“ Namazdan daha üstün ne olabilir?
Diye sordu.
Mevlana Hazretleri:
Söylediğimiz gibi, namazın canı (Ruhu), okunan namazdan daha iyidir.İman namazdan daha iyidir.
Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır.
Namaz bir mazeretle bozulur ve borç olmaktan düşer, sonra
kılmak mümkündür.
İmanın namazdan üstünlüğü de onun hiçbir mazeretle
düşmeyişi ve sonradan kılmaya müsaade edilmeyişidir.
Namazsız imanın
faydası olur.
Fakat imansız
namazın faydası yoktur.
Tıpkı münafık olan kimselerin
namazları gibidir.
Namaz her dinde başka
türlüdür.
İman hiçbir dinde değişmez.
Ahvali (Durumu), kıblesi ve
daha bunun gibi şeyleri değişmiş olmaz.
Yalnız bu farklar hakkında
söylenen söz, ancak dinleyenin bundan çıkaracağı manayı
talep (İstemesi) etmesi nispetinde (Ölçüsünde) zahir
(Parlak ve bol) olur.
Dinleyen, hamur yoğuranın
önündeki un gibidir.
Söz de suya benzer.
Una, kendisine elverişli
olacak ölçüde su katarlar.
ŞİİR:
Gözün başkasına
bakıyor, Ben ne yapayım?
Kendi kendinden
şikâyet et ki,
Gözümün nuru
sensin.
Gözün başkasına bakar, yani
senden başka bir dinleyen arar.
Ne yapayım?
Onun nuru sensin.
Nurunun senin gibi, yüz bin
tane (Misli) olması için, senin, seninle olmamam ve kendinden kurtulman lazım.
HİKÂYE:
Çok zayıf, cılız, ufak tefek
bir adam vardı.Herkesin gözüne, hakir (İtibarsız, değersiz, aşağı, adi, bayağı) bir serçe gibi görünürdü.
O kadar hakir ve çirkindi ki,
hakir ve çirkin yüzlüler bile, onu görmeden evvel, kendi hallerinden şikâyet
ettikleri halde, onu bu kadar hakir görünce, Tanrı’ya şükrederlerdi.
Buna rağmen adamcağız ulu
orta konuşur, büyük, büyük sözler söylerdi.
Padişahın divanında memurdu,
mütemadiyen vezirin canını sıkar, o da bunları hazmederdi.
Sonunda bir gün, vezirin
kafası kızıp:
“ Ey divan ehli!
Ben, bu falan kimseyi yerden
kaldırdım besledim, yetiştirdim.
Bizim soframız, ekmeğimiz ve
nimetlerimizle adam olup, buraya kadar geldi.
Sonunda bana böyle kötü
şeyler söylüyor” diye bağırdı.
Çirkin adam vezirin yüzüne
atılıp:
“ Ey divan ehli ve devletin
büyük adamları, erkânı!
Evet doğru söylüyor, onun ve
ceddinin nimeti ve ekmeği ile beslenip büyüdüğüm için böyle hakir ve gülünç
oldum.
Eğer başka bir kimsenin
ekmeği ve nimeti ile büyütülüp beslenseydim, yüzüm, boyum ve değerim bundan
daha iyi olurdu.
O beni topraktan tutup
kaldırdı.
“ Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık.
O gün kişi önceden yaptıklarını bakacak ve inkârcı kişi ‘Keşke toprak olsaydım!’ diyecektir.”
(Nebe suresi 40) buyrulduğu gibi, keşke başka bir kimse beni topraktan kaldırmış olsaydı!
Belki o zaman böyle gülünç
olmazdım” dedi.
Allah adamı
tarafından yetiştirilen mir müridin (Sevgi ile bağlanmış) ruhu tertemiz olup, müzevir (Arabozucu, fenalık maksadıyla yalan
söyleyen) ve ikiyüzlü bir kimse tarafından yetiştirilip, tahsil ettirilen adam
ise, o cılız adam gibi hakir, aciz ve kederli olur, tereddütlerde kalır,
duyguları noksandır ve iyi çalışmaz.
“ Allah
müminlerin sevgilisidir.
Onları karanlıktan
aydınlığa çıkarır.
Kâfirlerin
yardımcıları Tâğut’tur (büyücü, şeytan, İslam’dan önceki Mekke’deki Lât ve Uzza
putu).
Onları ışıktan
karanlığa götürürler, bunlar ateşlik olan kimselerdir ki, daima ateş içinde
kalırlar.”
(Bakara suresi 257)
Nasıl ki temiz bir su,
dibindeki taşlar, tuğlalar, kiremitler daha başka şeylerle üstündeki her şeyi
gösterirse, insanın ruhu da insanın tabiatı ile
birlikte yoğrulmuş olan bütün bilgiler ve göze
görünmeyen şeyleri gösterir.
Böyle altında ve
üstünde olan şeyi, ona bir şey ilave etmeden ve bir şey öğretmeden göstermek,
suyun yaradılışında vardır.
Fakat o su, eğer toprakla
veya başka renklerle karışırsa, bu özellik ve bilgileri kaybolur, ayrılır ve
unutulur.
Ulu Tanrı, veliler ve nebiler
gönderdi.
Bunlar, büyük ve temiz sular
gibidir.
Tanrı’nın bundan maksadı, her
bulanık ve ufacık suyun, ârazi (Görmeye engel olan) olan renginden ve bulanıklığından
kurtulması, kurtulduktan sonra da kendini temiz görünce:
“ Ben
mutlaka önce böyle temizmişim!” diye hatırlaması, o renklerin ve
bulanıklığın ârazi (Görmeye engel olan) olduğunu bilmesi ve bu ârazi (Görmeye
engel olan) şeylerden, önceki halini aklına getirmesidir.
Kuran’da:
“ Sağlamlıktan
sonra bozarlar.Allah’ın bitişmesini emrettiği şeyi parçalarlar,”
(Bakara suresi 26) buyrulmuştur.
İşte veliler ve nebiler,
onlara eski hallerini hatırlatırlar.
Onun cevherine (Özüne,
manasına)yeni bir şey katmazlar.
Şimdi o büyük suyu tanıyarak:
“ Ben ondanım, onunum” diyen
her bulanık su, ona karışmıştır.
Bu suyu tanımayan, kendisinden ayrı gören ve başka cinsten bu
bulanık su, denizle karışmamak, denize karışmış
olmaktan uzak bulunmak için, böyle renklere ve
bulanıklığa sığındı.
Kuranda:
“ Bir
sure indirilince onlar birbirine bakarlar ve:“ Acaba bizi bir gören var mı?” derler ve sonra giderler.
Onlar anlamaz bir kavim oldukları
için, Allah da onların kalplerini döndürdü”
“ Bakara suresi 129)
buyrulduğu gibi büyük su küçük suyun cinsindendir
(Halil İbrahim Aleyhisselâm
bu dua ile Hazreti Muhammet’in gelmesini için İsmail Aleyhisselâm ile Kâbe’yi
inşa ederken yaptığı duadır.)
Onun nefsinden onun
cevherindendir.
(Cevher:
Maya, öz, başkasına muhtaç olmayan kendisi tek başına ayrı bir varlık olan)
Onu kendisinden bilmemesi ve inkâr
etmesi, suyun nefsinden değildir.
Yalnız, suyun kötü bir
arkadaşı vardır ki onun aksi (Ters, zıt, inatçı, geçimsiz, huysuz, uğursuz)
suya vurur.
Küçük suyun, bu büyük sudan
ve denizden ürkmesinin kendi nefsinden veya bu kötü arkadaşın aksinden ileri
geldiğini bilmez.
Bu da iki şeyin iki şeyin
birbirine fevkalade karışmasından ileri gelir.
(Bir şeyde ruh ile
görüntüsünün birbiri içinde olması)
Mesela, toprak yiyen bir
adam:
“ Benim bu toprağa karşı olan
meylim tabiatımdan mı, yoksa tabiatıma karışmış bir hastalıktan mıdır?Diye, bunun neden olduğunu bilmez.
Davayı ispat için getirilen her beyit, her hadis ve ayet iki şahit gibidir.
Bu iki şahit her dava için şahitlik eder.
Mesela bir evin vakfındaki
iki şahit, bir dükkânın satılmasında şahitlik eder, aynı zamanda bir nikâhta da
şahit olabilir.
Bunlar bulundukları her
davada, o davaya göre böylece şahitlik edebilirler.
Şahidin sureti bu olmalı, fakat
manası başkadır.
“Allah
sizi ve bizi faydalandırsın.
Renk, kan rengi,
fakat koku mis kokusu.”(Hadis)
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
***
Neler öğrendik:
1.
İmanın çok
kıymetli olduğunu ve imansız ibadetin kabul edilmediğini, bütün dinlerde ortak
olan şeyin iman olduğunu öğrendik.
2.
Sözlerden manayı anlamaya
çalışanın, manayı önemseyenin, çok isteyenin parlaklığa kavuşacağını öğrendik.
3.
Manaya ne az söz, ne de fazla söz katmamak
gerektiğini öğrendik.
4.
Bizi bağlayan,
duygu, düşünce ve isteklerden kurtularak gönlümüzü çer çöpten temizleyerek, nur
saçan kişileri aramamız, gözünün içine bakmamız, onun bize aktaracağı nurlarla
gönlümüzü dolmamız gerektiğini öğrendik.
5.
Allah adamı
tarafından yetiştirilenlerin temiz ruhlu olacaklarını öğrendik.
6.
Ruhun temizliği
korunursa, karıştırılıp bulandırılmazsa bir şey öğretilmeden çok şeyi
göreceğini öğrendik.
7.
Hakikati olduğu
gibi görmemize engel olan karışıklıktan, bulanıklıktan kurtulmamız ve ruh
sağlığımızı korumamız gerektiğini öğrendik.
8.
Velilerin ve
nebilerin eskiden sahip olduğumuz ruh güzelliğimize ve doğru düşünme ve
davranma yeteneğimizin hayatta olması için uyarılarda bulunduğunu, yol
gösterdiklerini öğrendik.
9.
Velilerin ve
nebilerin büyük ruhu (Deniz örneği) tanıttıklarını, bu yere davet ettiklerini,
zaten onun bir parçası olduğumuzu, bulanıklığa ve farklı renklere bürünerek
ayrılmanın yanlış olduğunun farkında olmamızı sağlamaya çalıştıklarını öğrendik.
10.
Allah’ın insanın ruh bütünlüğünü bozmaması için emir görev ve
sorumluluk verdiğini ve yasaklar getirdiğini öğrendik.
11.
Allah ile ruh
bütünlüğümüzü muhafaza etmemiz gerektiğini, çünkü Allah’ın ruhuna katılmamız,
karışmamız lazım geldiğini öğrendik.
12.
Manasına bakmayıp
görünüşe bakanların aldandıklarını öğrendik.
13.
Ayetlerin,
hadislerin, Tanrı erlerinin beyitlerinin doğruyu gören ve katışıksız, başka
renge bürünmeden, bulandırmadan, sulandırmadan olduğu gibi gösteren ve söyleyen
kesin inanılması lazım gelen şahitler olduğunu öğrendik.
İşte böyle yaren,
Temiz olmak ve temiz kalmak kadar Allah ile ruhsal bütünlüğe iman sayesinde ulaşabileceğimizi öğrendik, anladık.
Bize ölçü, delil ve kuvvetli
şahit olan ayet, hadis ve Tanrı erlerinin beyitlerle anlatmaya çalıştıklarını
önemser ve anlamaya çalışırsak; sadece dünyaya uyum ile yetinmeyerek evren ile
bütünleşme sonra da Allah ile bütünleşme sağlayabileceğimizi öğrendik, anladık.
Ruhsal bütünlükle madde
bütünlüğü birbiri içinde ve birbirini etkiler durumda olduğundan çok
yarenlerimiz algı karışıklığına ve düşüncelerinde isabetsizliğe varabilirler.
Yolumuz ne kadar engelli ve
karışık olsa da İman dağ gibi bize kendini gösterir ve çekiciliği ile hep davet
eder.
O İman dağda aradığını ve
istediği her şeyi bulmak ümidiyle uğraşanlar bulmuşlar ve nimetlere gark
olmuşlardır.
Kendinden dışarı çıkıp yine
kendine peygamber gözüyle Tanrı erleri değerleriyle ve gözüyle bakıp da
eleştiri yapan ve nasihat eden kurtuluşa ereceğini öğrendik, anladık.
Ayet, hadis, Tanrı erlerinin
beyitleri inci olup şekil değiştirmeyen doğru, her zaman geçerli, iyiliğe
yönlendiren mücevher olduğundan değerini bilmemiz ve süsümüz olmasını, sonra
yaşamımızın hayat kaynağı ve istikbalimizin yegâne vazgeçilmez değeri olduğunun
farkında olmamız gerektiğini, öğrendik, anladık.
*
RAVLİ