Dedim ki:
Kendinde gördüğün şeyi,
Muhammed'de niçin görmüyorsun? Herkes kendi kendisinin perdecisidir.
Dedi ki:
O yerdeki marifet hakikati
vardır, davet nereyedir? (M. 351) Yap, yapma hitabı nerede kalır?
Dedim ki:
Nihayet, o onun içindir ve bu
başkaca fazladan bir fazilettir (İyiliktir). Ettiğin bu inkârdan (Yapmadım demek) vazgeç, bu tasarrufu (Tutumu) bırak ki, davetin tam kendisidir.
Hem davet ediyorsun, hem de
davet etmemelidir diyorsun!
Bu Cebriye'ciler ne yaparlar?
Kuvvetli adam bilmez mi ki, bütün bu varlık Allahın’dır.
Bir çocuğa sorarsın:
Bizi kim yarattı? Hak yarattı, der.
Ortada bir gönderici olmadan
bu çarh döner mi dersin.
Ne söylüyorsun der? Divane misin?
Pekâlâ, bizi yaratan, var ve
yok eden mi daha güçlü, daha kuvvetlidir, yoksa biz mi?
Sana şu cevabı verir:
Eğer o bizden daha kuvvetli
olmayaydı, bizi hem var, hem yok etmeye kim güç yetirebilirdi?
Daima en yüce kudret odur ki,
bu galip ve yüce varlığı görebilsin, gözünü açsın, perdesiz, taklitsiz
yaratıcıyı temaşa (Seyir) etsin, Allah’ı görsün.
Derler ki:
Şimdi git, Muhammed'i gör ki,
o bu ay ve güneşin varlığı için bir sebeptir. Fakat onun için bir sebep yaratılmadı.
Onun hiç bir sebebi yoktur.
O Şems’in (Güneşin) yüzü kara
olur, ama bu Şems'in yüzü kararmaz. Çünkü bu hidayet (Doğru
yola kılavuzlama) güneşi Hakkın yüceliğinden nur
almıştır.
O güneş ise öyle bir
makamdadır ki, o makam ancak, "Güneş yuvarlanıp
karardığı zaman,"
(Şems Sûresi, 1) anlamındaki ayet
ile işaret buyrulan makamdır.
İyi insan dert
ortağı olur, iyi insan cana yakın, tatlı bir insan olur. Fakat Şeyh Muhammed bu yolda uygunluk göstermez.
Bir türlü uysallık tarafına
yanaşmaz.
Ben seni o halette ve o
makamda gördüm.
O halden vazgeçesin diye ne
kadar çabaladım.
Acaba o yabancılık makamında
niçin oturmuştur?
Diye gönlüm hep seninle idi.
Niçin o dar ve tatsız
menzildedir diyordum, istiyordum ki, benim sana karşı duyduğum şefkatin ne
derecede olduğunu bilesin.
Şimdi bir kere elini şöyle
bana sür.
Çoktandır sürmemiştin, işin
varsa da şöylece biraz olsun değdir. (M. 352)
Selâm sana!
Bayramın kutlu
olsun! Bizim selâmımız bir kaledir. Onun içine girersen bütün dertlerden selâmette olursun.
Şiir:
Her kim Allah
inayetinin kalesine girerseÖrümcek ona perdecilik eder.
(Peygamberimizin Medine’ye
kaçarken saklandığı mağarada örümceğin perde görevi yaparak koruması)
Âleme tek başına geldin,
bütün cihanla top oynayamazsın bütün bu insanlar arasında topunu meydandan
dışarı çıkarırsın!
Dedi ki:
Bazı âşıklar debdebeli (Ulu,
büyük, gösterişli)ve saltanatlı olur, maşuklar ve sevgililer ise durgundurlar.
Dedim ki:
Bu debdebe ve saltanat, düğün
dernek şuna benzer:
Biri seni ceviz yiyesin diye
bağa davet eder, ağaca çıkar, tekme vurmaya başlar ve sana buyur kendi elinle
ye der.
Misafirin eli ve yeni ceviz
boyası ile kararır.
Başka biri ise misafiri bağa
götürür hoş bir yerde oturtur, uşaklarına emreder:
Gidin ağaçtan ceviz indirin,
temizleyin, kabuğunu soyun, kırılmış olarak getirin, der.
Uşaklar da o şekilde
temizlenmiş cevizi getirirler, misafirin önüne koyarlar, buyur derler.
Misafir sorar:
Bu nasıl ceviz ki hiç elim
kararmadı? Kolum kirlenmedi.
Ben bunu yiyemem.
Bunun ne olduğunu Allah
bilir, bu cevize benzemiyor.
Ben böylesini hiç görmedim.
Şair diyor ki:
Kimse aşk sırrına
eremedi, Eren de şaşkına döndü.
Şeyh İbrahim, Hayyam'ın
sözüne itiraz etti.
Aşk sırrına eren niçin şaşırsın,
ermeyenlerde ise şaşkınlık nasıl olur. (M. 353)
Evet dedim.
Hayyam kendi halinin vasfını
söylüyor. O şaşkın ve perişan idi.
Bir zaman kabahati feleğe
yükler, bir gün zamaneye, bir gün bahtına, bir gün de Allah'a çatar.
Bir kere Allah yoktur der,
inkâr eder, diğer bir sefer de ispat eder.
Konuşurken bazen karanlık,
vehimlerle karışık sözler söyler.
Hâlbuki imanlı adam şaşkın ve perişan fikirli değildir.
Mümin, Allah huzurunda nikabı
(Yüz örtüsünü) atmış, perdeye yapışmış olan kimsedir.
Ne istediğini
ve ne dilediğini bilir, kulluk eder.
Onu bütün açıklığı ile
görmekten, doğudan batıya kadar bir lezzet duyar.
Zındık ise (Allah’a ve ahrete
inanmayan), daima olumsuz düşünür, hayır (Olumsuz) der.
(Ben) sözü ile konuşur.
Benliğinde hiç şüphesi
yoktur.
Çünkü açıkça görüyorum,
yiyorum, tadıyorum, bundan ne şüphem olabilir der.
Niçin evet diyeyim?
Bunu siz dilediğiniz gibi
söyleyin. Ben buna ancak gülerim.
Nasıl ki adamın biri günün
birinde tam kuşluk zamanında bir elinde sopası, öteki eliyle de duvarı tutarak,
ayakları titreye-titreye, ah vah ederek karşınıza gelir.
Ağlayarak niçin
söylemiyorsun?
Bu ne iştir başımıza geldi? Bu ne belâdır acaba?
Bu gün güneş doğmadan, bir
başka şey doğdu, diye sızlanmaya başlar.
Evet, ben de aynı şaşkınlık
içindeyim, niçin gündüz olmuyor?
Sen görüyorsun, kuşluk vakti
her taraf aydınlık içinde.
Sana bunu yüz bin defa
söyleseler ancak onlarla alay eder ve gülersin. Bu gün mümin olan yoksun
değildir, ama mümin kimdir?
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
Kendimizi
yetiştirerek Allah kapısında görev alacak duruma gelmemiz gerektiğini,
Peygamberimize bu konuda bağlanıp kalmamak gerektiğini öğrendik.
2.
Perde arkasına
geçerek Allah huzuruna varmamız, bunun sağlamak için arayış ve çalışma içinde
olmamızın gerektiğini öğrendik.
3.
Allah kendisine
kullarını davet ediyor dendiği zaman bu davetin şefaat gerektirmeyen (Aracı)
bir davet olduğunu öğrendik.
4.
Peygamberimizin
yol gösterdiğini, yolu aydınlattığını, nasıl ulaşılacağını, kulların neler
yapmaları gerektiğini açıkça anlattığını ancak bunu anlamayanların,
yapmayanların kolaycılıkla şefaat ya Resullullah diyerek kendilerini
kurtarmalarını beklediklerini, istediklerini öğrendik.
5.
Peygamberin de
Allah’ın bir kulu olduğunu hatırlayarak her şeyin Allah iradesinde olduğunu
bilmemiz gerektiğini öğrendik.
6.
Allah’ın sebepsiz var ettiğini yine sebepsiz
yok eden kuvvete ve iradeye sahip olduğunu öğrendik.
7.
Normal güneşten
ışık alanların yüzünün kararacağını, Hak’tan nur alanların aydınlık olacağını
öğrendik.
8.
Dert ortağı, cana
yakın, tatlı bir insanın iyi insan olacağını öğrendik.
9.
Bu dünyaya tek
başımıza geldiğimiz gibi yine tek başımıza gideceğimizi öğrendik.
10.
Âşıkların
gıdasının elleri ve elbiseyi kirletmeyen, saygıyla, sevgiyle ikram edilen
gıdalar olduğunu öğrendik.
11.
Herkesin kendi
halini anlattığını buna uygun tarifler yaptığını, yorumlarının kendisine ait
olduğunu öğrendik.
12.
İmanlı kişinin
bilgisinden ve inancından emin olarak, Allah ile arasındaki perdeye yapışmış,
kendi doğru görüşüne engel olan örtülerden kurtulmuş olarak her durumda lezzet
alacağı bir duruma geldiğini öğrendik.
13.
Allah’a ve ahrete
inanmayan, inanmış gibi gözükenin baş gözüyle gördüklerine inandığını, BEN
diyerek söze başlayıp ben merkezli davrandıklarını öğrendik.
14.
Herkesin dilediği
gibi konuşabileceğini, istediği gibi davranabileceğini ancak kabul görmesinin
başka bir iş olduğunu, yaptıklarının sonucuna da katlanacağını öğrendik.
İşi iyi gitmeyen, başına bela gelen neden BEN diye şikayet eder.
NEDEN sensin.
Sana yapılan öğütleri, uyarıları, önerileri dikkate almayarak BEN doğruyum, BEN haklıyım, Ben en iyisini bilirim diye konuşan olduğun için bütün belaları toplayan kişi olarak NEDEN şikâyet ediyorsun ki.
Mümin olmanın sayısız bilgisine sahip olduğun halde o bilgiyi hayatına kazanmak, o bilgileri gerçekleştirmek yerine o sözleri parlatarak başkalarına aktaran kim ki?
Yanlışı, hatayı, yetersizliği kendinde aramayıp da başkalarında arayan kim?
Kendi suçunu, günahını, ayıbını görmezlikten gelip başkalarının kusurlarıyla uğraşan kim?
İşte böyle ey yaren,
Bütün büyüklerimiz, önce kendini düzelt, içine dön, kendini gör yani nefsini gör diye öğüt verdiklerini hatırlamalıyız.
Nefsini göremeyenin, nefsini bilemeyenlerin, nefsini hâkimiyet altınaalamayanların Allah’ı görmelerinin mümkün olmadığını Peygamberimizden öğrenmemişlerin hali perişanlıktır.
Bilmemek bir ayıp olduğu gibi öğrenmemek için direnenlerin suç olduğunu tekrar hatırımıza getirmemiz gerekmektedir.
BEN Müslüman’ım, Ben Müminim demekle bu özelliklere sahip olamayız, ancak Allah’a kulluk edersek sözün başındaki BEN kelimesinin yok olduğunu, onun yerine Elhamdülillah kelimesinin geleceğini öğrendik, anladık.
*
RAVLİ