Sevilen kimse güzeldir.
Bunun aksi olamaz.
Yani, her güzel sevilmez, her güzelin sevilmesi lazım gelmez.
Güzellik, sevilmiş
olmanın, sevimliliğin bir cüz’üdür (Parçası).
Sevimli olmak asıldır.O olunca güzellik elbette olur.
Bir şeyin Cüz’ü, küllünden
(Parça ait olduğu bütünden) ayrı olamaz ve her zaman cüz, külli ile bir arada
bulunur.
Mecnun zamanında da güzeller
vardı ve onlar Leyla’dan daha güzeldi.
Fakat Mecnun bunlara sevgi
göstermemişti.
Ona: “ Leyla’dan daha güzelleri
var, sana bunları getirelim” dediler.
O: “ Ben Leyla’yı dış
güzelliği ve görünüşü bakımından sevmiyorum.
O görünüşten ibaret değildir.
Leyla benim elimde bir kadeh
gibidir.
Ben o kadehten şarap içiyorum
ve bu şaraba aşığım.
Sizin gözünüz sadece kadehte, içindeki şaraptan haberiniz yoktur.” Dedi.
Bana eğer mücevherlerle
süslü, altın bir kadeh verseler, fakat içinde
sirke veya şaraptan başka bir şey bulunsa, bu benim ne işime yarar?
Hâlbuki içinde şarap bulunan
eski, kırık bir kabak, benim için o kadehten ve bunun gibi yüzlerce kadehten
daha iyidir.
Şarabı, kadehten anlamak için
aşk ve şevk (Şiddetli arzu, keyif, neşe, sevinç)
lazımdır.
Mesela, on gündür bir şey
yememiş bir açla, günde beş öğün yemek yiyen bir tok, her ikisi de ekmeğe
bakarlar, tok olan ekmeğin dışını şeklini, aç ise
canını, özünü görür.
Çünkü bu ekmek kadeh, onun
tadı ise kadehteki şarap gibidir.
Bu şarap iştah ve şevk
gözüyle görülebilir.
Bunun için sen de kendinde
şevk (Şiddetli arzu, keyif, neşe, sevinç) ve iştah hâsıl et ki, sadece dışı
gören bir insan olmayıp Kevn ü mekânda (Dünyada) her zaman sevgiliyi göresin.
Bu insanların sureti
kadehlere benzer ve bu bilgiler, ilimler de o kadehin üzerindeki resimler,
nakışlar gibidir.
Kadeh kırılınca bu şekillerin
ve resimlerin kalmadığını görmüyor musun?
O halde değer, kadeh gibi olan vücutlardaki şaraptadır (İçteki
değer) ve bu şarabı içen kimse (Ebedi hayatı içine alan) kalan iyi şeyler olduğunu
görür. (Kehf suresi 61-64)
Soru soranın iki girişi
düşünmesi lazım gelir.
Biri, şunu kesin olarak
bilmeli ve demelidir ki:
Ben bu söylediğim
şeyde yanıldım.
Bu benim
bildiğimden başka bir şey daha vardır.
İkincisi, bundan iyi ve bundan üstün olan ve bilinmeye değen bir söz ve hikmet
(Kontrol) vardır, fakat ben bunları bilmiyordum, şimdi öğrendim (Demelidir).
Soru sormak
bilginin yarısıdır, sözünü bunun için
söylediklerini öğrenmiş olduk.
Herkes bir kimseye yüzünü
çevirmiştir ve herkesin istediği Hakk’tır.
Bu ümitle ömürlerini
harcarlar.
Fakat bu arada kime isabet
ettiğini ve kimin yüzünde padişahın Çevgeninin izi bulunduğunu bilmesi (Allah’ın yönlendirdiğini, bu yöne ittiğini gösteren) için
bir ayırıcı lazımdır ki o, bir diyici ve birleyici (Allahın birliğine inanan) olsun.
Böyle bir insan, suda
boğulmuştur ve su onda tasarruf edip (sahip olup), onun su üzerinde bir
tasarrufu (Sahip olması) yoktur.
Yüzücü ile boğulan bir
kimsenin her ikisi de sudadır.
Fakat boğulanı su götürür ve
yüzücüyü kendi gücü, kuvveti taşır, kendi ihtiyarı (Seçimi) ile hareket eder.
İşte bunun için suya batmış
olan bir kimsenin her yaptığı iş ve söylediği her söz, kendinden olmayıp
sudandır.
O arada bahanedir.
Mesela duvardan bir ses
geldiğini işitirsen, bunu duvarın söylemediğini bilirsin.
Duvarın arkasına gizlenmiş
olan biri, sanki duvar konuşuyormuş gibi gösteriyor.
Evliya da aynen böyledir.
Onlar ölmeden önce ölmüşler, duvar ve kapı hükmü almışlardır.Kendilerinde varlıklarından kıl ucu kadar bir şey kalmamıştır.
Tanrı’nın kudreti elinde bir
siper (Kalkan) gibidirler.
Siperin hareket etmesi,
kendiliğinden değildir.
İşte Ene’l Hak (Ben Allah’ım)
sözünün manası bu olmalıdır.
Siper:
“ Ben
arada yoğum, hareket Tanrı’nın eliyle hâsıl(Ortaya çıkıyor) oluyor”
diyor.
Bu siperi Hak olarak görünüz
ve Tanrı ile pençeleşmeyiniz (Savaşmayın, dövüşmeyin).
Çünkü böyle bir siperi
yaralamak isteyenler, gerçekte Tanrı ile dövüşmüş ve kendilerini O’na vurmuş olurlar (Allah’ın
öfkesini harekete geçirirler).
Âdem zamanından şimdiye
kadar, onların başına neler geldiğini duymuşsunuzdur.
Firavun, Şeddad, Nemrud ve Âd
kavmi, Lût ve Semud vesairenin başına neler geldi?
Bu siperler itaat ve ibadet
eden ile baş kaldırıp karşı koyandan, düşmanın
evliyadan ayırt edilebilmesi için her devirde kaimdirler (Geçerli,
etkili).
Bazısı veli, bazısı nebi
suretinde görünürler.
İşte bunun için her veli
halkın hüccetidir (Delili, şahidi, senedi).
Halkın yeri ve derecesi, ona
olan bağlılığı, ilgisi ölçüsünde olur, düşmanlık
ederlerse Tanrı’ya etmiş, dostlukta bulunurlarsa Tanrı ile dost olmuş olurlar.
Onu gören beni
görmüştür.
Ona kasteden bana
kastetmiştir.(K.K.)Buyrulduğu gibi.
Tanrı’nın (has) kulları
Tanrı’nın hareminin mahremidirler.
Tıpkı hadımlar gibi.
Tanrı bu hadımların bütün
şehvet ve varlık damarlarını, kötülük etme köklerini tamamen kesmiş ve
temizlemiştir.
Böylece o hadımlar dünyanın
mahdumu (Oğlu) ve o köleler, dünyanın efendisi, sırların mahremi (Kendisine sır söylenen) olurlar.
Kuran’da:
“ Ona
ancak temiz olanlar dokunabilir”(Vakıa suresi 79) buyrulmuştur.
(Mevlana) Buyurdu ki:
Eğer o, arkasını büyüklerin
türbesine karşı çevirmişse, bunu onları inkâr etmiş olduğu yahut bilmediği için
yapmamıştır, yüzünü onların ruhuna doğru çevirmiştir
de ondan.
Bizim ağzımızdan çıkan bu söz
onların canıdır.
Eğer gövdeye arkalarını
dönüp, ruha yüzlerini çevirirlerse bunun ne
zararı var?
Benim bir huyum var, kimsenin
benden incinmesini istemiyorum.
Sema ederken bazı kimseler
bana çarpıyor ve yarandan bazısı, onların bu hareketine mani oluyorlar, işte bu
benim hiç hoşuma gitmiyor ve yüz kere:
“ Benim yüzümden hiç kimseye
bir şey demeyin!” dedim.
Ben buna razıyım, yanıma
gelen yaranın sıkılmaması, üzülmemesi için o kadar gönül almaya çalışıyorum ve
onları meşgul etmek, oyalamak için şiir söylüyorum.
Yoksa ben nerede, şiir
söylemek nerede!
Vallahi ben şiirden bıktım,
usandım ve benim indimde bundan daha kötü bir şey yoktur.
Mesela bir adam, misafirinin
canı işkembe çorbası istediği ve bu onun iştahını açacağı için, eline pislikli
bir işkembeyi almış karıştırıp duruyor.
Benim için de başkaları arzu
ettiğinden dolayı onunla alakadar olmak lazım geldi.
Mesela yine bir adam falan
şehrin ahalisine ne gibi bir kumaş lazımdır, onlar nasıl kumaş alırlar?
Diye baktıktan sonra, hatta
bu malların en aşağısı, en bayağısı da olsa, yine o kumaştan alıp satarlar.
Fazıllar((Erdemli),
muhakkikler (Soruşturarak gerçeği arayıp meydana çıkaranlar), akıllı, uzak
görüşlü ve derin düşünceli insanlar yanıma geldikleri zaman onlara gerçek,
nadir, nefis ve ince şeylerden bahsetmek için, ilimler öğrendim, zahmetler
çektim.
Ulu Tanrı’nın kendisi de
böyle istedi.
Bütün o bilgileri burada
topladı ve o zahmetleri buraya getirdi.Böylece beni bu işlerle uğraşmak zahmetine de burada soktu.
Fakat ne yapalım ki bizim yurdumuzda ve bizim milletimiz arasında insanı şairlikten daha çok utandıracak bir iş yoktur.
Eğer biz, o memlekette kalmış
olsaydık, oradakilerin huylarına, yaratılışlarına uygun bir halde yaşar ve ders
vermek, kitap yazmak, vaaz etmek ve züht-ü takvada (Her
türlü zevke karşı koyarak kendini ibadete vermek, Allah korkusuyla dinin yasak
ettiği şeylerden kaçınmak) etmek bulunmak, zahiri (Görünen) şeylerle
meşgul olmak gibi, onların istediği şeylerle uğraşırdık.
Emir Pervane bana:
“ Asıl olan amel’dir” dedi(Amel: Allah emirlerini bağlılıkla, doğrulukla, inanmakla yerine getirmek)
Ben de ona dedim ki:
Nerede amel ehli, hani amel
isteyen?Gelsin de ona ameli göstereyim.
Sen şimdi söz istiyorsun ve
bir şey duymak için kulak kesilmişsin, eğer söylemeyecek olursam üzüleceksin.
Amel iste biz de sana
gösterelim.
Bu dünyada ameli
gösterebileceğimiz bir mert istiyoruz.
Amel’e müşteri bulamayıp,
söze bulduğumuzdan, sözle meşgulüz.
Sen amel’den ne anlarsın?Çünkü amil (Amel eden) değilsin
Amel amel edenle, ilim ilimle
anlaşılır, suret suretle, mana da mana ile bilinir.
Sen bu yolun yolcusu
olmadığından ve (İçini doldurmamış) boş bulunduğundan, biz yolda ve amelde
olsak da bunu nasıl göreceksin?
Bu amel namaz ve oruç mudur?
Bunlar amelin suretidir
(Görünen tarafı).O, içteki manadır.
Âdem zamanından Mustafa’nın (Tanrı’nın
selam ve salâtı üzerine olsun) zamanına kadar, namaz ve oruç bu şekilde
değildi.
Fakat amel vardı, o halde bu
suret, amel olur mu?
Amel insandaki
manadır.
Mesela sen:
“ İlaç tesirini gösterdi
/Amel etti)” dediğin zaman, orada amelin sureti yoktur.O ancak ondaki manadır.
Şu adam falan şehrin âmilidir
(vali), dedikleri vakit suretten bir şey görmezler, fakat onunla ilgili olan
işler vasıtasıyla, ona âmil (Bilgisiyle o işi yapan) derler.
Öyleyse amel, halkın bundan anlamış olduğu şey değildir.
Onlar amel’in bu görünen şey olduğunu sanırlar.
İçi, dışı bir olmayan bir
adam amel’in görünüşü yerine getirirse, bunun ona hiç faydası olur mu? (Olmaz)
Çünkü onda bağlılık, doğruluk ve inanmanın manası yoktur.
Her şeyin aslı sözdür.
Senin sözden haberin yok, hem
de bunu küçümsüyorsun.
Söz, amel ağacının meyvesidir.Çünkü o (Söz) amelden doğar.
Ulu Tanrı âlemi sözle yarattı
ve “Ol deyince o da olur”.
(Yasin suresi 82)
İman kalptedir.
Fakat onu sözle ifade etmezsen faydası olmaz.Namaz da fiildir.
Eğer Kuran okumazsan, o namazın sahih olmaz.
(Sahih: Gerçek, doğru, katışıksız, kusursuz, ayıpsız olmak)
Sen şimdi sözün itibarı yoktur, demekle bu sözle, aksini söylemiş oluyorsun.
Çünkü mademki sözün değeri
yoktur, biz bu söz muteber (İnanılır, güvenilir) değildir, sözünü duyduğumuz
zaman sen bunu da sözle söylemiyor musun?
Biri:
“ Biz hayır işlediğimiz iyi
ve doğru işler yaptığımız için, eğer Tanrı’dan bir karşılık ve iyilik umarsak
bunun bize bir zararı olur mu olmaz mı?” Diye sordu.
Mevlana buyurdu ki:
Vallahi ümitli ve imanlı olmak lazımdır.İşte korku ve ümit (Havf-ü reca) de budur.
Biri benden:
“ Ümit güzel, hoş bir şey,
fakat korku ne oluyor?” Diye sordu.
Ona cevap olarak dedim ki:
Bana korkusuz bir ümit yahut
ümitsiz bir korku göstersene!
Bunlar birbirinden ayrı
olmadığı halde böyle bir şeyi nasıl soruyorsun?
Mesela biri buğday ekerse,
elbette buğday biteceğini ümit eder,
fakat yine de Allah esirgesin!
Bir afet, bir engel çıkıp
(Zarar vermesin).” Diye, içinde bir korku da vardır.
Bununla anlaşılmış oldu ki korkusuz ümit yoktur.Ümitsiz bir korku yahut korkusuz bir ümit asla tasavvur olunamaz.
(İnsan) ümitli olur da
karşılık ve ihsan beklemezse, o işte mutlak surette, daha hararetli olur, daha
ciddi davranır.
Ümit, beklemek onun kanadıdır, kanatları ne kadar kuvvetli ve sağlam
olursa, o kadar yükseklere uçabilir.
Eğer ümidi olmazsa
tembelleşir, kendisinden bir hayır beklenmediği gibi, kullukta da bulunamaz.
Mesela bir hasta acı ilaçları
içer ve birçok tatlı şeyleri terk eder.
Eğer onun sağlığa kavuşmak ümidi olmasaydı, buna nasıl tahammül ederdi?
İnsan konuşan bir hayvandır.
İnsan, hayvanlıktan ve söz
söylemekten mürekkeptir (iki veya daha çok birleşmesinden meydana gelen).
Hayvanlık onda
daimidir, ayrılmaz.
Söz de böyledir,
her zaman onda mevcuttur.
İnsan görünüşte bir söz
söylemezse de içinden konuşur, her zaman konuşkandır.
Tıpkı çamur karışmış bir
seylâp (Sel suyu) gibidir.
Bu seylâb’ın temiz olan suyu onun sözü (Nutku), o çamur da hayvanlık
tarafıdır.
Fakat bu çamur onda ârızidir
(Gelip geçici).
Görmüyor musun insanların
çamurları ve kalıpları gitmiş, çürümüş bir eser kalmamış olduğu halde, onların
iyi kötü (Bütün) sözleri, hikâyeleri ve bilgileri kalmıştır.
Gönül ehli (Olan
insan) bir küldür (Bütündür).
Sen onu görünce,
hepsini görmüş olursun.
Çünkü avın hepsi, yaban
merkebinin içindedir, derler.
Dünyadaki bütün yaratıklar
onun cüz’leridir (Tümün parçaları) ve o küldür (Tümdür).
Beyit:
Bütün iyi ve kötü
şeyler, dervişin cüz’üdür.(Böyle olmazsa)O, derviş, değildir.
İşte kesin olarak, o küllü (Tümü)
gördüğünden, bütün âlemi ve ondan sonra her kimi görürsen, onu tekrar görmüş
olursun.
Onların sözü, bu küllün (Tümden
gelen) sözleri içinde bulunmaktadır ve onların sözünü işittiğin için, bundan
sonra işiteceğin her söz, tekrardan ibaret olur.
Beyit:
Kim onu bir yerde
görürse,Sanki her insanı ve her yeri görmüş olur.
Şiir:
Ey Tanrı’nın
kitabının nüshası olan sen!Ve ey Şahlığın Cemalinin aynası olan sen!
Alemde senin
dışında olan bir şey yoktur..
Her istediğini
kendinden iste (Ara)
Çünkü her şey
sensin.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Güzelliğin bir
çekiciliği olduğunu, sevimliliğin de ayrı bir çekicilik olduğunu öğrendik.
2.
Güzelliğin
sevimlilikten geldiğini öğrendik.
3.
Açlıkla (Gereksinim
duyma) bakanın canı özü gördüğünü öğrendik.
4.
Toklukla (Doymuş)
bakanın dışa ve şekle baktığını öğrendik.
5.
Ebedi hayatı vereni bulup, içyüzünü öğrenerek
içimizde yer etmesini sağlamamız gerektiğini öğrendik.
6.
Şarap diyerek,
şarap üzerinden anlatılanın kişiye zevk ve sarhoşluk vermesini anlatmak için
şarap dendiğini öğrendik.
7.
Soru sorma
bilmediğimiz bir şey olmalıdır.
8.
Başkasını imtihan
etmek için sorduğumuz sorudan bile öğreneceğimiz çok şeyler olduğunu öğrendik.
9.
Soru bizim ne
seviyede olduğumuzu gösterdiğinden düşünerek soru sormamız lazım geldiğini
öğrendik.
10.
Allah’ın
birliğine inanan, bunun izlerini taşıyan, karışıklığı ayırmasını bilen, doğruyu
olduğu gibi söyleyen birine öğrenmek için soru sorulması lazım geldiğini
öğrendik.
11.
Allah’ın
rahmetine batmış bir kişinin sözlerinin kendi sözü olmayıp o rahmetin yani
Allah yardımından gelen sözler olduğunu öğrendik.
12.
Evliyaların
vücudunun bir duvar ve kapı olduğunu, o söylüyormuş gibi Allah’ın ondan
seslendiğini, o kapıdan İlahi âleme giriş yapıldığını öğrendik.
13.
Evliya ile
uğramanın, dövüşmenin, savaşmanın aslında Allah’la yapmak olduğunu sonucuna
katlanmaları gerektiğini öğrendik.
14.
Herkesin farklı
istekleri olduğunu, büyüklerin bu istekleri onlar için yaptıklarını öğrendik.
15.
Allah’ın
emirlerini yalnız görünenler olarak kısıtlı tutmamamız, başkasının da
görmeyeceği emirleri de yerine getirmemiz gerektiğini öğrendik.
16.
Gerçek,
doğru, katışıksız, kusursuz, ayıpsız olarak
Allah’ın emirlerini yerine getirmek için çalışmamız gerektiğini öğrendik.
17.
Sözün
değerini bilmemiz gerektiğini öğrendik.
18.
Hayvanlık ve
sözün insanda daima bulunduğunu öğrendik.
19.
Dervişin tümden
gelen sözleri söylediğini, sözü ne tarafa götürürsek götürelim tüme gideceğini,
bütünlüğünü koruyacağını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Allah’ın bizi mükemmel olarak yarattığının farkına varmalıyız.
Allah’ın yüz aynası olmamız için çalışmamız, kendimizden istememiz, kendimizde aramamız gerekiyor, çünkü aradığımız istediğimiz her ne ise bizde olduğunu, görünür hale getirmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.
*
RAVLİ