10 Mayıs 2012 Perşembe

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE ÖFKE YUMUŞAKLIĞI

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Bakkalın biri, pabuççunun karşısına oturdu.
Bu bakkal, her gün hurma yerdi, çekirdeklerini de pabuççuya atardı.

Pabuççu bu hurma çekirdeklerini topladı, onu taş gibi inciten o çekirdekleri bir araya koydu.
O gün kendi kendine dedi ki:
“ Tanrı, fenalığın cezası misli iledir buyuruyor.
Bu adam bütün bu cefasıyla beraber eğer bu gün bana hurma çekirdeği atmazsa ötekileri affedeceğim”

O gün, bakkal gene hurma yemeye, çekirdeklerini eskisi gibi pabuççuya atmaya başladı.
Bütün çarşı halkının bu işten haberi vardı.

Diyorlardı ki:
“ Eğer bu gün de aynı terbiyesizliği yaparsa kendisini alaşağı edelim.
Şaha da haber göndererek bunu astıralım”

Şaha haber gönderdiler, kunduracı bıçağını aldığı gibi eline indirdi (Bakkalın eline), ikinci bir darbeye lüzum kalmadı.

Padişah dedi ki:
“ Pabuççuyu ziyarete gidelim.
Veziri dedi ki:
“ Padişahım, onun için teklif tekellüf (Resmi davranışı) yoktur.
Aşağı in, dükkânın köşesine otur, onun hoş beş etmesini bekleme, iltifat gösterişi oraya yol almamasından, oranın yasak olmasından değildir.

Bütün külhan sakinleri (Halk) onun huzuruna yol bulmuşlardır.
Kerem ve cömertlik alanında, doğan gibi uçar”
(Olgunluğa ulaşmış, halktan gelen sıkıntıları, zahmetleri hoş görüp kızgınlık ve öfke göstermeyen)

Şah vezirin anlattığı şekilde pabuççunun ziyaretine geldi.
Vezir” Başka suretle ziyarete imkân yoktur” demişti.

İkinci bir küstahlıkta (Utanmazlık, arsızlık, edepsizlik, saygısızlık) da bulunmuş, elini istemiş ve öpmüştü.
Beraber konuştuktan sonra geri döndü.

Bu hikâye henüz âleme yayılmamıştı.
İster yayılsın, ister yayılmasın maksat bir öğüttür.

Cefaya (Eziyet, incinme) karşı tedbir almak gerektir.
Biz hem tedbir alıyoruz hem yol gösteriyoruz.

O yol da dünyayı feda etmektir.
Tanrı:
Nefsinin cimriliklerinden korunmuş ve arınmış olanlar, işte onlar, kurtuluşa erenlerdir
(Haşr suresi 9) buyuruyor.

O cefaya karşı tedbir almak için öylesine çalış ki, ilerideki ayrılık gününü korumak için işe yarasın.
“ Onu göz önünde tutarsan ortada bir şey kalmaz” diyesin.

İşte bu insan sıkıntı günlerinde Hakk’tan yüz çevirir.
Nimet günlerinde de, ona saygı gösterir.

Sevgili der ki:
“ Ben hoş konuşurum, sen de hoş konuşur musun?
Ben sıkılırım, sen sıkılır mısın?”
Bu sıkıntı tatlılıktır, bu yolun geri dönüşü işte böyledir.

Bu öfke yumuşaklıktır.
İşin hoş tarafı benim zındıklıkla (Dinsizlikle) birleşmiş olmamdadır.

Benim İslamlık tarafımda o kadar hoşluk yoktur.
Cefa vaktinde söylediğim sözü ayrılık günlerinde, o cefanın bittiği zamanlarda da söylerim.

Aynaya bakar, onu karşımda tutarım.
Kabul edersen yazarsın, gramere vurursun.

Şimdi görüyorsun ki, söz başkaları içindir.
Çünkü sözün, o öğüdün sonucu ondan sana ona aykırı bir halin meydana gelmemesindendir.
(Öğüt değerlendirildiği zaman söyleyen ve alan arasında aykırılıklar kalmaz)

Bu mesele elli kere dünyanın her tarafını gezerek denizleri, karaları dolaşan mücevher tüccarının hikâyesine benzer.

Bu adam bir inci arıyordu.
Geldiğini haber alan inci dalgıçları birbiri ardından koşardı.

Ama aranılan incinin nasıl ve nerede olduğu, tüccar ile dalgıçlar arasında gizli kalmıştı.
Tüccar, inciyi rüyasında görmüş, o rüyaya inanmış ve güvenmişti.

Nasıl ki, Yusuf Peygamber (s.a.), rüyaya inandığı ve kendisine Ay’ın, Güneş’in ve yıldızların secde ettiğini rüyasında görerek bunun yorumunu bildiği için kuyuya atıldığı, zindana tıkıldığı günlerde bile gecelerini hoş geçiriyordu.

Şimdi dalgıç Mevlana’dır, cevahir (Cevherler, elmaslar, kıymetli taşlar, özler) tüccarı da ben.
İnci de ikimizin arasındadır.

Diyorlar ki:
“ İnciye giden yol sizin aranızdadır.
Biz ona yol bulalım”

“ Evet” dedim.
Fakat yol budur.
Ben sana bir şey verin demiyorum, ben Tanrı yoluna gelin diyorum.

Niyaz yoluyla ve hal diliyle biri sordu:
“ Tanrı yolu budur” diyorum.

Elbette Aksaray’a gidilirken bir köprüden geçilecektir.
Hakk’a giden yolun köprüsü de Kuran’ın:
“ Onlar, malları ile nefisleri ile savaştılar”
(Tevbe suresi 20)

Ayetinde buyrulduğu gibi önce malını saçmaktır (Bu yolda harcamak).
Ondan sonra yapılacak işler çoktur.

Ancak önce Aksaray’a uğranılacaksa, bu yoldan başka geçit yok.
Aksaray’dan sonra da (Yolda) ıssız ovalara saparsan yine yolunu şaşırırsın.

Kurtlar, gulyabaniler seni görünce yayından fırlamış bir ok gibi ardından yakalar bir lokma yaparlar, alaşağı ederler.

Şimdi ne yapmak istiyorsun?
Ne vereceksin Tanrı yoluna?
Gönlündeki nedir?
Ne düşünüyorsun söyle.

Eğer bir engelin varsa bana anlat ki, o engele karşı yol göstereyim de sana kolaylık olsun.
Ben yolu senden daha iyi bilirim.

Ben inci hikâyesini anlatıyordum, sen bunu bir pula bile almıyorsun.
Şimdi iki yüzlülük mü yapayım?
Yoksa dosdoğru mu konuşayım?

Bu Mevlana Ay’dır.
Benim varlığımın güneşine gözler erişemez.
Ancak Ay’a erişebilir.

Işığın ve aydınlığın son derece parlaklığından dolayı gözler güneşe bakamaz.
O Ay Güneşe erişemez, ama Güneş Ay’a yetişebilir.

Nasıl ki yüce Tanrı Kuran’da:
“ Onu gözler kavrayamaz ama o gözleri kavrar”
(En’am suresi 109) buyuruyor.

Bu ok kimin okudur?
Bu söz kimin okluğundan fırlamıştır?

Hakk’ı kemal mertebesiyle bilen (Sonsuzluğun sahibini), onun kudretini anlayan kimdir?
Bu okun sonu yoktur.

Kuran’da:
Söyle ki, eğer deniz Tanrı’mın yarattıklarını yazmak için mürekkep olsaydı, Tanrı’mın yarattıklarının sayısı bitmeden önce deniz tükenirdi.
Denizi bir kat daha artırsak bile yine yetmezdi”
(Kehf suresi 109) anlamındaki ayet, bunu göstermiyor mu?

Mutlu odur ki, bu ok kendine isabet eder, onu vurur.

Bu ok Hakk’ı bilenler içindir.
Okluğumda nice oklar var ama bunları atamıyorum.

Attığım ve atmakta bulunduğum oklar geri tepiyor.
Oklukta kalanların da başka işleri var.

Bari nerede olursan ol bizden yüz çevirme.
Bizi bırakıp gitmekten dem vurma!

Bulunduğun hal içinde, her neyin varsa ver.
Bir şeyin yoksa kazanmaya bak ve çalış ki, bu yüzden başka dostları da yanına toplayabilesin!

Azıcık bizi de gözet, sana vermiş olduğumuz ödünce karşı bir iki lekis (Milyar) hazırla. (Ayrılık masrafı boştur kişi verilen sözden sorumludur)

                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Ziyarete gidince yer gösterilmeden oturmamamız gerektiğini öğrendik.
2.    El uzatılmadan öpmek için bile olsa elimizi uzatmamamız gerektiğini öğrendik.
3.    Başkasına hakaret etme, onu incitme hakkımız olmadığını öğrendik.
4.    Bizi incittiklerin dede nefsimizden harcayarak öfkelenmememiz, kızmamamız gerektiğini öğrendik.
5.    Yanlışa kızıldığında öfkelenildiği zaman yanlış yoldan döndürüldüğü için ve sonunda hoşluk getirisi olduğundan buna öfke yumuşaklığı dendiğini öğrendik.
6.    Sözün başkası için söylendiğini, o sözün o kişiye ait olmadığını öğrendik.
7.    Öğüt değerlendirildiği zaman aykırılıkların ortadan kalkacağını öğrendik.
8.    Arayış içinde olan, müjdesini alan o arayış yolunu terk etmeyenin aradığını bulduğunu öğrendik.
9.    Kalbimize atılan ok Tanrı tarafından atılmıştır ama biz oku atan insandan bileceğimizi öğrendik.
10.                      Tanrı’yı arama, ona ulaşma yolundan ayrılmamamız gerektiğini öğrendik.
11.                      Tanrı erlerini hiçbir zaman unutmamamız onlara yakın olmamız gerektiğini öğrendik.
12.                      Tanrı erlerine de hediyeler vermek gerektiğini öğrendik.
13.                      Öğüt alacak adam mıyım diyerek ayrılmamızın yanlış olacağını öğrendik.
14.                      Mevlana Hazretlerinin “ Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık” sözünü hatırlayarak daha aydınlık verenlerden kaçmamamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Önce daha iyi anlamak için RAVLİ DENİZ SÖZ İNCİ yi ve RAVLİ SÖZ ü Google dan okumalısın.

Söz bizim için söylendiğinden kendimize bakıp bu öğüdün gerçekliğini anlar, kabul eder yanlıştan kurtulmaya çalışırız ki buna aynaya bakma derler.

Söz dinleyen söylenen öğüt sözünü kendine mal etmezse, o beni kıskanıyor, beni çekemiyor, onun kültürü benim kültürüme ulaşamaz gibi düşüncelere dalar o öğüdü kendinden uzaklaştırırsan hata yapmaya devam edersin.

Öğüt verenin sert ve yumuşak sözler kullanmasına takılır da bu sözün doğru olduğunu, kabul edilebilir olduğunu bildiğin halde ret edersen hata yapmaya devam edersin.

Yaren,
Tanrıdan gelen okla vurulusun.
Çünkü Tanrı seni istemiştir, Tanrı’nın avı olmuşsundur.

Dünyaya olan diriliğini elinden alır ama sen kendin bu işleri rıza ile yaparsın.
Oklamaya devam ederek seni öldürür (Ölmeden önce ölünüz. Hadis).

Seni yeniden diriltmek için eskiden kalma kalbinde gönlünde her ne varsa boşalttırır.
Seni yeniden kendi kişiliğini vererek yaratır.

Kalbinde dünyaya, mala mülke ve başka sevgilerden temizler.
Bunları ben yapıyorum sanırsın aslında Tanrı kalbinde gönlünde kendine yer hazırlamaktadır.

Şems Hazretleri bu işleri ok üstünden misal vererek anlatmıştır.
Mevlana Hazretleri de oltaya yakalanmış balık üstünden anlatır.

Balıkçı oltaya takılmış balığı çeker bırakır, birkaç kere yaptıktan sonra eline alır, ağzından kancayı çıkarır.
Ya yer kendi içine alarak seni kendinde yaşatır ya da tekrar suya kendi haline bırakır.

Tanrı sende mal sevgisine bağlılık görmezse senden vazgeçebilir.
Onun için bu yoldan uzaklaşmamaya çalış.

Ne mutlu ki o oku yiyene, ne mutlu ki o oltaya takılana,
                                 *
RAVLİ

Popüler Yayınlar