5 Ocak 2013 Cumartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ 44

Meğerse olgunlaşmamış olsun, henüz gelişme yolunda olsun, insan Aksaray'a varınca nasıl olur da vardığını bilmez?

Hocendî diyor ki:
Ailemin uğradığı acıları görünce kendi acılarımı unuttum.
Şam'da Şahap Herive büyük bir soydan gelmişti.

Dedi ki:
Ölüm bana göre neye benzer bilir misiniz?

Artık bir insanın sırtına ağır bir yük vururlar, onu zorla çamura sürüklerler yahut yüksek bir dağa doğru yürütürler.

Bin bir zorluk içinde tırmanmaya çalışırken birisi gelir sırtındaki çuvalın urganını keser, yere bıraktırır.

İşte o adam birdenbire nasıl hafifler, nasıl yükten kurtulur ve canı tazelenirse, ölüm de insanı öylece rahata kavuşturur.
(M. 340)

Şimdi onun hali tıpkı o kimsenin haline benzer ki, ulu bir ocağın köleleri olduklarına inanırlarsa, bir gün ecel gelince ocak ulularının yasını tutarlar; Allah kulu olan o ailenin ışığı içinde onları alçaltır ve kıskançlık gözüyle bakarlar.

Niçin Allah'a yalvarmıyorsun?
Gece yarısı kalk ikilik âleminden geç, yüzünü yere koy, iki damla yaş dök.

Allah’ın, eğer peygamberleri, erenleri sen istemeseydin hepsi de kapı halkası gibi dışarıda kalırlardı.

Şimdi bana falan ulu kişiyi gösterdin, gözümü onunla aydınlat. Hazreti Peygamber,
"Ne mutlu beni görenlere, beni görenleri ben de görürüm" buyurmadı mı?

Hazreti Peygamber (Selât ve selâm ona olsun), önceleri halktan çok sakınırdı; en çok Hak ile dostluk ederdi, iyiden kötüden çekinirdi.

Olmaya ki, halkın kendisine karşı fazla sevgisi biran veya bir saat için perde olur diye düşünürdü.

Tam olgunluk çağına erince, kendisine karşı seksen bin âlemin saygısı ve sevgisi ile iki kişinin sevgisi farksız oldu.

Buyurdu ki:
"Beni halka satın." Yani, ey dostlarım beni halka satın ki ben kendi kendime satışa gelmem.

Hazreti Mustafa (S.A.) böyle buyurmuşsa ne ziyanı var.
Bak ki Hak ne diyor?

Beni yüz kere satın diye haykırmıyor mu?
 "Kullarımın gönüllerinde benim nimetlerimi ve vergilerimi anmaları hoşuma gider.

Çünkü gönüller kendilerine nimet bağışlayanın sevgisini taşır.
Kendilerine fenalık edenlere karşı kin beslerler," buyrulmuştur. Emreden nefis, kendini sat! Der.

O altın gümüş peşindedir.
Ben para peşinde değilim, ben o işin peşindeyim ki, eşek köprüden geçsin.

Onlar büyük adam olmuşlar, şeyh olmuşlar, ben onlara ne yapayım? Yalvarayım mı?

Aç kalmış birini arıyorum, susamış bir insan arıyorum.
Berrak ve temiz su, yaradılışındaki iyilik ve cömertliği ile susamış insan arar.

Nefis, kadın huyludur.
"Onlara danışın, ama düşüncelerine aykırı davranın," buyrulmuştur.

Ey Allah elçisi!
Onlara danışın buyuruyorsunuz.

Hele kamunun menfaati ve sevinci olan bir işte ne yapalım?
Şimdi eğer erkeksen gel gidelim, onlarla danışma yapalım.
Orada kadınlar vardır, nasıl edelim? (M. 341)

Buyuruyor ki:
"Onlara danışın ama her ne söylerlerse aksini yapın."
Bir söz söylüyordu, hoş bir sözdür, dedim.

Ama Allah sözü değil.

Güzel söz, ama Allah güzellerinden değil.
Bizi her kim bir Müslüman’la birlikte görürse Müslüman olur.

Bir zındıkla gören de zındık olur.
Hem öyle zındık olur ki:

Mazandıran'daki Girdikuh Tapınağı zındıklarını ona köle ve hizmetçi yapmak yaraşır.

Öyle bir insan eğer bir yaprak (Sayfa) okursa zındık olur.
Eğer her iki yaprağı okursa Müslüman olur.

 Hem de öyle bir gerçek dost olur ki, anlatılması imkânsızdır.

Fahri Razi'nin ne haddine düşmüştür ki Muhammed-i Tazi, yani Arap Muhammed şöyle der, Muhammed-i Razî, yani Reyli Muhammed de böyle söyler diyebilsin (Fahreddin-i Razi'nin asıl ismi Muhammed Fahreddin'dir.

Çağdaş tefsirciyi ne Şems, ne de Mevlâna sevmiyor.
Nitekim Mevlâna Mesnevî'de:

Eğer akıl bu yolun kılavuzu olsaydı Fahri Razî dinin inceliklerini bilen bir bilgin olurdu diyor.(Ç)).

Bu adam, bu çağın dönmesi sayılmaz mı?
Mutlak kâfir olmaz mı?
Meğerki tövbe etsin.

O kendini niçin incitir?
O zaman Allah kullarından hangisinin kılıcı ona acır?
Bunlar kendi kendilerine de hiç acımazlar.

Haccac. Bin Yusuf Allah'ın rahmeti üzerine olsun, deyiver.
Evet, bizim işimiz bütün halkın aksinedir.

Onların kabul ettiği her şeyi biz ret ederiz, onların ret ettiği her şeyi de biz kabul ederiz.

Bir gün Haccac gizlice haber aldı ki, adamın biri kendi makamına imrenirmiş.

Bir gece sabaha kadar onun harem dairesindeki kürsüsünde otursam, bir başkası da-bir gece sabaha kadar onun harem dairesinde kalsam diye söylenirmiş.

Haccac bu adamları çağırmış ve sarayının aşçısına, yedi renkli pirinç pişirmelerini emretmiş.

Pilâvları getirmişler, bunlara ye diye emir vermiş ve sormuş:
Hiç tatları arasında bir fark buluyor musunuz?

Mademki âlemin pabucuna pabuççu demek küfürdür, fakirin pabucuna ne dersin?

Bana yüz bin dirhem masraf etsen yine sözüme saygı göstermek derecesinde değeri olamaz.

Eğer sende saygı varsa gel.
Saygısızlık edersen git.
Artık saygısızlıktan vaz geç.

Eğer bize saygın varsa bizden işittiğin şeyleri bizim işaretimiz olmadan niçin açıklıyorsun, diye sordum.

Dedi ki:
Senin küpün her ne kadar sızarsa da suyu temiz saklar.
Şunu da söyledi: (M. 342)

Ben bu yolda çok taban tepmişim.

Bir adamı birçok yerlerde dolaştırsalar yirmi fersah alan içinde, şehrin yakınlarında gezdirseler de şehre sokmasalar, tekrar dolaştırsalar ne çıkar? Dedim.

Ben Hakkı arama yolunda birçok büyük ve küçüklerle düşüp kalktım, dedi.
Ya rahat peşinde idin yahut da söz derleme sevdasında idin, dedim.

Kendimi bir bağda gördüm, kendimden geçmiş bir vaziyette idim. Bana bir ateş geldi, yüksek bir ses işittim, tekrar bir nara atarak kendime geldim.

Çizmelerimi giymek istedim, gözüme başka bir şey göründü, yine kendimden geçtim.

Bütün evlerin üstünde dolaşıyordum, gökten yedi kapı açıldı.
Yerden göğe kadar uzanan direkler gördüm.

Anladım ki, o direkler mümin kulların ibadetleridir.
Sonra Mevlâna'yı bir minber üzerinde gördüm.

Yanına havadan iki kişi geldi.
Alevîlerin büklüm-büklüm saçları gibi kıvırcık saçları, ışık saçan iri gözleri vardı.

Ellerinde üst üste konmuş içleri mücevherlerle dolu tabaklar getirdiler, Mevlâna'nın önüne koydular.

Bir toprak çömlek ki, yere vurulsa kırılmaz; şaşılacak bir şey değil, öyle bir toprak çömlek ki, elli kere kayalara çarpılsa bile kırılmazdı! Ama yumuşak bir kum üstüne düştü, kırıldı.

Hayret ettim.
Eğer onlara bir ölü için verin desen mezardan mezara kaçarlar, diriler için verin desen külhandan külhana gizlenirler.

Benden sordular:
Yol kesenlerin soyup bana getirdikleri mal helâl olur mu?
Benim için helâl olan bir mal ile bu mal arasında ne fark var?

Hem karada, hem suda yaşayan kurbağa değil ki tiksineyim.
Çömlek değil ki murdar olur yahut bozulur diye korkayım, işte bu şımarıklığı yapmak başkalarına yaraşmaz. (M, 343)

Diyelim ki:
Bir doğan kuşu geldi, bir kale duvarı üstüne kondu.
Birisi ona atmak üzere yerden bir taş aldı, fakat kuş uçup gitti.

Ama o duvar üstünde bir merkep olsaydı ben de bir taş alır onu oradan kaçırmak için atardım.

Ya boynu kopar, ya çamura düşer, Karun gibi alçaldıkça alçalırdı.
Bir de o insana bak ki, iman ışığı yüzünden fışkırıyor, ikiyüzlülük ona asla bulaşmamış, o ışık öyle bir ışık ki hiç bir sınama ile kararmamış, sönmemiştir, öteki ışıklarla bu nur arasındaki ayrılık şudur:

Öteki ışıklar ufak bir tecrübe sonunda kararır söner, bu (Nur) sönmez.
Bana dost görünen biri vardı, müritlik davasında idi.

Bir gün geldi, benim bir canım var ama bilmem ki senin kalıbında mı yaşıyor dedi.

Ben, kendisini sınamak için ona şöyle dedim:
Senin paran var, bana güzel bir kadın bul; üç yüz isterse sen dört yüz ver.
Adam yerinde donakaldı.

Ona bir gerçek açıklandı kendisine pek yakın sandığı adamın, ne kadar uzak olduğunu anladı.

Şu halde bir kere ona ayak uydurmak gerek.
O sevgili bizim yanımızda sanki ana kucağındaymış gibi davranır.

Nihayet ey nazlı sevgili!
Akıllıdan daha az mı akıllısın.
Şeytandan daha az mı şeytansın?

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
 ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Gelişme yolunda olanların olgunluğa ulaştığı zaman iyi bir yoldan hareketle bu duruma geldiğinin farkına vardığını öğrendik.

2.   Ölümün insanı rahatlatacağını öğrendik.

3.   İnsanın kendisini övmesinin, pazarlamasının, karşılığında maddi beklenti içine girmesinin çirkin olduğunu öğrendik.

4.   Değerli birini ancak başka birisinin övmesi, bilgi ve yeteneklerini halka göstermesi ve öğretmesi gerektiğini öğrendik.

5.   Kendini geliştirerek Kalp gözü ile görünmeyenleri görür duruma gelenlerin Peygamberimizi görebileceğini, peygamberimizin de onu görebileceğini öğrendik.

6.   Peygamberler ve erenler Allah’ın istediği, beklediği, sevdiği, içeri aldığı, kendine yakınlaştırdığı kişiler olduğunu öğrendik.

7.   Belirli bir yere gelinceye kadar kural dışına çıkılabileceğini öğrendik.

8.   Kadının nefsiyle hareket ettiğini, kadının düşüncelerinin zıddına yani nefsin zıddına hareket edilmesi gerektiğini öğrendik.

9.   Ancak bu sözün Allah’ın sözü olmadığından her kadının aynı olmadığından istisna durumlar olacağını dikkatten kaçırmamak gerektiğini öğrendik.

10.                  Az öğrenmenin inkâr eden yaptığını, tam öğrenmekle Müslüman olunacağını öğrendik.

11.                  (Haccac Bin Yusuf, Emeviler devrinde Şam valisi, gayet sert ve zalim bir adam idi. Şems'in ona rahmet okumasının hikmeti bu hikâyeden anlaşılmaktadır. (Ç))

12.                  Dünya yaşamında hangi konumda olursak olalım hepimizin yeme, içme, tuvalete gitme, iyilik, kötülük gibi aynı yaptığımız çok şeyler olduğunu öğrendik.

13.                  Saygı görmek ve göstermek insanlardaki en büyük farklılık meydana getireceğini öğrendik.

14.                  Rahat peşinde olanın veya güzel sözler toplama peşinde olanın İlahi âleme giremeyeceğini, etrafında dolaşıp duracağını öğrendik.

15.                  Mümin kulların ibadetlerinin göğe uzanan direkler olduğunu öğrendik.

16.                  Mevlana Hazretlerine Allah’tan çok değerli hediyeler geldiğini öğrendik.

17.                  Mevlana Hazretlerinin gösterdiği yumuşaklık tavrıyla en sertlik gösterenin kişileri bile paramparça edebileceğini öğrendik.

18.                  Ele geçen mal maldır, nasıl ele geçtiği önemli olmadığını önemli olanın bu ele geçen bu malın doğru kullanılması olduğunu öğrendik.

19.                  Nur ile diğer ışıklar arasındaki farkın nurun söndürülemez olduğunu, diğer ışıkların sınamakla söndürülebileceğini öğrendik.

20.                  Bir kişiye yakınlığın ölçüsü; onun isteğini yerine getirmek için elindeki avucundaki bütün varlığını onun yolunda ne kadarını harcıyorsa o kadar yakınlıkta olacağını öğrendik.

21.                  Sevgilinin akıllıdan daha akıllı, şeytandan daha şeytan olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Halk ile, Allah ile, dostlar ile, İlahi alem ile ve diğerleri ile ilişkiler farklıdır ve her ilişkinin sınanarak gerçek değerinin tespit edildiğini ve buna göre değerlendirme yapıldığını öğrendik, anladık.

Büyüklerimiz genel olarak bu dünya imtihan dünyasıdır demelerini anlamamız ve bunun yapısının bu olduğunu kavrayarak yaşamımızı uydurmamız gerektiğini öğrendik.

Kendi düşüncemizin hayal boyutunda olduğunu, denemekle sınamakla gerçek değerini ve işe yararlılığını görüp anlamamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Ölümden korktuğumuzu aslında ölüm ile üstümüzden büyük bir yükün kalkacağını öğrendik, anladık.

Elimizdeki imkânları doğru kullanmamız, yerinde, zamanında ve uygunluk içinde fayda sağlayacak şakide kullanmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Olgunluğun uzun ve yorucu bir uğraşı ile elde edildiğini, birdenbire gelenin birden bire kaybolacağının bilincinde olmamız gerektiğini öğrendik.

Kaybolmayan, yok olmayan ışık olan nurun arayışında ve kendimize mal etmenin uğraşısı içinde olmamızın gerektiğini öğrendik, anladık.

                                         *
RAVLİ

Popüler Yayınlar