“ O, sizi görmek istiyor ve keşke Hüdevendiğar’ı (Mevlana) görseydim” diyordu.” Dedik.
Mevlana buyurdu ki:
O, Hüdevendiğar’ı bu saatte
hakikaten göremez.
Çünkü onun “ Hüdevendiğar’ı
göreyim!” diye arzu etmesi, Hüdevendiğar’ı görmesine
mani olan bir perde idi.
Bu saatte onu perdesiz,
peçesiz olarak göremez.
Bunun gibi insan halkın ana,
baba ve arkadaşlarına, yerlere ve göklere, bağlara, bahçelere, köşklere,
bilgilere, işlere, yemeklere şarap vesaire gibi çeşitli şeylere karşı olan
bütün arzu, sevgi ve şefkatlerinin hepsinin
gerçekte Tanrı’yı sevmek ve bilmek olduğunu
bilir.
Bunların hepsi örtülerdir.
İnsanlar bu dünyadan göçüp, o Şahı nikapsız (Örtüsüz) olarak görünce, bunların hepsinin perdelerden ibaret olduğunu ve gerçekte istediklerinin yalnız o şey olduğunu görür ve anlarlar.
Bu suretle bütün güçlükleri
halledilir ve içlerindeki her türlü soruların ve müşküllerin karşılığını
duyarlar.
İstedikleri şeyi
açıkça görürler.
Tanrı, her güçlüğe birer
karşılık vererek cevaplandırmaz, bir tek cevap vermek suretiyle bütün soruları
açıklar ve cevaplandırır.
Böylece bütün müşküller
(Güçlükler, zorluklar, engeller, çetinlikler) halledilir.
Mesela kışın her insan,
soğuktan elbiselere ve kürklere sarınır bir tandıra ve sıcak bir kovuğa sığınır.
Bunun gibi ağaç, ot ve daha
başka bitkiler de soğuktan zarar görmemek için varlarını, yoklarını içlerine
alıp saklarlar.
Baharın gelmesi onların
cevaplarını verir ve bütün ölü, diri ve bitki hakkındaki çeşitli soruları bir
anda hallolur.
Bu sebepler ortadan kalkınca,
hepsi baş gösterir ve o belanın (Gam, keder, üzüntü, afet, ceza, zor uğraşı)
neyi gerektirdiğini bilirler.
Tanrı bu örtüleri
bir sebebe dayanarak yaratmıştır.
Tanrı’nın Cemal’i (Yüzü) nikapsız (Örtüsüz) olarak görünürse, biz bunu görmeğe tahammül edemeyiz ve ondan nasibimizi alamayız.
Bu nikaplar(Örtüler)
vasıtasıyla yardım görüyor, fayda elde ediyoruz.
Bu gördüğün güneşin ışığı
vasıtasıyla yürüyoruz, görüyoruz, iyiyi kötüden ayırıyoruz ve ısınıyoruz.
Ağaçlar, bağlar da onun
sayesinde meyve sahibi oluyorlar.
Olmamış, ekşi ve acı meyveler
onun sıcaklığı ile olgunlaşıp tatlılaşıyorlar.
Altın, gümüş, lâl ve yakut
madenleri, onun tesiri ile meydana çıkar.
Vasıtalarla bize bu kadar
fayda veren bu güneş, eğer bize biraz daha yakın yaklaşacak
olursa, hiçbir fayda vermeyeceği gibi hatta bütün dünyayı ve insanları yakar, kavurur.
Ulu Tanrı dağa perdeyle
tecelli ettiği zaman, dağ güllerle doluyor, yemyeşil oluyor, süsleniyor.
Hâlbuki perdesiz tecelli
edince, dap alt üst ve paramparça olur.
(Bunun için) Ulu Tanrı
buyurdu ki:
“ Ey Musa!Ben seni mümtaz (Seçkin) kıldım.
Sana verdiğimi al ve mazhar (Şereflenmiş) olduğun nimete şükredenlerden ol.
(Araf suresi 144)
Biri:
“ Sanki kışın da aynı güneş
mevcut değil mi?” diye sordu.Bunun üzerine Mevlana buyurdu ki:
Bizim buradaki maksadımız bir
örnek vermektir.
Orada ne deve, ne de koyun
vardır.
Ayrı bir mesel (Benzer,
numune), ayrı bir misal (Örnek) bulunur.
Akıl onu cehd (Çalışma, çabalama) ile anlayamaz, bununla
beraber cehd (Çalışma, çabalama) göstermekten de geri kalmaz.
Eğer cehdini (Çalışma, çabalama) terk edecek olursa artık akıl sayılmaz.
Akıl, anlamış ve anlayış kabiliyetini haiz olmamasına rağmen, her zaman gece gündüz Yüce Tanrı’ya anlayış ve kavrayışta düşünmekten, çalışıp çabalamaktan mustarip (acı çeken, ağrı duyan, acıyan, sızlayan, mustarip olan, gamhor, ağrıyan, kederli, elemzede olan ) ve kararsız bulunan şeydir.
Akıl pervane,
sevgili de mum gibidir.
Her ne kadar pervane (Geceleri
ışığın etrafında dolaşan küçük kelebek) kendini muma çarptıkça yanar ve yok
olursa da, asıl pervane zarar gördükçe, yandıkça ve eleme uğradıkça, mumun
ışığından ayrılmayandır.
Eğer pervane gibi bir hayvan
olsa, mumun ışığından şikâyet etmese ve kendini o ışığa çarpsa, o da bizzat
pervane olur.
Pervane kendini mumun ışığına
çarptığı halde yanmazsa, o mum de mum sayılmaz.
İşte bunun için bir insan
halk ile ilgilenmez, halktan şikâyet eder ve bir cehd (Çalışma, çabalama) göstermezse o, insan
değildir.
Hakk’ı anlasa, kavrayabilse
de onun anladığı idrak ettiği Hak, Hak değildir.
Şu halde insan, çalışıp
çabalamadan geri duramayan, cehtle (Çalışma, çabalama) ile dolu olan ve
Tanrı’nın yüceliğinin nuru etrafında kararsız, huzursuz, bir halde dolaşan
kimsedir.
Hak ise insanı
yakar, yok eder ve hiçbir akla sığmaz, hiçbir akılla anlaşılmaz.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
***
Neler öğrendik:
1.
Mevlana’yı görmek
başka bir şey, Mevlana’nın hakikatini görmenin başka bir şey olduğunu öğrendik.
2.
Mevlana’yı görmek
ve bilmekten önce Tanrı’yı görmek ve bilmek arzusunun kişide örtüsüz açığa
çıkmasının, ifade edilir duruma gelmesinin, gerektiğini öğrendik.
3.
Tanrı’yı bilmek
ve görmek arzusu kişide amaç haline geldiği zaman; Tanrı
kendine yaklaştırmak, huzuruna almak için o
kişiye kılavuzluk edecek Tanrı erlerini sevdirir
ve onların öğütleriyle terbiye ettirerek hazırlanmasını sağladığını öğrendik.
4.
Kara perdelerin
uygun olmayan kişilerin İlahi sırları anlamaması için konulduğunu, bu perdeleri
de Allah’ın açtığını öğrendik.
5.
Beyaz perdelerin
Tanrı’nın nuru yakmasın diye araya konduğunu öğrendik.
6.
Tanrı’nı bütün
zorluklara, zahmetlere, çalışmalara, sorulara yani problem ve zorluk gibi
gözüken her şeye oluşum olarak açıkça görünür
tek bir cevap verdiğini, bu cevabın her şeyin cevabı olduğunu, sonuçları
önemseyenlerin, gözleyenlerin anlayabileceğini öğrendik.
7.
Tanrı’nın
nimetlerini faydalanabileceğimiz yer, zaman ve ölçülü kuvvetle ve sebepler
üzerinden verdiğini öğrendik.
8.
Aklın Allah’ı
anlama ve kavrama gücü olmamasına rağmen insanların anlamak ve kavramak için
çalıştıklarını öğrendik.
9.
Aklıyla anladım
diyenin başka bir Tanrı’yı kast etiğini öğrendik.
*
RAVLİ