15 Ocak 2013 Salı

FİHİ MAFİH 6. FASIL

Bu söz, idrak (anlayış, akıl erdirme) etmekte, söze muhtaç olanlar içindir.
Sözsüz idrak edenin söze ne ihtiyacı kalır?

İdrak edebilen için bu göklerin, yerlerin hepsi sözdür.
Hafif bir sesi duyana bağırıp çağırmaya ne lüzum var?

Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı *Ol* demekten ibarettir
(Yasin suresi 82) Dünya Kuran’daki, O’nun emri *Ol* demekti.
O da hemen olur sözünden meydana gelir.

HİKÂYE:

Arapça konuşan bir şair, bir padişahın yanına geldi.
Padişah Türk’tü.
Farsçayı da bilmiyordu.

Şair ona Arapça pek parlak bir şiir yazıp getirdi.
Padişah tahta oturmuş, divana mensup olan bütün insanlar, emirler ve vezirler de onun önünde sırayla yerlerini almışlardı.

Şair ayağa kalktı ve şiirini okumaya başladı.
Padişah, aferin denilecek yerde başını sallıyor, hayret gösterilecek yerde hayret gösteriyor ve şairin tevazu göstermiş olduğu yerde de iltifat ediyordu.

Padişahın mecliste, bu uygun olan ve gereken yerinde başını sallaması onun Arapçayı bildiğini gösteriyordu.

(Orada bulunanlar):
“ Padişah bu kadar senedir bizden Arapça bildiğini sakladı.

Bu zaman zarfında, eğer uygun olmayan sözler söylemişsek vay geldi halimize! Dediler.

Padişahın bir has kölesi vardı.
Divandakiler toplanıp, bu köleye at, merkep, mal verdiler ve daha başka şeyler de vereceklerini vaat ettiler.

“ Padişah Arapça biliyor mu, bilmiyor mu?
Bunu öğren ve bize bildir.

Eğer bilmiyorsa niçin münasip olan yerde başını sallıyordu?
Bu onun kerametinden miydi?
Yoksa ona ilham mı gelmişti? Dediler.

Bir gün köle avda bunu öğrenmek fırsatını buldu.
Padişahı memnun görmüştü.

Padişah birçok av avladıktan sonra, köle ona sordu.
O da:
“ Vallahi ben Arapça bilmem.
Yalnız, onun bu şiiri yamaktaki maksadıbildiğim için başımı sallayıp iltifat ediyordum.

Anlaşılıyor ki bu adamın maksadı övmekti ve o şiiri buna vasıta (aracı) olmuştu.

O maksat olmasaydı, bu şiir söylenmiş olmazdı.” Dedi.

Binaenaleyh eğer maksada bakacak olursak ikilik kalmaz.
İkilik teferruattadır (ayrıntı).
Esas birdir.

Bunun gibi eğer görünüşte şeyhler türlü-türlü, işleri ve sözleri farklı ise de maksatları itibariyle birdirler, bu da Tanrı’yı talep etmektir.

Mesela bir sarayda rüzgâr esse bu, halının ucunu kaldırıyor, kilimlerihareket ettirir, çörü çöpü havaya uçurur, havuzun suyunu halka-halka eder, ağaçları, dalları ve yaprakları oynatır.

Bütün bu biri birine benzemeyen haller maksat, esas ve hakikat bakımından birdir.
Çünkü hepsinin hareketi, bir rüzgârdandır.

(Biri):
“ Biz kusurluyuz (eksiklik, ayıp, sakatlık, özür, yersiz hareket, ihmal, tedbirsizlik)! Dedi.

O buyurdu ki:
Bir kimsede:
Ah ne haldeyim?
Neye böyle yapıyorum?” diye bir düşünce ve kendi kendini paylama hâsıl olması, dostluk ve inayetin (yardım, iyilik) delilidir.

Çünkü sevgi oldukça, sitem (haksızlık, incinme, çıkışma) de olur.
Dostlara sitem edilir, yabancılara değil.

Şimdi bu sitem de farklıdır,
Bir, insana acı veren sitem vardır.

Bu sitemden müteessir (hüzünlü, kederli, üzüntülü) olan ve bunun kendi hakkında bir inayet ve sevgi oluğunu bilene yapılır.

Bir de hiç teessür uyandırmayan vardır ki bu sevgi alameti değildir.
Mesela bir halıyı, tozunu temizlemek için değnekle döverler.

Akıllılar buna paylama (azarlamak) demezler.
Fakat kendi sevdiği birini veya çocuğunu döverlerse ona itap (yorma, yorulma, zahmet verme) derler.

Sevgilinin delili işte böyle bir yerde meydana çıkar.
Bu yüzden maden ki kendinde bir dert veya pişmanlık hissediyorsun bu, Tanrı’nın sana olan inayetinin (yardım ve iyilik) ve sevgisinin (Bir) delilidir.

Eğer sen kardeşinde bir ayıp görüyorsan o, sende bulunan ayıbın aksinden ibarettir.
Âlem de işte böyle bir ayna gibidir.

Mümin müminin aynasıdır.
(Hadis)

Sen ayıbı kendinden uzaklaştır.
Çünkü ondan duyduğun üzüntü, kendinden duymuş olduğun üzüntüdür.
Ondan incindiğin zaman kendinden inciniyorsun.

Dedi ki:
Bir fili sulamak için, çeşmenin başına getirdiler.
Fil kendini suda görünce ürktü.

Fakat başkasından ürktüğünü sanıyor ve kendi kendinden ürktüğünü bilmiyordu.

İşte kötülük, kin, kıskançlık, hırs, merhametsizlik, büyüklenme gibi bütün kötü huylar sende olduğu zaman incinmiyorsun.

Fakat onları başkasında görünce ürküyor ve inciniyorsun.
İnsan, kendi kelinden ve çıbanından iğrenmez.

Yaralı elini yemeğe sokar, parmağıyla yalar.
Bundan midesi bulanmaz, ama başka bir kimsede birazcık çıban ve ufacık bir yara görse o yemeği artık yiyemez, iğrenir.

İnsandaki kötü huylar da kellere ve çıbana benzer.
Kendinde olduğu zaman, insan ondan iğrenmez, incinmez.

Hâlbuki başka birinde, ondan bir parçacık görecek olsa iğrenir, nefret eder.
Sen ondan ürktüğün gibi o da senden ürker ve incinirse, onu hoş gör!
Senin incinmen onun suçudur.

Çünkü onu görmenden dolayı inciniyorsun.
O da aynı şeyi görür.

Peygamber:
Mümin, müminin aynasıdır.
(Hadis) buyurmuştur.

Kâfir kâfirin aynasıdır, dememiştir.
Fakat bu kâfirin aynası yoktur, demek değildir.

Onun aynası vardır, ancak kendi aynasından haberdar değildir.

Bir padişah canı sıkılmış olduğu halde, ırmak kenarında oturmuş, emirlerde ondan ürkmüş ve korkmuşlardı.

Bir türlü yüzü gülmüyordu.
Kendisine çok yakın olan bir maskarası vardı.

Emirler ona:
“ Eğer padişahı güldürürsen, sana şunu veririz, bunu veririz” dediler.
Maskara padişahın yanına gitti.

Fakat ne kadar çalıştı çabaladı ise padişah onun yüzüne bakmadı.
Başını kaldırmıyordu ki bir taklit yaparak onu güldürsün.
Mütemadiyen önüne bakıyor ve başını eğiyordu.

Nihayet maskara dayanamayıp padişaha:
“ Suda ne görüyorsun? “ diye sordu.

O:
“ Bir kaltabanı (namussuz, pezevenk görüyorum.” Dedi.
Maskarada:
“ Ey âlemin padişahı!
Eh, bu kulunuzda kör değil ya! “ cevabını verdi.

Bu böyledir.
Sen onda bir şey görüp incindiğine göre, o da nihayet kör değil ki senin gördüğünü görmemiş olsun.
O’nun (Allah’ın) yanında iki ben sığmaz.

Sen:
“ Ben!” diyorsun,
O da “ Ben!” diyor.

Ya sen öl, ya O ölsün ki bu ikilik kalmasın.
Fakat O’nun ölmesi imkânsızdır.
Bu ne hariçte, ne de zihinde mümkün olur.
Çünkü ölmeyen bir diridir (Hay).

Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan.
O’nu hamd ile tespih et.
Kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter.”
(Furkan suresi 58)

O, o kadar lütufkârdır ki imkân olmuş olsaydı, senin için ölürdü.
Fakat mademki O’nun ölmesi imkânsızdır, o halde bu ikiliğin yok olması iç ve O’nun sana tecelli (Kendisini göstermesi) etmesi için, sen öl.

İki canlı kuşu birbirine bağlarsan, aynı cinsten oldukları için, iki tane olan kanatları dört tane olduğu halde uçamazlar.

Çünkü ikilik mevcuttur.
Hâlbuki buna ölü bir kuşu bağlarsan uçar.

Zira ikilik kalmamıştır.
 Güneşte o lütuf vardır ki yarasanın önünde ölür, .

Fakat buna imkân olmadığından:
“ Ey baykuş!

Benim lütufum herkese erişmiştir, sana da ihsanda bulunmak isterim.
Sen öl.
Çünkü buna imkân vardır.

Böyle yaparsan benim yüceliğimin nurundan nasibini alırsın.
Baykuşluktan çıkıp, Yakınlık Kaf’ının Anka’sı olursun.”
Diyor.

Kendini bir dost için feda etmek kudreti Tanrı’nın kullarından bir kulda vardı.
O dostu Tanrı’dan istedi.

Aziz ve Celil olan Tanrı kabul etmedi ve ona:
“ Ben senin onu görmeni istemiyorum” diye bir ses geldi.

O Tanrı kulu ısrar etti ve yalvarmaktan vazgeçmedi.
“ Tanrım!
Bende onun arzusunu meydana getirdin, bu bende yok olmuyor” diyordu.

Nihayet ona:
“ Eğer onun sana görünmesini istiyorsan, başını feda et, sen yok ol, kalma, bu dünyadan git!” diye bir ses erişti.

O:
“ Ey Tanrım razı oldum! Dedi ve öyle, dost için kafasını feda etti.
İşte o zaman maksadı hâsıl oldu.

Bir günü bütün dünyanın ömrüne bedel olan kulun lütfü böyle lütfü olmaz mı?

Bu sana imkânsız görünür fakat O’nun fena bulması muhaldir (İmkânsız).
O halde, hiç olmazsa sen fena bul (Maddi varlıktan sıyrıl), yok ol.

Sevimsizin biri geldi ve büyük bir adamın başucuna oturdu.
Bunun üzerine Mevlana buyurdu ki:

Bunlar için çerağın (Işık veren) üstünde veya altında bulunmanın ne farkı var?
Çerağ eğer yüksekte olmak isterse, bunu, kendisi için istemez.

Maksadı, bundan başkalarının faydalanmasıdır.

Onlar çerağın nurundan zevk alırlar, yoksa o ister yukarıda, ister aşağıda olsun, aynı çerağıdır.
Ebedi güneştir.

(Büyük adamlar) Onlar eğer yükseklik, makam, mevki isterlerse bu, halkın onları görecek gözleri olmadığı içindir.

Onların maksatları, bu maddi ve dünyevi tuzakla, dünya ehline avlanmaktır.
Böylece yükseklikleri uhrevi (ahretle ilgili) yüksekliğe yol bulmak için isterler.

Mesela Mustafa (Tanrı’nın selamı üzerine olsun) Mekke’yi ve diğer beldeleri, kendi ihtiyacı olduğu için zapt etmemiş, belki herkese hayat bağışlamak, herkesin kalplerini nurlandırmak için zapt etmişti.

Bu el vermeye alışmıştır, almaya alıştırmamıştır.”
(Hadis) buyrulduğu gibi onlar halka bağışta bulunmak için halkı aldatırlar.

Yoksa onlardan bir şey almak için değildir.

Bir insan tuzak kurar ve yemek yahut satmak için zavallı kuşları tuzağa düşürür, kendi cevherinden haberi olmayan, kıymetsiz, acemi bir doğanı tutar, bileğine alıştırırsa, bundan maksadı onu şereflendirmek, ona bilgi ve terbiye vermektir.
Buna hile demezler.

Her ne kadar bu, görünüşte mekr (Hile ile aldatma) ise de hakikatte aynı doğruluk ve ihsandır, taşı lâl haline getirmek, ölü bir tohumu, insan yapmaktır.

Akıl sahipleri bunu böyle bilirler.
Hatta bundan daha fazla bir şey(Bir şeref bilirler)!

Eğer doğan kendisini niçin tuttuklarını bilmiş olsaydı, o zaman, tuzağa ve taneye lüzum kalmazdı.

Can ve gönülden, kendisi tuzağı arar ve şahın bileğine uçarak giderdi.
Halk onların(Büyük adamların) sözlerinin dışına, görünüşüne bakıp:
Biz bu gibi sözlerden çok işittik, içimiz dışımız bu sözlerle dopdolu!” der.

Onlar derler ki:
Kalplerimiz kılıflıdır.
Hayır, küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir.
O yüzden çok az inanırlar.”
(Bakara suresi 88) ayetinde buyrulduğu gibi kâfirler (Hazreti Muhammed’in peygamberliğini kabul etmeyenler):

“ Bizim kalplerimiz bu türlü sözlerin kılıfıdır, biz bunlarla dopdoluyuz” derler.

Ulu Tanrı onlara cevap olarak buyuruyor ki:
Hâşâ(Olmaz öyle şey)!
Onlar bununla dolu değil, belki hayal, vesvese, şüphe ve şirkle, hatta lanetle doludurlar.

Çünkü haklarında, belki Allah onlara küfürlerinden (Allah’a ve dine ait şeylere inanmamak) dolayı lanet (Allahın af ve bağışlarından mahrum etmesi) etmiştir.” Buyrulmuştur.

Keşke bu hezeyanlarla (Saçma sapan konuşmalar, sayıklama) dolu olmasalardı!
Hiç olmazsa bunu kabule layık olsalardı, buna bile layık değiller.

Ulu Tanrı onların kulaklarını, gözlerini ve kalplerini, başka bir renk görmemeleri için mühürlemiştir.

Bu yüzden göz Yusuf’u kurt görür, kulak başka ses işitir.
Hikmeti saçma ve hezeyan sayar (Saçmalık olarak tanımlar).

Kalbini başka bir şekle sokmuştur ki o kalp hayal ve vesvese örtüleri altında öylece donup kalmıştır.

Bunlar hakkında:
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
Onların gözlerine de bir çeşit perde germiştir ve onlar için (dünya ve ahrette) büyük bir azap vardır.”
(Bakara suresi 7) buyurmuştur.

Onların kalpleri bununla dolu olmak şöyle dursun, ne onlar, ne onlarla öğünenler ve ne de onların yakınları, bütün ömürlerince bu hikmetten bir koku alamamışlardır.

Bu, Tanrı’nın hikmeti bir testi gibidir.
Tanrı onu, bazılarına su ile dolu gösterir.

Onlar bu sudan kana-kana içerler.
Bazıların dudaklarına da onu boş gösterir.

Bu boş gösterdiği nasıl şükredebilir?
Tanrı’nın bu testiyi kendisine dolu olarak gösterdiği kimse şükretmelidir.

Ulu Tanrı Âdem’i toprak ve sudan yarattığı vakit:
Onun kırk günde tamam etti.”
(Hadis) onun kalıbını tamamen yaptı.

Bu zaman zarfında kırk gün, yeryüzünde kalmıştı.
Lanet olası İblis!

Yere indi ve onun kalıbına girdi, bütün damarlarında dolaştı, seyretti ve o kanla dolu damarı, yağı ve dört hıltını (İnsanda bulunan 4 sıvı) görüp:

“ Oh!
Benim, arşın ayağında görmüş olduğum ve peyda olacak olan İblis’in bu olması tuhaf değil mi?

Şayet bu değilse ne garip!
O İblis eğer varsa mutlaka, bu olmalıdır.

İşte o kadar! “ diyerek çekip gitti.

                     ***

FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Her gördüğümüz her duyduğumuzun Allah’ın ol emriyle meydana geldiğini öğrendik.

2.   Yapılan bir şeylerin bir maksat için yapıldığını, söz ve olayların ayrıntı olduğunu öğrendik.

3.   Sevgi bağı olanlar arasında haksızlık, incinme, çıkışma hüzünlenme, kederli olmak, üzüntü duymak olduğunu öğrendik.

4.   Din kardeşinin ayıbını görmenin aslında kendimizin ayıp yaptığımızı öğrendik.

5.   Din kardeşinin davranışından üzüntü duyarsak, kalbimiz kırılıyorsa aslında bizim onu incittiğimizden olduğunu öğrendik.

6.   Kendimizi öz eleştiriye alırsak ve din büyüklerinden birisi ile davranışlarımızı kıyaslama yaparsak ancak nerde nasıl yanlış yaptığımızı bulabileceğimizi öğrendik.

7.   Kendi kötü huylarımızın farkına vardığımız zaman başkalarında olan kötü huylar için laf söyleyemez olacağımızı öğrendik.

8.   Bir Müminin diğer Müminde kendisini ayna gibi gördüğünü öğrendik.

9.   Gerçek olarak kendini görenlerin yüzünün gülemeyeceğini öğrendik.

10.                  İkilikten kurtulmamız tek olmamız gerektiğini öğrendik.

11.                  Yüceliğin nurundan yararlanmak istiyorsak ‘Ben!” i öldürmek yok etmek gerektiğini öğrendik. 

12.                  Allah’ın dostlarını kolayca göremeyeceğimizi öğrendik.

13.                  Maddi varlıktan bağlarımızı sıyrılıp yok olmamız yani “ “Ben” içeren söz, duygu, düşünce, istek, hayal, his gibi tüm vücuda bizi bağlayanların etkisinin kalmayacak dereceye kadar gidilmesi, boşalan bu alanı Tanrı sevgisiyle doldurmamız gerektiğini öğrendik.

14.                  Büyük adamların dünya işleriyle uğraşmalarının nedeninin ahretteki yüksekliğe yol bulmak için olduğunu öğrendik.

15.                  Büyük adamların halka yaklaşmasının sebebinin halktan bir şey almak için değil, halka bir şeyler vermek için olduğunu öğrendik.

16.                   Aklını saçma sapan sözlerle dolduranların doğru ve kaliteli sözleri kabul etmeyeceklerini öğrendik.

17.                  Tanrı’nın inkâr edenlere doğru ve güzeli görmemeleri, duymamaları için perde çektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,

RAVLİ HİKMET yaz Google dan incelemelisin.
RAVLİ İBLİS yaz Google dan incelemelisin.
RAVLİ BEN VE BENLİK yaz Google dan incelemelisin.

Yaren okuduklarından hemen tam anlama bekleme.
Okumaya incelemeye devam et.

Bir zaman sonra okudukların birden anlayışına tam yerleşir.
Acele etme, bu yola devam et.

Mevlana Hazretlerinin kavramsal öğretisi böyledir.

                                   *
RAVLİ          

Popüler Yayınlar