17 Ocak 2013 Perşembe

FİHİ MAFİH 8. FASIL

(Biri):
“ Namazdan daha üstün ne olabilir?
Diye sordu.

Mevlana Hazretleri:
Söylediğimiz gibi, namazın canı (Ruhu), okunan namazdan daha iyidir.
İman namazdan daha iyidir.

Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır.

Namaz bir mazeretle bozulur ve borç olmaktan düşer, sonra kılmak mümkündür.

İmanın namazdan üstünlüğü de onun hiçbir mazeretle düşmeyişi ve sonradan kılmaya müsaade edilmeyişidir.

Namazsız imanın faydası olur.
Fakat imansız namazın faydası yoktur.

Tıpkı münafık olan kimselerin namazları gibidir.

Namaz her dinde başka türlüdür.
İman hiçbir dinde değişmez.

Ahvali (Durumu), kıblesi ve daha bunun gibi şeyleri değişmiş olmaz.
Yalnız bu farklar hakkında söylenen söz, ancak dinleyenin bundan çıkaracağı manayı talep (İstemesi) etmesi nispetinde (Ölçüsünde) zahir (Parlak ve bol) olur.

Dinleyen, hamur yoğuranın önündeki un gibidir.
Söz de suya benzer.

Una, kendisine elverişli olacak ölçüde su katarlar.

ŞİİR:
Gözün başkasına bakıyor,
Ben ne yapayım?

Kendi kendinden şikâyet et ki,
Gözümün nuru sensin.

Gözün başkasına bakar, yani senden başka bir dinleyen arar.
Ne yapayım?

Onun nuru sensin.
Nurunun senin gibi, yüz bin tane (Misli) olması için, senin, seninle olmamam ve kendinden kurtulman lazım.

HİKÂYE:
Çok zayıf, cılız, ufak tefek bir adam vardı.
Herkesin gözüne, hakir (İtibarsız, değersiz, aşağı, adi, bayağı) bir serçe gibi görünürdü.

O kadar hakir ve çirkindi ki, hakir ve çirkin yüzlüler bile, onu görmeden evvel, kendi hallerinden şikâyet ettikleri halde, onu bu kadar hakir görünce, Tanrı’ya şükrederlerdi.

Buna rağmen adamcağız ulu orta konuşur, büyük, büyük sözler söylerdi.
Padişahın divanında memurdu, mütemadiyen vezirin canını sıkar, o da bunları hazmederdi.

Sonunda bir gün, vezirin kafası kızıp:
“ Ey divan ehli!

Ben, bu falan kimseyi yerden kaldırdım besledim, yetiştirdim.
Bizim soframız, ekmeğimiz ve nimetlerimizle adam olup, buraya kadar geldi.

Sonunda bana böyle kötü şeyler söylüyor” diye bağırdı.
Çirkin adam vezirin yüzüne atılıp:

“ Ey divan ehli ve devletin büyük adamları, erkânı!
Evet doğru söylüyor, onun ve ceddinin nimeti ve ekmeği ile beslenip büyüdüğüm için böyle hakir ve gülünç oldum.

Eğer başka bir kimsenin ekmeği ve nimeti ile büyütülüp beslenseydim, yüzüm, boyum ve değerim bundan daha iyi olurdu.

O beni topraktan tutup kaldırdı.

Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık.
O gün kişi önceden yaptıklarını bakacak ve inkârcı kişi ‘Keşke toprak olsaydım!’ diyecektir.”
(Nebe suresi 40) buyrulduğu gibi, keşke başka bir kimse beni topraktan kaldırmış olsaydı!

Belki o zaman böyle gülünç olmazdım” dedi.

Allah adamı tarafından yetiştirilen mir müridin (Sevgi ile bağlanmış) ruhu tertemiz olup, müzevir (Arabozucu, fenalık maksadıyla yalan söyleyen) ve ikiyüzlü bir kimse tarafından yetiştirilip, tahsil ettirilen adam ise, o cılız adam gibi hakir, aciz ve kederli olur, tereddütlerde kalır, duyguları noksandır ve iyi çalışmaz.

Allah müminlerin sevgilisidir.
Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır.

Kâfirlerin yardımcıları Tâğut’tur (büyücü, şeytan, İslam’dan önceki Mekke’deki Lât ve Uzza putu).

Onları ışıktan karanlığa götürürler, bunlar ateşlik olan kimselerdir ki, daima ateş içinde kalırlar.”
(Bakara suresi 257)

Nasıl ki temiz bir su, dibindeki taşlar, tuğlalar, kiremitler daha başka şeylerle üstündeki her şeyi gösterirse, insanın ruhu da insanın tabiatı ile birlikte yoğrulmuş olan bütün bilgiler ve göze görünmeyen şeyleri gösterir.

Böyle altında ve üstünde olan şeyi, ona bir şey ilave etmeden ve bir şey öğretmeden göstermek, suyun yaradılışında vardır.

Fakat o su, eğer toprakla veya başka renklerle karışırsa, bu özellik ve bilgileri kaybolur, ayrılır ve unutulur.

Ulu Tanrı, veliler ve nebiler gönderdi.
Bunlar, büyük ve temiz sular gibidir.

Tanrı’nın bundan maksadı, her bulanık ve ufacık suyun, ârazi (Görmeye engel olan) olan renginden ve bulanıklığından kurtulması, kurtulduktan sonra da kendini temiz görünce:

Ben mutlaka önce böyle temizmişim!” diye hatırlaması, o renklerin ve bulanıklığın ârazi (Görmeye engel olan) olduğunu bilmesi ve bu ârazi (Görmeye engel olan) şeylerden, önceki halini aklına getirmesidir.

Kuran’da:
Sağlamlıktan sonra bozarlar.
Allah’ın bitişmesini emrettiği şeyi parçalarlar,”
(Bakara suresi 26) buyrulmuştur.

İşte veliler ve nebiler, onlara eski hallerini hatırlatırlar.
Onun cevherine (Özüne, manasına)yeni bir şey katmazlar.

Şimdi o büyük suyu tanıyarak:
“ Ben ondanım, onunum” diyen her bulanık su, ona karışmıştır.

Bu suyu tanımayan, kendisinden ayrı gören ve başka cinsten bu bulanık su, denizle karışmamak, denize karışmış olmaktan uzak bulunmak için, böyle renklere ve bulanıklığa sığındı.

Kuranda:
Bir sure indirilince onlar birbirine bakarlar ve:
“ Acaba bizi bir gören var mı?” derler ve sonra giderler.

Onlar anlamaz bir kavim oldukları için, Allah da onların kalplerini döndürdü
“ Bakara suresi 129) buyrulduğu gibi büyük su küçük suyun cinsindendir

(Halil İbrahim Aleyhisselâm bu dua ile Hazreti Muhammet’in gelmesini için İsmail Aleyhisselâm ile Kâbe’yi inşa ederken yaptığı duadır.)

Onun nefsinden onun cevherindendir.
(Cevher: Maya, öz, başkasına muhtaç olmayan kendisi tek başına ayrı bir varlık olan)

Onu kendisinden bilmemesi ve inkâr etmesi, suyun nefsinden değildir.
Yalnız, suyun kötü bir arkadaşı vardır ki onun aksi (Ters, zıt, inatçı, geçimsiz, huysuz, uğursuz) suya vurur.

Küçük suyun, bu büyük sudan ve denizden ürkmesinin kendi nefsinden veya bu kötü arkadaşın aksinden ileri geldiğini bilmez.

Bu da iki şeyin iki şeyin birbirine fevkalade karışmasından ileri gelir.
(Bir şeyde ruh ile görüntüsünün birbiri içinde olması)

Mesela, toprak yiyen bir adam:
“ Benim bu toprağa karşı olan meylim tabiatımdan mı, yoksa tabiatıma karışmış bir hastalıktan mıdır?
Diye, bunun neden olduğunu bilmez.

Davayı ispat için getirilen her beyit, her hadis ve ayet iki şahit gibidir.
Bu iki şahit her dava için şahitlik eder.

Mesela bir evin vakfındaki iki şahit, bir dükkânın satılmasında şahitlik eder, aynı zamanda bir nikâhta da şahit olabilir.

Bunlar bulundukları her davada, o davaya göre böylece şahitlik edebilirler.
Şahidin sureti bu olmalı, fakat manası başkadır.

Allah sizi ve bizi faydalandırsın.
Renk, kan rengi, fakat koku mis kokusu.”
(Hadis)

                     ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954

                     ***
Neler öğrendik:

1.   İmanın çok kıymetli olduğunu ve imansız ibadetin kabul edilmediğini, bütün dinlerde ortak olan şeyin iman olduğunu öğrendik.

2.   Sözlerden manayı anlamaya çalışanın, manayı önemseyenin, çok isteyenin parlaklığa kavuşacağını öğrendik.

3.    Manaya ne az söz, ne de fazla söz katmamak gerektiğini öğrendik.

4.   Bizi bağlayan, duygu, düşünce ve isteklerden kurtularak gönlümüzü çer çöpten temizleyerek, nur saçan kişileri aramamız, gözünün içine bakmamız, onun bize aktaracağı nurlarla gönlümüzü dolmamız gerektiğini öğrendik.

5.   Allah adamı tarafından yetiştirilenlerin temiz ruhlu olacaklarını öğrendik.

6.   Ruhun temizliği korunursa, karıştırılıp bulandırılmazsa bir şey öğretilmeden çok şeyi göreceğini öğrendik.

7.   Hakikati olduğu gibi görmemize engel olan karışıklıktan, bulanıklıktan kurtulmamız ve ruh sağlığımızı korumamız gerektiğini öğrendik.

8.   Velilerin ve nebilerin eskiden sahip olduğumuz ruh güzelliğimize ve doğru düşünme ve davranma yeteneğimizin hayatta olması için uyarılarda bulunduğunu, yol gösterdiklerini öğrendik.

9.   Velilerin ve nebilerin büyük ruhu (Deniz örneği) tanıttıklarını, bu yere davet ettiklerini, zaten onun bir parçası olduğumuzu, bulanıklığa ve farklı renklere bürünerek ayrılmanın yanlış olduğunun farkında olmamızı sağlamaya çalıştıklarını öğrendik.

10.                  Allah’ın insanın ruh bütünlüğünü bozmaması için emir görev ve sorumluluk verdiğini ve yasaklar getirdiğini öğrendik.

11.                  Allah ile ruh bütünlüğümüzü muhafaza etmemiz gerektiğini, çünkü Allah’ın ruhuna katılmamız, karışmamız lazım geldiğini öğrendik.

12.                  Manasına bakmayıp görünüşe bakanların aldandıklarını öğrendik.

13.                  Ayetlerin, hadislerin, Tanrı erlerinin beyitlerinin doğruyu gören ve katışıksız, başka renge bürünmeden, bulandırmadan, sulandırmadan olduğu gibi gösteren ve söyleyen kesin inanılması lazım gelen şahitler olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Temiz olmak ve temiz kalmak kadar Allah ile ruhsal bütünlüğe iman sayesinde ulaşabileceğimizi öğrendik, anladık.

Bize ölçü, delil ve kuvvetli şahit olan ayet, hadis ve Tanrı erlerinin beyitlerle anlatmaya çalıştıklarını önemser ve anlamaya çalışırsak; sadece dünyaya uyum ile yetinmeyerek evren ile bütünleşme sonra da Allah ile bütünleşme sağlayabileceğimizi öğrendik, anladık.

Ruhsal bütünlükle madde bütünlüğü birbiri içinde ve birbirini etkiler durumda olduğundan çok yarenlerimiz algı karışıklığına ve düşüncelerinde isabetsizliğe varabilirler.

Yolumuz ne kadar engelli ve karışık olsa da İman dağ gibi bize kendini gösterir ve çekiciliği ile hep davet eder.

O İman dağda aradığını ve istediği her şeyi bulmak ümidiyle uğraşanlar bulmuşlar ve nimetlere gark olmuşlardır. 

Kendinden dışarı çıkıp yine kendine peygamber gözüyle Tanrı erleri değerleriyle ve gözüyle bakıp da eleştiri yapan ve nasihat eden kurtuluşa ereceğini öğrendik, anladık.

Ayet, hadis, Tanrı erlerinin beyitleri inci olup şekil değiştirmeyen doğru, her zaman geçerli, iyiliğe yönlendiren mücevher olduğundan değerini bilmemiz ve süsümüz olmasını, sonra yaşamımızın hayat kaynağı ve istikbalimizin yegâne vazgeçilmez değeri olduğunun farkında olmamız gerektiğini, öğrendik, anladık.

                                   *
RAVLİ

Popüler Yayınlar