Hocendî diyor ki:
Ailemin uğradığı acıları
görünce kendi acılarımı unuttum. Şam'da Şahap Herive büyük bir soydan gelmişti.
Dedi ki:
Ölüm bana göre neye benzer bilir misiniz?
Artık bir insanın sırtına
ağır bir yük vururlar, onu zorla çamura sürüklerler yahut yüksek bir dağa doğru
yürütürler.
Bin bir zorluk içinde
tırmanmaya çalışırken birisi gelir sırtındaki çuvalın urganını keser, yere
bıraktırır.
İşte o adam birdenbire nasıl
hafifler, nasıl yükten kurtulur ve canı tazelenirse, ölüm
de insanı öylece rahata kavuşturur.
(M. 340)
Şimdi onun hali tıpkı o
kimsenin haline benzer ki, ulu bir ocağın köleleri olduklarına inanırlarsa, bir
gün ecel gelince ocak ulularının yasını tutarlar; Allah kulu olan o ailenin
ışığı içinde onları alçaltır ve kıskançlık gözüyle bakarlar.
Niçin Allah'a
yalvarmıyorsun?
Gece yarısı kalk ikilik
âleminden geç, yüzünü yere koy, iki damla yaş dök.
Allah’ın, eğer peygamberleri,
erenleri sen istemeseydin hepsi de kapı halkası gibi dışarıda kalırlardı.
Şimdi bana falan ulu kişiyi
gösterdin, gözümü onunla aydınlat. Hazreti Peygamber,
"Ne mutlu beni görenlere, beni görenleri ben de görürüm"
buyurmadı mı?
Hazreti Peygamber (Selât ve selâm ona olsun), önceleri halktan
çok sakınırdı; en çok Hak ile dostluk ederdi,
iyiden kötüden çekinirdi.
Olmaya ki, halkın kendisine
karşı fazla sevgisi biran veya bir saat için perde olur diye düşünürdü.
Tam olgunluk çağına erince,
kendisine karşı seksen bin âlemin saygısı ve sevgisi ile iki kişinin sevgisi
farksız oldu.
Buyurdu ki:
"Beni halka satın." Yani, ey dostlarım beni halka satın ki ben
kendi kendime satışa gelmem.
Hazreti Mustafa (S.A.) böyle buyurmuşsa
ne ziyanı var.
Bak ki Hak ne diyor?
Beni yüz kere satın diye
haykırmıyor mu?
"Kullarımın
gönüllerinde benim nimetlerimi ve vergilerimi anmaları hoşuma gider.
Çünkü gönüller
kendilerine nimet bağışlayanın sevgisini taşır.
Kendilerine fenalık
edenlere karşı kin beslerler," buyrulmuştur.
Emreden nefis, kendini sat! Der.
O altın gümüş peşindedir.
Ben para peşinde değilim, ben
o işin peşindeyim ki, eşek köprüden geçsin.
Onlar büyük adam olmuşlar,
şeyh olmuşlar, ben onlara ne yapayım? Yalvarayım mı?
Aç kalmış birini arıyorum,
susamış bir insan arıyorum.
Berrak ve temiz su,
yaradılışındaki iyilik ve cömertliği ile susamış insan arar.
Nefis, kadın huyludur.
"Onlara danışın, ama düşüncelerine aykırı davranın," buyrulmuştur.
Ey Allah elçisi!
Onlara danışın
buyuruyorsunuz.
Hele kamunun menfaati ve
sevinci olan bir işte ne yapalım?
Şimdi eğer erkeksen gel
gidelim, onlarla danışma yapalım. Orada kadınlar vardır, nasıl edelim? (M. 341)
Buyuruyor ki:
"Onlara danışın ama her ne söylerlerse aksini yapın." Bir söz söylüyordu, hoş bir sözdür, dedim.
Ama Allah sözü değil.
Güzel söz, ama Allah
güzellerinden değil.
Bizi her kim bir Müslüman’la
birlikte görürse Müslüman olur.
Bir zındıkla gören de zındık
olur.
Hem öyle zındık olur ki:
Mazandıran'daki Girdikuh
Tapınağı zındıklarını ona köle ve hizmetçi yapmak yaraşır.
Öyle bir insan eğer bir
yaprak (Sayfa) okursa zındık olur.
Eğer her iki yaprağı okursa
Müslüman olur.
Hem de öyle bir gerçek dost olur ki,
anlatılması imkânsızdır.
Fahri Razi'nin ne haddine
düşmüştür ki Muhammed-i Tazi, yani Arap Muhammed şöyle der, Muhammed-i Razî,
yani Reyli Muhammed de böyle söyler diyebilsin (Fahreddin-i Razi'nin asıl ismi
Muhammed Fahreddin'dir.
Çağdaş tefsirciyi ne Şems, ne
de Mevlâna sevmiyor.
Nitekim Mevlâna Mesnevî'de:
Eğer akıl bu yolun kılavuzu
olsaydı Fahri Razî dinin inceliklerini bilen bir bilgin olurdu diyor.(Ç)).
Bu adam, bu çağın dönmesi
sayılmaz mı?
Mutlak kâfir olmaz mı? Meğerki tövbe etsin.
O kendini niçin incitir?
O zaman Allah kullarından
hangisinin kılıcı ona acır? Bunlar kendi kendilerine de hiç acımazlar.
Haccac. Bin Yusuf Allah'ın
rahmeti üzerine olsun, deyiver.
Evet, bizim işimiz bütün
halkın aksinedir.
Onların kabul ettiği her şeyi
biz ret ederiz, onların ret ettiği her şeyi de biz kabul ederiz.
Bir gün Haccac gizlice haber
aldı ki, adamın biri kendi makamına imrenirmiş.
Bir gece sabaha kadar onun
harem dairesindeki kürsüsünde otursam, bir başkası da-bir gece sabaha kadar
onun harem dairesinde kalsam diye söylenirmiş.
Haccac bu adamları çağırmış
ve sarayının aşçısına, yedi renkli pirinç pişirmelerini emretmiş.
Pilâvları getirmişler,
bunlara ye diye emir vermiş ve sormuş:
Hiç tatları arasında bir fark
buluyor musunuz?
Mademki âlemin pabucuna
pabuççu demek küfürdür, fakirin pabucuna ne dersin?
Bana yüz bin dirhem masraf
etsen yine sözüme saygı göstermek derecesinde değeri olamaz.
Eğer sende saygı varsa gel.
Saygısızlık edersen git. Artık saygısızlıktan vaz geç.
Eğer bize saygın varsa bizden
işittiğin şeyleri bizim işaretimiz olmadan niçin açıklıyorsun, diye sordum.
Dedi ki:
Senin küpün her ne kadar
sızarsa da suyu temiz saklar. Şunu da söyledi: (M. 342)
Ben bu yolda çok taban
tepmişim.
Bir adamı birçok yerlerde
dolaştırsalar yirmi fersah alan içinde, şehrin yakınlarında gezdirseler de
şehre sokmasalar, tekrar dolaştırsalar ne çıkar? Dedim.
Ben Hakkı arama yolunda
birçok büyük ve küçüklerle düşüp kalktım, dedi.
Ya rahat peşinde
idin yahut da söz derleme sevdasında idin,
dedim.
Kendimi bir bağda gördüm,
kendimden geçmiş bir vaziyette idim. Bana bir ateş geldi, yüksek bir ses
işittim, tekrar bir nara atarak kendime geldim.
Çizmelerimi giymek istedim,
gözüme başka bir şey göründü, yine kendimden geçtim.
Bütün evlerin üstünde
dolaşıyordum, gökten yedi kapı açıldı.
Yerden göğe kadar uzanan
direkler gördüm.
Anladım ki, o direkler mümin
kulların ibadetleridir.
Sonra Mevlâna'yı bir minber
üzerinde gördüm.
Yanına havadan iki kişi
geldi.
Alevîlerin büklüm-büklüm
saçları gibi kıvırcık saçları, ışık saçan iri gözleri vardı.
Ellerinde üst üste konmuş
içleri mücevherlerle dolu tabaklar getirdiler, Mevlâna'nın önüne koydular.
Bir toprak çömlek ki, yere
vurulsa kırılmaz; şaşılacak bir şey değil, öyle bir toprak çömlek ki, elli kere
kayalara çarpılsa bile kırılmazdı! Ama yumuşak
bir kum üstüne düştü, kırıldı.
Hayret ettim.
Eğer onlara bir ölü için
verin desen mezardan mezara kaçarlar, diriler için verin desen külhandan
külhana gizlenirler.
Benden sordular:
Yol kesenlerin soyup bana
getirdikleri mal helâl olur mu? Benim için helâl olan bir mal ile bu mal arasında ne fark var?
Hem karada, hem suda yaşayan
kurbağa değil ki tiksineyim.
Çömlek değil ki murdar olur
yahut bozulur diye korkayım, işte bu şımarıklığı yapmak başkalarına yaraşmaz.
(M, 343)
Diyelim ki:
Bir doğan kuşu geldi, bir
kale duvarı üstüne kondu. Birisi ona atmak üzere yerden bir taş aldı, fakat kuş uçup gitti.
Ama o duvar üstünde bir
merkep olsaydı ben de bir taş alır onu oradan kaçırmak için atardım.
Ya boynu kopar, ya çamura düşer, Karun gibi alçaldıkça alçalırdı.
Bir de o insana bak ki, iman ışığı yüzünden fışkırıyor, ikiyüzlülük ona asla bulaşmamış, o ışık öyle bir ışık ki hiç bir sınama ile kararmamış, sönmemiştir, öteki ışıklarla bu nur arasındaki ayrılık şudur:
Öteki ışıklar ufak
bir tecrübe sonunda kararır söner, bu (Nur) sönmez.
Bana dost görünen biri vardı,
müritlik davasında idi.
Bir gün geldi, benim bir
canım var ama bilmem ki senin kalıbında mı yaşıyor dedi.
Ben, kendisini sınamak için
ona şöyle dedim:
Senin paran var, bana güzel
bir kadın bul; üç yüz isterse sen dört yüz ver. Adam yerinde donakaldı.
Ona bir gerçek açıklandı kendisine pek yakın sandığı adamın, ne kadar uzak olduğunu
anladı.
Şu halde bir kere ona ayak
uydurmak gerek.
O sevgili bizim yanımızda
sanki ana kucağındaymış gibi davranır.
Nihayet ey nazlı sevgili!
Akıllıdan daha az mı
akıllısın. Şeytandan daha az mı şeytansın?
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
Gelişme yolunda
olanların olgunluğa ulaştığı zaman iyi bir yoldan hareketle bu duruma
geldiğinin farkına vardığını öğrendik.
2.
Ölümün insanı
rahatlatacağını öğrendik.
3.
İnsanın kendisini
övmesinin, pazarlamasının, karşılığında maddi beklenti içine girmesinin çirkin
olduğunu öğrendik.
4.
Değerli birini
ancak başka birisinin övmesi, bilgi ve yeteneklerini halka göstermesi ve
öğretmesi gerektiğini öğrendik.
5.
Kendini
geliştirerek Kalp gözü ile görünmeyenleri görür duruma gelenlerin
Peygamberimizi görebileceğini, peygamberimizin de onu görebileceğini öğrendik.
6.
Peygamberler ve
erenler Allah’ın istediği, beklediği, sevdiği, içeri aldığı, kendine
yakınlaştırdığı kişiler olduğunu öğrendik.
7.
Belirli bir yere
gelinceye kadar kural dışına çıkılabileceğini öğrendik.
8.
Kadının nefsiyle
hareket ettiğini, kadının düşüncelerinin zıddına yani nefsin zıddına hareket
edilmesi gerektiğini öğrendik.
9.
Ancak bu sözün
Allah’ın sözü olmadığından her kadının aynı olmadığından istisna durumlar
olacağını dikkatten kaçırmamak gerektiğini öğrendik.
10.
Az öğrenmenin
inkâr eden yaptığını, tam öğrenmekle Müslüman olunacağını öğrendik.
11.
(Haccac Bin
Yusuf, Emeviler devrinde Şam valisi, gayet sert ve zalim bir adam idi. Şems'in
ona rahmet okumasının hikmeti bu hikâyeden anlaşılmaktadır. (Ç))
12.
Dünya yaşamında
hangi konumda olursak olalım hepimizin yeme, içme, tuvalete gitme, iyilik,
kötülük gibi aynı yaptığımız çok şeyler olduğunu öğrendik.
13.
Saygı görmek ve
göstermek insanlardaki en büyük farklılık meydana getireceğini öğrendik.
14.
Rahat peşinde
olanın veya güzel sözler toplama peşinde olanın İlahi âleme giremeyeceğini,
etrafında dolaşıp duracağını öğrendik.
15.
Mümin kulların
ibadetlerinin göğe uzanan direkler olduğunu öğrendik.
16.
Mevlana
Hazretlerine Allah’tan çok değerli hediyeler geldiğini öğrendik.
17.
Mevlana
Hazretlerinin gösterdiği yumuşaklık tavrıyla en sertlik gösterenin kişileri
bile paramparça edebileceğini öğrendik.
18.
Ele geçen mal
maldır, nasıl ele geçtiği önemli olmadığını önemli olanın bu ele geçen bu malın
doğru kullanılması olduğunu öğrendik.
19.
Nur ile diğer
ışıklar arasındaki farkın nurun söndürülemez olduğunu, diğer ışıkların
sınamakla söndürülebileceğini öğrendik.
20.
Bir kişiye
yakınlığın ölçüsü; onun isteğini yerine getirmek için elindeki avucundaki bütün
varlığını onun yolunda ne kadarını harcıyorsa o kadar yakınlıkta olacağını
öğrendik.
21.
Sevgilinin
akıllıdan daha akıllı, şeytandan daha şeytan olduğunu öğrendik.
İşte böyle yaren,
Halk ile, Allah ile, dostlar
ile, İlahi alem ile ve diğerleri ile ilişkiler farklıdır ve her ilişkinin
sınanarak gerçek değerinin tespit edildiğini ve buna göre değerlendirme
yapıldığını öğrendik, anladık.
Büyüklerimiz genel olarak bu
dünya imtihan dünyasıdır demelerini anlamamız ve bunun yapısının bu olduğunu
kavrayarak yaşamımızı uydurmamız gerektiğini öğrendik.
Kendi düşüncemizin hayal
boyutunda olduğunu, denemekle sınamakla gerçek değerini ve işe yararlılığını
görüp anlamamız gerektiğini öğrendik, anladık.
Ölümden korktuğumuzu aslında
ölüm ile üstümüzden büyük bir yükün kalkacağını öğrendik, anladık.
Elimizdeki imkânları doğru
kullanmamız, yerinde, zamanında ve uygunluk içinde fayda sağlayacak şakide
kullanmamız gerektiğini öğrendik, anladık.
Olgunluğun uzun ve yorucu bir
uğraşı ile elde edildiğini, birdenbire gelenin birden bire kaybolacağının
bilincinde olmamız gerektiğini öğrendik.
Kaybolmayan, yok olmayan ışık
olan nurun arayışında ve kendimize mal etmenin uğraşısı içinde olmamızın
gerektiğini öğrendik, anladık.
*
RAVLİ