16 Ocak 2013 Çarşamba

FİHİ MAFİH 7. FASIL

Atabek’in oğlu geldi.
Mevlana buyurdu ki:

Senin baban daima Tanrı ile meşguldür.
Ona İmanı galip gelmiştir, bu sözünden belli oluyor.

Bir gün Atabek dedi ki:
Rum kâfirleri:

“ Tatar’a kız verelim de din bir olsun ve bu yeni bir din olan Müslümanlık ortadan kalksın” diyorlar.

Ben:
“ Bu din ne zaman bir oldu ki..
Her zaman iki, üç din vardı ve onlar arasında daima savaş ve öldürmek (Kan dökmek) mevcuttu” dedim.

Bunun üzerine Mevlana buyurdu ki:
Siz, dini nasıl bir yapacaksınız?
Bu ancak kıyamette bir olur.

Burası dünya olduğuna göre, bu imkânsızdır.
Çünkü burada, her birinin çeşitli dileği ve isteği vardır.

Burada bir olamaz ve bu ancak kıyamette mümkün olabilir.
Orada hepsi bir olur, hepsi aynı yere bakar ve bir tek kulak, bir tek dil haline gelirler.

İnsanda birçok şeyler mevcuttur.
(Mesela) Fare vardır, kuş vardır.

Kuş kafesi yukarı kaldırır, fare aşağı çeker.
İnsanda daha bunun gibi, binlerce çeşitli yırtıcı hayvanlar bulunur.

Bunlar eğer, fare fareliğini, kuş da kuşluğunu bırakırsa, hepsi birleşir ve istenilen şey de meydana gelmiş olur.

Çünkü istenen, ne yukarıdadır ne aşağıdadır.
Ve istenilen hâsıl (Ortaya çıkınca) olunca, ne yukarı ne de aşağı kalır.

Birisi bir şey kaybetmiş.
Sağda, solda önde, arkada arıyor.

Bulduğu zaman ne sağı, ne solu ne önü ne de arkayı arar.
Bunların hepsi bir olur.

Kıyamet gününde nazarlar (Bakış yönü) birleşir.
Diller, kulaklar ve duygular bir olur.

Mesela on kişinin müşterek bir bahçesi veya dükkânı bulunsa, hepsinin sözleri, kaygıları, bir olur ve hepsi bir şeyle uğraşırlar.
Çünkü istedikleri şey bir olmuştur.

Kıyamet gününde hepsinin işi Tanrı’ya düşer.
Yani hepsi Tanrı ile meşgul olur ve hepsi bunda birleşir,

Bunun gibi dünyada herkes bir işle uğraşır.
Kimi kadın sevgisiyle, kimi mal toplamakla, kimi kazanmak, kimi de bilgi elde etmekle uğraşır, bunlardan birinden zevk alır ve hoşlanır.

Hepsi de:” Benim dermanım, saadetim ve huzurum bundadır” der ve ona inanır.
Bu da Tanrı’nın bir rahmetidir.

Çünkü insan, o sevdiği şeye gider, onu arar, bulamayıp geri döner, bir zaman bekler ve kendi kendine:

“ Bu zevk ve rahmet aranılmaya değer, belki ben iyi arayamadım, tekrar arayayım” diye yeniden aramaya başlar.
Fakat yine bulamaz.

Böylece, Tanrı’nın rahmeti ona perdesiz olarak yüz gösterinceye kadar devam eder.

Rahmet yüz gösterdikten sonra, bu tuttuğu yolun, gerçek bir yol olmadığını anlar.

Fakat Tanrı’nın öyle kulları da vardır ki onlar, kıyametten evvel bu gayeye ulaşmışlardır.

***Şimdiden sonu görürler.

Ali (Tanrı ondan razı olsun):
Perde kalksa da benim yakinim artmıyor” buyuruyor.

Yani:
Bu kalıbı ortadan kaldırsalar ve kıyamet görünse de benim yakinim (Bilmek ve öğrenmek, görmekle İmanım değişmez) artmaz (Demektir).

Bu şunun gibidir:
Mesela farz edelim ki karanlık gecede, bir evde herkes yüzünü bir tarafa çevirmek suretiyle, namaz kılsa, gündüz olunca, yüzlerini çevirmiş oldukları yönü değiştirirler.

Fakat onlar arasında gece, yüzünü kıbleye çevirmiş olan, bu hakiki yönden yüzünü çevirmez.

Hem niçin çevirsin?
Çünkü herkes yüzünü ona doğru çevirir.

(Bu dünyada) Gece yüzlerini ona dönüp, başkasından yüz çevirmiş iseler, o halde onlar için kıyamet görünmüş ve hazır olmuştur.

Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri bizim yanımızda bulunmasın.
Biz onu ancak muayyen bir ölçü içinde göndeririz
(Hicr suresi 21) buyrulduğundan sözün sonu yoktur.

Fakat isteyenin istediği ölçüde iner (Gelir).

Hikmet de yağmur gibidir ve kendi madeninde sonsuz bir durumdadır.
Yalnız ihtiyaca göre yağar.

Kışın, ilkbaharda, yazın ve sonbaharda bu mevsimlerin ihtiyaçlarına göre az veya çok olur.

Fakat geldiği yerde, yani kaynağında bitip tükenmek bilmeyen bir haldedir.

Mesela atarlar şekeri veya ilaçları kâğıda sararlar.
Ama şeker, o kâğıda konulandan ibaret değildir.

Şeker ve ilaç depoları sonsuzdur.
Sonsuzluk, sınırsızlık kâğıda nasıl sığabilir?

Kuran’da Muhammed’e (tanrının selam ve salâtı onun üzerine olsun) niçin kelime-kelime iniyor da sure-sure inmiyor, diye dedikodu yapıyorlardı.

Bunun üzerine Mustafa (Tanrının selam ve salâtı onun üzerine olsun):
“ Bu sersemler ne diyorlar?

Eğer hepsi birden inseydi ben erirdim, kalmazdım” buyurdu.
Çünkü O, azdan çoğunu, bir şeyden birçok şeyleri, bir tek satırdan defterler dolusunu anlayabilir.

Mesela şunun gibi:
Bir gurup insan oturmuş (Bir olayın) hikâyesini dinliyorlar.

Fakat bunlar arasında biri, hikâyenin içinde bulunmuş olduğundan, hikâyenin hepsini tamamen biliyor ve bir işaretle hepsini anlıyor, kızarıp bozarıyor ve bir halden bir hale dönüyor.

Diğerleri hikâyenin ancak işittikleri kadarını anlıyorlar, çünkü onlar vaziyetten haberdar değillerdir.

Yalnız vaziyette vakıf (Haberi olan) olan, o kadarla da pek çok şeyler anlamıştır.

Gelelim eski konumuza:
Atarın dükkânına gittiğin zaman, orada, şekerin ne kadar çok olduğunu görürsün.

Fakat atar, elinde ne kadar para getirdinse, sana onun değeri kadar şeker verir.

Gümüş para burada, himmet ve inan mukabilinde, misal olarak verildi.
Söz o nispette ona ilham olur.

Şeker isteyene geldiğin zaman çuvalına bakarlar.
Ona göre bir veya iki kile ölçerler.

Ama eğer şeker almaya gelen, deve katarları ve pek çok çuvallar getirmişse, kile ölçenleri çağırmalarını emrederler.

Bunun gibi adam olur ki denizlerle kanmaz, adam da olur, ona birkaç damla su kâfi gelir ve bundan fazlası ona zarar verir.

Bu sadece mana âleminde ilimler ve hikmetler hususunda böyle olmayıp, her şey de bunun gibidir.

Dünyada nallar, altınlar, maden ocakları hep sonsuz ölçüdedir, sınırsızdır.
Fakat bunlar insana değeri kadar gelir.

İnsan fazlasına dayanamayarak delirir.
Âşıklardan Mecnun Ferhat ve daha başkalarını görmüyor musun?

Bunlara tahammüllerinin üstünde şehvet verilmiş olduğundan, bir kadının aşkı ile dağlara ve çöllere düştüler.

Baksana Firavuna, fazlaca mal mülk verdikleri için Tanrı’lık davasında bulundu.

İyi veya kötü hiçbir şey yoktur ki onun bizde ve bizim hazinemizde sonsuz defineleri olmasın; Fakat biz tahammül nispetinde gönderiyoruz.
(Hicr suresi 21) buyrulduğu gibi, işe elverişli olanı da budur.

Evet!
Bu adam inanlıdır fakat inanın ne olduğunu bilmiyor.
Ekmeğe inanan, fakat neye inandığını bilmeyen bir çocuk da böyledir.

Mesela bitkilerden, gelişmekte olan bir ağaç, susuzluktan sararır ve kurur, buna mukabil susuzluğun ne olduğunu bilmez.

İnsanın vücudu bir bayrak gibidir.

Evvela bayrağı havada açar, sonra yalnız Tanrı’nın bildiği akıl, anlayış, öfke, kızmak, yumuşaklık, cömertlik, korku ve ümit gibi her taraftan, askerleri o bayrağın dibine gönderirler.

Uzaktan bakan herkes, onu sadece bir bayrak olarak görür.
Fakat yakından bakan, onda ne cevherler ne manalar bulunduğunu da müşahede (Gözle görür) eder.

Bir adam geldi ve dedi ki:
Nerede idin?
Çok özlemiştik, niçin uzak düştün?

O:
“ Tesadüf böyle oldu “dedi.
Biz bu tesadüfün değişmesi ve ortadan kaldırılması için dua ediyorduk.
Ayrılık yaratan tesadüf, olmaması icap eden tesadüftür.
Evet, hepsi Tanrı’dandır ama Tanrı’ya nispetle iyidir.

Evet!
Doğru, hepsi Tanrı’ya nispetle mükemmeldir, iyidir.
Fakat bize nispetle böyle değildir.

Çünkü pislik, namazsızlık, namaz, küfür, İslam, şirk ve tevhit bunların hepsi Tanrı’nın yanında iyidir.

Fakat bize göre, bu hırsızlık, ahlaksızlık, küfür ve şirk kötü.
 Tevhid, namaz ve hayrat (İyi işler, iyilikler) iyidir.
Ama Hakk’a nispetle hepsi iyidir.

Mesela:
Ülkesinde zindan, asmak, hil’at (Kaftan), mal, mülk, raiyyet Halk), düğün, davul ve bayrak bulunan bir padişah için bunların hepsi iyidir ve nasıl, hil’at saltanatının, kemaline alamet olursa, darağacına çekmek, öldürmek, ve zindan da aynen bunun gibidir.

Padişaha nispetle hepsi kemaldir.
Fakat halka göre, hil’atle darağacı nasıl aynı şey olabilir?

                     ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954

                     ***
Neler öğrendik:

1.   İmanı galip gelenlerin Tanrı ile meşgul olduklarını öğrendik.

2.   Dilek ve isteklerin çeşitli inanışlar oluşturduğunu öğrendik.

3.   Doğasal farklılıklarla isteklerin ve hareketlerin farklılık yarattığını öğrendik.

4.   İstenilen şey elde edildiği zaman isteğin bittiğini, hareketlerin farklılıklarının kalmadığını öğrendik.

5.   Karanlıkta kalanların farklı yönlere döneceklerini öğrendik.

6.   Aydınlıkta herkesin inandığı, istediği yöne döneceklerini öğrendik.

7.   Aslında herkesin kalbindeki yönün aynı olduğunu öğrendik.

8.   Allah’ın tükenmez hazineleri olduğunu, ihtiyaca göre sırayla ve parça-parça yararımız için gönderildiğini öğrendik.

9.   Azdan çoğu anlamamız gerektiğini öğrendik.

10.                  Olayın içinde olanın, başkasının anlatımından daha fazlasını anladığını öğrendik.

11.                  Herkesin alıp taşıyabileceği bir kabı olduğunu ama Allah’ın sayısız hazineleri olduğunu, Allah’ın kulunun katlanabileceği oranda nimetlerini verdiğini öğrendik.

12.                  Yakından bakınca bir şeyin değerini anlayabileceğimizi, öğrendik.

13.                  Arif olanların şimdiden sonu gördüklerini öğrendik.

14.                  Hazreti Âlinin İmanının bilmekle, görmekle, duymakla oluşmadığından, içinde var olan imanın, dış anlatımlarla değişmeyeceğini öğrendik.

15.                  Hazreti Muhammed ve Hazreti Ali’nin aynı nurdan yaratıldıklarını öğrendik.

 
İşte böyle yaren,

Kıyamete kadar çok değişik canlı ve cansızın yapacağı işler olduğunu, Tanrı’nı dünyanın şenlenmesi için her yarattığına bir iş verdiğini, verdiği işi sevdirdiğini, o yönde çalıştırdığını öğrendik anladık.

Karanlıkların, aydınlığa kavuşacağı, örtülerin kalktığı, sırların açıkça görüldüğü, kutsal kitapta yazılanların hepsinsin gerçekleştiği ve çeşitliliklerin bir olduğu, karışıklıkların bittiği kıyamet günü herkesin anlayacağı, bileceği, göreceği Allah olduğunu öğrendik anladık.

                            *
RAVLİ

Popüler Yayınlar