O mukaddes olan ve nimetler bağışlayan (Tanrı) dünyadan müstağnidir (İhtiyacı yok), hepsinin canıdır, fakat kendisi candan müstağnidir (İhtiyacı yok).
Senin vehminin ( Sıkıntı, yersiz korku, şüphe, tereddüt) ihata (Kavrayan, kuşatan) ettiği her şey onun kıble (Tarafı)
yönüdür.
O ise (Yönden) müstağnidir (İhtiyacı
yok).
Bu söz çok saçma!
Ne padişahı ve ne de kendini
övmektir.
Ey sersem adam!
O senden müstağni (İhtiyacı
yok) olunca bundan ne zevk alıyorsun.
Bu, dostların değil
düşmanların hitabıdır.
Çünkü düşman:
“ Ben senden müstağniyim
(İhtiyacı yok) , sana muhtaç değilim” der.
Sen şimdi ateşli bir âşık
olan şu Müslüman’a bak!
Zevk halinde sevgilisinin
kendisinden müstağni (İhtiyacı yok) olduğunu söylüyor.
Bu tıpkı şuna benzer:
Mesela bir külhancı (Şehir
hamamının suyunu ısıtan) külhana oturup:
“ Sultan benden müstağnidir
(İhtiyacı yok), bana ihtiyacı yoktur ve bütün külhancılardan vazgeçmiştir”
derse ve padişah kendisinden vaz geçmiş olursa, acaba bunun külhancı için zevki
neresinde?
Evet, külhancı eğer:
“ Ben külhanın damındaydım.Sultan geçiyordu.
Kendisini selamladım.
Bana pek çok baktı, yanımdan
geçtiği halde yine bakıyordu” derse bu gerçekten zevkli bir sözdür, fakat
padişah külhancılardan vazgeçmiştir, demek ne biçim padişahı övmektir ve
külhancı için bunun ne zevki olur?
Senin vehminin (Sıkıntı, yersiz korku, şüphe, tereddüt) kavrayamadığı
her şey…
Ey sersem herif, senin gibi
bir adamın vehminden (Sıkıntı, yersiz korku, şüphe,
tereddüt), afyondan (Uyuşukluk verme) başka
ne geçer!
Senin vehminle (Sıkıntı, yersiz korku, şüphe, tereddüt), hayalinle
herkesin ne alakası var!
Eğer sen kendi vehminden (Sıkıntı, yersiz korku, şüphe, tereddüt) onlara
bahsedecek olursan bundan sıkılıp kaçarlar.
Vehim nedir ki Tanrı ondan
müstağni (İhtiyacı yok) kalmasın?
İstiğna ayeti bizzat kâfirler
hakkında inmiştir.
Hâşâ (Olmaz öyle şey) ki bu
hitap müminler için olsun!
Onun istiğnası (Aza kanaat etme, tok gözlülük) sabit olmuştur.
Yalnız eğer sende değerli bir
hal varsa, o zaman senin aziz ve şanlı oluşundan dolayı, senden müstağni (İhtiyacı yok) olması ayrı bir mesele…
Şeyh-i Mahalle:
“ Önce görmek, sonra işitip
söylemek (Gelir).Mesela herkes sultanı görür, fakat onunla konuşan ancak, onun has adamıdır.
“ diyordu.
Mevlana buyurdu ki:
Bu yanlış, saçma ve
talihsizliktir.
Çünkü Musa (Selam ona olsun)
önce konuştu, işitti, sonra Tanrı’nın Didarına (Yüzüne)
talip oldu.
Söz söylemek
makamı Musa’nın, görmek makamı ise
Muhammed’indir.
O halde bu söz nasıl doğru
olabilir ve nasıl olur? Dedi.
Buyurdu ki:
Biri Mevlana Şemseddin
Tebrizi’nin (Tanrı onun ruhunu takdis etsin)
yanında:“ Ben kesin bir delille Tanrı’nın varlığını ispat ettim” dedi.
Ertesi sabah Mevlana
Şemseddin buyurdu ki:
Dün gece melekler gelmiş:
“ Allah ona ömür versin!
Bu dünyadakiler hakkında
kusur etmedi ve Tanrı’ya şükürler olsun ki bizim Tanrı’mızı ispat etti” diye o
adama dua ediyorlardı.
Ey zavallı adamcağız, Tanrı’nın varlığı sabittir buna delil istemez.
Eğer bir iş yapmak istiyorsan,
kendini derecen ve makamınla onun önünde ispat et.
Yoksa O delilsiz olarak sabittir.
“ Hiçbir
şey yoktur ki O’na hamd ederek şanını tenzih (Her türlü eksik ve noksandan
uzak) etmesin”(İsra suresi 44) bunda şüphe yoktur.
Fakihler (Mollalar) akıllıdır
ve kendi fenlerinde her şeyi yüzde yüz görürler.
Fakat bunlarla o âlem arasına
Yecuzu (Caiz “ Uygundur) Lâyecuz (Caizdeğildir ‘Uygun değildir’) kaydında
bulunduklarından, bir duvar çekmişlerdir.
Eğer bu duvar onlara perde
vazifesini görmezse, onlar hiç okuyup öğrenemezler ve bütün bu işleri de yüz
üstü kalır.
Büyük Mevlana (Tanrı onun
aziz olan ruhunu takdis etsin) bunun benzerini buyurmuştur:
O Alem deniz gibidir.
Bu dünya köpüğe benzer.
Aziz ve Yüce olan Tanrı bu
köpük parçasını bayındır kılmak istediğinden birçok insanların arkalarını
denize çevirmiştir.
Onlar eğer bununla meşgul
olmazlarsa birbirini yok ederler.
Bu yüzden o köpük parçası da
yıkılır, harap olur.
O halde bu, padişah için
kurulan bir çadırdır.
Bir milleti, bir çadırı
onarıp yapmak için meşgul ederler.
Biri der ki:
“Eğer bu ipi takmasaydım
çadır dik durur muydu?”
Öbürü:
“Eğer çivi (Kazık)yapmasaydım
ipleri nereye bağlarlardı?”
Böylece herkes bilir ki
bunların hepsi o şahın kölesidir ve bunlar da çadır da oturup sevgililerini seyredeceklerdir.
Eğer çuhacı vezirlik için,
çuhacılığı bırakırsa bütün dünya çırçıplak kalır.
İşte bunun için ona işine
karşı öyle bir zevk bağışlamışlardır ki o, bu zevkle her şeye razı olur ve
sevinç duyar.
Şu halde o ulusu, bu bir
köpük parçası gibi olan dünyaya düzen vermek âlemi de velinin nizamı için
yaratmışlardır.
Ne mutlu o kimseye ki âlemi
onun işlerini nizama koymak için var etmişlerdir!
Yoksa âleme düzen vermek için
yaratılmış olanlara değil.
Aziz ve Celil olan Tanrı her
birine işinde bir sevinç ve zevk bağışlar.
Çünkü o adamın yüz yıllık
ömrü olsa, aynı işi yaptığı halde, işine karşı duyduğu aşk daha çok artar ve
kendisine işinin incelikleri ilham oldukça, bundan daha büyük bir zevk ve tad
alır.
“Hiçbir
şey yoktur ki O’na hamd ederek şanını tenzih etmesin”
(İsra suresi 44)
İpi yapanın ayrı, çadır
direğini yapan marangozun ayrı, kazık yapanın ayrı, çadır bezini dokuyan dokumacının
ayrı ve çadırda oturup eğlenen, içen velilerin ise ayrı bir tespihi vardır.
İşte bu topluluk bizim
yanımıza geliyor.
Eğer susacak olursak
incinirler.
Bir şey söylesek, onlara göre
söylemek lazım geldiğinden, o zaman biz inciniriz.
Çünkü gidip:
“ Bizden sıkıldı, usandı ve
bizden kaçıyor” diye dedikodu ederler.Odun tencereden nasıl kaçar?
Kaçsa - kaçsa tencere kaçar.
Çünkü ateşe dayanamaz.
Odunun ve ateşin kaçması
kaçma değildir.Belki onun zayıf olduğunu gördüğü için ondan uzaklaşır.
İşte bu yüzden bütün hallerde
tencere kaçmaktadır.
Bizim kaçmamız da onların
kaçmasıdır.,Biz aynayız.
Onlarda bu kaçma olunca bu bizde görülür ve biz onlar için kaçıyoruz.
Ayna (İnsanların) onda kendilerini seyrettiği şeydir.
Onlar bizi sıkılmış bir halde
görüyorlarsa bu, kendi sıkıntılarıdır.
Onun için buraya sığmaz.Onun burada işi ne?
Hamamda şeyh Selehaddin’e
büyük bir alçak gönüllülük gösterdim.
Şeyh de bana karşı fevkalade mütevazı
hareket etti.
Onun bu hareketi karşısında
dert yandım ve içime şöyle geldi:
Tevazu’nun hududunu
aşıyorsun.
Yavaş-yavaş tevazu göstermek
daha iyidir.
Önce onun elini yıka, sonra
ayağını, sonra da azar-azar görünmez hale getir.
O zaman buna alışır ve
zahmete sokmak, hizmete karşılık hizmet etmek hissi duymaz.
Çünkü sen bu şekilde, onu
alçak gönüllülüğe yavaş-yavaş alıştırmış olursun.
İşte dostluğu ve düşmanlığı
da böyle tedricen (Derece-derece, yavaş-yavaş,
azar-azar) göstermek lazımdır.
Mesela düşman olan birine
önce azar-azar öğüt verirsin.
Dinlemezse döversin, yine
aldırış etmezse onu kendinden uzaklaştırırsın.
Kur’ân da buyrulmuştur ki:
“Serkeşlik
(Dik başlı, başkaldıran, inatçı, itaatsiz) etmelerinden endişe ettiğiniz
kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın, onları dövün”(Nisa suresi ayet 34)
Dünyanın işleri böyle yürür.
Baharın barışını ve
dostluğunu görmüyor musun?
Başlangıçta azar-azar sıcaklık gösterir, sonraları artırır.
Ağaçlara bak.
Sıcaklık yavaş-yavaş geldiği zaman önce gülümser, sonra azar-azar yaprak ve meyvelerden elbiseler giyerler.
Dervişler gibi hepsini birden
ortaya kor ve varlarını yoklarını feda ederler.
İşte bunun için dünya ve
ahret işlerinde de kerkim acele gösterir ve mübalağa ederse, bu iş ona müyesser
(Kolay) olmaz.
Riyazet (Açlıkla nefsini terbiye etmek) isteyen için şu yolu
göstermişlerdir:
Bir batman ( 7,375 kg.) ekmek
yiyebiliyorsa, her gün bir dirhem azaltacak olursa gitgide, aradan bir veya iki
yıl geçmeden, ekmek yarım batmana inmiş olur.
Bunu öyle yapar ki vücudu bu
azalmanın farkında olmaz.
Bunun gibi ibadet, taat,
halvet ve namaza teveccüh (Yakınlık duyma, hoşlanma,
sevgi, kolay elde ediş, yönelme, çevrilme, doğrulma) etmek de aynen
böyledir.
İnsan önce yalnız namaz
kılmazsa nasıl Tanrı yoluna girer?
Evvela, bir zaman beş vakit
namazını kılıp, sonradan artırır.Bunun sonu gelmez….
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Allah’ı ispat
etmek için uğraşmamak gerektiğini öğrendik.
2.
Kendimizi Allah
önünde kendi derece ve makamımızı ispat etmeye uğraşmamız gerektiğini öğrendik.
3.
Allah’ın dünyayı
güzelleştirmek için her yarattığına görev verdiğini ve bunun için uğraşıldığını
öğrendik.
4.
Allah’ın herkese
işine karşı zevk bağışladığını, kişinin zevkle her şeye razı olarak ve sevinç
içinde çalıştığını öğrendik.
5.
Gönül aynasını
temiz edenlerin karşılarında olan kişinin istek, dilek ve huylarının o aynada
görüldüğünü öğrendik.
6.
Alçak gönüllülüğü
yavaş-yavaş göstermek gerektiğini öğrendik.
7.
Dostluğu ve
düşmanlığı göstermek için yavaş davranmak gerektiğini öğrendik.
8.
Dünya ve ahret
işlerinde acelecilik etmemek gerektiğini öğrendik.
9.
Namazı yalnız
kılarak Tanrı yoluna girmemiz gerektiğini öğrendik.
Var
olanı göremeyene ne kadar uğraşsan yine göremeyecektir, görse bile ne olduğunu
anlayamayacaktır.
O
halde başkasına bir şey ispat etmek uğraşmak yerine, kendi gelişmemizi,
düzeltmemizi, temizliğimizi yapmalıyız.
Bunların
da Tanrı’nın istediği gibi olmasına çalışmalıyız.
Gerçeği
göremeyen aydınlık bir göze sahip olmayanın, anlattığını yaşamayanın
anlatımları konunun başında anlatılanlar gibi anlaşılmayan, kabul edilmeyen
sözler olacağını öğrendik, anladık.
Sözün
sonunu baştan söylemek, kesin tavır almak, kazanılacakları yok eder, ilişkiyi
ya bozar ya da devam ettirmeye olanak bırakmaz.
*
RAVLİ