14 Ocak 2013 Pazartesi

FİHİ MAFİH 5. FASIL

Atabek:(Selçuklu sultanı şehzadelerinden Muinüddin Pervanenin damadı. Mevlana’nın has müritlerindendir)

“ Bu ne lütuf!
Mevlana teşrif etti.

Doğrusu beklemiyordum.
Hatta buna layık olmayı aklımdan bile geçirmemiştim.

Benim, gece gündüz karşısında el bağlayıp müritleri (Sevgiyle bağlanan) arasında yer almam lazım gelirken ve ben henüz buna bile layık değilken, bu ne lütuf!” dedi.

Bunun üzerine Mevlana buyurdu ki:
Bu sizin himmetinizin (Çalışmanızın, gayretinizin, emeğinizin) yüceliklerindendir.

Siz de yüksek işlerle uğraşmanıza rağmen, himmetinizin çok yüksek olduğundan, kendinizi kusurlu görüyor ve bu şeylerle de yetinmeyerek kendiniz için daha birçok şeyleri gerekli buluyorsunuz.

Bizim gönlümüz her zaman manen sizin hizmetinizde bulunmakla beraber, görerek de şereflenmek istedik.

Çünkü bu görmenin de büyük bir itibarı (Değeri) vardır.
İtibar ne demek!

O hatta öz ile mana ile beraberdir.
Nasıl ki beyinsiz bir kafanın işi hiç sonuç vermezse, kabuksuz meyve da yetişmez.

Mesela, bir çekirdeği kabuksuz olarak bir yere ekersen yeşermez, fakat onu kabuğuyla beraber yere gömdüğün zaman yeşerir ve büyük bir ağaç olur.

Binaenaleyh bu bakımdan vücudun da büyük bir aslı, rolü vardır.
Hem böyle olması da tabiidir.

Onsuz bir iş meydana gelmez.
Evet, işte bu asıl, manadır.

Fakat bu, manayı bilen ve manalı olan kimsenin yanında böyledir.
İki rekât namaz, dünya ve dünyada olan şeylerden hayırlıdır.
(Hadis) işte bunun için buyurmuşlardır.

Yalnız bu söz herkes için değildir, bu o iki rekât namazı kılmaması, onun için dünya ve dünyada bulunan her şeyden daha önemli olan kimse içindir.

(Böyle bir) İnsanın gözünde, bütün dünya malı kendinin olsa bile, iki rekât namazı kılmaması ona, o dünya malının büsbütün elinden çıkmasından daha ağır gelir.

Dervişin biri, bir padişahın yanına gitti.
Padişah ona:

“ Ey zahit!” dediği vakit,
O.” Zahit sensin! Dedi.

(Zahit: Tanrı emirlerini yaptıktan başka, şüpheli şeylerden de kaçınan, kendisini ibadete veren kimse)

Padişah:
“ Ben nasıl zahit olurum?
Bütün dünya benimdir” dedi.

Bunun üzerine derviş:
 “ Hayır, aksine!
Görüyorsun ki bütün dünya, ahret ve bütün mülkler benim malımdır.
Âlemi ben kapladım, sen sadece bir lokma ve bir hırka ile kanaat ettin” dedi.

Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (Zatı) oradadır
(Bakara suresi 115)

O (Allah), her yerde bulunan, geçer olan Vecih’dir (Uludur), devamlıdır, ölmez.

Âşıklar bu vech’e (Çalışıp çabalama olmadan kalbe gelen Tanrı yüzünün kendisini göstermesi) kendilerini feda etmişlerdir ve karşılık da istemezler.
Geri kalanlar ise hayvan gibidir.

Buyurdu ki:
Sığır gibi olmalarına rağmen, nimetlere müstahaklardır (Hak sahibi) ve ahırda bulundukları halde ahır sahibinin makbulüdürler.

Çünkü, eğer ahır sahibi isterse, onu, ahırdan nakleder ve padişahın ahırına götürür..
Başlangıçta olduğu gibi, yokluktan varlığa getirir.

Varlık (Vücut) ahırından, cemâd (Cansızlık) ahırına ve cemâd ahırından bitkiliğe, bitkilikten hayvanlığa, hayvanlıktan insanlığa, insanlıktan melekliğe ve daha böylece sonu gelmeden ilerletir.

O sana bunları, O’nun biri birinden üstün olan bu türlü ahırlardan daha birçok ahıra bulunduğunu kabul ve itiraf etmen için göstermiştir.

…halden hale geçersiniz.
Böyleyken onlar acaba neden iman etmezler?
(İnşikak suresi 19-20) buyrulmuş olduğu gibi bunu sana, önde bulunan başka tabakalara inanman ve onları kabul etmen için gösterdi, yoksa hepsi bundan ibaret, diye inkâr etmen için değil.

Bir üstat, bilgisini ve hünerini kendisine inanmaları ve daha göstermemiş olduğu birçok marifetleri ve ilimleri olduğunu ikrar ve kendine iman etmeleri için gösterir.

Bunun gibi bir padişah da Hil’at (Kaftan, süslü elbise) verir, bağışlarda bulunur, okşar gönül alır.

Bunları kendisinden daha başka şeyler beklemeleri ve ümitlenerek vereceği paralar için kese dikmeleri için yapar, yoksa vaat ettiklerinin hepsi bundan ibaret, padişah başka bağışlarda bulunmayacak diyerek bu kadarla iktifa (Yetinme) etmemeleri için değil.

Esasen o, böyle söyleyeceklerini bilse, onlara katiyen lütuf (İyilikte) ve inam’da (nimet vermekte) bulunmaz.

Zahid, aheri (Başkasına), dünya ehli ise ahiri görür.(Sonucu) görür.
Fakat Tanrı’nın has kulları ve arifler, ne aheri ne de ahiri görürler.
Onların nazarları (Bakışları) evvele düşmüştür, her işin evvelini bilirler.

Mesela, buğday ekince, buğday biteceğini bilir.
İşte evvelden sonunu görmemiş midir?

Arpa, pirinç ve daha başka şeyler için de aynen böyledir ve başını, evvelini gördüğünden, gözü sonunda değildir, bir şeyin sonu, daha başından ona belli olmuştur?

Bunlar nadir olurlar.
Diğerleri ise, orta halli olduklarından, nazarları sondadır, ahırda kaldıkları için hayvandır.

Dert daima insana yol gösterir.
Dünyadaki her iş için, bir insanın içinde ona karşı bir aşk, bir heves ve dert olmazsa, insan o işi yapamaz ve o iş, dertsiz, zahmetsiz olarak (elde ediş) ona kolay olmaz.

İster dünya, ister ahret, ister ticaret, ister padişahlık, ister ilim, ister astronomi ve ister daha başka işlerde olsun (Hepsi için böyledir),

Mesela Meryem de doğum ağrısı olmadıkça, o baht (Talih, kader, kısmet) ağacına gitmedi.

Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (Dayanmaya) sevk etti
(Meryem suresi 23) buyrulduğu gibi onu o dert, ağaca götürdü ve o kuru ağaç meyve verir bir hale geldi.

Vücut da Meryem gibidir, her birimizin İsa’mız vardır.
Bizde eğer o dert peyda olursa İsa’mız doğar, eğer dert olmazsa, İsa da o geldiği gizli yoldan tekrar kendi aslına döner.

Biz de böylece ondan faydalanmaktan mahrum kalırız.

ŞİİR:
Can, içinde aç,
Tabiat ise dışında servet ve sâmân (Zenginlik, servet, rahat, dinçlik, düzen) içinde.

Şeytan yiyip içmekten mide fesadına uğramış,
Cemşîd sabah kahvaltısını bile yapmamış.

Şimdi senin Mesih’in bu yeryüzünde.
Burada bulunduğun müddetçe derdinin devasına bak.

Mesih göğe çıkınca deva da elden gider.

(Mesih: İsa peygamber, hastaların üzerine elini gezdirip şifa verdiğinden dolayı denmiştir.)
(Cemşid: İran mitolojisinde tanınmış bir kişidir.

Yedi yüz yaşamış, halkı teşkilatlandırmış, sonradan Tanrılık davasında bulunarak zalim bir hükümdar olmuştur.
Şarabı icat eden, Nevruz bayramını koyandır.
Pişdadiyen sülalesinin dördüncü hükümdarı iken Dahhak tarafından kovulmuştur.)
                                   ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
                                  ***
Neler öğrendik:

1.   Tanrı’ya kulluk vazifesini yapan, karşılık ve fayda beklemeden büyüklere hizmet edenlerin saygı gösterilmeye layık olduğunu, ziyaretlerine gidilmesi gerektiğini öğrendik.

2.   Güzel hizmet yapanları ziyaret ederek yaptığı işlerin beğenildiğini, takdir gördüğünü, boşa çalışmadığını ifade etmek ve hizmete istekle devam etmesi için ziyaret edilip yüzüne bunların söylenmesi gerektiğini öğrendik.

3.   Vücudun ve içindeki âlemlerin birlikte olması ile geliştiğini ve verimli hale geldiğini öğrendik.

4.   Vücudun içinde insani özelliklerin gizlendiğini, Tanrı ilminde kendini gösterdiklerini, geliştiklerini, buradan bütün âlemler tanındığını, bilindiğini ve bütün bu âlemleri toplayan ise insan olduğunu öğrendik.

5.   Mutlak varlığın Tanrı olduğunu, her şeyin ondan var olduğu için asıl ‘O’ olduğunu ve varlığın onun olduğunu öğrendik.

6.   Her nereye baksak ‘O’nun varlığını yani Allah’ın varlığını görmemiz gerektiğini öğrendik.

7.   Dervişin görünüşte fakir ama esasında varlıklı olduğunu öğrendik.

8.   Allah ile bağlantılı işlerin iyilik oluşturduğunu öğrendik.

9.   Bir insanın yalnızca dünya malı ile ilgilenmesinin, yetinmesinin, yeterli olmadığını, insan olarak verilenlerin çok küçük bir kısmıyla ömür sürmesinin eksiklik olduğunu öğrendik.

10.                  Allah’a âşık olanların tek isteğinin kalbine Allah’ın kendisini göstermesi olduğunu öğrendik.

11.                  Allah’ın kendisine yönelen kulunun temiz niyetinden ve yaptığı güzel işlerden dolayı bağışlarda bulunacağını, cansızlıktan alıp bitki, oradan hayvanlığa, oradan alıp insanlığa, insanlıktan alıp melekliğe, sonu olmayan bir yükselişe sokacağını öğrendik.

12.                  Değişimin ve ilerleyiş ile yükselişin olması gerektiğini, insan vücudunda olan bu olanakların harekete geçirilmesi gerektiğini öğrendik.

13.                  Merakla bir şey öğrenmenin istenilen getiriyi sağlamadığını, sevgiden dolayı aşk olması, ayrı kalmaktan dolayı üzüntü duyulması, gizli üzüntü çekilmesi, gönülden görememek kaygısı yani bize yol gösteren dert sahibi olmamız gerektiğini öğrendik.

14.                  Derdin, sıkıntının çare arayışına götürdüğünü, bu çare arayışı ile güzel elde edişlerin olacağını öğrendik.

15.                  Dert, aşk, heves olursa o işin yapılabileceğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

RAVLİ ARİF yaz Google den arifliği iyice incelemelisin.

Yaşarken yeme içme, mal para biriktirip çoğaltma uğraşısından kendimizi kurtarıp bizi dokunuşuyla yaralarımızı iyileştirecek, sakatlıklarımızı düzeltecek İsa huylu arifleri bulup yakınlaşmamız gerektiğini böylece asil olarak yaratılan insanın esas kimliğine bürünmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.

                                     *
RAVLİ

Popüler Yayınlar