25 Ocak 2013 Cuma

FİHİ MAFİH 17. FASIL

Naib (Hâkim):
“ Bundan önce kâfirler puta tapar ve saygı gösterirlerdi.
Biz de şimdi aynı şeyi yapmaktayız.

Gidip Moğol’un önünde eğilip, onlara saygı gösteriyor, kendimizi Müslüman biliyoruz.

İçimizde de hırs, heves, kin, kıskanma gibi ve daha başka putlarımız var.
Bunların hepsine itaat ediyoruz.

 İşte bu yüzden hem içimizden, hem de dıştan kâfirlerin yaptığı şeyi yapıyoruz.
Yani tapınıyoruz, üstelik de kendimizi Müslüman biliyoruz.” Dedi.

 
(Mevlana) Buyurdu ki:
Yalnız burada başka bir şey var.

Mademki bunun kötü ve beğenilmeyen bir şey olduğu hatırımıza geliyor, öyleyse mutlaka sizin kalp gözünüz (İç gözünüz) eşsiz, benzersiz, niteliksiz ve pek büyük bir şey görmüş olmalıdır, işte bu yüzden bunlar ona çirkin ve kusurlu görünüyor.

Tuzlu su, tatlı su içen adama tuzlu gelir ve eşya zıddı ile belli olur.
Ulu Tanrı sizin canınızı iman nuru koyduğu için, canınız bu işleri çirkin görüyor.

Eğer böyle olmasaydınız bu şekilde görmezdiniz.
Nitekim başkalarının böyle bir derdi olmadığından, bulundukları halden memnundurlar ve:
Esas rolü oynayan budur” derler.

Ulu Tanrı size istediğimiz şeyi verir, her ne için himmet (Çalışıp çabalama, gayret) gösterirseniz, size müyesser (Kolay) olur.

Çünkü kuşkanatlarıyla yükselir, mümin de himmeti (Çalışıp çabalama, gayret göstermek) ile.(K.K)

Yaratıklar üç kısma ayrılır:

Birincisi: Meleklerdir:
Bunlar sırf akıldır.

İbadet, kulluk (Sevgi ile bağlanarak hizmet etmek) ve zikir (Allah adını söylemek) yaradılışlarında vardır.
Onların besini ve yiyecekleri budur, bununla yaşarlar.

Tıpkı balık gibi, balığın diriliği sudandır, yatağı sudur.
(Melekler) Hakkında teklif (Yetki, sorumluluk, hesap verme) yoktur.

Çünkü onlar şehvetten (Aşırı istek) sıyrılmış, temizlenmişlerdir.
Böyle şehvetle (Aşırı istek) meşgul olmaması ve nefsinin istediği şeyleri yerine getirmemesi, ne büyük bir devlettir!

İşte bunlardan sıyrılmış, temizlenmiş olunca tabiatıyla onun için hiçbir mücahede (Uğraşma, savaşma) bahis konusu olamaz.

İbadette bulunsa dahi, bunu ibadet saymazlar, çünkü bu onun yaratılışının icabıdır.

İkincisi:
Yani başka bir sınıf da hayvanlar (Behaim) sınıfıdır.

Bunlar sırf şehvettir, kötülükten kendilerini alı koyan akılları yoktur ve üzerlerine teklif (Yetki, sorumluluk, hesap verme) vaki olmamıştır.
(Tanrı bunlara hayvanlıktan ayrı bir görev vermemiştir)

Üçüncüsü:
Geriye akıl ve şehvetten mürekkep (Birbiri içine karıştırılmış) olan zavallı insan kalır.
(Üzerine teklif vaki olmuştur yani Allah’ı tanımaları ve ibadet etmeleri istenir)

Yarısı şehvet, yarısı Melek, yarısı hayvan, yarısı yılan, yarısı da balıktır.
Balık olan kısmı onu suya doğru çekiyor, yılan olan tarafı ise toprağa sürüklüyor.

Bunlar birbirleriyle keşmekeş (Çekişme, kavga, mücadele, kararsızlık) içinde ve dövüşmektedirler.

Aklı daima şehvetine galip gelen kimse Meleklerden daha yüksek, şehveti aklına galip gelen ise hayvanlardan daha aşağıdadır.”
(Hadis)

Beyit:
Melek bilgisiyle, hayvan da bilgisizliğiyle kurtuldu.
İnsanoğlu bu ikisi arasında keşmekeşte (Çekişme, kavga, mücadele, kararsızlık) kaldı.

İnsanların bazısı o kadar akla uydular ki (Sonunda) tamamen Melekleştiler, sırf nur oldular.

Bunlar veliler ve nebilerdir.
Ümit ve korkudan kurtulmuşlardır.

“Tanrı’nın dostları için hiçbir korku yoktur.
Bunlar zerre kadar bile mahzun olmazlar.”
(Yunus suresi 62)

Şehvet (Aşırı istekler) bazı kimselerin akıllarına galip geldiğinden, onlar tamamen hayvanlaşmıştır, bazıları da keşmekeş (Çekişme, kavga, mücadele, kararsızlık) içinde kalmışlardır.

Bunlar içlerinde daima bir üzüntü, keder, ıstırap, özleyiş bulunan ve yaşayışlarından memnun olmayan insanlar, velilerdir.

Veliler, Müminleri kendi yerlerine ulaştırmak ve kendileri gibi yapmak için, onların kendilerine gelmesini beklerler.

Şeytanlar da kendi taraflarına ve cehennemin dibine götürmeğe çalışırlar.

Beyit:
Onu biz de istiyoruz, başkaları da.
Bakalım talih kime yar (Sevgili) olacak

Ve dost kimi sevecek?                  

Tanrı’nın yardımı eriştiği vakitte.”
(Nasr suresi 1)

Kuran’ın zahirine (Yazılı anlamına bakarak) bakan müfessirler (Açıklayan, kısa şeyi genişletip manasını meydana çıkaran), bu ayeti şöyle tefsir (Mana bakımından açık anlatma) ederler:

Mustafa (Tanrı’nın selamı ve salâtı onun üzerine olsun):
“ Bütün dünyayı Müslümanlaştırayım, Hak yoluna sokayım” diye çalıştı.
Fakat öleceğini anlayınca:
Halkı istediğim gibi bir davet etmek için yaşayamadım! Dedi.

Bunun üzerine Yüce Tanrı buyurdu ki:

Üzülme senin bu dünyadan göçüp gideceğin zaman, ordular ve kılıç kuvveti ile aldığın vilayetlerin hepsini, sana ordusuz itaat ettirir ve iman bağlattırırım.

Halkın bölük- bölük Müslüman olduğunu gördüğün zaman, bu senin davetinin kemal (Olgunluk) bulduğuna delalet (Gösterir) eder.

Tanrı’ya tespih et ve ondan günahlarının bağışlanmasını dile.
Çünkü bu, senin oraya göç etmenin zamanı geldiğine bir işarettir.

Muhakkikler (Soruşturarak hakikati meydana çıkaran) bu ayetin manası şöyledir diyorlar:

İnsan, kötü vasıflarını kendi ameli (Allah’ın emirlerini doğrulukla, bağlılıkla, inanmakla yapan) ve gayreti sayesinde atabileceğini, temizleyebileceğini zanneder.

Bunun için pek çok çalışıp çabalar ve bütün gücünü, kuvvetini, imkânlarını seve-seve harcar.
Fakat sonunda ümidini keser.

İşte o zaman Ulu Tanrı ona buyuruyor ki:
Sen bu işin, senin gücün, kuvvetin, amelin (Allah’ın emirlerini doğrulukla, bağlılıkla, inanmakla yapan) ve çalışıp çabalanma olabileceğini sanıyordun.

Bu benim koyduğum bir kaidedir.
Yani, sen bizim bağışımızın sana ulaşması için neyin var, neyin yoksa yolumuzda feda etmelisin.

Senin bu zayıf ayaklarla dolaşıp bitiremeyeceğini bildiğimiz halde, sana bu sonsuz yolda, bu zayıf ayakların ve ellerinle dolaşmanı emrediyoruz.

Sen hatta yüz bin yılda, bu yolda bir tek menzile ulaşamayacaksın.
Fakat bu yolda yürürken elden ayaktan düşer ve artık yürümeğe takatin kalmazsa, o zaman Tanrı’nın inayeti (Yardımı), senin elinden tutar.

Mesela meme emen bir çocuğun elinden tutarlar ve büyüğünce de, yürümesi için onu kendi başına bırakırlar.
İşte şimdi senin gücün tükendi.

Bu güce, kuvvete sahipken ve mücahede (Çalışıp, çabalama) de bulunurken ara sıra uyku ile uyanıklık arasında (Yakza) bulunurken, sana lütfumuzu gösterirdik, sen de bunun vasıtasıyla bizi talepte kuvvet bulup ümitlenirdin.

Şimdi o alet kalmadığı halde, bizim lütuflarımıza (Hoşluk, güzellik, iyi muamele, iyilik), inayetlerimize  (Allah’a yöneliş ve ibadetten meydana gelen, Allah emirlerine sevgi duyulması ve Allah kendi güzelliğini o kişide görmek istemesi) bak ki sana doğru nasıl akın-akın geliyorlar.

Yüz bin kere çalışıp çabalamana rağmen bunun bir zerresini görememiştin.
İşte bunun için artık “Rabbini överek şanını yücelt.

Yarlıgama  (Günahlarının affını) dile.
(Nasr suresi 3)

Sen, o işin senin elinden ayağından geleceğini sanır, bunun bizim elimizde olduğunu görmezdin.
Bu düşüncen ve zannından dolayı Tanrı’dan özür dile.

(Mademki) bunların hepsinin bizden olduğunu gördün, tövbe et, af dile.
(Nasr suresi3)

Biz Emir’i, dünya (Menfaatlerimiz) veya onun terbiyesi, bilgisi ve ameli için sevmiyoruz.
Başkaları onu, sadece bunlar için seviyorlar.

Çünkü onlar Emir’in yüzünü değil, arkasını görüyorlar.
Emir aynaya benzer.

Bu sıfatlar ise, aynanın arkasında bulunan değerli inciler ve altınlar gibi, aynanın arkasına yerleşmiştir.

Onlar altın ve inciye âşıktır.
Gözleri aynanın arkasındadır.

Hâlbuki aynaya âşık olanların gözü altında, incide değildir.
Bunlar her zaman yüzlerini aynaya çevirmişler ve onu ayna olduğu, aynalığı için severler.

Çünkü onda güzel bir yüz gördükleri için, (Bakınca) içleri sıkılmaz.
Yüzleri çirkin ve kusurlu olanlar, aynada çirkinliklerini gördükleri zaman, hemen tersine çevirip o incileri ararlar (Seyrederler).

İşte bunun için aynanın arkasına bin bir türlü şekiller yapar, mücevherler koyarlar.
Fakat bunun aynaya ne zararı dokunur?

Ulu Tanrı her ikisinin de belli olması için, insanlıkla hayvanlığı bir araya getirmiştir.

Eşya zıddı ile belli olur.
Zıddı olmayan bir şeyi tarif etmek imkânsızdır.

Yüce Tanrı’nın zıddı olmadığından:
Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim
(Hadis) buyrulduğu gibi, bu nurun belli olması için, karanlık olarak yaratılmış bulunan bu âlemi yarattı.

Bunun gibi nebilerin ve velilerin de:
“ Benim sıfatlarımla çık, halka görün” (K.K) diyerek vücuda getirdi.

Onlar Tanrı’nın nurunun mazharıdır (Çıktığı, görüldüğü yer).
Dost düşmandan, gözde olan yabancı bulunandan bunlar vasıtasıyla ayırt edilir.

Çünkü o mananın mana olarak zıddı yoktur ve ancak suret yoluyla gösterilebilir.

Mesela Âdem’in karşısında iblis, Musa’nın yanında Firavun, İbrahim’in karşısında Nemrut olduğu gibi ve buna daha başka sonsuz örnekler verilebilir.

Şu halde mana itibariyle zıddı yoksa da veliler vasıtasıyla Tanrı’ya zıt peyda olur.

Mesela:
Onlar ağızlarıyla Allah’ın ışığını söndürmek isterler.
Allah ise nurunu tamamlayacak.

Kâfirler karşı gelse de.
(Saf suresi 8) ayetinde buyrulduğu gibi (Onlar) ne kadar düşmanlık, aksilik ederlerse, bunların işleri de o kadar ilerler ve o kadar çok tanınmış olurlar.

Şiir:
Ay ışığını saçar, köpek havlar.
Köpeğin huyu, yaradılışı buysa ay ne yapsın?

Gökteki aydan nur alırlar.
O kırağı yerinde olan köpek de kim oluyor?

Birçok kimseler vardır ki Ulu Tanrı mal, nimet, altın, emirlik ve güç, kuvvet vermekle onlara azap verir.
Ruhları bu şeylerden kaçar.

Fakir bir Arap yurdunda, bir emirin ata binmiş olduğunu görüp onun alnında velilerin ve nebilerin nurunu müşahede edince:

“ Ben kullarını nimetlerle azaba sokan Tanrı’yı överim.
Tespih ederim” (K.K) dedi.

                     ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Kâfirlerin putu karşılarına koyarak taptıklarını, Müslümanlar için de içimizde oluşturduğumuz hırs, heves, kin ve kıskanma ile putlar oluşturup bu duygulara kendimizi teslim edip itaat ettiğimizi, saygı gösterdiğimizi, bu hataya düşmemek için çok dikkat etmemiz gerektiğini öğrendik.

2.   Kalp gözü açık olan, içinde iman nuru olanın çirkin ve kusurlu davranışları gördüğünü memnun olmadığını öğrendik.

3.   Kalp gözü açık olmayanın, içinde iman nuru olmayanın çıkarı için her şey yapabileceğini, rahatsız olmayacağını hatta memnun olacağını öğrendik.

4.   Ulu Tanrı’nın istediğimiz şeyi verdiğini, çalışıp çabalayana kolay ettiğini öğrendik.

5.   Velilerin yüce âlemde adları yazılı müminleri yüce âlemdeki yerine ulaştırmak için beklediğini öğrendik.

6.   Çalışıp çabalamakla, ibadet etmekle Allah’a ulaşamayacağımızı, Allah’tan yardım gelince ulaşabileceğimizi öğrendik.

İşte böyle yaren,

İyiler, büyükler arasında adımız yazılıysa buna velilerin yardımıyla, yol göstermesiyle, yolumuzu aydınlatmasızla, görünen ve görünmeyen yardımlarıyla Yüce Tanrı’yı gönül aynamızda görmek nasip olur, Tanrı’nın yaklaş davetine uymuş oluruz.

İbadete ve Tanrı arayışına devam ederek çalışmamız, bu uğurda kendimizi ve olanaklarımızı feda etmeliyiz ve Tanrı’dan yardım gelene kadar bu yoldan ayrılmamamız gerekir.

Tanrı bize yaklaş daveti verdiğin zaman velilerle dost yapar ve onların kılavuzluğuyla huzuruna hazırlanırız.

Her şey Allah’tan verilir ve alınır.
Kendi yaptıklarımıza güvenirsek amacımıza ulaşamayız.

Yalvarış ahlakına kavuşanların amaçlarına daha çabuk ulaştıklarını öğrendik, anladık.

                                    *
RAVLİ

Popüler Yayınlar