26 Ocak 2013 Cumartesi

FİHİ MAFİH 18. FASIL

Bu Mukri (Okuyucu) Kur’ân’ı doğru okuyor.
Evet!
Kuran’ın suretini okuyor.
Fakat manasından haberi yok.

Esasen onun gerçek manası kendisine anlatılmış olsa, kabul etmez ve yine körü körüne okur.

Bunun benzeri:
Mesela bir adamın elinde kunduz olsa, ona elindekinden daha iyi bir kunduz getirdikleri zaman almak istemezse, kunduzu tanımadığı anlaşılır.

Biri bunun kunduz olduğunu ona söylemiş, o da bunu taklit ile eline almıştır.

Mesela cevizlerle oynayan çocuklara ceviz içi veya ceviz yağı verdiğimiz zaman almazlar.

Çünkü onlara göre ceviz, elimize aldığınız zaman hışır-hışır ses çıkarır, hâlbuki bunların ne sesi ne de hışırtısı vardır.

Tanrının hazineleri ve ilimleri çoktur.

Mukri (Okuyucu) Kuran’ı bilerek okuyorsa (Tanrı’nın) diğer kitabını (İlim sözlerini) niçin kabul etmiyor?

Kur’ân okuyan birine anlattım ki:
Kur’ân, de ki.
Tanrı’nın sözleri için deniz mürekkep olsa, bir misli de ona ilave edilse, sözler bitmeden denizler tükenirdi.
(Kehf suresi 109) buyuruyor.

Kur’ân elli dirhem mürekkeple yazılabilir.
Bu Tanrı’nın ilminden bir işaret bir parçadır ve onun bütün bilgisi bundan ibaret değildir.

Bir Attâr bir kâğıt parçasına ilaç sarsa, sen:
“ Bütün dükkân bunun içinde” der misin?
Bu aptallık olur.

Nihayet Musa, İsa ve daha başkaları zamanında da Kur’ân vardı,
Hak kelamı (Sözü) mevcuttu.
Fakat Arapça değildi.

İşte bunu anlatıyordum.
Baktım o okuyucuya tesir etmiyor, ben de (Yakasını) bıraktım.

Rivayet etmişlerdir ki:
Peygamber (Tanrı’nın salât ve selamı üzerine olsun) zamanında eshabdan herkim, yarım veya bir sure öğrenirse, ona büyük adam derler ve yahut yarım sure biliyor diye parmakla gösterirlerdi.

Çünkü onlar Kur’ân’ı adeta yerlerdi (İçselleştirme, hazmetme)
Bir veya yarım batman ekmek yemek hakikaten güç bir iştir.

Fakat ağızlarına alıp, çiğneyip - çiğneyip atarlarsa, bu şekilde yüz bin merkep yükü ekmek yenebilir.

Peygamber:
Ne kadar Kur’ân okuyan vardır ki Kur’ân ona lanet eder
(Hadis) buyurmamış mıdır?

İşte bu, Kur’ân okuduğu halde manasını bilmeyen kimse hakkında söylenmiştir.
Fakat böyle olması da yine iyidir.(Hiç okumamaktan)

Tanrı bir kavmin gözünü, bu dünyayı kurmaları, bayındır etmeleri için, gafletle bağladı.

Eğer insanlardan böyle bir gurubu, öbür dünyadan habersiz etmeseydi, o zaman bu dünya hiç bayındır olur muydu?

Bu mamurluğu (Sarhoşluğun verdiği sersemlik), öbür dünyadan gafil (Habersiz) olmak vücuda getirmiştir.

Mesela bir çocuk hiçbir şeyden haberi olmadığı ve boş bulunduğu için büyür, gelişir ve boyu uzar.

Aklı kemale (Olgunluğa) bu büyüyüp gelişme (Vücut gelişmesi)  durur.

İşte bunun için yapıcılığın sebebi gaflet (Dikkatsizlik, dalgınlık, ihmal, endişesizlik), yıkıcılığın sebebi ise akıllılıktır.

Bu söylediklerin ikiden hâli (Bu davranışa mensup)değildir.
Bunu ya kıskançlığından, ya da sevgisinden söylüyoruz.

Allah esirgesin!
Katiyen kıskançlık olamaz.

Çünkü değeri olan bir şeyi kıskanmaya acınır.
Değeri olmayan bir şeyi kıskanmağa ne denir bilmem!

Bu olsa-olsa, son derece merhametli, şefkatli (Acıyarak, esirgeyerek sevme) olmasındandır.
Bundan maksadımız sevgili dostu manaya doğru çekip götürmektir.

 
Hikâye ederler ki:
Bir adamın Hacca giderken yolu çöle düştü.
Çok susamıştı.
Uzaktan ufacık, eski bir çadır görüp oraya gitti.

Bir cariye gördü ve ona:
“ Sözün kısası ben misafirim!
Diye seslendi ve inip oraya oturdu.
Su istedi, verdiler.
Bu içtiği su, ateşten daha sıcak, tuzdan daha tuzluydu.

Dudağından, midesine ininceye kadar her geçtiği yeri yaktı kavurdu.
Adam son derece merhametli ve şefkatli (Acıyarak, esirgeyerek sevme) olduğundan, kadına öğüt vermeğe başladı ve:

“ Sizin bana hakkınız geçti.
Beni kavuşturduğunuz rahatlık karşılığında şefkat (Acıyarak, esirgeyerek sevme) hissim kabardı.

Size şimdi söyleyeceğim şeyleri iyice dinleyiniz.
İşte Bağdad, Basra, Vasık ve daha başka şehirler buraya yakındır.

Eğer isterseniz kona göçe, düşe kalka oraya kendinizi ulaştırabilirsiniz.
Tatlı ve soğuk sular orada çoktur.
Çeşitli yiyecekler, türlü-türlü hamamlar vardır.”

Diye, böylece o şehirlerin nimetlerini, güzelliklerini, tatlı ve eğlenceli taraflarını kadına sayıp durdu,

Az sonra kadının kocası Arap geldi.
Birkaç çöl faresi avlamıştı.

Bunları pişirmesini kadına emretti.
Pişirince biraz da misafire verdiler.

O bunları istemeye - istemeye yedikten sonra, gece yarısı çadırın dışında yatıp uyudu.

Kadın kocasına:
“Bu misafirin dediklerini hiç duydun mu?
Dedi ve misafirin kendisine anlattığı şeylerin hepsini kocasına anlattı.

Kocası:
“ Ey kadıncağız, böyle şeyleri dinleme, çünkü dünyada kıskanç insanlar çoktur.

Bazı kimselerin devlete ve rahata kavuştuklarını görünce kıskanır, onları buldukları yerlerden tedirgin ve mahrum etmek isterler” dedi.

İşte bu halk da böyledir.
Biri şefkatinden (Acıyarak, esirgeyerek sevme) oturup öğüt vermek istese, bunu onun kıskançlığına hamlederler (İleri atarlar, ileri sürerler)

Yalnız onda eğer bir esas (Kabiliyet) varsa sonunda (Öğütlerin tesiriyle) manaya teveccüh (Yönelme, çevrilme, doğrulma) eder.

Çünkü Elest gününden (Allah’ın ruhları yarattıktan sonra “ Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Dediği zaman) bir damla damlatıldığından, bu katre onu nihayet bu sıkıntı ve minnetten (İyilik yapana karşı kendini borçlu görme) kurtarır.

Sen daha ne kadar bizden uzak, bize yabancı olarak, perişanlık ve gelip geçici hevesler içinde kalacaksın?

Kendi şeyhinden veya birinden benzerini yani aynı cinsten olan sözleri duymamış olan bir topluluğa insan nasıl söz söyler?

Şiir:
Soyunda bir tek büyük adam olmadığı için,
Büyüklerin adını duymaya tahammül edemedi!

Manaya yönelmek, insanı başlangıçta o kadar hoş gelmezse de gittikçe daha çok tatlılaşır.

Bu suretin (Dıştan görüşün) aksinedir.
Suret (Dış görünüş) önce hoş, latif görünür, fakat onunla ne kadar çok beraber bulunursan, ondan o kadar soğursun.

Kur’an’ın sureti nerede, manası nerede!
İnsana da bak.
Nerde onun sureti ve nerede manası!

Eğer insanın suretinin manası (Ruhu) giderse, cesedini evde bir lahza (Göz ucuyla bakıncaya kadar geçen zaman) olduğu gibi, bırakmazlar.

Mevlana Şemseddin (Tanrı onun ruhunu takdis etsin) buyurdu ki:
Büyük bir yolcu kafilesi bir yere gidiyordu.

Orada bayındırlıktan ve sudan bir eser yoktu.
Ansızın kovasız bir kuyu buldular ve bir kova ile ipler ele geçirip kutunun dibine sarkıttılar.

Kova ipten ayrıldı.
Başka bir kova sarkıttılar, o da koptu.

Bundan sonra kafiledeki adamları ipe bağlayıp kuyunun dibine indirdiler.
Bunlar da orada kaldılar.

İçlerinde akıllı birisi vardı.
“ O ben gideyim!” dedi.
Onu da aşağıya sarkıttılar.

Kuyunun dibine inmesine az bir şey kalmıştı ki korkunç bir siyah göründü.

Akıllı adam:
“ Kurtulmaya çalışsam da kurtulamayacağım ama hiç olmazsa aklımı başıma toplayıp, kendimden geçmeyeyim.
Bakalım başıma neler gelecek?” dedi.

Siyah (ona):
“ Masalı kısa kes!
Benim esirimsin.
Doğru cevap vermekten başka bir şeyle elimden kurtulamazsın.

(Söyle bakalım) Bütün yerlerin en iyisi neresidir?” dedi.

Akıllı adam kendi kendine:
“ Ben şimdi onun elinde esir ve biçareyim (çaresizim).

Eğer ona, Bağdad veya başka yer (En iyi yerdir) dersem, bulunduğu, yaşadığı yeri kötülemiş olurum” diyip

En iyi yer insanın bir arkadaşının bulunduğu yerdir ve burası yerin dibinde, fare deliğinde de olsa yine en iyi yerdir.” Cevabını verdi.

Bunun üzerine Siyah:
Aferin!
Aferin!
Aferin!
Kurtuldun.
Yeryüzünde yegâne insan olan sensin, seni serbest bırakıyorum, diğerlerine de hatırın için azat (Serbest) ediyorum.

Bundan böyle kan dökmeyeceğim.
Sana olan sevgimden, dünyadaki bütün insanları sana bağışladım” dedi ve sonra bütün kafileyi suya kandırdı..

Bunun için maksat manadır.
Bu manayı başka bir surette söylemek mümkündür.

Fakat mukallit (Taklit edenler) olanlar ancak maddi ve müşahhas (Somut) bir şeyle sözü kabul ediyorlar.

Onlara söz anlatmak güçtür.
Mesela bu sözü onlara başka bir misalle söylersen anlamazlar.

                     ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Kur’ân’ı kerimi sadece güzel ve doğru okumanın yeterli olmadığını, manasını da öğrenmemiz, araştırmamız, tetkik etmemiz gerektiğini öğrendik.

2.   Daha iyi, daha güzel, daha doğru, daha geçerli, daha kalıcı ve değeri değişmeyen cevhere ulaşıncaya kadar arayış içinde olmamız gerektiğini öğrendik.

3.   Tanrı’nın sözünün yalnız Arapça olmadığını her dilden söz ilettiğinden sadece Arapça okumakla sınır konmaması gerektiğini öğrendik.

4.   Velilerin ve nebilerin sözlerinde ortak işaret manaya git veya manaya gel mesajı olduğunu, manası bilinmeden yapılanın beklenilen ve istenilen faydayı ve kabul edilmeyi vermediğini öğrendik.

5.   Merhametli şefkatli kimselerin öğütlerine önem vermemiz gerektiğini, bir takım bahanelerle değersiz hale getirmenin yanlış olduğunu öğrendik.

6.   Öğüt hemen fayda vermese bile içinde cevher olanların bunu unutmadan gereğini yaparak faydalandıklarını öğrendik.

7.   Ruhun bedenden ayrıldığı zaman, vücudun ceset olduğunu ve hemen toprağa gömüldüğünü öğrendik.

8.   Manadan uzak olanların pişmanlık duyacakları işler yapacaklarını ve pişman olacaklarını öğrendik.

9.   Mevlana’dan uzak ve yabancı kalanların pişmanlık içinde geçici heveslerle zaman kaybederek pişmanlık duyacaklarını öğrendik.

10.                  İyi bir arkadaşın bulunduğu yerin en güzel yer olduğunu öğrendik.

11.                  Manadan yararlanamayan kimselerin somut şeylere önem veren ve taklitçi olan kimseler olduğunu, onlara ne örnek versen bile anlamayacaklarını öğrendik.

12.                  Ailesinde, akrabasında, yakın çevresinde olan büyüğü büyük olarak görmeyen, değer vermeyen o büyükten faydalanamayacağı gibi diğer büyüklerin öğütlerini de dinlemeyeceğini ham olarak bu hayattan gideceklerini öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Okuduğumuz zaman kısa süreli hafıza merkezinde kayda alınır.
Bir zaman sonra yeni okumalarla önemini yitirerek unutma sürecine girer,.
Kısa bir zaman sonra değersizleşir, sıradan bir durum halinde unutulur gider.

Eğer okuma bir araştırma, inceleme, her zaman faydalanma amacı taşırsa; o okuma içinden kendimize kalıcı olanları seçer ve sahipleniriz.

Zamana göre değişmeyen, doğruluğu defalarca gerçek olmuş Tanrı sözlerini söyleyen Peygamberlerin ve velilerin sözleri bu bakımdan vazgeçilemeyen sözler olduğunu bilmemiz önemlidir.

                                      *
Yaren, mana hemen anlaşılmaz, gelin gibidir.
Birçok uğraşı ve masraflardan sonra sana yüzünü gösterir.

Bu yola yeni katılmış yarenler anlamak için acele etmemeli, fakat ara vermeden yazıları okumaya devam etmeleri gerekir.

Anlama perdeni Tanrı açacağından ve bu yolda olanlara açtığından yolda devamlı olmalısın ve ibadet ederek Allah’tan ilim istemelisin.

İbadetsiz bu okuyuş sende kalıcı olmaz.

Mesela.

Sözü erkek ve dişi bir çift güvercin var say.
Bu güvercin sana hediye edilmiştir.

Sen bu güvercine yuva yaparak onun barınmasını sağlar, yemini, suyunu verip tehlikelerden korursan o güvercinler senin yuvanda çoğalır ve sen de başkalarına hediye edersin.

Senin eline geçen bu güvercin ile ilgilenmezsen o güvercin ilk fırsatta geldiği yere gider.

Söz de aynen böyledir.
Hele ele geçirdiğin çok değerliyse onu elinden kaçırmamak için hizmet etmelisin ki o seninle birlikte olup ayrılmaz.

                                       *
RAVLİ

Popüler Yayınlar