“ Bundan önce kâfirler puta tapar ve saygı gösterirlerdi.
Biz de şimdi aynı şeyi yapmaktayız.
Gidip Moğol’un önünde eğilip, onlara saygı gösteriyor, kendimizi
Müslüman biliyoruz.
İçimizde de hırs, heves, kin, kıskanma gibi ve daha başka putlarımız var.
Bunların hepsine itaat ediyoruz.
Yalnız burada başka bir şey var.
Mademki bunun kötü ve
beğenilmeyen bir şey olduğu hatırımıza geliyor, öyleyse mutlaka sizin kalp gözünüz (İç gözünüz) eşsiz, benzersiz, niteliksiz ve pek
büyük bir şey görmüş olmalıdır, işte bu yüzden bunlar ona çirkin ve
kusurlu görünüyor.
Tuzlu su, tatlı su
içen adama tuzlu gelir ve eşya zıddı ile belli
olur.
Ulu Tanrı sizin canınızı iman nuru koyduğu için, canınız bu işleri
çirkin görüyor.
Eğer böyle olmasaydınız bu
şekilde görmezdiniz.
Nitekim başkalarının böyle
bir derdi olmadığından, bulundukları halden memnundurlar ve:“ Esas rolü oynayan budur” derler.
Ulu Tanrı size istediğimiz
şeyi verir, her ne için himmet (Çalışıp çabalama, gayret) gösterirseniz, size
müyesser (Kolay) olur.
Çünkü kuşkanatlarıyla yükselir, mümin de himmeti (Çalışıp çabalama, gayret
göstermek) ile.(K.K)
Yaratıklar üç kısma
ayrılır:
Birincisi:
Meleklerdir:
Bunlar sırf akıldır.
İbadet, kulluk (Sevgi ile bağlanarak hizmet etmek) ve zikir (Allah adını söylemek) yaradılışlarında vardır.
Onların besini ve yiyecekleri
budur, bununla yaşarlar.
Tıpkı balık gibi, balığın
diriliği sudandır, yatağı sudur.
(Melekler) Hakkında teklif (Yetki, sorumluluk, hesap verme) yoktur.
Çünkü onlar şehvetten (Aşırı istek) sıyrılmış, temizlenmişlerdir.
Böyle şehvetle (Aşırı istek) meşgul olmaması ve nefsinin istediği
şeyleri yerine getirmemesi, ne büyük bir devlettir!
İşte bunlardan sıyrılmış,
temizlenmiş olunca tabiatıyla onun için hiçbir mücahede (Uğraşma, savaşma) bahis konusu olamaz.
İbadette bulunsa dahi, bunu
ibadet saymazlar, çünkü bu onun yaratılışının icabıdır.
İkincisi:
Yani başka bir sınıf da hayvanlar (Behaim) sınıfıdır.
Bunlar sırf şehvettir,
kötülükten kendilerini alı koyan akılları yoktur ve üzerlerine teklif (Yetki, sorumluluk, hesap verme) vaki olmamıştır.
(Tanrı bunlara hayvanlıktan
ayrı bir görev vermemiştir)
Üçüncüsü:
Geriye akıl ve şehvetten
mürekkep (Birbiri içine karıştırılmış) olan
zavallı insan kalır.(Üzerine teklif vaki olmuştur yani Allah’ı tanımaları ve ibadet etmeleri istenir)
Yarısı şehvet, yarısı Melek,
yarısı hayvan, yarısı yılan,
yarısı da balıktır.
Balık olan kısmı onu suya
doğru çekiyor, yılan olan tarafı ise toprağa sürüklüyor.
Bunlar birbirleriyle keşmekeş
(Çekişme, kavga, mücadele, kararsızlık) içinde
ve dövüşmektedirler.
“ Aklı
daima şehvetine galip gelen kimse Meleklerden daha yüksek, şehveti
aklına galip gelen ise hayvanlardan daha aşağıdadır.”
(Hadis)
Beyit:
Melek bilgisiyle,
hayvan da bilgisizliğiyle kurtuldu.İnsanoğlu bu ikisi arasında keşmekeşte (Çekişme, kavga, mücadele, kararsızlık) kaldı.
İnsanların bazısı o kadar akla uydular ki (Sonunda) tamamen Melekleştiler, sırf nur oldular.
Bunlar veliler ve nebilerdir.
Ümit ve korkudan
kurtulmuşlardır.
“Tanrı’nın dostları
için hiçbir korku yoktur.
Bunlar zerre kadar
bile mahzun olmazlar.”(Yunus suresi 62)
Şehvet (Aşırı istekler) bazı kimselerin akıllarına galip
geldiğinden, onlar tamamen hayvanlaşmıştır, bazıları da keşmekeş (Çekişme, kavga, mücadele, kararsızlık) içinde
kalmışlardır.
Bunlar içlerinde daima bir üzüntü, keder, ıstırap, özleyiş bulunan ve yaşayışlarından memnun olmayan insanlar, velilerdir.
Veliler, Müminleri kendi
yerlerine ulaştırmak ve kendileri gibi yapmak için, onların kendilerine
gelmesini beklerler.
Şeytanlar da kendi
taraflarına ve cehennemin dibine götürmeğe çalışırlar.
Beyit:
Onu biz de
istiyoruz, başkaları da.Bakalım talih kime yar (Sevgili) olacak
Ve dost kimi
sevecek?
“Tanrı’nın
yardımı eriştiği vakitte.”
(Nasr suresi 1)
Kuran’ın zahirine (Yazılı anlamına bakarak) bakan müfessirler (Açıklayan, kısa şeyi genişletip manasını meydana çıkaran),
bu ayeti şöyle tefsir (Mana bakımından açık anlatma)
ederler:
Mustafa (Tanrı’nın selamı ve salâtı
onun üzerine olsun):
“ Bütün dünyayı
Müslümanlaştırayım, Hak yoluna sokayım” diye çalıştı.Fakat öleceğini anlayınca:
“ Halkı istediğim gibi bir davet etmek için yaşayamadım! Dedi.
Bunun üzerine Yüce Tanrı
buyurdu ki:
Üzülme senin bu dünyadan
göçüp gideceğin zaman, ordular ve kılıç kuvveti ile aldığın vilayetlerin
hepsini, sana ordusuz itaat ettirir ve iman bağlattırırım.
Halkın bölük- bölük Müslüman olduğunu gördüğün zaman, bu senin davetinin kemal (Olgunluk) bulduğuna delalet (Gösterir) eder.
Tanrı’ya tespih et ve ondan günahlarının bağışlanmasını dile.
Çünkü bu, senin oraya göç
etmenin zamanı geldiğine bir işarettir.
Muhakkikler (Soruşturarak hakikati meydana çıkaran) bu ayetin
manası şöyledir diyorlar:
İnsan, kötü vasıflarını kendi
ameli (Allah’ın emirlerini doğrulukla, bağlılıkla,
inanmakla yapan) ve gayreti sayesinde atabileceğini, temizleyebileceğini
zanneder.
Bunun için pek çok çalışıp
çabalar ve bütün gücünü, kuvvetini, imkânlarını seve-seve harcar.
Fakat sonunda ümidini keser.
İşte o zaman Ulu Tanrı ona
buyuruyor ki:
Sen bu işin, senin gücün,
kuvvetin, amelin (Allah’ın emirlerini doğrulukla, bağlılıkla,
inanmakla yapan) ve çalışıp çabalanma olabileceğini sanıyordun.
Bu benim koyduğum bir
kaidedir.
Yani, sen bizim bağışımızın
sana ulaşması için neyin var, neyin yoksa yolumuzda feda etmelisin.
Senin bu zayıf ayaklarla
dolaşıp bitiremeyeceğini bildiğimiz halde, sana bu sonsuz yolda, bu zayıf
ayakların ve ellerinle dolaşmanı emrediyoruz.
Sen hatta yüz bin yılda, bu
yolda bir tek menzile ulaşamayacaksın.
Fakat bu yolda yürürken elden ayaktan düşer ve artık yürümeğe takatin kalmazsa,
o zaman Tanrı’nın inayeti (Yardımı), senin elinden tutar.
Mesela meme emen bir çocuğun
elinden tutarlar ve büyüğünce de, yürümesi için onu kendi başına bırakırlar.
İşte şimdi senin gücün tükendi.
Bu güce, kuvvete sahipken ve
mücahede (Çalışıp, çabalama) de bulunurken ara sıra uyku ile uyanıklık arasında
(Yakza) bulunurken, sana lütfumuzu gösterirdik, sen de bunun vasıtasıyla bizi
talepte kuvvet bulup ümitlenirdin.
Şimdi o alet kalmadığı halde,
bizim lütuflarımıza (Hoşluk, güzellik, iyi muamele,
iyilik), inayetlerimize (Allah’a yöneliş ve ibadetten meydana gelen, Allah emirlerine
sevgi duyulması ve Allah kendi güzelliğini o kişide görmek istemesi) bak
ki sana doğru nasıl akın-akın geliyorlar.
Yüz bin kere çalışıp
çabalamana rağmen bunun bir zerresini görememiştin.
İşte bunun için artık “Rabbini överek şanını yücelt.Yarlıgama (Günahlarının affını) dile.”
(Nasr suresi 3)
Sen, o işin senin elinden
ayağından geleceğini sanır, bunun bizim elimizde olduğunu görmezdin.
Bu düşüncen ve zannından
dolayı Tanrı’dan özür dile.(Mademki) bunların hepsinin bizden olduğunu gördün, tövbe et, af dile.
(Nasr suresi3)
Biz Emir’i, dünya (Menfaatlerimiz) veya onun terbiyesi, bilgisi ve ameli
için sevmiyoruz.
Başkaları onu, sadece bunlar
için seviyorlar.
Çünkü onlar Emir’in yüzünü
değil, arkasını görüyorlar.
Emir aynaya benzer.
Bu sıfatlar ise, aynanın
arkasında bulunan değerli inciler ve altınlar gibi, aynanın arkasına
yerleşmiştir.
Onlar altın ve inciye âşıktır.
Gözleri aynanın arkasındadır.
Hâlbuki aynaya âşık olanların
gözü altında, incide değildir.
Bunlar her zaman yüzlerini
aynaya çevirmişler ve onu ayna olduğu, aynalığı için
severler.
Çünkü onda güzel bir yüz
gördükleri için, (Bakınca) içleri sıkılmaz.
Yüzleri çirkin ve kusurlu
olanlar, aynada çirkinliklerini gördükleri zaman, hemen tersine çevirip o
incileri ararlar (Seyrederler).
İşte bunun için aynanın
arkasına bin bir türlü şekiller yapar, mücevherler koyarlar.
Fakat bunun aynaya ne zararı
dokunur?
Ulu Tanrı her ikisinin de belli olması için, insanlıkla hayvanlığı bir araya
getirmiştir.
Eşya zıddı ile
belli olur.
Zıddı olmayan bir şeyi tarif
etmek imkânsızdır.
Yüce Tanrı’nın zıddı
olmadığından:
“ Ben
gizli bir hazine idim bilinmek istedim”(Hadis) buyrulduğu gibi, bu nurun belli olması için, karanlık olarak yaratılmış bulunan bu âlemi yarattı.
Bunun gibi nebilerin ve
velilerin de:
“ Benim sıfatlarımla çık,
halka görün” (K.K) diyerek vücuda getirdi.
Onlar Tanrı’nın nurunun mazharıdır (Çıktığı, görüldüğü
yer).
Dost düşmandan, gözde olan
yabancı bulunandan bunlar vasıtasıyla ayırt edilir.
Çünkü o mananın mana olarak
zıddı yoktur ve ancak suret yoluyla gösterilebilir.
Mesela Âdem’in karşısında
iblis, Musa’nın yanında Firavun, İbrahim’in karşısında Nemrut olduğu gibi ve
buna daha başka sonsuz örnekler verilebilir.
Şu halde mana itibariyle
zıddı yoksa da veliler vasıtasıyla Tanrı’ya zıt peyda olur.
Mesela:
“ Onlar
ağızlarıyla Allah’ın ışığını söndürmek isterler.Allah ise nurunu tamamlayacak.
Kâfirler karşı
gelse de.”
(Saf suresi 8) ayetinde
buyrulduğu gibi (Onlar) ne kadar düşmanlık, aksilik ederlerse, bunların işleri
de o kadar ilerler ve o kadar çok tanınmış olurlar.
Şiir:
“ Ay
ışığını saçar, köpek havlar.Köpeğin huyu, yaradılışı buysa ay ne yapsın?
Gökteki aydan nur
alırlar.
O kırağı yerinde
olan köpek de kim oluyor?
Birçok kimseler vardır ki Ulu
Tanrı mal, nimet, altın, emirlik ve güç, kuvvet vermekle onlara azap verir.
Ruhları bu şeylerden kaçar.
Fakir bir Arap yurdunda, bir
emirin ata binmiş olduğunu görüp onun alnında velilerin ve nebilerin nurunu
müşahede edince:
“ Ben kullarını nimetlerle
azaba sokan Tanrı’yı överim.
Tespih ederim” (K.K) dedi.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Kâfirlerin putu
karşılarına koyarak taptıklarını, Müslümanlar için de içimizde oluşturduğumuz hırs, heves, kin ve kıskanma ile putlar oluşturup bu
duygulara kendimizi teslim edip itaat ettiğimizi, saygı gösterdiğimizi, bu
hataya düşmemek için çok dikkat etmemiz gerektiğini öğrendik.
2.
Kalp
gözü açık olan, içinde iman nuru olanın
çirkin ve kusurlu davranışları gördüğünü memnun olmadığını öğrendik.
3.
Kalp gözü açık
olmayanın, içinde iman nuru olmayanın çıkarı için her şey yapabileceğini,
rahatsız olmayacağını hatta memnun olacağını öğrendik.
4.
Ulu Tanrı’nın
istediğimiz şeyi verdiğini, çalışıp çabalayana kolay ettiğini öğrendik.
5.
Velilerin yüce
âlemde adları yazılı müminleri yüce âlemdeki yerine ulaştırmak için beklediğini
öğrendik.
6.
Çalışıp
çabalamakla, ibadet etmekle Allah’a ulaşamayacağımızı, Allah’tan yardım gelince
ulaşabileceğimizi öğrendik.
İşte böyle yaren,
İyiler, büyükler arasında
adımız yazılıysa buna velilerin yardımıyla, yol göstermesiyle, yolumuzu aydınlatmasızla,
görünen ve görünmeyen yardımlarıyla Yüce Tanrı’yı gönül aynamızda görmek nasip
olur, Tanrı’nın yaklaş davetine uymuş oluruz.
İbadete ve Tanrı arayışına
devam ederek çalışmamız, bu uğurda kendimizi ve olanaklarımızı feda etmeliyiz
ve Tanrı’dan yardım gelene kadar bu yoldan ayrılmamamız gerekir.
Tanrı bize yaklaş daveti
verdiğin zaman velilerle dost yapar ve onların kılavuzluğuyla huzuruna
hazırlanırız.
Her şey Allah’tan verilir ve
alınır.
Kendi yaptıklarımıza
güvenirsek amacımıza ulaşamayız.
Yalvarış ahlakına
kavuşanların amaçlarına daha çabuk ulaştıklarını öğrendik, anladık.
*
RAVLİ