Dedim ki:
Bu, bakkala çıraklık eden
Hintli kölenin hikâyesine benzer.
Bakkal her müşterinin
kâsesinden bal yahut yağ aşırır, müşteri gittikten sonra de çıraktan gizlermiş.
Çırak içinden kızar, fakat
bir şey söyleyemezmiş.
Bir gün büyük bir tulumun
ağzı açık kalmıştı, içindeki bal hep dökülmüştü.
Bunu fırsat bilen Hintli
köle, evet, dedi, parmak-parmak topladın, şimdi tulum-tulum boşalt!
Kardeşi için kuyu
kazan bir gün içine düşer.
Kötülük yapma.
Kötülük görürsün!
Kuyu kazma, içine
sen düşersin!
Biri dedi ki:
Falanın cenaze namazına
gidelim. O sırada sofinin ondan çekinir yeri yoktu.
Onu Allah yargılasın dedi.
Gerçekte cenaze namazı onu
Allah'ın bağışlaması demektir.
Asıl budur.
O aslı, kökü bilmeyip de
dallarla uğraşanlar, elbet de tersine ve yanlış söylerler.
Yine bir hikâye vardır:
Biri balıktan bahseder.
Onun büyüklüğünü, iriliğini
anlatırmış.
Başka biri sus demiş, sen
balığın nasıl olduğunu ne bilirsin?
Öteki ben bilmez miyim, bu
kadar deniz yolculuğu yaptım, demiş.
Peki, o halde balığın
nişanını söyle nasıldır.
Palavracı hemen atılır:
Deve gibi iki bacağı var.
Adam, yahu der ben senin
yalnız balığı bilmediğini sanırdım, şimdi görüyorum ki, sen deve ile öküzü de
birbirinden ayıramıyorsun!(M. 337)
Tabiat ehli olmamalı, gönül ehli olmalı.
Gönül ara, tabiata bakma!
Gönülün yeri nerede?
Gönül gizlenmiştir.
O Allah adamıdır,
kıskançlıktan ona gönül ehli derler.
Bir aralık Hakkın parlak
ışığı gönülde yansılanırsa, gönül sevinçlidir.
O ışık, bir anda kaybolur,
ancak gönül, gönül olmak için çok kere böyle olur.
Yanar, çok kere gönül
kırılır, aradan kalkar; Allah kalır.
Davud Peygamber de bu nükteyi
işaret etti:
Davud, Allah’tan sordu:
Seni nerede arayayım?
Buyurdu ki, "Beni göklerim ve yerim kapsayamaz, ama bir mümin kulumun
kalbine sığarım,"
Bir de,
"Ben, benim yolumda kalpleri kırılmış olanlarla beraberim,"
buyurmuştur. Kalpleri kırılmış olanlara gönül sahibi diyorsun.
Çünkü ona gönül kırıklığı gerektir.
Hakka erişince Hakkın
nurundan onun yüceliğinin nurunu görürsün. "Onları
(Velileri) benden başkası bilmez," buyrulmuştur.
Bir derviş dedi ki:
Bana aksi gerektir.
Bir an dedi ki:
Her peygamberin bir mucizesi
vardır. Gerçek Allah kulu olan Yusuf Peygambere sözleri yorumlama yetkisi verilmişti.
Ama Muhammed ümmeti için
gerektir ki sözleri yorumlama bilgisi yeter derecede olsun, "Kendini bana göster" dileği, bilindi ki Muhammed
ümmetine yaraşan bir dilektir.
Bundan dolayı Musa, "Yarabbi beni Muhammed ümmetinden kıl!" diye
yalvarıyor.
"Kendini bana göster sözünden de yine beni Muhammed ümmetinden kıl! “diye
yalvardığı anlaşılıyor.
Çünkü Musa gördü ki, bir
insanın parlak ışığı dağ üstüne inince dağ küçüldü.
Benim işim değildir, "Beni Muhammed ümmetinden kıl!" diye tekrar
yalvardı.
Ona şimdi bir kaç gün git
Hızır'la görüş denildi.
Hızır’da, "Yarabbi beni Muhammed ümmetinden kıl!" diye
yalvarıyordu.
Musa ile Hızır'ın
kapıştıkları başka bir nur daha var.
İsa'ya bakarsın ö nur içinde şaşırmış bir halde bulursun.
Musa'ya bakarsın o nur içinde
başı dönmüş görürsün.
Muhammed (S.A.) öyle bir
nurdur ki, bütün nurların en parlağı, en üstünüdür.
Nihayet gör ki, o çilede ve o
zikir âleminde, hiç Muhammed'e uyma hakkında bir işaret var mıdır?
Evet, Musa'ya kırk gece diye
bir işaret verildi.
Muhammed'e uymak ciheti
nerede kaldı ki, Musa onu dilememiş olsun! (M. 338)
Belki, "Yarabbi beni onun atının terkisine yapışanlardan eyle!"
diye yalvarır.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
Kötü düşünmenin,
kötülük yapmak için tuzak kurmanın en büyük zararını kendimizin göreceğini,
çünkü huyumuzu bozacağını öğrendik.
2.
Haksızlık ederek
topladıklarımızı hepsini birden kaybedeceğimizi öğrendik.
3.
Allah’ın
yargılamasından kişiye olan faydanın çok olduğunu, cenaze namazında merhum için
yapılan duadan çok daha kıymetli olduğunu öğrendik.
4.
Allah’ın kalpte
olduğunu yani gönülde olduğunu, gönül arayışı içinde olmamız gerektiğini
öğrendik.
5.
Allah’a ulaşamadığından,
göremediğinden üzgün, istek ve uğraşı içinde olmasına rağmen elde edemediğinden
dolayı incinmiş olmak gerektiğini öğrendik.
6.
Görünen bizi
etkileyen kuvveti herkesin göreceğini, bizi etkileyen görünmez kuvvetler ile
ilgilenip bilgilenmemiz gerektiğini öğrendik.
7.
Musa, İsa, Hızır Aleyhisselâma
da Muhammed Mustafa’nın nurunu dilmekte ve onun topluluğundan olmak isteğini
dua ile Allah’tan istediklerini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Babam rahmetli Müftü Fehmi BAYRAŞA:
Hakkınca helal kazanana Allah
o kazancını yedirmek nasip eder derdi.
Şimdi yaren iyi dinle!
Talihin bir eseri olarak
uğraşmadan Müslüman bir ailenin çocuğu olduk, kendimizi Muhammed ümmetinin
içinde bulduk.
Bu hazineyi fazla emek sarf etmeden
bulduğumuz için sakın ola ki değersiz sanma, değersizleştirmeye de asla
çalışma.
Şükürler olsun ki kendimizi
nimet içinde bulduk.
Bu nimetin değerini bilerek
bir sonraki kuşağımıza daha bilinçli aktarmak şerefini kazanarak öbür âleme
gitmeye hak kazanalım ve iman emanetini baş tacı ederek verelim.
Bu duaya hep birden ÂMİN
diyelim.
Âmin ki Müslüman’ın Müslüman’a
duası hoştur, güzeldir, beğenilendir, kabul edilendir.
*
RAVLİ