6 Ocak 2013 Pazar

ŞEMSİ TEBRİZİ 46

Nasıl ki erkekliği olmayan bir adamı bir güzelin yatağına koyarsın ne yapabilir?
Tatsız okşayışlardan başka elinden ne gelir?

Bir şey yapamaz, ancak yüzünü yüzüne sürer o kadar.
Bir şey ki başka bir şeyin sebebi olmuş ve onu meydana getirmiştir, ondan yoksundur.

Bu erkekliği olmayan delikanlı ile iğneci arkadaşının hikâyesine benzer ki, ne halkın ve ne de başka yakınlarının bu halden haberleri yoktu.

Onun sakalı, bıyığı ile öğünürlerdi.
Beyit:

Erliği, sakal ve bıyığının yalancı şahididir.
Onu ana tüyü ile süslemek daha uygun düşer.

Yukarıda sözü geçen delikanlı, binlerce genç kız arasında seçtiği güzel bir dilberle evlendi.

Düğün dernek yapıldı.
Ama geline yaklaşamadı.

Çok düşkün bir durumda kaldı.
Bunun üzerine çocukluğundan beri sır yoldaşı olan iğneciye geldi, meseleyi açtı, benim en yakın arkadaşım sensin dedi.

Halim şu durumdadır.
Bugün gece sularında bana gelir, benim elbisemi giyersin, beni şu baş ağrısından kurtarırsın. (M. 348)

Fakat halvete girince hiç konuşmazsın ki kız işi çakmasın.
Uyku sırasında adet olduğu üzere ışıkları da söndürürsün, iğneci.
Hay hay! Dedi, emrindeyim.

İğneci halvete girince hemen ışığı söndürdü yatağa fırladı.
Kızcağız onu kendi zavallı kocası sandı.

İğneci yiğitçe yaklaştı, kızı altına çekti, feryat, figan sesleri yükseldi.
Koca, kapının dışında idi.

Ey kahpecik! Dedi.
Beni mi sandın ki ciğerimi dağlayasın?
Ona iğneci derler, demiri yırtar, delik deşik eder.

Sahabeddin-i Sühreverdî, (ona, "Maktul" Şahabeddin de derler), Halep Sultanı katında çok değerli ve olgun bir insan olarak tanınmıştı. Kıskandılar, Sultana dediler ki:

Ey Melik!
Falan kimseye bir mektup yaz hep birlikte mancınığa koyalım atalım.
Mektup okununca sarığı aşağı düştü.
Başını kestiler.

Ama hemen pişman oldu.
Düşmanların tuzağı açığa çıktı.

Melikin lâkabına Meliki Zahir derlerdi.
Katillere buyurdu:

Mazlum Sahabeddin'in kanını köpekler gibi yalasınlar, içlerinden iki kişiyi de fesat karıştırdıklarından dolayı öldürttü.

Birkaç kişiyi de dışarı göndererek pazarda sattırdı.
Gizlice kırk dinara satın aldılar.

Güzel bir kitap beş akçeye satılır.
Çünkü herkes kitaptan anlamaz.

Bu Şahabeddin istiyordu ki, fitne ve fesada sebep olan, ellerin, ayakların kesilmesine yol açan altın ve gümüş paraları kaldırsın, alışverişi başka bir şeyle yaptırsın. (M. 349)

Halkı Muhammed dinine uymaktan vaz geçirsin.
Eğer o Muhammed'in izinden gidiyor muydu diye benden sorarlarsa, hayır gitmiyordu, derim.

Bir gün onunla bir ordudan söz açan Meliki Zahir sordu:
Sen ne bilirsin?

Ordu nedir?
Yukarıya ve aşağıya bakınca her tarafta yalın kılıçlarını çekmiş askerlerin, heybetli kişilerin durmakta olduklarını gördü.

Yer, tavan, aralık hep askerlerle dolu.

Yerinden sıçradı, hemen hazineye gitti, işi araştırmadan hemen ona saldırmak için, içinde bir öfke duydu.

O Şahabeddin’in bilgisi aklından üstün idi.
Akıl gerektir ki, bilgiden üstün olsun, hâkim olsun.

Onda aklın durağı olan beyin arıklaşmıştı (Zayıflamıştı).
Nasıl ki, bir aralık dimağının gücünü artırmak için bir iki kadeh ferahlatıcı sudan almak isterdi.

Daha fazlası da işe yaramazdı.
Dimağı son derece arıklaşmış (Aklının kapasitesinin bilgiyi doğru ve yerinde kullanamaz durumda olmama) olmasından dolayı, Şahabeddin’in sözü de yukarı adı geçen o kelâm bilgini Esedüd-din'in sözünden daha aşağı sayılırdı, o zaman bu kelâmcı Esedüddin onu kötülemişti.

O insafsız bu makamda bizdendir.
Mana bakımından da senin olduğu gibi (Bilgiyi işleyerek manayı anlayacak aklın olmaması).

Sen biz olunca ulu Allah'ın, "Biz onu (Kur'an-ı) Kadir Gecesi indirdik,"
(Kadir Sûresi, 1) anlamındaki ayette de aynı veçhile (Yüze mensup) ifade ediliyor.

Nasıl ki siz benim sözlerimin içine daldınız, bunu hiç kimse anlayamaz.
Anlayabilselerdi hepsi de mürit olurlardı.

Söz onlardan da geçerdi.
Şimdi daha ne kadar onların sakallarına göre tarak vuralım.

Şöyledir veya böyledir diye sözü çoğaltalım.
Lâfı çok uzatırsak, alt tarafı yalan olur.

Allah'ı görürsen, benden selâm söyle.
Dost çok iyidir, kendini onda yok edersin, onun varlığında yürürsün. O kalmazsa sen de kalmazsın.

Her şey varlık alanına gelmekte Haktan bir müjdedir, bir bağıştır.
Yolcunun biri yolda yürürken karşıdan hafif silâhlar kuşanmış ılgar bir atlı gördü.

Kendi kendine, bu adam bana kastetmeden önce ben onun işini bitireyim dedi.

Atlı yaklaşınca yolcuya, bana öyle kötü nazarla bakma!
Dedi, çünkü ben çarpışma hususunda çok hünersizim.

Yolcu şu cevabı verdi: (M. 350)
Güzel söylüyorsun, ben de can korkusundan seninle çarpışmak istemiştim.
Şimdi gel artık el ele tutuşalım.

Bu gün din âleminde de iş böyledir.
Bu külahı taşımak ( İtibar) istiyorsan önceden başına giymelisin ki bu er meydanından mertçe başını çıkarabilesin (Kendine ait söz söyleyebilmek).

Yoksa yolda kalırsın.
Bahtiyar odur ki, ecel kılıcından hem başını, hem de külahını kurtarır.

Ey kadılar, müderrisler, şeyhler!
O zayıf Allah dostuna karşı gönül alçaklığı göstermeyenler yaralanırlar.

Belki bilmiyorduk, ama bu yolda bilgisizlikle nasıl yürünür?
"Allah cahili kendisine dost edinmedi."

Belki meşgulsünüz acaba bizimle mi?
Hayır, dedi bir komşu ile.

Komşu kim oluyor?
Senin komşun ancak benim.

Burada dava boş lâftır.
Kâfirleri şu cihetten severim ki, dostluk iddiasında bulunmazlar.
(Açıkça) biz kâfiriz, düşmanız derler.

Şimdi sana dostluğu öğreteyim:
Dostlukta yalnızlık haramdır, yasaktır, cezayı gerektirir.

Dost odur ki, şefkat (Acıyarak esirgeyerek sevmek) yönünden gözlerinden ateş saçar.

Yarabbi onları günahtan kurtar, beni ve bütün Müslümanları da birlikte yarlığa! Diye yalvarır.

Bugün sen de, şeyhi meyhanede gördüğün halde, ben bu işin sırrını bilmem, ancak o ve onun Allah’ı bilir, diyecek kadar hoşgörürlük varsa,

Onu Allah'a yalvarış halinde gördüğün zaman, bunu tanırım, bir kere bu sende onu aynı münacatta, aynı Kâbe’de, aynı cennette görecek kadar kudret yoktur, hiç değilse bu kadar temiz düşünmek de çok iyi olur.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
 ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Yiğit, mert, er, erkek olanın işin sonuna kadar gittiğini, sadece yüzeysel hareketlerde bulunmakla yetinmediğini öğrendik.

2.   Görünüşe bakarak karar vermenin aldatıcı sonuçlarla karşılaşmamıza neden olduğunu öğrendik.

3.   Aklın bilgiden üstün olması, aklın hâkim olarak karar vermede ve uygulamada önder olması gerektiğini öğrendik.

4.   Beynin aklın bir durağı olduğunu öğrendik.

5.   Kendimizi Allah’ın varlığında yok edersek yaşamımızı Allah’ın varlığında devam edeceğimizi öğrendik.

6.   Her aklın Tanrı bilgisini bilse bile ne manaya geldiğini anlayamayacağını öğrendik.

7.   Allah’tan gelen Kuran’ı kerimin bir müjde olduğunu, esenlik verdiğini, bağışlarla dolu olduğunu, Kadir gecesinde indirilmesinden, bin aydan hayırlı kılınmasından öğrendik.

8.   Birbiri ile ilk karşılaşanların önce kendini savunma durumuna geçerek savaş yapma isteği ile kendini koruma ve üstün gelme isteği olduğunu öğrendik.

9.   Zayıf gözüken Allah dostuna saygı ve saygı duyarak hizmet etmek gerektiğini öğrendik.

10.                  Yanımızdakine ve karşımızdakine komşu hukuku ile muamele etmemiz gerektiğini öğrendik.

11.                  Allah’ın ve erlerin cahili dost edinmediklerini öğrendik.

12.                  Dostun dostundan geri durmasının, yalnız bırakmasının yasak, haram ve cezalandırılmayı gerektirdiğini öğrendik.

13.                  Dostlarımıza temiz olarak görmemiz, anlayamadığımız yanlış diye düşündüğümüz davranışlarına hoşgörü ile yaklaşarak bu halin neden olduğunu sonra anlarım diye suçlamaktan kaçınmamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Bir konuda söz sahibi olmak istiyorsak ve söylüyorsak bunun bütün bilgisini almak, anlamak, kavramak, manasına erimek zorundayız.

Söylediğimiz sözün doğruluğundan, geçerli oluşundan emin olarak sözümüzün arkasında durmamız gerekmektedir.

Kirleten duygu ve düşüncelerden kendimizi temizleyerek temiz bir göz ile ifade etmeyi önemsemeliyiz.

Bizden daha iyi olanları kabul etmek ve onları yüceltmemizin erlik olduğunu öğrendik, anladık.

Allah dostlarının Allah’ın emirlerine uymaktan dolayı zayıf düşebilecekleri için onları anlayarak korumamız ve onurlandırmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

                             *
RAVLİ

Popüler Yayınlar