Gece gündüz kavga edip bir kadının huyunu güzelleştirmek ve düzeltmek istiyorsun.
Onun pisliğini kendinle
temizliyorsun.
Kendini onunla temizlemen,
onu kendinle temizlemeden iyidir.
Sen onun vasıtasıyla iyileş,
güzelleş, ona doğru git.
İmkânsız olsa bile, onun dediği şeyi kabul et.
Kıskançlık her ne kadar
erkeklerin vasıflarından ise de bu huyu bırak, o (Başka) erkeklerin sıfatlarını
sana söylese de kıskanma.
Çünkü sendeki iyi vasıflarla (Nitelikler), sonra kötü vasıflar (Nitelikler) meydana
gelir.
Bu bakımdan Peygamber
(Tanrı’nın selam ve salâtı onun üzerine olsun) :
“ Müslümanlıkta
bekârlık yoktur.”(Hadis) buyrulmuştur.
Rahipler yalnız oturur ve
dağlarda yaşarlar.
Evlenmezler ve dünyayı terk
ederler.
Aziz ve Yüce olan Tanrı
Peygambere çok ince bir yol gösterdi.
O yol nedir?
Kadınların kaprislerine (Ani, değişken, düşüncesizce istek, gereksiz isteklerde
bulunarak huysuzluk etmek), kötülüklerine tahammül etmek ve onların
söyledikleri imkânı olmayan şeyleri dilemek ve ona karşı sert muamelede
bulunmak suretiyle, kendini iyileştirmek ve düzeltmek için evlenmektir.
Tanrı ona (Peygambere).
“ Sen
en yüksek ahlak üzeresin” buyurmuştur.
İnsanların kötülüklerine
katlanmak, tıpkı kendi pisliğini onlara sürmek suretiyle kendini temizlemek
gibidir.
Senin huyun tahammülle iyi
olur, onlarınki ise zulüm ve kötü muameleden dolayı bozulur, kötüleşir.
Şimdi mademki bunu öğrendin,
artık kendini temizle ve onları, pisliklerini
temizlediğin bir kez parçası olarak bil.
Nefsinle başa çıkamazsan da
kendi aklına şu dersi ver ve de ki:
Farz edelim o aramızda nikâh
olmayan serseri bir sevgilidir.
Şehvetime yenilince onun
yanına giderim.
İşte bu suretle hamiyeti
(Onuru) ve kıskançlığı içinden çıkar at.
Nefsini terbiye edip, sende mücahede
(Uğraşı, savaş) ve tahammül (Yükü üstüne alma, dayanma, katlanma) zevki meydana
gelinceye ve böyle onların imkânsız bulunan şeylerinden, sende türlü-türlü
haller hâsıl (Görününceye kadar) oluncaya kadar,
bunu bu şekilde kabul etmeğe çalış.
Sonra da kendi kendine
verdiğin bu ders olmadan da kendi mücahedenin (Uğraşı
ve savaşın) ve eski haline esef (Acıma, keder,
hüzün, gam, tasa) etmenin müridi (Öğrencisi)
olursun.
Çünkü artık kendi faydalarını
açıkça onda görürsün.
Rivayet ederler ki:
Peygamber (Tanrı’nın selam ve
salâtı üzerine olsun) ashabı ile savaştan dönmüştü ki:
“ Bu
gece şehrin kapısında uyuyun, yarın şehre gireriz” diye davul
çalmalarını emretti.
(Ona):
“ Ey
Tanrı’nın elçisi buna sebep ne?” dediler.
O buyurdu ki:
“Karılarınızı
yabancı erkeklerle görürseniz üzülürsünüz, bundan bir karışıklık ve gürültü
çıkar.”
Eshabdan biri (Verilen emri)
işitmeyip gitti ve karısını yabancıyla gördü.
İşte Peygamber’in yolu, (Âlem-i
Muhammed) yüz gösterinceye kadar,
(Yani şeriatın ruhu insanda hâsıl (Ortaya çıkıncaya) oluncaya kadar kıskançlığı, hamiyeti (Onuru) terk etmek, kadının masrafı,
giyim sıkıntısı gibi yüz binlerce sayısız, sınırsız zahmete katlanmak ve
sıkıntı çekmektir.
İsa’nın (Ona selam olsun)
yolu, yalnız kalmak (Halvet) ve şehveti körleştirmek
için çalışmaktı.
Muhammed’inki ise, insanların
ve kadınların zahmetine (Sıkıntı, eziyet,
rahatsızlık, güç, yorgunluk veren) katlanmak,
tasalarını (Üzüntü veren düşünmeye zorlayan hallerini) çekmekti.
Mademki Muhammed’in yolunda
gidemiyorsun, hiç olmazsa İsa’nın yolunu tut ki büsbütün mahrum kalmayasın.
Eğer yüz tokat yemekten bir
lezzet duyuyorsan, bunun semeresini (Sonucunu) ya gözünle görür yahut:
“ Mademki
buyurmuşlar, haber vermişlerdir, o halde böyle bir şey vardır.
Bir zaman bekleyeyim de haber
verdikleri o semere (Sonuç) bana da erişsin!” diye gayb’e (Göze görünmeyen
âleme) inanırsın.
Bundan sonra:
“ Çektiğim
bu zahmetlerden eğer şimdi bir şey elde etmemiş olsam da sonunda hazinelere
kavuşacağım” deyip buna gönül bağladığından
dolayı hazinelere erersin.
Hatta istediğinden ve beklediğinden fazlasına kavuştuğunu görürsün.
Bu söz şimdi tesir etmezse
de, daha çok olgunlaştığın zaman sana pek çok tesir eder.
Kadın ne oluyor, dünya ne
oluyor? (O zaman anlarsın)
Sen desen de,
demesen de o kendi bildiği gibidir.
Ve bildiğinden
şaşmaz.
Söylemekle ona
tesir edilmez, hatta daha kötü olur.
Mesela bir ekmek al,
koltuğunun altına koy ve insanların görmesine mani ol.
Eğer sen:
“ Ben bunu insanlara vermeyeceğim.
Vermek şöyle dursun
göstermeyeceğim bile!” dersen, ekmek ucuzluğundan, bolluğundan sokaklara
atılmış olsa ve köpekler bile onu yemese, sen böyle sen böyle mani olmaya
başlayınca bütün insanlar onu görmek isteyip senin arkanda dolaşır, dururlar
ve:
“ Biz elbette o sakladığın ve görmemizi istemediğin ekmeği görmek isteriz!” diye, ya birini araya kor yalvarırlar yahut da onu zorla almak isterler.
Sen o ekmeği bilhassa, bir
yıl yeninde saklasan, göstermemek ve vermemekte aşırı gitsen, insanların da buna
karşı istediği ve alakası haddini aşar.
Çünkü insanlar men(Yasak) edildikleri şeye karşı haris (Lüzumundan fazla istekli) olurlar.
Sen ne kadar kadına:
Kendini sakla, örtün!” diye
emretsen, kendini gösterme arzusu onda o nispette fazlalaşır.
Halk da gizlendiğinden dolayı
o kadını görmek temayülü (İsteğin tutku haline gelmesi) o kadar artar.
Şu halde sen oturmuş, iki
taraftan bu görmek ve görünmek arzusunu, rağbetini arttırıyor ve bununla da onu
ıslah ettiğini zannediyorsun.
Bu yaptığın şey fesatçılığın ta
kendisidir.
Onda eğer kötü bir iş yapmamak cevheri
varsa, sen mani olsan da olmasan da, o güzel
yaradılışına, temiz ve iyi huyuna uyacaktır.
Sen merak etme.
Aklını, işini, gücünü
karıştırma, bunun aksine de olsa, o yine kendi bildiği yolda gidecektir.
Ona mani olmak, muhakkak ki
rağbetini artırmaktan başka bir şeye yaramaz.
Bu adamlar:
“ Biz Şemseddin Tebrizi’yi
gördük, evet efendi, biz onu gördük! Diyorlar.Ey ahlaksızlar!
Onu nerede gördünüz.
Bir evin damı üzerinde duran
deveyi görmeyen adam:
“ Ben iğne deliğini gördüm ve
ona iplik geçirdim!” diyor.
Ne güzel söylemişler o hikâyeyi!
İki şeye güleceğim geliyor:
Biri, zencinin parmaklarının
ucunu siyaha boyaması, diğeri de bir körün dışarıyı seyretmek için pencereden
başını dışarıya çıkarmasıdır.
İşte onlar da tıpkı
böyledirler.
İç gözleri kör olanlar, bu vücut penceresinden başlarını çıkarırlar.
Sanki ne görecekler?
Akıllı bir adamın yanında
onların takdir veya inkâr etmelerinin ne değeri olur?Akıllıya göre her ikisi de birdir.
Çünkü her ikisi de görmemişler ve saçmalıyorlar.
Önce görme hassası (Gücü) hâsıl (ortaya çıkarmalı)
etmeli, ondan sonra bakmalıdır.
Görme hassası (Gücü) hâsıl (Meydana çıksa)
olsa bile, ona lazım olmadıkça nasıl görebilir.
Dünyada pek çok gören, vasıl (Ulaşan, kavuşan) olmuş bulunan veliler vardır.
Bunların ötesinde başka veliler de bulunur ve bunlara, Hakk’ın gizlediği, göstermediği (Mesturan-ı Hak) adını verirler.
Veliler:
“ Ey Tanrı’mız!O gizlediklerinden birini bize göster!” diye ağlayıp sızlamadıkça, yalvarmadıkça onların kendilerini gösterilmesi lazım gelmez.
Dış gözleri olmakla beraber,
onu göremezler.
Bu serseriler pek kötü
oldukları ve kendileri lüzum hissetmedikçe hiç kimse onların yanına gidemediği,
onları göremediği halde Hakk’ın gizlediklerini, kendileri istemedikten sonra
kim görebilir?
Bu iş pek kolay değildir,
melekler bile bundan aciz kalmışlardır.
“ Biz
ise sana hamd ederek seni takdis, seni tenzih ediyoruz” demişler.(Bakara suresi 30)
Biz de aşığız,
ruhaniyiz, sırf nuruz.
O insanoğulları bir
avuç aç, obur ve kan dökücüden ibarettir.Kan dökerler”
“Bakara 30) ayeti bunlar hakkında inmiştir.
Bunların hepsi, insanın kendi üzerine titremesi (Kendinden korkması) içindir.
Ruhani olan meleklerin ne
malı, ne mevkii ve ne de perdeleri vardır.
Onların besini sırf nurdur, Tanrı’nın Cemaline olan aşkları
ise, yegâne aşklarıdır ve uzağı gören keskin gözleri, bir insanın:
“ Ben kimim, nereden bileyim?
Eyvah!
Diye kendinden korkup, kendi
üzerine titremesi, hatta bir nur vurduğu ve bir zevk baş gösterdiği zaman:
“ Buna layık mıyım?” diyerek
Tanrı’ya binlerce defa teşekkür etmesi için, ikrarla (Kabul
etme) inkâr (reddetme) arasında dolaşır.
Siz şimdi Şemseddin’in (Tebrizi)
sözünden daha çok zevk alacaksınız.
Çünkü insan vücudu gemisinin
yelkeni imandır.
Yelken olunca, rüzgâr onu
muazzam bir yere götürür, olmayınca söz havadan ibarettir.
Âşıkla maşuk (Sevilen) arasında tam bir teklifsizlik (Aralarında sınır olmaması) bulunması ne güzel şey!
Bu teklif tekellüfler (Gösterişli bir hale koyma), çekinmeler yabancılar
içindir.
Aşığa aşktan başka
her şey haramdır.
Bu sözü daha iyi anlatırdım.
Fakat şimdi zamansız olur.
(Suyun) Gönül havuzuna
ulaşması, akması için çok çalışması, dereler aşması lazımdır.
Yoksa ya konuşan ya da
dinleyen sıkılır.
“ Sözün tesir etmiyor.” Diye
bahane bulur.
Milletin bezginliğini (Yaşama ve iş görme isteğinin kaybolmasını) gidermeyen
hatip iki para etmez.
Hiçbir âşık sevgilisinin
güzelliği hakkında delil göstermez ve kimse de aşığın gönlünde, maşukunun
kinine delalet eden bir delil göstermez.
İşte bunun için burada delilin
bir faydası olmadığı anlaşılmış oluyor.
Burada sadece aşk talibi olmak lazım gelir.
Şimdi bu beyitte mübalağa
etmiş olsak da aşk hakkında mübalağa edilmiş olmaz:
“ Ey senin suretin binlerce manadan daha güzel olan (Sevgili)!”
Buyurduğu gibi, müridin şeyhin sureti için kendi manasına feda etmiş olduğunu görüyoruz.
Çünkü bir şeyhe gelen mürit (Öğrenci), kendi manasından geçip, şeyhe muhtaç olmuş
bulunan kimsedir.
Bahaeddin:
(Bunlar) Şeyhin sureti için
manadan olmuyorlar, kendi manalarını, belki şeyhin manası için terk
ediyorlardır.”Diye sordu.
Mevlana buyurdu ki:
Bu böyle olmamalıdır.Çünkü eğer böyle olursa, o zaman her ikisinin de şeyh olması lazımdır.
Şimdi içinde bir nur hâsıl (Oluşturman) etmen için çalışıp çabalaman gerekir.
Bu nurla, seni perişan eden
bu ateşten, kurtulur ve güven içinde kalırsın.
İçinde böyle bir nur hâsıl
olan kimsenin gönlünde emirlik, vezirlik, mansıbı gibi dünya halleri, bir
yıldırım gibi parlayıp geçer.
Bunun için dünya ehlinin
içinde de Tanrı korkusu, evliya âleminin şevki kabilinden gayb (Var ve etkili
ama görünmeyen) âleminin ahvali (Oluşlar, bulunuşlar, durumlar) parlar ve bir
yıldırım gibi gelip geçer.
O zaman Hak ehli Tanrı’nın olur ve Tanrı’ya yönelirler.
O’nunla meşgul ve O’nun
rahmetine katılmıştır.
Şehvet gibi dünyaya ait
hevesler baş gösterir, fakat karar bulmaz, geçip gider.
Dünya ehli ahretle ilgili
hallerde bunun tamamen aksine olur.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Kadını
değiştirmeye, düzeltmeye uğraşmamız gerektiğini, onları olduğu gibi kabul
etmemiz gerektiğini öğrendik.
2.
Yüksek ahlaka
evli olmakla ve evliliği devam ettirmekle elde edilebileceğini öğrendik.
3.
Kadınını tahammül
etmenin görünenden daha fazla görünmeyen faydaları olduğunu öğrendik.
4.
Kadına sözle
tesir edilemeyeceğini öğrendik.
5.
İnsanın kendi
üzerine titremesi, kazanımlarını kaybederim korkusu ile kan döktüklerini
öğrendik.
6.
Kalp gözü veya
gönül gözü olmayanın övgüsü veya yergisinin aynı olduğunu, yani değersiz
olduğunu öğrendik.
7.
İmanı olanların
Şemsi Tebrizi’nin sözlerinden zevk alacaklarını öğrendik.
8.
Öğretene bağlanıp
bu konuda öğrendiğimiz her ne varsa yok etmemiz, öğretenle bütünleşmemiz
gerektiğini öğrendik.
9.
Hak ehlinin hakka
gittiğini, dünya işlerinden soğuduğunu öğrendik.
10.
Dünyayı
sevenlerin de Tanrı’dan soğuduklarını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Hikâye ederler ki:
Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk
Emre’ye bir şeyler sormak için birkaç derviş evine gelmişler.
Kapıyı çalmışlar.
Kapıyı Taptuk Emre’nin hanımı
açmış, ne istiyorsunuz diye sormuşlar.
Dervişler Taptuk Ermeyi
arıyoruz soru soracağız demişler.
Hanım:
“Ne bileyim nerdedir, onun
çobanı mıyım?” demiş ve kapıyı hızla çarparak kapatmış.
Dervişler biraz ilerde
bahçede uğraşan kişileri görmüşler.
Onlara soralım diye
yaklaşmışlar ve sormuşlar.
Ağacın etrafını belleyen
Taptuk Emre aradığınız benim buyurun ne soracaksanız sorun demiş.
Dervişler anlayamadıkları
şeyleri sormuşlar cevaplarını almışlar.
Taptuk:
“Başka sorunuz yoksa siz
yolunuza ben işime döneyim” demiş.
Dervişler birkaç adım
gittikten sonra tekrar durmuşlar.
Taptuk:
“Ne bekliyorsunuz” diye
sormuş.
Dervişler sizi sormak için
evinize geldiğimiz zaman hanımınız bizi azarladı ve kapıyı yüzümüze çarptı,
ağrımıza gitti demişler.
Bunu üzerine Taptuk:
“ Siz benim hanımınla birkaç
dakika karşılaştınız ve tahammül edemediniz.Oysaki o benim kırk yıllık hanımım.
Nasıl Taptuk
olunduğunu görüp anladınız mı?
Güle, güle demiş.
(Not: Taptuk Emre Tanrı
aşkını bulan demektir)
*
RAVLİ