Sözsüz idrak edenin söze ne ihtiyacı kalır?
İdrak edebilen için bu
göklerin, yerlerin hepsi sözdür.
Hafif bir sesi duyana bağırıp
çağırmaya ne lüzum var?
“ Bir
şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı *Ol* demekten ibarettir”
(Yasin suresi 82) Dünya
Kuran’daki, O’nun emri *Ol* demekti.O da hemen olur sözünden meydana gelir.
HİKÂYE:
Arapça konuşan bir şair, bir
padişahın yanına geldi.
Padişah Türk’tü.Farsçayı da bilmiyordu.
Şair ona Arapça pek parlak
bir şiir yazıp getirdi.
Padişah tahta oturmuş, divana
mensup olan bütün insanlar, emirler ve vezirler de onun önünde sırayla
yerlerini almışlardı.
Şair ayağa kalktı ve şiirini
okumaya başladı.
Padişah, aferin denilecek
yerde başını sallıyor, hayret gösterilecek yerde hayret gösteriyor ve şairin
tevazu göstermiş olduğu yerde de iltifat ediyordu.
Padişahın mecliste, bu uygun
olan ve gereken yerinde başını sallaması onun Arapçayı bildiğini gösteriyordu.
(Orada bulunanlar):
“ Padişah bu kadar senedir
bizden Arapça bildiğini sakladı.
Bu zaman zarfında, eğer uygun
olmayan sözler söylemişsek vay geldi halimize! Dediler.
Padişahın bir has kölesi
vardı.
Divandakiler toplanıp, bu
köleye at, merkep, mal verdiler ve daha başka şeyler de vereceklerini vaat
ettiler.
“ Padişah Arapça biliyor mu,
bilmiyor mu?
Bunu öğren ve bize bildir.
Eğer bilmiyorsa niçin münasip
olan yerde başını sallıyordu?
Bu onun kerametinden miydi?Yoksa ona ilham mı gelmişti? Dediler.
Bir gün köle avda bunu
öğrenmek fırsatını buldu.
Padişahı memnun görmüştü.
Padişah birçok av avladıktan
sonra, köle ona sordu.
O da:“ Vallahi ben Arapça bilmem.
Yalnız, onun bu şiiri yamaktaki maksadını bildiğim için başımı sallayıp iltifat ediyordum.
Anlaşılıyor ki bu adamın
maksadı övmekti ve o şiiri buna vasıta (aracı) olmuştu.
O maksat olmasaydı, bu şiir
söylenmiş olmazdı.” Dedi.
Binaenaleyh eğer maksada bakacak olursak ikilik kalmaz.
İkilik teferruattadır
(ayrıntı).Esas birdir.
Bunun gibi eğer görünüşte
şeyhler türlü-türlü, işleri ve sözleri farklı ise de maksatları itibariyle
birdirler, bu da Tanrı’yı talep etmektir.
Mesela bir sarayda rüzgâr
esse bu, halının ucunu kaldırıyor, kilimlerihareket ettirir, çörü çöpü havaya
uçurur, havuzun suyunu halka-halka eder, ağaçları, dalları ve yaprakları
oynatır.
Bütün bu biri birine
benzemeyen haller maksat, esas ve hakikat bakımından birdir.
Çünkü hepsinin hareketi, bir
rüzgârdandır.
(Biri):
“ Biz kusurluyuz (eksiklik,
ayıp, sakatlık, özür, yersiz hareket, ihmal, tedbirsizlik)! Dedi.
O buyurdu ki:
Bir kimsede:Ah ne haldeyim?
Neye böyle yapıyorum?” diye bir düşünce ve kendi kendini paylama hâsıl olması, dostluk ve inayetin (yardım, iyilik) delilidir.
Çünkü sevgi oldukça, sitem (haksızlık,
incinme, çıkışma) de olur.
Dostlara sitem edilir,
yabancılara değil.
Şimdi bu sitem de farklıdır,
Bir, insana acı veren sitem
vardır.
Bu sitemden müteessir (hüzünlü,
kederli, üzüntülü) olan ve bunun kendi hakkında bir inayet ve sevgi oluğunu
bilene yapılır.
Bir de hiç teessür uyandırmayan
vardır ki bu sevgi alameti değildir.
Mesela bir halıyı, tozunu
temizlemek için değnekle döverler.
Akıllılar buna paylama
(azarlamak) demezler.
Fakat kendi sevdiği birini
veya çocuğunu döverlerse ona itap (yorma, yorulma, zahmet verme) derler.
Sevgilinin delili işte böyle
bir yerde meydana çıkar.
Bu yüzden maden ki kendinde
bir dert veya pişmanlık hissediyorsun bu, Tanrı’nın sana olan inayetinin
(yardım ve iyilik) ve sevgisinin (Bir) delilidir.
Eğer sen kardeşinde bir ayıp görüyorsan o, sende bulunan ayıbın
aksinden ibarettir.
Âlem de işte böyle bir ayna
gibidir.
Mümin müminin
aynasıdır.
(Hadis)
Sen ayıbı kendinden
uzaklaştır.
Çünkü ondan duyduğun üzüntü,
kendinden duymuş olduğun üzüntüdür.Ondan incindiğin zaman kendinden inciniyorsun.
Dedi ki:
Bir fili sulamak için,
çeşmenin başına getirdiler.Fil kendini suda görünce ürktü.
Fakat başkasından ürktüğünü
sanıyor ve kendi kendinden ürktüğünü bilmiyordu.
İşte kötülük, kin,
kıskançlık, hırs, merhametsizlik, büyüklenme gibi bütün kötü huylar sende olduğu
zaman incinmiyorsun.
Fakat onları başkasında
görünce ürküyor ve inciniyorsun.
İnsan, kendi kelinden ve
çıbanından iğrenmez.
Yaralı elini yemeğe sokar,
parmağıyla yalar.
Bundan midesi bulanmaz, ama
başka bir kimsede birazcık çıban ve ufacık bir yara görse o yemeği artık
yiyemez, iğrenir.
İnsandaki kötü huylar da
kellere ve çıbana benzer.
Kendinde olduğu zaman, insan
ondan iğrenmez, incinmez.
Hâlbuki başka birinde, ondan
bir parçacık görecek olsa iğrenir, nefret eder.
Sen ondan ürktüğün gibi o da
senden ürker ve incinirse, onu hoş gör!Senin incinmen onun suçudur.
Çünkü onu görmenden dolayı
inciniyorsun.
O da aynı şeyi görür.
Peygamber:
Mümin, müminin
aynasıdır.(Hadis) buyurmuştur.
Kâfir kâfirin aynasıdır, dememiştir.
Fakat bu kâfirin aynası yoktur, demek değildir.
Onun aynası vardır, ancak
kendi aynasından haberdar değildir.
Bir padişah canı sıkılmış
olduğu halde, ırmak kenarında oturmuş, emirlerde ondan ürkmüş ve korkmuşlardı.
Bir türlü yüzü gülmüyordu.
Kendisine çok yakın olan bir
maskarası vardı.
Emirler ona:
“ Eğer padişahı güldürürsen,
sana şunu veririz, bunu veririz” dediler.Maskara padişahın yanına gitti.
Fakat ne kadar çalıştı
çabaladı ise padişah onun yüzüne bakmadı.
Başını kaldırmıyordu ki bir
taklit yaparak onu güldürsün.Mütemadiyen önüne bakıyor ve başını eğiyordu.
Nihayet maskara dayanamayıp
padişaha:
“ Suda ne görüyorsun? “ diye
sordu.
O:
“ Bir kaltabanı (namussuz,
pezevenk görüyorum.” Dedi.Maskarada:
“ Ey âlemin padişahı!
Eh, bu kulunuzda kör değil ya! “ cevabını verdi.
Bu böyledir.
Sen onda bir şey görüp
incindiğine göre, o da nihayet kör değil ki senin gördüğünü görmemiş olsun.O’nun (Allah’ın) yanında iki ben sığmaz.
Sen:
“ Ben!” diyorsun,
O da “ Ben!” diyor.
Ya sen öl, ya O ölsün ki bu ikilik kalmasın.
Fakat O’nun ölmesi imkânsızdır.Bu ne hariçte, ne de zihinde mümkün olur.
Çünkü ölmeyen bir diridir (Hay).
“ Ölümsüz
ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan.
O’nu hamd ile
tespih et.Kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter.”
(Furkan suresi 58)
O, o kadar lütufkârdır ki imkân olmuş olsaydı, senin
için ölürdü.
Fakat mademki O’nun ölmesi imkânsızdır, o halde bu ikiliğin yok
olması iç ve O’nun sana tecelli (Kendisini
göstermesi) etmesi için, sen öl.
İki canlı kuşu birbirine
bağlarsan, aynı cinsten oldukları için, iki tane olan kanatları dört tane
olduğu halde uçamazlar.
Çünkü ikilik mevcuttur.
Hâlbuki buna ölü bir kuşu
bağlarsan uçar.
Zira ikilik kalmamıştır.
Güneşte o lütuf vardır ki yarasanın önünde
ölür, .
Fakat buna imkân
olmadığından:
“ Ey baykuş!
Benim lütufum herkese
erişmiştir, sana da ihsanda bulunmak isterim.
Sen öl.Çünkü buna imkân vardır.
Böyle yaparsan benim yüceliğimin nurundan nasibini alırsın.
Baykuşluktan çıkıp, Yakınlık
Kaf’ının Anka’sı olursun.”Diyor.
Kendini bir dost için feda
etmek kudreti Tanrı’nın kullarından bir kulda vardı.
O dostu Tanrı’dan istedi.
Aziz ve Celil olan Tanrı
kabul etmedi ve ona:
“ Ben senin onu görmeni
istemiyorum” diye bir ses geldi.
O Tanrı kulu ısrar etti ve
yalvarmaktan vazgeçmedi.
“ Tanrım!Bende onun arzusunu meydana getirdin, bu bende yok olmuyor” diyordu.
Nihayet ona:
“ Eğer onun sana görünmesini
istiyorsan, başını feda et, sen yok ol, kalma, bu dünyadan git!” diye bir ses
erişti.
O:
“ Ey Tanrım razı oldum! Dedi
ve öyle, dost için kafasını feda etti.İşte o zaman maksadı hâsıl oldu.
Bir günü bütün dünyanın
ömrüne bedel olan kulun lütfü böyle lütfü olmaz mı?
Bu sana imkânsız görünür
fakat O’nun fena bulması muhaldir (İmkânsız).
O halde, hiç olmazsa sen fena
bul (Maddi varlıktan sıyrıl), yok ol.
Sevimsizin biri geldi ve
büyük bir adamın başucuna oturdu.
Bunun üzerine Mevlana buyurdu
ki:
Bunlar için çerağın (Işık
veren) üstünde veya altında bulunmanın ne farkı var?
Çerağ eğer yüksekte olmak
isterse, bunu, kendisi için istemez.
Maksadı, bundan başkalarının
faydalanmasıdır.
Onlar çerağın nurundan zevk
alırlar, yoksa o ister yukarıda, ister aşağıda olsun, aynı çerağıdır.
Ebedi güneştir.
(Büyük adamlar) Onlar eğer
yükseklik, makam, mevki isterlerse bu, halkın onları görecek gözleri olmadığı
içindir.
Onların maksatları, bu maddi
ve dünyevi tuzakla, dünya ehline avlanmaktır.
Böylece yükseklikleri uhrevi
(ahretle ilgili) yüksekliğe yol bulmak için isterler.
Mesela Mustafa (Tanrı’nın
selamı üzerine olsun) Mekke’yi ve diğer beldeleri, kendi ihtiyacı olduğu için
zapt etmemiş, belki herkese hayat bağışlamak, herkesin kalplerini nurlandırmak
için zapt etmişti.
“ Bu
el vermeye alışmıştır, almaya alıştırmamıştır.”
(Hadis) buyrulduğu gibi onlar
halka bağışta bulunmak için halkı aldatırlar.
Yoksa onlardan bir şey almak
için değildir.
Bir insan tuzak kurar ve
yemek yahut satmak için zavallı kuşları tuzağa düşürür, kendi cevherinden haberi olmayan, kıymetsiz, acemi bir doğanı
tutar, bileğine alıştırırsa, bundan maksadı onu şereflendirmek,
ona bilgi ve terbiye vermektir.
Buna hile demezler.
Her ne kadar bu, görünüşte
mekr (Hile ile aldatma) ise de hakikatte aynı doğruluk ve ihsandır, taşı lâl haline getirmek, ölü bir tohumu, insan yapmaktır.
Akıl sahipleri bunu böyle
bilirler.
Hatta bundan daha fazla bir
şey(Bir şeref bilirler)!
Eğer doğan kendisini niçin
tuttuklarını bilmiş olsaydı, o zaman, tuzağa ve taneye lüzum kalmazdı.
Can ve gönülden, kendisi
tuzağı arar ve şahın bileğine uçarak giderdi.
Halk onların(Büyük adamların)
sözlerinin dışına, görünüşüne bakıp:“ Biz bu gibi sözlerden çok işittik, içimiz dışımız bu sözlerle dopdolu!” der.
Onlar derler ki:
Kalplerimiz kılıflıdır.“Hayır, küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir.
O yüzden çok az inanırlar.”
(Bakara suresi 88) ayetinde buyrulduğu gibi kâfirler (Hazreti Muhammed’in peygamberliğini kabul etmeyenler):
“ Bizim kalplerimiz bu türlü
sözlerin kılıfıdır, biz bunlarla dopdoluyuz” derler.
Ulu Tanrı onlara cevap olarak
buyuruyor ki:
“Hâşâ(Olmaz
öyle şey)!Onlar bununla dolu değil, belki hayal, vesvese, şüphe ve şirkle, hatta lanetle doludurlar.
Çünkü haklarında,
belki Allah onlara küfürlerinden (Allah’a
ve dine ait şeylere inanmamak) dolayı lanet (Allahın
af ve bağışlarından mahrum etmesi) etmiştir.”
Buyrulmuştur.
Keşke bu hezeyanlarla (Saçma
sapan konuşmalar, sayıklama) dolu olmasalardı!
Hiç olmazsa bunu kabule layık
olsalardı, buna bile layık değiller.
Ulu Tanrı onların
kulaklarını, gözlerini ve kalplerini, başka bir renk görmemeleri için
mühürlemiştir.
Bu yüzden göz Yusuf’u kurt
görür, kulak başka ses işitir.
Hikmeti saçma ve hezeyan
sayar (Saçmalık olarak tanımlar).
Kalbini başka bir şekle
sokmuştur ki o kalp hayal ve vesvese örtüleri altında öylece donup kalmıştır.
Bunlar hakkında:
“ Allah
onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.Onların gözlerine de bir çeşit perde germiştir ve onlar için (dünya ve ahrette) büyük bir azap vardır.”
(Bakara suresi 7) buyurmuştur.
Onların kalpleri bununla dolu
olmak şöyle dursun, ne onlar, ne onlarla öğünenler ve ne de onların yakınları,
bütün ömürlerince bu hikmetten bir koku alamamışlardır.
Bu, Tanrı’nın
hikmeti bir testi gibidir.
Tanrı onu, bazılarına su ile dolu
gösterir.
Onlar bu sudan kana-kana
içerler.
Bazıların dudaklarına da onu boş
gösterir.
Bu boş gösterdiği nasıl
şükredebilir?
Tanrı’nın bu testiyi
kendisine dolu olarak gösterdiği kimse şükretmelidir.
Ulu Tanrı Âdem’i toprak ve
sudan yarattığı vakit:
“ Onun
kırk günde tamam etti.”(Hadis) onun kalıbını tamamen yaptı.
Bu zaman zarfında kırk gün,
yeryüzünde kalmıştı.
Lanet olası İblis!
Yere indi ve onun kalıbına girdi,
bütün damarlarında dolaştı, seyretti ve o kanla dolu damarı, yağı ve dört
hıltını (İnsanda bulunan 4 sıvı) görüp:
“ Oh!
Benim, arşın ayağında görmüş
olduğum ve peyda olacak olan İblis’in bu olması tuhaf değil mi?
Şayet bu değilse ne garip!
O İblis eğer varsa mutlaka,
bu olmalıdır.
İşte o kadar! “ diyerek çekip
gitti.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
***
Neler öğrendik:
1.
Her gördüğümüz
her duyduğumuzun Allah’ın ol emriyle meydana geldiğini öğrendik.
2.
Yapılan bir
şeylerin bir maksat için yapıldığını, söz ve olayların ayrıntı olduğunu
öğrendik.
3.
Sevgi bağı
olanlar arasında haksızlık, incinme, çıkışma hüzünlenme, kederli olmak, üzüntü
duymak olduğunu öğrendik.
4.
Din kardeşinin
ayıbını görmenin aslında kendimizin ayıp yaptığımızı öğrendik.
5.
Din kardeşinin
davranışından üzüntü duyarsak, kalbimiz kırılıyorsa aslında bizim onu
incittiğimizden olduğunu öğrendik.
6.
Kendimizi öz
eleştiriye alırsak ve din büyüklerinden birisi ile davranışlarımızı kıyaslama yaparsak
ancak nerde nasıl yanlış yaptığımızı bulabileceğimizi öğrendik.
7.
Kendi kötü
huylarımızın farkına vardığımız zaman başkalarında olan kötü huylar için laf
söyleyemez olacağımızı öğrendik.
8.
Bir Müminin diğer
Müminde kendisini ayna gibi gördüğünü öğrendik.
9.
Gerçek olarak
kendini görenlerin yüzünün gülemeyeceğini öğrendik.
10.
İkilikten
kurtulmamız tek olmamız gerektiğini öğrendik.
11.
Yüceliğin
nurundan yararlanmak istiyorsak ‘Ben!” i
öldürmek yok etmek gerektiğini öğrendik.
12.
Allah’ın
dostlarını kolayca göremeyeceğimizi öğrendik.
13.
Maddi varlıktan
bağlarımızı sıyrılıp yok olmamız yani “ “Ben”
içeren söz, duygu, düşünce, istek, hayal, his gibi tüm vücuda bizi
bağlayanların etkisinin kalmayacak dereceye kadar gidilmesi, boşalan bu alanı
Tanrı sevgisiyle doldurmamız gerektiğini öğrendik.
14.
Büyük adamların
dünya işleriyle uğraşmalarının nedeninin ahretteki yüksekliğe yol bulmak için
olduğunu öğrendik.
15.
Büyük adamların
halka yaklaşmasının sebebinin halktan bir şey almak için değil, halka bir
şeyler vermek için olduğunu öğrendik.
16.
Aklını saçma sapan sözlerle dolduranların
doğru ve kaliteli sözleri kabul etmeyeceklerini öğrendik.
17.
Tanrı’nın inkâr
edenlere doğru ve güzeli görmemeleri, duymamaları için perde çektiğini
öğrendik.
İşte böyle yaren,
RAVLİ HİKMET yaz Google dan
incelemelisin.
RAVLİ İBLİS yaz Google dan
incelemelisin.RAVLİ BEN VE BENLİK yaz Google dan incelemelisin.
Yaren okuduklarından hemen
tam anlama bekleme.
Okumaya incelemeye devam et.
Bir zaman sonra okudukların
birden anlayışına tam yerleşir.
Acele etme, bu yola devam et.
Mevlana Hazretlerinin
kavramsal öğretisi böyledir.
*
RAVLİ