ve endişe içinde bulunduğunuz zaman, beni görür ve bütün hallerde, bana yenilmiş olduğunuzu kabul ederseniz, ben sizi, bu korkudan kurtarırım;  sizden yağmalanan, elinizden çıkan her malı tekrar veririm size; 
Hatta kat-kat fazlasını, daha da iyisini veririm.

 Sizi bağışlarım.
Ahret saadetini, dünya saadetine yaklaştırırım.

Abbas: “ Tövbe ettim, bulunduğum halden döndüm” dedi.

Mustafa:
“ Ulu Tanrı ettiğin davaya delil göstermeni istiyor” dedi.

 Beyit:

Aşk davasına girişmek kolay,
Fakat o davaya kesin delil gerek.

Abbas: Bismillah!
Ne delil istersin?” dedi.

Peygamber:
Elinde kalan malları, kuvvetlenmeleri için, İslam askerine dağıt.
Eğer Müslüman olduysan, İslamlığın ve Müslümanlığın iyiliğini
İstemen lazım” buyurdu.

Abbas:
 Ey Tanrı’nın elçisi, benim neyim kaldı ki?
Hepsini yağma ettiler, bana eski bir hasır bile bırakmadılar” dedi.

Bunun üzerine Peygamber:
Tanrı rahmet etsin, Mustafa, gördün mü buyurdu, gerçek değilsin tuttuğun yoldan dönmedin; 
Ne kadar malın var, nerede sakladın, kime ısmarladın, nereye gömdün, gizledin, söyleyeyim mi?

Abbas, hâşâ (Olmaz öyle şey) dedi.

Mustafa buyurdu ki:
Bu kadar malı anana vermedin mi; 
Filân duvarın dibine gömmedin mi, ona, dönersem bana verirsin; 
Esenlikle dönmezsem şu kadarını filân işe harcarsın, şu kadarını filâna verirsin, bu kadarı da senin olsun diye etraflıca vasiyette bulunmadın mı?

Abbas bunu duyunca parmak kaldırdı, tam gerçeklikle inandı.
Dedi ki: Ey gerçek peygamber!

Ben gerçekten, senin de eski meliklerinden Hâman, Şeddad ve Nemrud gibi daha başkaları gibi eski padişahlara nasıl felek yâr olduysa sana da yâr oldu, baht elverdi sanıyordum.

Bunları buyurduğun zaman, bu devletin gizli, İlahi (Allah’a ait) ve Rabbani (Allah’a mensup) bir devlet olduğu anlaşıldı” dedi.

Mustafa buyurdu ki:
“ Doğru söyledin bu sefer; içindeki eski inancından bağlılık olduğuna dair şüphe ipi koptuğunu duydum; 
Sesi kulağıma geldi.

Ruhumun içinde gizli bir kulağım vardır, kim şüphe ve kâfirlik
Zünnarını (Hizmet bağlılığını) koparırsa o gizli kulakla o koparma sesini duyarım, ruhumdaki kulağıma gelir.

Şimdi doğru oldun ve iman ettin.” Buyurdu.

Mevlânâ buyurdu ki:
Bu tefsiri (Yorum) Emir Pervane’ye şunun için söyledim; dedim ki:

“Sen önce Müslümanlığa kalkan oldun, kendimi feda edeyim, Müslümanlığın kalması, Müslümanların çoğalması için aklımı, tedbirimi kullanayım da Müslümanlık kalksın” dedin.

Kendi fikrine güvendin.
Tanrıyı görmedin, her şeyi Tanrı'dan bilmedin.

Böyle olunca da Ulu Tanrı o sebebi, o çalışmayı, Müslümanlığın zararına sebep etti.

Çünkü sen Tatar'la bir olmuşsun, Şam'lıları, Mısır’lıları yok etmek, İslâm ülkesini yıkmak için onlara yardım ediyorsun, Tanrı,

Müslümanlığın kalkmasına sebep olan tedbiri, Müslümanlığa zarar vermeye sebep kıldı.

Şu halde Tanrı'ya yüz tut, çünkü korkulacak bir hal bu.
Sadakalar ver de seni, kötü bir hal olan şu korkudan kurtarsın.
Ondan umut kesme.

Öyle bir ibadetten böyle bir suça attı seni; 
Fakat o ibadeti kendinden gördün de o yüzden suça düştün.

Şimdi suçta da umut kesme ondan; 
Yalvar-yakar, o ibadetten suçu meydana getirenin, şu suçtan bir ibadet meydana getirmeye de gücü yeter.

Sana bundan bir pişmanlık verir önüne sebepler çıkarır da gene
Müslümanların çoğalmasına, Müslümanlığın kuvvetlenmesine çalışırsın.

Umut kesme ki "Allah’ın rahmetinden, kâfir olan topluluktan başkası umut kesmez" Maksadım buydu, bunu anlasın da şu halde sadakalar versin, yalvarsın-yakarsın dedim;
Çünkü çok yüce bir halden aşağılık bir hale düştü; fakat bu halde de umutlanması gerek.

Ulu Tanrı aldatır; insanın, bana güzel bir tedbir elverdi, güzel bir iş belirdi, yüz gösterdi diye aldanmaması için güzel şekiller gösterir, içinde kötü şekiller vardır.

 Her görünen, göründüğü gibi olsaydı
Peygamber o kadar keskin, o kadar aydın, o kadar aydınlatıcı görüşüyle gene de

"Her şey nasılsa öyle göster bana" der miydi?
Güzel gösterirsin, gerçekte çirkindir.
Çirkin gösterirsin, gerçekte güzeldir, özdür.

Şu halde bize her şeyi, nasılsa öyle göster de tuzağa düşmeyelim, biteviye (Tekdüze) yol azıtmayalım.

Şimdilik senin tedbirin güzel olsa, aydın olsa bile onun tedbirinden daha iyi olamaz; o, böyle derdi.

Şimdi sen de her görünene her tedbire güvenme; yalvar-yakar, kork. Maksadım buydu benim.

Oysa bu ayete, bu tefsiri; 
Şu anda ordular çekmedeyiz; 
Onlara dayanmamak, bozguna uğrasak bile o korku, o çaresizlik halinde, gene ondan umut kesmemek gerek tarzında kendi meramınca tevil etti; 
Sözü dileğine göre anladı.

Benim maksadımsa söylediğim şeyleri anlatmaktı.

FİHİ MAFİH HAZRETİ MEVLANA
MAARİF BASIMEVİ 1954

Neler öğrendik:

1.   Allah yolunda olanların ümit ve beklentisinin Allah’tan olması, Allah kapısından gelen bilgiler ile bilgilenmesi gerektiğini öğrendik.

2.   Bölgenin yöneticine Allah’ın emrettiklerini söylemek, yanlışı dile getirmek, doğru yolu göstermek için ziyarete gitmesinin yanlış olmadığını öğrendik.

3.   Bilgin kişinin kiminle, nerede, nasıl, ne söz edeceğini bilmesi ve bu bilgiye göre davranması gerektiğini öğrendik.

4.   Kalbimizde daima iyilik yapma isteği varsa ve bu iyi niyetimizden zarar görsek bile Allah’ın kaybettiğimizden çok daha fazlasını vereceğini, bizi af edeceğini, bağışlarda bulunacağını öğrendik.

5.   Başımıza gelenlerin hoşumuza gitmese bile bizi doğru yola koymak için zorlamaların Allah’tan geldiğini bilmemiz gerektiğini öğrendik.

6.   Tövbe edip korkudan emin olmak için Allah’a sığınmamız gerektiğini öğrendik.

7.   Her ne durumda olursak olalım Allah’tan yardım geleceği ümidini kesmememiz, sıkıca bu ümide yapışmamız gerektiğini öğrendik.

8.   Sadece dünya mutluluğu ile yetinmenin eksik olduğunu, ahret mutluluğunu da düşünmemiz ve uğraşmamız gerektiğini öğrendik.

9.   Dini yok etmeye uğraşanlarla işbirliği yapmanın cezalandırılmaya sebep olduğunu öğrendik.

10.                  Yanlışa düşüp de farkına vardığımız zaman yüzümüzü Allah’a çevirerek af dilememiz, affımızın kabulü için fakirlere sadaka vermemiz gerektiğini, asla Allah’tan ümidini kesmememiz gerektiğini öğrendik.

11.                  Günah işlemiş olsak bile pişmanlık duyarak, yalvararak af dilememiz, ümidimizi kaybetmememiz gerektiğini öğrendik.

12.                  Allah’ın aldatıcı olduğunu, bize imkân vererek güzel işler yaptırdığını ve bizim gururlanıp gururlanmadığımızı, yaptığımızda kendimizi görüp görmediğimizi imtihan ettiğini öğrendik.

13.                  Tuzağa düşmemek için Allah’a her şeyi olduğu gibi göstermesi için dua etmemiz gerektiğini öğrendik.

14.                  İyi de olsa kendi düşüncemize her yaptığımıza güvenmenin doğru olmadığını, Allah’a yalvarıp yakarıp ümidimizi kesmememiz gerektiğini öğrendik.
                                                       *                                                  
 İşte böyle yaren,

 Dünya yaşamının bir imtihan olduğunu öğrendik, anladık.

 Allah’ın bile aldatıcı olduğunu, bizi imtihan etmek için güzel şekiller göstererek aldattığını, bizim niyetimize baktığını öğrendik anladık.

 Dünya yaşamında iyi-kötü ile yanlış-doğru ile güzel-çirkin ile karıştırılmış ama araya da sınırlar konduğunu, bizim çok dikkatli olarak bu incelikleri bilmemizin ve doğru seçenekleri yaşamımıza kazandırmamız gerektiğini öğrendik.

 Her ne durumda olursak, her ne yaparsak yapalım Allah ile irtibatı kesmeden yapmamız gerektiğini, yalvarış ahlakından uzaklaşmanın yanlışa düşüreceği bilincinde olarak kısa dünya ömrünü başarı ile tamamlamamız gerektiğini öğrendik.
                                          *
RAVLİ

Popüler Yayınlar