1 Mayıs 2012 Salı

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE KENDİ MEKTUBUNU OKUMAK

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Tanrı’ya ant içerim ki, halvete çekilmiş ( Halktan uzaklaşmış) Hakk erenlerinin, bu sözün suretinden (Görünen anlamından) bile başları döner.
Ya bu sözün manası nerede kalır?

Diyelim ki benim bir şiirim yok, bir eserim yok ki, bundan neşeleneyim;
Kendi sözümden zevk ve heyecan duyayım.
Öyle bir şaircik henüz dünyaya gelmedi.

O halde ben kim oluyorum?
Tanrı beni yalnız yaratmış, tek başıma dışarıya fırlatmış, yalnızca bir dağ başına bırakmışlar.

Anam babam öldüğü için kurtlar, kuşlar beni besleyip büyütmüşlerdir.
(Anne baba koruması, yardım ve desteği olmadan yaşamak ve büyümek)

Nihayet söz alanı geniş ama o geniş alanda mana daralıyor.
Bu darlaşan mana alanının ötesinde başka mana olmayınca yazı ve söz alanının genişliği de kalamaz.

Yazının kaleme gelmeyen sesi kısılır, harfler silinir.
O zaman susmak, mana eksikliğinden değildir, belki de mananın parlaklığındandır.

Bu tıpkı Dişayil adındaki şeyhçiğin, cevher (Başkasına muhtaç olmayan, tek başına ayrı bir kıymetli varlık) ve yün çuvalı (Hayvanlardan elde edilmiş ve bir araya konmuş, korunmaya ve ayıp örtemeye yarayan için hazırlanmış, bir araya getirilmiş bilgiler) arasındaki tartışmayı beğenmemesine, onu yermesine benzer.

Ben şu sözlerimle yünü cevhere karıştırmak istemiyorum ki kokmuş ve bulaşık yünlerle onu yola getireyim.
Benim sözümü onun sözü tarafına sürüklemek ve onu kendi sözü ile bağlamak istemem.
(Söz Tanrı sözü veya peygamber sözü ile bağlanması uygundur.)

İsa peygamber, doğar doğmaz konuştu.
Hazreti Muhammed (s.a.) kırk yıl sonra söze başladı.

Bu onun eksik oluşundan değil, belki olgunluğundandır.
Çünkü Hazreti Muhammed (s.a.), Tanrı’nın sevgilisiydi.

Kula sen “kimsin diye” sorarlarsa:
“ Ben Allah’ın kuluyum” der.
Ama sultana “ sen kimsin” diye sormazlar.

O eksik düşünceli cahil, hep kendi mektubunu okur.
(Kendi görüş ve düşüncesini tekrar eder)
Dostunun (Tanrı dostlarını sözleri) mektubunu okuyamaz.

Eğer bir satırcığını olsun okuyabilseydi, bu sözleri hiç söylemezdi.
O, yalnız ve hâlâ o mektubu okur, işte o kadar.

Hâlbuki onun eski mektubundaki eğri büğrü satırlar, karanlık ve batıl (Temelsiz, boş, dayanaksız) sözler, hep kendi kuruntuları, kendi hayelleridir.

Nasıl ki o, kendi eliyle yaptığa puta kul olur, onun bekçisi ve kapıcısı olur.
Şu zamanda bazı kadın tabiatlı kimseler de tıpkı o putlar gibi konuşurlar.

Ey kendinden habersiz insanlar!
Siz bizde kutluluk arıyorsunuz, hâlbuki bizde aynı şeyi aramaktayız.

Sizin bize bakmanızı istiyoruz ki, günün günlüğü, saatin saatliği, cansız varlıkların cansızlıkları kalmasın hep bir olsun.

Âşık olmayan bir saz sanatçısı dertli olmayan bir ağıtçı dinleyenlere soğukluk verir.
Hâlbuki saz ve sözden maksat başkalarını coşturmaktır.

Hele derneğin bozulması, dostların dağılması, hep birbirini gözetmemesinden ileri gelir.
Gerektir ki, birbirleriyle öyle kaynaşsınlar ki, ayrılmaz bir vücut gibi olsunlar.

Tanrı, “ Benim velilerim, dostlarım, kubbelerimin altındadır.
Onları benden başkası bilmez
(Kutsi hadis) buyuruyor.

Bu, “ Benden başkası bilmez” sözünün iki anlamı vardır.
Biri dosdoğru anlam, öteki de:
“ Başka” sözüyle “ Yabancılar” demek istediği anlamdır.

                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Yalnızlığa çekilmiş dervişin Tanrı sözünün ilk anlamında bile görkemi karşısında şaşırarak yerin ayağından kayıp gittiğini hissettiğini, manasını anladıkça sarhoş olduğunu öğrendik.
2.    Sözün mana alanına girilen bir kapı olduğunu, mananın da söz olarak kapılar açtığını ve gösterdiğini öğrendik.
3.    Mana alanında söz, mananın göz kamaştırıcılığından yetersiz olunca susulacağını öğrendik.
4.    Hep kendi doğru bildiklerimizi ve kabul ettiklerimizi tekrar etmenin yanlış olduğunu, Hak dostların sözlerine değer vermek gerektiğini öğrendik.
5.    Öz olan, maya olan ile çıkma veya artık olanın aynı değerde olmadığını öğrendik.
6.    Her kendi gördüğümüzü ve duyduklarımızı doğru kabul edersek, onu yüceltir, korur ve kollarsak aykırı bir görüşe ve düşünceye izin vermezsek kendi kendimize konuşan bir put meydana getirdiğimizi öğrendik.
7.    Saz ve sözün coşkunluk vermesi gerektiğini öğrendik.
8.    Tanrı dostlarını, velileri Tanrı’ya yabancı olanların bilemediğini öğrendik.


İşte böyle yaren,

Kendi edindiğimiz ilk ve sağlam kaynak veya bu kaynaktan bize gösteren, ikram edenlerin sözlerini almaya, sevmeye, hazım etmeye kendimizi hazırlamamız gerekir.

Uğurluluğu ve mübarekliği yani kutluluğu herkesin ve yaşam boyunca aradığını, sahip olduğuyla yetinilmeyip dahası da arandığını öğrendik anladık.

Kutluluğa en büyük engelin kendimiz olduğunu, çer çöp dediğimiz değersiz bilgilerden oluşan bir görüşe sahip olmanın ve bunu inatla savunucu olmamızdan dolayı tabu haline getirdiğimizi bunun da bize engel oluşturduğunu öğrendik, anladık.

Birbirimizi gözetmezsek dostların dostluğu bozulup dağılacağını öğrendik.
Dağılmanın birlik olamamanın nedenlerinden birinin de ben merkezli düşünmeden kaynaklandığını öğrendik, anladık.

Sana lazım olanı elinden alır da, kendisini değersizleştirirsen esas vermesi gereken, çok değerli olanı sana vermez.
Çünkü değer bilmeyene kıymetli olan verilmez.

Değerli kişiye değer vermesini bilmeyenler o değerli kişilerin yanında kendilerine yer alamayacaklarından kaptı kaçtı yapanlar gibi veya büyüksüleşerek al kullan at diyerek madde âleminde yaşarlar mananın tadını, kokusunu bile alamadan bu dünyadan giderler.
                                  *
RAVLİ

Popüler Yayınlar