Mevlana buyurdu ki:
Senin baban daima Tanrı ile meşguldür.
Ona İmanı
galip gelmiştir, bu sözünden belli oluyor.
Bir gün Atabek dedi ki:
Rum kâfirleri:
“ Tatar’a kız verelim de din
bir olsun ve bu yeni bir din olan Müslümanlık ortadan kalksın” diyorlar.
Ben:
“ Bu din ne zaman bir oldu
ki..Her zaman iki, üç din vardı ve onlar arasında daima savaş ve öldürmek (Kan dökmek) mevcuttu” dedim.
Bunun üzerine Mevlana buyurdu
ki:
Siz, dini nasıl bir
yapacaksınız?Bu ancak kıyamette bir olur.
Burası dünya olduğuna göre,
bu imkânsızdır.
Çünkü burada, her birinin
çeşitli dileği ve isteği vardır.
Burada bir olamaz ve bu ancak
kıyamette mümkün olabilir.
Orada hepsi bir olur, hepsi
aynı yere bakar ve bir tek kulak, bir tek dil haline gelirler.
İnsanda birçok şeyler
mevcuttur.
(Mesela) Fare vardır, kuş
vardır.
Kuş kafesi yukarı kaldırır,
fare aşağı çeker.
İnsanda daha bunun gibi,
binlerce çeşitli yırtıcı hayvanlar bulunur.
Bunlar eğer, fare fareliğini,
kuş da kuşluğunu bırakırsa, hepsi birleşir ve
istenilen şey de meydana gelmiş olur.
Çünkü istenen, ne yukarıdadır
ne aşağıdadır.
Ve istenilen hâsıl (Ortaya
çıkınca) olunca, ne yukarı ne de aşağı kalır.
Birisi bir şey kaybetmiş.
Sağda, solda önde, arkada
arıyor.Bulduğu zaman ne sağı, ne solu ne önü ne de arkayı arar.
Bunların hepsi bir olur.
Kıyamet gününde nazarlar
(Bakış yönü) birleşir.
Diller, kulaklar ve duygular
bir olur.
Mesela on kişinin müşterek bir bahçesi veya dükkânı bulunsa, hepsinin
sözleri, kaygıları, bir olur ve hepsi bir şeyle uğraşırlar.
Çünkü istedikleri şey bir olmuştur.Kıyamet gününde hepsinin işi Tanrı’ya düşer.
Yani hepsi Tanrı ile meşgul olur ve hepsi bunda birleşir,
Bunun gibi dünyada herkes bir
işle uğraşır.
Kimi kadın sevgisiyle, kimi
mal toplamakla, kimi kazanmak, kimi de bilgi elde etmekle uğraşır, bunlardan birinden zevk alır ve hoşlanır.
Hepsi de:” Benim dermanım, saadetim ve huzurum bundadır” der ve
ona inanır.
Bu da Tanrı’nın bir rahmetidir.
Çünkü insan, o sevdiği şeye gider, onu arar,
bulamayıp geri döner, bir zaman bekler ve kendi kendine:
“ Bu zevk ve rahmet
aranılmaya değer, belki ben iyi arayamadım, tekrar arayayım” diye yeniden aramaya başlar.
Fakat yine bulamaz.
Böylece, Tanrı’nın rahmeti
ona perdesiz olarak yüz gösterinceye kadar devam eder.
Rahmet yüz gösterdikten
sonra, bu tuttuğu yolun, gerçek bir yol olmadığını anlar.
Fakat Tanrı’nın öyle kulları da vardır ki onlar, kıyametten evvel bu gayeye
ulaşmışlardır.
***Şimdiden sonu
görürler.
Ali (Tanrı ondan razı olsun):
“ Perde
kalksa da benim yakinim artmıyor” buyuruyor.
Yani:
Bu kalıbı ortadan kaldırsalar
ve kıyamet görünse de benim yakinim (Bilmek ve
öğrenmek, görmekle İmanım değişmez) artmaz (Demektir).
Bu şunun gibidir:
Mesela farz edelim ki
karanlık gecede, bir evde herkes yüzünü bir tarafa çevirmek suretiyle, namaz
kılsa, gündüz olunca, yüzlerini çevirmiş oldukları yönü değiştirirler.
Fakat onlar arasında gece,
yüzünü kıbleye çevirmiş olan, bu hakiki yönden yüzünü çevirmez.
Hem niçin çevirsin?
Çünkü herkes yüzünü ona doğru
çevirir.
(Bu dünyada) Gece yüzlerini
ona dönüp, başkasından yüz çevirmiş iseler, o halde onlar için kıyamet görünmüş
ve hazır olmuştur.
“ Hiçbir
şey yoktur ki onun hazineleri bizim yanımızda bulunmasın.
Biz onu ancak
muayyen bir ölçü içinde göndeririz”(Hicr suresi 21) buyrulduğundan sözün sonu yoktur.
Fakat isteyenin istediği
ölçüde iner (Gelir).
Hikmet de yağmur gibidir ve kendi madeninde sonsuz bir durumdadır.
Yalnız ihtiyaca göre yağar.
Kışın, ilkbaharda, yazın ve
sonbaharda bu mevsimlerin ihtiyaçlarına göre az veya çok olur.
Fakat geldiği yerde, yani
kaynağında bitip tükenmek bilmeyen bir haldedir.
Mesela atarlar şekeri veya
ilaçları kâğıda sararlar.
Ama şeker, o kâğıda
konulandan ibaret değildir.
Şeker ve ilaç depoları
sonsuzdur.
Sonsuzluk, sınırsızlık kâğıda
nasıl sığabilir?
Kuran’da Muhammed’e (tanrının
selam ve salâtı onun üzerine olsun) niçin kelime-kelime iniyor da sure-sure
inmiyor, diye dedikodu yapıyorlardı.
Bunun üzerine Mustafa (Tanrının
selam ve salâtı onun üzerine olsun):
“ Bu sersemler ne diyorlar?Eğer hepsi birden inseydi ben erirdim, kalmazdım” buyurdu.
Çünkü O, azdan çoğunu, bir şeyden birçok şeyleri, bir tek satırdan defterler dolusunu anlayabilir.
Mesela şunun gibi:
Bir gurup insan oturmuş (Bir
olayın) hikâyesini dinliyorlar.
Fakat bunlar arasında biri,
hikâyenin içinde bulunmuş olduğundan, hikâyenin hepsini tamamen biliyor ve bir işaretle hepsini
anlıyor, kızarıp bozarıyor ve bir halden bir hale dönüyor.
Diğerleri hikâyenin ancak işittikleri kadarını anlıyorlar, çünkü onlar vaziyetten
haberdar değillerdir.
Yalnız vaziyette vakıf (Haberi olan) olan, o kadarla da pek çok şeyler anlamıştır.
Gelelim eski konumuza:
Atarın dükkânına gittiğin
zaman, orada, şekerin ne kadar çok olduğunu görürsün.
Fakat atar, elinde ne kadar
para getirdinse, sana onun değeri kadar şeker verir.
Gümüş para burada, himmet ve
inan mukabilinde, misal olarak verildi.
Söz o nispette ona ilham
olur.
Şeker isteyene geldiğin zaman
çuvalına bakarlar.
Ona göre bir veya iki kile
ölçerler.
Ama eğer şeker almaya gelen,
deve katarları ve pek çok çuvallar getirmişse, kile ölçenleri çağırmalarını
emrederler.
Bunun gibi adam
olur ki denizlerle kanmaz, adam da olur, ona birkaç damla su kâfi gelir ve
bundan fazlası ona zarar verir.
Bu sadece mana âleminde
ilimler ve hikmetler hususunda böyle olmayıp, her şey de bunun gibidir.
Dünyada nallar, altınlar,
maden ocakları hep sonsuz ölçüdedir, sınırsızdır.
Fakat bunlar insana değeri
kadar gelir.
İnsan fazlasına dayanamayarak
delirir.
Âşıklardan Mecnun Ferhat ve
daha başkalarını görmüyor musun?
Bunlara tahammüllerinin
üstünde şehvet verilmiş olduğundan, bir kadının aşkı ile dağlara ve çöllere
düştüler.
Baksana Firavuna, fazlaca mal
mülk verdikleri için Tanrı’lık davasında bulundu.
“ İyi
veya kötü hiçbir şey yoktur ki onun bizde ve bizim hazinemizde sonsuz
defineleri olmasın; Fakat biz tahammül nispetinde gönderiyoruz.”
(Hicr suresi 21) buyrulduğu
gibi, işe elverişli olanı da budur.
Evet!
Bu adam inanlıdır fakat
inanın ne olduğunu bilmiyor.Ekmeğe inanan, fakat neye inandığını bilmeyen bir çocuk da böyledir.
Mesela bitkilerden,
gelişmekte olan bir ağaç, susuzluktan sararır ve kurur, buna mukabil susuzluğun
ne olduğunu bilmez.
İnsanın vücudu bir bayrak
gibidir.
Evvela bayrağı havada açar,
sonra yalnız Tanrı’nın bildiği akıl, anlayış, öfke, kızmak, yumuşaklık,
cömertlik, korku ve ümit gibi her taraftan, askerleri o bayrağın dibine
gönderirler.
Uzaktan bakan herkes, onu
sadece bir bayrak olarak görür.
Fakat yakından bakan, onda ne cevherler ne manalar bulunduğunu da müşahede
(Gözle görür) eder.
Bir adam geldi ve dedi ki:
Nerede idin?Çok özlemiştik, niçin uzak düştün?
O:
“ Tesadüf böyle oldu “dedi.Biz bu tesadüfün değişmesi ve ortadan kaldırılması için dua ediyorduk.
Ayrılık yaratan tesadüf, olmaması icap eden tesadüftür.
Evet, hepsi Tanrı’dandır ama Tanrı’ya nispetle iyidir.
Evet!
Doğru, hepsi Tanrı’ya
nispetle mükemmeldir, iyidir.Fakat bize nispetle böyle değildir.
Çünkü pislik, namazsızlık, namaz, küfür, İslam, şirk ve tevhit bunların hepsi
Tanrı’nın yanında iyidir.
Fakat bize göre, bu
hırsızlık, ahlaksızlık, küfür ve şirk kötü.
Tevhid, namaz ve hayrat (İyi işler, iyilikler)
iyidir.Ama Hakk’a nispetle hepsi iyidir.
Mesela:
Ülkesinde zindan, asmak, hil’at (Kaftan), mal, mülk, raiyyet Halk), düğün, davul ve bayrak bulunan bir padişah için bunların hepsi iyidir ve nasıl, hil’at saltanatının, kemaline alamet olursa, darağacına çekmek, öldürmek, ve zindan da aynen bunun gibidir.
Padişaha nispetle hepsi
kemaldir.
Fakat halka göre, hil’atle
darağacı nasıl aynı şey olabilir?
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
***
Neler öğrendik:
1.
İmanı galip
gelenlerin Tanrı ile meşgul olduklarını öğrendik.
2.
Dilek ve
isteklerin çeşitli inanışlar oluşturduğunu öğrendik.
3.
Doğasal
farklılıklarla isteklerin ve hareketlerin farklılık yarattığını öğrendik.
4.
İstenilen şey
elde edildiği zaman isteğin bittiğini, hareketlerin farklılıklarının
kalmadığını öğrendik.
5.
Karanlıkta
kalanların farklı yönlere döneceklerini öğrendik.
6.
Aydınlıkta
herkesin inandığı, istediği yöne döneceklerini öğrendik.
7.
Aslında herkesin
kalbindeki yönün aynı olduğunu öğrendik.
8.
Allah’ın tükenmez
hazineleri olduğunu, ihtiyaca göre sırayla ve parça-parça yararımız için
gönderildiğini öğrendik.
9.
Azdan çoğu
anlamamız gerektiğini öğrendik.
10.
Olayın içinde
olanın, başkasının anlatımından daha fazlasını anladığını öğrendik.
11.
Herkesin alıp
taşıyabileceği bir kabı olduğunu ama Allah’ın sayısız hazineleri olduğunu,
Allah’ın kulunun katlanabileceği oranda nimetlerini verdiğini öğrendik.
12.
Yakından bakınca
bir şeyin değerini anlayabileceğimizi, öğrendik.
13.
Arif olanların
şimdiden sonu gördüklerini öğrendik.
14.
Hazreti Âlinin
İmanının bilmekle, görmekle, duymakla oluşmadığından, içinde var olan imanın,
dış anlatımlarla değişmeyeceğini öğrendik.
15.
Hazreti Muhammed
ve Hazreti Ali’nin aynı nurdan yaratıldıklarını öğrendik.
Kıyamete kadar çok değişik canlı ve cansızın yapacağı işler olduğunu, Tanrı’nı dünyanın şenlenmesi için her yarattığına bir iş verdiğini, verdiği işi sevdirdiğini, o yönde çalıştırdığını öğrendik anladık.
Karanlıkların, aydınlığa kavuşacağı, örtülerin kalktığı, sırların açıkça görüldüğü, kutsal kitapta yazılanların hepsinsin gerçekleştiği ve çeşitliliklerin bir olduğu, karışıklıkların bittiği kıyamet günü herkesin anlayacağı, bileceği, göreceği Allah olduğunu öğrendik anladık.
*
RAVLİ