EY TANRIM! HAYIRLA SONA ERDİR.
Peygamber (Ona selam olsun):
"Bilginlerin kötüsü, beyleri
ziyaret eden, emirlerin iyisi bilginleri ziyaret edendir.
(Emir: Emir verme gücüne
sahip kişi)
Fakat fakirin kapısına gelen
emir ne kadar hoş ve emirlerin kapısındaki fakir ne kadar kötüdür”
(Fakir: Allah’tan isteyen ve
bekleyen kişi)
Halk, bu sözün dış anlamını
almıştır.
Bilgin’in, bilginlerin en
kötüsü olmaması için, emiri ziyaret etmemesi lazımdır ve emiri ziyaret etmek
ona yakışmaz.
Bu sözün gerçek manası,
halkın zannettiği gibi değildir.
Belki şöyledir:
Bilginlerin kötüsü,
emirlerden yardım gören ve emirler vasıtasıyla durumunu düzelten, kuvvetini
elde edendir.
Emirler bana bağışlarda
bulunur, saygı gösterirler, bir yer verirler düşüncesi ve onların korkusu ile
okuyan kimse bilginlerin en kötüsüdür.
Şu halde o kimse emirler
yüzünden ıslah olmuş, bilgisizlikten bilir hale gelmiştir.
Bilgin olduğu zaman da
onların korkusundan ve kötülük
etmesinden, terbiyeli bir insan olmuştur.
Bütün bu hallerde, ister
istemez bu yola uygun olarak yürümesi gerekir.
İşte bu yüzden, görünüşte
ister emir onu görmeye gelsin, isterse o emiri görmeye gitmiş olsun, o ziyaret
eden, emir ise ziyaret edilen olur.
Bir bilgin, eğer emirler
yüzünden bilgi sahibi olmayı düşünmezse onun bilgisi, belki başlangıçta ve
sonunda Tanrı için olmuş olur.
Tuttuğu yol ve göstermiş
olduğu faaliyet sevaplıdır.
Çünkü yaradılışı böyledir ve
bundan başkasını yapamaz.
Tıpkı balığın nasıl sudan başka
bir yerde yaşayamazsa, elinden başka bir şey gelmez gibi.
Böyle bir bilgin’in,
hareketlerini idare eden ve ayarlayan akıldır.
Herkes ondan korkar ve
insanlar bilerek veya bilmeyerek, onun ışığından ve yansımasından yardım
görürler.
İşte böyle bir bilgin emirin
yanına giderse, görünüşte o ziyaret eden, emir ziyaret edilen olur.
Çünkü bütün hallerde emir
ondan feyz (Bolluk, bereket) alır yardım görür ve bilgin’in Emire ihtiyacı
yoktur; zengindir, nur bağışlayan güneş gibidir.
İşi, bağışlamak, ihsan etmek
(Karşılıksız hediye).
Taşları lâ'l ve yakut yapar.
Terkibi toprak olan dağları bakır,
altın, gümüş madenleri haline getirir.
Toprakları yeşertir,
tazelendirir.
Ağaçlara çeşit-çeşit meyveler
bağışlar.
Onun işi, sanatı vermektir,
bağışlamaktır.
Arap’ın:"Biz vermeyi öğrendik, almayı öğrenemedik" meselesinde
olduğu gibi, verir ve başkasından almaz.
İşte bu yüzden bu gibi
bilginler (Gerçekte) ziyaret edilenler, emirler ise ziyaret eden olurlar.
Bu sözlere uygun olmamakla
beraber aklıma şu ayeti tefsir etmek geldi.
Mademki aklıma öyle geliyor,
öyleyse söyleyelim gitsin.
Ulu Tanrı buyurur ki:
"Ey Peygamber!
Elinizdeki esirlere de ki:
Eğer Allah
kalplerinizde hayır (İyilik) olduğunu bilirse, sizden alınandan (Fidyeden) daha
hayırlısını size verir ve sizi bağışlar.Çünkü Allah
bağışlayandır, esirgeyendir”
(Enfâl suresi 70)
Bu ayetin inişine sebep
şudur:
Tanrı rahmet etsin, Mustafa,
kâfirleri kırmış, öldürmüş, mallarını ganimet olarak almış, birçoklarını da
esir edip yağmalamış, ellerini, ayaklarını bağlatmıştı.
O tutsaklardan biri de, Tanrı
razı olsun, amcası Abbas'tı, o da onların arasındaydı.
Esirler bağlanmış, hiçbir
şeye güçleri yetmez, aşağılık bir halde ağlıyorlar, inliyorlardı, kendilerinden
umut kesmiş, kılıcı, öldürülmeyi bekliyorlardı.
Tanrı rahmet etsin, Mustafa
(Peygamber), onlara bakıp güldü.
Bunun üzerine:İşte gördün mü onda beşerlik (İnsanlık) var:
“Bende beşerlik (İnsanlık) yoktur” diye iddia etmesi doğru değildi.
“Bizlere bakıyor ve bizleri
bağlar içinde, kendi esiri olarak gördüğü için, tıpkı nefislerine yenilen
insanların, düşmanlarını yendikleri ve onların kendileri tarafından yok edilmiş
olduğunu gördükleri zaman sevinip, sevinçlerinden oynadıkları gibi, seviniyor
ve memnun oluyor” dediler.
Tanrı rahmet etsin, Mustafa
(Tanrı’nın salâtı onun üzerine olsun), onların içlerinden geçeni anladı da dedi
ki:
Hâşâ!
Bu benden uzak. Düşmanlarımı kahrettiğimi göreyim yahut sizi ziyana uğramış göreyim de güleyim, sevineyim.
Şu yüzden güleceğim geliyor:
Can gözüyle görüyorum; Bir
topluluğu tutmuşum, külhandan (Hamamları ısıtan, hamamların altında bulunan kapalı ve geniş ocaktan;cehennemlikten).
Cehennemden, o kapkara
bacadan bağlarla, zincirlerle, çeke-sürüye, zorla cennete, Tanrı razılığına,
ölümsüz gül bahçesine götürüyorum da onlar, bizi bu tehlikeli yerden o gül
bahçesine, o eminlik yurduna ne diye çekiyor, götürüyorsun diye ağlayıp
bağırıyorlar;
İşte bu yüzden gülmem tutuyor.
“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar”
(Fâtır suresi 13)
Sizi bağışlarım.
Ahret saadetini, dünya saadetine yaklaştırırım.
Eğer Müslüman olduysan, İslamlığın ve Müslümanlığın iyiliğini
İstemen lazım” buyurdu.
Hepsini yağma ettiler, bana eski bir hasır bile bırakmadılar” dedi.
Bütün bunlarla beraber söylediğim
sözü anlayacak, hali apaçık görecek, can gözü daha
sizde yok.
Ulu Tanrı diyor ki:
Tutsaklara söyle; de ki:
Siz önce ordular topladınız;
Birçok hazırlıklarda bulundunuz;
Erliğinize, yiğitliğinize, çokluğunuza
güvendiniz.
Kendi kendinize, Müslümanları
şöyle edeceğiz, böyle kıracağız, kahredeceğiz dediniz.
Gücünüzün-kuvvetinizin
üstünde daha zorlu bir güçlü kuvvet sahibi olduğunu görmüyordunuz, daha üstün
bir yok edicinin bulunduğunu bilmiyordunuz.
Hâsılı şöyle olsun-böyle olsun diye
ne tedbirde bulunduysanız hepsi de aksi çıktı.
Şimdi korku içinde olduğunuz
halde, tövbe etmediniz.
Umudunuz yok, hâlâ da bir
kudret sahibi birinin bulunduğunu görmüyorsunuz.
Gücünüz-kuvvetiniz varken
beni görmeniz lazım.
Bana yenilmiş olduğunuzu
biliniz ki işleriniz kolaylaşsın.
Korkuya düşünce
benden umut kesmeyin ki sizi bu korkudan kurtarmaya, emin etmeye gücüm yeter.
“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar”
(Fâtır suresi 13)
“ Ölüden
diriyi, diriden de ölüyü o çıkarıyor.”
Rûm suresi 19) buyurduğu gibi
beyaz inekten, siyah ineği vücuda getiren, siyah inekten beyaz ineği de meydana
getirir.
Bunun için esir bulunduğunuz
şu halde, benim hazır ve nazır olduğumdan ümidinizi kesmeyiniz ki ben de
elinizden tutayım.
“ Çünkü
kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”
Yusuf suresi 87)
Ulu Tanrı buyuruyor ki:
Ey esirler!
Eğer ilk dininizden döner,
korku ve endişe içinde bulunduğunuz zaman, beni görür ve bütün hallerde, bana
yenilmiş olduğunuzu kabul ederseniz, ben sizi, bu korkudan kurtarırım; sizden yağmalanan, elinizden çıkan her malı
tekrar veririm size;
Hatta kat-kat fazlasını, daha da iyisini veririm.
Sizi bağışlarım.
Ahret saadetini, dünya saadetine yaklaştırırım.
Abbas: “ Tövbe ettim,
bulunduğum halden döndüm” dedi.
Mustafa:
“ Ulu Tanrı ettiğin davaya
delil göstermeni istiyor” dedi.
Beyit:
Aşk davasına
girişmek kolay,
Fakat o davaya
kesin delil gerek.
Abbas: Bismillah!
Ne delil istersin?” dedi.
Peygamber:
“Elinde
kalan malları, kuvvetlenmeleri için, İslam askerine dağıt.Eğer Müslüman olduysan, İslamlığın ve Müslümanlığın iyiliğini
İstemen lazım” buyurdu.
Abbas:
Ey Tanrı’nın elçisi, benim neyim kaldı ki?Hepsini yağma ettiler, bana eski bir hasır bile bırakmadılar” dedi.
Bunun üzerine Peygamber:
Tanrı rahmet etsin, Mustafa,
gördün mü buyurdu, gerçek değilsin tuttuğun yoldan dönmedin; Ne kadar malın
var, nerede sakladın, kime ısmarladın, nereye gömdün, gizledin, söyleyeyim mi?
Abbas, hâşâ (Olmaz öyle şey) dedi.
Mustafa buyurdu ki:
Bu kadar malı anana vermedin
mi; Filân duvarın dibine gömmedin mi, ona, dönersem bana verirsin;
Esenlikle
dönmezsem şu kadarını filân işe harcarsın, şu kadarını filâna verirsin, bu
kadarı da senin olsun diye etraflıca vasiyette bulunmadın mı?
Abbas bunu duyunca parmak
kaldırdı, tam gerçeklikle inandı.
Dedi ki: Ey gerçek peygamber!
Ben gerçekten, senin de eski
meliklerinden Hâman, Şeddad ve Nemrud gibi daha başkaları gibi eski padişahlara
nasıl felek yâr olduysa sana da yâr oldu, baht elverdi sanıyordum.
Bunları buyurduğun zaman, bu
devletin gizli, İlahi (Allah’a ait) ve Rabbani (Allah’a mensup) bir devlet
olduğu anlaşıldı” dedi.
Mustafa buyurdu ki:
“ Doğru söyledin bu sefer; içindeki
eski inancından bağlılık olduğuna dair şüphe ipi koptuğunu duydum; Sesi
kulağıma geldi.
Ondan umut kesme.
Her görünen,
göründüğü gibi olsaydı
Peygamber o kadar keskin, o
kadar aydın, o kadar aydınlatıcı görüşüyle gene de
Çirkin gösterirsin, gerçekte güzeldir, özdür.
Ruhumun içinde gizli bir
kulağım vardır, kim şüphe ve kâfirlik
Zünnarını (Hizmet
bağlılığını) koparırsa o gizli kulakla o koparma sesini duyarım, ruhumdaki kulağıma
gelir.
Şimdi doğru oldun ve iman ettin.”
Buyurdu.
Mevlânâ buyurdu ki:
Bu tefsiri (Yorum) Emir
Pervane’ye şunun için söyledim; dedim ki:
“Sen önce Müslümanlığa kalkan
oldun, kendimi feda edeyim, Müslümanlığın kalması, Müslümanların çoğalması için
aklımı, tedbirimi kullanayım da Müslümanlık kalksın” dedin.
Kendi fikrine güvendin.
Tanrıyı görmedin, her şeyi Tanrı'dan bilmedin.
Böyle olunca da Ulu Tanrı o
sebebi, o çalışmayı, Müslümanlığın zararına sebep etti.
Çünkü sen Tatar'la bir olmuşsun,
Şam'lıları, Mısır’lıları yok etmek, İslâm ülkesini yıkmak için onlara yardım
ediyorsun, Tanrı,
Müslümanlığın kalkmasına
sebep olan tedbiri, Müslümanlığa zarar vermeye sebep kıldı.
Şu halde Tanrı'ya yüz tut, çünkü korkulacak bir hal bu.
Sadakalar ver de seni, kötü
bir hal olan şu korkudan kurtarsın. Ondan umut kesme.
Öyle bir ibadetten böyle bir
suça attı seni;
Fakat o ibadeti kendinden gördün de o
yüzden suça düştün.
Şimdi suçta da umut kesme
ondan;
Yalvar-yakar, o ibadetten suçu meydana getirenin, şu suçtan bir ibadet meydana getirmeye de gücü yeter.
Sana bundan bir pişmanlık verir önüne sebepler çıkarır da gene
Müslümanların çoğalmasına,
Müslümanlığın kuvvetlenmesine çalışırsın.
Umut kesme ki "Allah’ın rahmetinden, kâfir olan topluluktan başkası umut
kesmez" Maksadım buydu, bunu anlasın da şu halde sadakalar versin,
yalvarsın-yakarsın dedim;
Çünkü çok yüce bir halden aşağılık bir hale düştü; fakat bu halde de umutlanması gerek.
Çünkü çok yüce bir halden aşağılık bir hale düştü; fakat bu halde de umutlanması gerek.
Ulu Tanrı aldatır; insanın, bana güzel bir tedbir elverdi, güzel bir iş
belirdi, yüz gösterdi diye aldanmaması için güzel şekiller gösterir, içinde
kötü şekiller vardır.
"Her şey nasılsa öyle göster bana" der miydi?
Güzel gösterirsin, gerçekte
çirkindir. Çirkin gösterirsin, gerçekte güzeldir, özdür.
Şu halde bize her şeyi,
nasılsa öyle göster de tuzağa düşmeyelim, biteviye (Tekdüze) yol azıtmayalım.
Şimdilik senin tedbirin güzel
olsa, aydın olsa bile onun tedbirinden daha iyi olamaz; o, böyle derdi.
Şimdi sen de her görünene her tedbire güvenme; yalvar-yakar, kork. Maksadım buydu benim.
Oysa bu ayete, bu tefsiri;
Şu
anda ordular çekmedeyiz;
Onlara dayanmamak, bozguna uğrasak bile o korku, o
çaresizlik halinde, gene ondan umut kesmemek gerek tarzında kendi meramınca
tevil etti;
Sözü dileğine göre anladı.
Benim maksadımsa söylediğim
şeyleri anlatmaktı.
FİHİ MAFİH HAZRETİ MEVLANA
MAARİF BASIMEVİ 1954
Neler öğrendik:
1.
Allah yolunda
olanların ümit ve beklentisinin Allah’tan olması, Allah kapısından gelen
bilgiler ile bilgilenmesi gerektiğini öğrendik.
2.
Bölgenin
yöneticine Allah’ın emrettiklerini söylemek, yanlışı dile getirmek, doğru yolu
göstermek için ziyarete gitmesinin yanlış olmadığını öğrendik.
3.
Bilgin kişinin
kiminle, nerede, nasıl, ne söz edeceğini bilmesi ve bu bilgiye göre davranması
gerektiğini öğrendik.
4.
Kalbimizde daima
iyilik yapma isteği varsa ve bu iyi niyetimizden zarar görsek bile Allah’ın
kaybettiğimizden çok daha fazlasını vereceğini, bizi af edeceğini, bağışlarda
bulunacağını öğrendik.
5.
Başımıza
gelenlerin hoşumuza gitmese bile bizi doğru yola koymak için zorlamaların
Allah’tan geldiğini bilmemiz gerektiğini öğrendik.
6.
Tövbe edip
korkudan emin olmak için Allah’a sığınmamız gerektiğini öğrendik.
7.
Her ne durumda
olursak olalım Allah’tan yardım geleceği ümidini kesmememiz, sıkıca bu ümide
yapışmamız gerektiğini öğrendik.
8.
Sadece dünya
mutluluğu ile yetinmenin eksik olduğunu, ahret mutluluğunu da düşünmemiz ve
uğraşmamız gerektiğini öğrendik.
9.
Dini yok etmeye
uğraşanlarla işbirliği yapmanın cezalandırılmaya sebep olduğunu öğrendik.
10.
Yanlışa düşüp de
farkına vardığımız zaman yüzümüzü Allah’a çevirerek af dilememiz, affımızın
kabulü için fakirlere sadaka vermemiz gerektiğini, asla Allah’tan ümidini
kesmememiz gerektiğini öğrendik.
11.
Günah işlemiş
olsak bile pişmanlık duyarak, yalvararak af dilememiz, ümidimizi kaybetmememiz
gerektiğini öğrendik.
12.
Allah’ın aldatıcı
olduğunu, bize imkân vererek güzel işler yaptırdığını ve bizim gururlanıp
gururlanmadığımızı, yaptığımızda kendimizi görüp görmediğimizi imtihan ettiğini
öğrendik.
13.
Tuzağa düşmemek
için Allah’a her şeyi olduğu gibi göstermesi için dua etmemiz gerektiğini
öğrendik.
14.
İyi de olsa kendi
düşüncemize her yaptığımıza güvenmenin doğru olmadığını, Allah’a yalvarıp yakarıp
ümidimizi kesmememiz gerektiğini öğrendik.
*
*
RAVLİ