11 Ocak 2013 Cuma

FİHİ MAFİH 2. FASIL

Birisi, Mevlânâ söz söylemiyor dedi.
Dedim ki:
Bu adamı yanıma benim hayalim çekti-getirdi.
Şu hayalim, ona nasılsın, nicesin diye bir söz söylemedi.

"Sözsüz hayal, onu çekti buraya; 
Hakikatim onu sözsüz çeker de bir başka yere götürürse şaşılmaz bu işe.” Dedim.

Söz, gerçeğin gölgesi ve fer’idir (İkinci derecede olan, resim gibi).
Mademki gölge çeker, o halde hakikat, daha iyi tarzda kendine çeker.

Söz bahanedir;
Bir insanı diğer bir insana doğru çeken şey, söz değil, belki ikisinde mevcut olan ruhi birlikten bir parçadır.

Eğer bir insan, yüz bin mucize görse, söz duysa, kerametler görse, onda veli ve nebiden uygun bir parça bulunmazsa, birleşmezler ve bunun faydası da yoktur.

Onu veliye ve nebiye ulaştıran, onların sevgisini içlerinde kaynaştıran, o ortak olan parçadır.

Eğer saman kehribar ile müşterek bulunan bir parça olmazsa, hiçbir zaman saman kehribara gitmez.

Onlar arasında bulunan bu aynı cinsten oluş, gizli bir şeydir, göze görünmez.

Bir insanı, her şeyin hayali, insanı o şeye doğru götürür.
Mesela bahçe hayali, insanı bahçeye, dükkân hayali dükkâna doğru götürür.

Yalnız bu hayallerde gerçeği değiştiren bir şey saklıdır.
Mesela, bir yerin hayali seni çekti, hayale uyup oraya gidiyorsun.
(O gerçeği değiştiren şey) yani yalan dolan orasını sana güzel göstermiştir.

Sonra pişman olup kendi kendine:
“Bunda bir hayır (İyilik) vardı sandım, meğer yokmuş” diyorsun.
 Bu yüzden, bu hayaller, tıpkı içinde birisi gizlenmiş olan çadırlara benzer.

Hayaller ne zaman ortadan kalkar ve gerçekler hayal örtüsü olmadan yüz gösterirse, orada, çadır gibi olan hayal bulunmaksızın, kıyamet kopmuş olur ve artık pişmanlık bahis konusu olamaz,  

Seni çeken gerçek seni cezbeden  (Kendine çeken) gerçekten başka bir şey değildir.

 "Gizlenenlerin ortaya döküldüğü günde."
(Târık suresi 10) O gün gizli şeyler görünür olur)

Gerçekte çeken birdir, fakat sayılı görünür.
Görmüyor musun insanın türlü, yüzlerce arzusu vardır:

“Tutmaç (Süt ürününden yapılan çorba) isterim, börek isterim, helva isterim, kızarmış et isterim, meyve isterim, hurma isterim” der.

Bu söylediği ve saydığı şeylerin aslı birdir ve o da açlıktır.
Açlık bir tek şeydir.

İnsan birinden doyunca:
“ Bunların hiçbirini istemez!” der.

O halde anlaşılmış oluyor ki on ve yüz sayıları yoktur, sadece bir vardır.
“ Onların sayısını da inkârcılar için sadece bir imtihan (sebebi) yaptık”
(Müddesir suresi 31) buyrulduğu gibi bu insanları saymak karşılığı olarak şaşkınlığa düşen olur, sıkıntı, bela olur.

Çünkü siz, onları çok, veliyi ise bir görüyorsunuz.
Onların sayısını “ İnkârcılar için sadece bir imtihan (sebebi) yaptık”    bunun için buyruldu.

Hangi yüz, hangi elli ve hangi atmış?
Elsiz, ayaksız, akılsız ve ruhsuz bir takım insanlar, tılsım ve cıva gibi, bu dünyada kaynaşıp dururlar.

Şimdi sen onlara altmış yahut yüz veya bin ve buna da bir de.
Bu böyle değildir, belki onlar hiçtirler ve bu bir dileğin bin, yüzbin ve yüz binlerce bin sayılır.

Tıpkı, bizim kavmin ahalisi azdır, fakat hücum ettikleri zaman çok olur sözündeki gibi.

Bir Padişahın, birisine yüz kişinin geçineceği kadar dünyalık vermişti. Askerler Padişahı bu yüzden kınayışta bulunuyorlardı.

Padişah kendi kendine:
“ Bir gün gelir, size gösteririm, o zaman bunu niçin yaptığımı anlarsınız” diyordu.

Savaş günü geldi.
Hepsi kaçmış yalnız o dövüşüyordu.

Padişah:
“İşte ben bu adama, bunun için para verdim” dedi.
İnsanın, ayırt etme kabiliyetini artırması, bir dinden araması lazımdır.
Din, sahibini tanır.

Fakat siz ömrünüzü, ayırt etme kabiliyeti olmayanlar kimselerle geçirdiğin için, onun iyiye ve kötüyü ayıran özelliği zayıf düşmüştür ve artık dini yani insana yar olanı tanıyamaz.

Sen, bu bedeni besledin ama onda ayırt etme özelliği yoktur.
Ayırt etmek bir sıfattır (varlıktır).

Görmüyor musun ki delinin de bedeni var, eli, ayağı var, fakat ayırt etmesi yoktur.

Ayırt etme sende bulunan lâtif bir manadır ve sen, gece-gündüz, şu ayırttan mahrum olan şeyi, beslemeye uğraşıyor ve onun, bununla ayakta duruyorum diye bahane ediyorsun.

Nihayet bu vücut da ayırt etme ile ayakta kalır ve varlığını devam ettirir.

Nasıl oluyor ki sen bu ayırttan mahrum olanı tamamen besledin, geliştirdin ve tamamıyla vücudunu beslemekle vakit geçirdin de o latif olan manayı, yani ayırt kudretini, ihmal ettin?

Senin zannettiğin gibi bu, onunla ayakla durur, o bununla değil.
O nur, yani latif mana, bu göz, kulak ve diğer pencerelerden kendini gösterir.

Bu tıpkı:
“ Güneşi bu çerağ (Kandil, mum) ile görüyorum” diye güneşin karşısına çerağı getirmene benzer.

Hayır, çerağ getirmesen de güneş sana kendini gösterir.
Çerağa ne lüzum var?

Tanrı’dan ümidi kesmemek lazımdır.
Ümit, güvenlik yolunun başıdır.

Yola yürümesen de daima yolun başını gözet.
Doğru olmayan şeyler yaptım” deme, doğruluğu tut.
O zaman, hiçbir eğrilik kalmaz.

Doğruluk Musa’nın asası gibidir, eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer.
Doğruluk ortaya çıkınca, onların hepsini yutar.

Eğer bir kötülük etmişsen kendi kendine etmişsindir.
Senin kötülüğün başkasına nasıl dokunur?

 ŞİİR:
Bak o dağın üzerine konup, kalkan kuş,
O dağın nesini artırdı, nesini eksiltti?

Sen doğru olursan, onların hiç biri kalmaz,
Sakın ümidini kesme.

Padişahlarla bir arada bulunmak şu bakımdan tehlikeli değildir:
Çünkü ister bu gün, ister yarın olsun, zaten fena bulacak ve gidecek olan baş gider.

Bu yönden de tehlikelidir:
Padişahların nefisleri kuvvetlenip bir ejderha gibi olur.

Onlarla konuşup onların dostluğunu iddia ve mallarını kabul eden kimse, mutlaka onların keyfine göre konuşur.

Hatırları hoş olsun diye, onların kötü düşüncelerini benimser ve sözlerinin aksini söyleyemez.

İşte bu yüzden de her zaman bir tehlike mevcuttur.
Çünkü onların tarafını yaparak, asıl olan diğer tarafı sana yabancı bırakmanın dine zararı vardır.

Sen o tarafa doğru gittikçe, aziz (Saygıdeğer, sevgili) olan bu taraf senden yüz çevirir ve sen dünyayı seven ile ne kadar uzlaşırsan o da o kadar kızar.

Tanrı zalimlere yardım eden kimsenin üzerine, O zalimi musallat eder
(Hadis)

Senin ona doğru gitmen de bu neticeye varır.
Çünkü mademki o tarafa doğru gittin, sonunda onu senin başına bela edecektir.

Denize varıp oradan birazcık veya bir testi su almakla yetinmek yazık olur.
Denizden alınacak inciler ve daha binlerce şeyler varken, yalnız su almanın ne değeri olabilir?

Akıllı insanlar bununla nasıl öğünürler ve ne yapmış olurlar?
Âlem bir köpüktür.

Bu deniz muhakkak velilerin bilgileridir.
Denizin incisi nerede?
(İnci şekli değişmeyen mücevherdir)

Bu âlem, çer-çöple dolu bir köpüktür, fakat bu köpük, dalgaların çalkalanmasından ve denizin köpürüp kaynamasından temizlik, saflık ve güzellik bulur.

"İnsanların kadınlar, oğullar, yüklerle altınları-gümüşleri, güzel cins atlar, davarları, ekinler gibi şeyler gösterişleriyle, içini çeker ve hırsını gıcıklar.
Bütün bunlar dünya zevkidir.
(Âl-i İmran suresi 14)

Maden ki (Züyyine-Süslü gösterildi) süslendirdi, buyruldu o halde, onda gerçek güzellik ve iyilik yoktur.

Bu güzellik onda eğreti olarak bulunuyor ve başka bir yerden gelmiştir demektir.

Dünya, altın kaplamalı kalp para gibidir.
Yani kıymetsiz bir köpükçük olan bu dünya kalptır, önemsiz ve değersizdir.

Onu biz altınla sıvadık.
İşte bunun için insanların, kadınlar, oğullar, yük-yük altınlarla gümüşler, güzel cins atlar, davarlar, ekinler gibi şeyler, gösterişi ile içini çeker” buyrulmuştur.

İnsan Tanrı usturlabıdır.
Yalnız usturlaptan anlayan bir müneccim lazımdır.
(Yıldız ilminden anlayan, uzayı ölçen aleti kullanabilen bilgin)

Terecinin veya bakkalın usturlabı (Uzaydaki yıldızların arasındaki mesafeleri ölçen aleti) olsa bile, bunun onlara ne faydası vardır ve usturlapla feleklerin durumunu, dönmelerinden, burçlarından, bunların tesirlerinden ve değişmelerinden, daha bunun gibi şeylerden na anlarlar?

Binaenaleyh (Bundan dolayı) usturlap müneccim için faydalıdır.

Çünkü (Kendini bilen Tanrısını da bilir.)
(Hadis)

Bu bakımdan usturlap nasıl feleklerin aynası ise, insanın vücudu da Tanrı’nın usturlabıdır.

Çünkü Kuran’da onun hakkında:
Biz Âdemoğullarını aziz ettik
(İsra suresi 70) buyrulmuştur.

Ulu Tanrı insanı kendinden bizzat bilgin, bilen ve bilgili kılmış olduğundan, insan kendi varlığının usturlabında zaman-zaman, Tanrı’nın kendisini ve eşiz güzelliğini, parıltı halinde görür.

O Cemal (Yüz) hiçbir zaman bu aynadan eksik olmaz.
Aziz ve Celil olan Tanrı’nın hikmet, marifet ve keramet elbiseleri giydirdiği kulları vardır.

Her ne kadar halkın bunları görebilecek görüşleri yoksa da, Tanrı onları pek çok kıskandığından, onlar da kendilerini tıpkı Mütenebbi’nin (Yalancı peygamberin):

“ Kadınlar ipekli elbiseleri süslenmek için değil, güzelliklerini korumak için giydiler” dediği gibi (Hikmet, marifet ve keramet elbiseleriyle) örterler.

 FİHİ MAFİH HAZRETİ MEVLANA
MAARİF BASIMEVİ 1954

Neler öğrendik:

1.   Ruhsal bütünlük içinde var olduğunu anlayan, farkına varan kişilerin birbirine yaklaştırdığını, parlak sözlerin bir bahane mesafesinde olduğunu öğrendik.

2.    Veliyi ve nebiyi sevmemizin, onlara ulaşmaya çalışmamızın kaynaşmaya istekli oluşumuzun sebebinin, bizim içimizde ve onlarda olan ortak bir parçanın olmasından olduğunu öğrendik.

3.   Gözle görünmeyen fakat çekiş kuvveti olanları bilmemiz ve farkında olmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Bizi kendine çekenin aslında bizim onunla olan gerçek varlığımızla ortak olan bir çekiş gücü oluşturduğunu öğrendik.

5.   İsteklerin çok olmasına ve bize baskı yapmasına engel olmak için bu isteğin aslında bir istekten kaynaklandığının farkına varılmasıyla, bir isteği yerine getirmekle diğerlerinin ortadan kalkacağını öğrendik.

6.   Cesur ve sadık davranana bağışlarda bulunacağını öğrendik.

7.   Ayırt etme yeteneğimizi artırmak için dinin ölçülerini ve değerlerini kendimize ölçü etmemiz gerektiğini öğrendik.

8.   Ayırt etme yeteneğini önemsemeyenlerin, kendini bu konuda geliştirmeyenlerin, kendine faydalı olacak ve koruyacak, sevgili olacak insanlardan mahrum kalacaklarını öğrendik.

9.   Vücudun ayakta durması, hayatını devam ettirmesi için beslenmenin yeterli ve öncelikli olmadığını ayırt etme yeteneğiyle vücudun sağ salim duracağını öğrendik.

10.                  Tanrıdan ümidini kesmeyenlere Tanrı’nın kendini göstereceğini öğrendik.

11.                  Doğru kendini gösterdiği zaman yanlışlıkların yok olduğunu öğrendik.

12.                  Allah yolunda yürümesek bile Allah’ın huzuruna gideceğimizi, hesaba çekileceğimizi unutmamamız lazım geldiğini öğrendik.

13.                  Yapılan kötülüğün aslında kendimize olduğunu öğrendik.

14.                  Geçmişteki yaptığımız yanlışlıklara takılıp kalmamamız gerektiğini, Allah’ın af edeceği ümidinden umudumuzu muhafaza etmemiz gerektiğini, şu andan itibaren dinin doğru diye nitelendirdiği davranışları yapmaya başlamamız gerektiğini öğrendik.

15.                   Başkasından çıkar bekleyerek bir arada oluyorsak ve yanlışları dile getirip söyleyemiyorsak, dinin bize verdiği saygıdeğer ayırt etme yeteneğini kaybedebileceğimizi ve bize kızılacağını öğrendik.

16.                  İman ettiysek bu büyük olgudan sayısız faydalar edinmek akıllı kimselerin yapacakları davranışlar olduğunu öğrendik.

17.                  Yaşayışın gösterdiği görsellikle aldanmamamız gerektiğini, velilerin işaret ettiği derinliklerde olan incileri toplamamız gerektiğini öğrendik.

18.                  Temizlik, saflık ve güzellik bulmak için durgun bir yaşam yerine köpürüp kaynayan dalgalar meydana getirmemiz gerektiğini öğrendik.

19.                  Alet elimizde olsa bile kullanmasını bilmemiz gerektiğini öğrendik.

20.                  Allah’ın insanı saygıdeğer olarak yarattığını öğrendik.

21.                  Allah’ı kendi varlığımızda hissedebileceğimizi, tanıyabileceğimizi, gönül aynasında görebileceğimizi öğrendik.

22.                  Tanrı, Tanrı erlerini halktan örtü altına alındığını öğrendik.
                                                            *
İşte böyle yaren,

Sevginin bize kılavuzluk ettiğini, yönlendirdiğini, iştaha getirdiğini öğrendik, anladık.

Bütünün bir parçası olduğumuzdan, hangi bütüne ait isek onun çekici tesirinde olacağımızı öğrendik, anladık.

Allah’ın özenle aziz olarak yarattığı biz, insan olarak buna layık olmaya çalışmamız gerektiğini öğrendik, anladık.
                                          *
RAVLİ 

Popüler Yayınlar