27 Mayıs 2012 Pazar

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE FÜTÜVVET

Fütüvvet:
Başkasına yardım etmek manasına gelir ve (İyi ahlak ve nimetin belirtisidir) diye tarif edilmiştir.

Kelime olarak kerem, cömertlik, gençlik, yiğitlik, kahramanlık ve cesaret anlamlarına gelir.

Sadıkların ayıplarını örtmek, düşmanlarının şamatalarını susturmak da fütüvvet icabıdır.
Mümin kardeşine yardım edip hizmet edene Allah’ın yardım edeceği şüphesizdir.

Fütüvvetin aslı nefsanî hazlardan ayrılmak ve Hakka yönelmektir ki Feta (Yiğit, mert) alan Hazreti İbrahim’in sıfatıdır ve zahir putları kırmıştır.

İnsanın içindeki (Nefsi heva, şeytan, dünyalığa meyil ve nefsani hazlar) dan ibaret beş putu kırmak lazımdır.,,Peygamberlerin lisanından gelen şeriat ilmini heva ve hevesle akli delillerle tercih etmek de fütüvvettir.

Fütüvveti yaşayanlarda:
İffet, emanet, şevkat, bilgi, tevazu (Alçak gönül), ve takva (Allah korkusu) bulunur.

Fütüvvet sahibinin görüşüne göre:
Mümin, kâfir, dost, düşman ayırt edilmez.

Fütüvvet sahibi davranışı:
Fedakârlık, feragat (Vazgeçme), insanlık, cesaret ve adaletli davranmak.

Başkasının hak ve menfaatini kendisininkinden önde tutmasıdır.
Karşılık beklemeden başkalarına yardım ve iyilik etmesidir.

Başkalarını kendinden daha değerli görmesidir.
Başkalarına yaptığı iyiliği küçük görmesidir.

Kendine yapılan küçük bir iyiliği bile büyük görmesidir.
Gücü varken af edebilmesidir.

Hiddetli iken yumuşaklık gösterebilmesidir.
Düşmana karşı iyi davranmaktır.

Üç derecesi sayılmıştır:
1.    Nefsini başkasından üstün görmemek.
2.    Halkın yaptığı cefayı unutup husumeti terktir.
3.    Ulaşana yaklaşıp, cefa edene ikramdır.

Fütüvvetin en yüksek tecellisi, ceza gününde (Ahret) Peygamberler bile (nefsi, nefsi) derken Peygamber efendimizin şefaatçi olmasıdır.

                                           ***

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Bir köylü ile alaya başladılar, adamı çırılçıplak soydular ki, elbisesini satsınlar, onu ahmak yerine koyarak, çamaşırlarını ortaya attılar.

Fütüvvet ehli büyüklerden her birinin, Âdem Peygamber’e varıncaya kadar fütüvvetleri nasıl oldu? Diye sordular.
Fütüvvet âdeme gelince ne oldu diye sordular?

İbrahim’e gelince ne oldu?
Müminler ulusu Ali’ye gelince nasıl oldu?

Her biri kendi ölçüsünde bir şey söyledi.
Sıra bana gelince ne kadar ısrar ettilerse de bir şey söylemedim.

Söylemiyordum.
Orada bir derviş vardı, başını öne eğdi, hiç konuşmuyordu.

“ Âdemoğlu gerektir ki ömründe bir kere bir günah işlesin ve bütün ömrü boyunca onun pişmanlığını çeksin.
Babasının geleneğine uyarak, Tanrı’dan mağfiret dilesin.

Babasına benzeyen zulmetmez” dedim ve Âdem’in günahını ve onun özür dileyerek tövbe etmesini anlattım.
                                                    *
Bana sordular:
İnnâ Fetahnâ’ suresinin indirilmesindeki sebep ne idi”
Dedim ki:
Benimle ve sizinle ne yapacaklarını bilemem’ anlamındaki ayet indiği vakit onlar bu ayetin zahir manasından başka bir manası olduğunu anlayamadılar.

Şu suretle söylenmeye başladılar.
Dediler ki:
“ Yeryüzü öyle birine çevirin ki o kendisinin ve kavminin ne işe yardığını bilmiş olsun.
İşte bunun üzerine Fetih suresi indirildi”

Tekrar sordular:
“ Bu onlara nasıl bir cevap oldu?”
“ Sözün gelişi böyle olur” dedim.

Sözü geçen ayetteki “ Bilmiyorum” sözünde cehalet ve şaşkınlık yoktur.”
Belki şu manaya gelir:
Acaba Padişah bana ne kadar kaftan giydirecek veya hangi mülkü bağışlayacak?

Bir soru daha sordular:
“ Bu sözde de yine bir sürprizimiz var” dediler.” Onun gibi bir zatın kendisine nasıl bir hilat (Süslü, makam sahibinin giydiği elbise) giydireceğini bilememesi bir noksan değil mi?
Mademki ona bazı kaftanlar, ihsanlar verilmiştir kalanını nasıl bilemez?

Çünkü az çoğu gösterir.
“ Bu bilgisizlik değildir” dedim.
Belki, o ihsanın büyüklüğünü ve sonsuzluğunu belirtmek içindir.

Nasıl ki bir yerde:
“ Bilir misin? Geçit nedir?”
(Beled suresi 12) ve ayrıca:

Bilir misin din günü (Kıyamet günü) nedir?” buyrulmuştur.
Bu sözün hakikati onlara erişmez, ancak manası erişir ki onların renkleri başkalaşsın.

İnsanın değişmesinde iki sebep vardır.
Her ne zaman onlara anlatmak için sözü tekrarlasan, hakkında kötü düşünürler.
“ Sermayesizlikten, sözlerini tekrarlar durur” dediler.

Onlara dedim ki:
“ Bu ancak sizin sermayesizliğinizdendir yoksa benim sözlerim çok iyidir, ama size anlatmak zordur.
Yüz kere de söylesem her defasında başka bir mana anlaşılır ve o asıl mana böylece el değmemiş bir mana olur”

İşte bu diyordu ki:
“ Söz meydanı çok geniştir”

Ona cevap vermek isterdim ve dedim ki:
“ Belki mana alanı çok geniştir ama söz alanı çok dardır

Onunla ancak nifak (İki yüz) yönünden konuşuyorum.
Şu sebeple ki, nifakı bilmediğini de anlasın!
Ona:
Bu sözü başka bir kulakla dinle” dedim.
Şeyhlerin sözlerini işitmiş olan kulakla dinleme!

 Bu sözün konuşulduğu yerde Bâyezid-i Bistami’nin ve onun “ Kendimi takdis ederim, şanım ne yücedir” sözlerinin ne yeri var?”                                                                                                                            

                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Başkalarını küçük görerek alaya alanların fütüvvetten bahsedemeyeceğini öğrendik.
2.    Başkalarının ayıplarını açan, teşhir edenin fütüvvetten bahsedemeyeceğini öğrendik.
3.    Başkaların en lazım olanını alanların fütüvvetten bahsedemeyeceğini öğrendik.
4.    Başkalarının ayıp yerlerini açarak utandıranların fütüvvetten bahsedemeyeceğini öğrendik.
5.    Kelimenin taşıdığı anlamı bildiği halde, buna uygun davranışlarda bulunmayanlara hatta zıddını yapanlara bu konuda soru sorsalar bile cevap verilmeyeceğini öğrendik.
6.    Günah işlediğinin farkına varanın Tanrı’da pişmanlığını belirterek af edilmesini istemesi ve bu pişmanlığını hiçbir zaman unutmaması gerektiğini öğrendik.

                                                  ***
Neler öğrendik:
1.    Tanrı’dan bir olaydan, bir durumdan sonra ayet şeklinde söz geldiğini öğrendik.
2.    “Bilmiyorum” diyenlere cahil veya şaşkın diyemeyeceğimizi öğrendik.
3.    Sözün üstüne yüklenen mana, mananın üstüne yüklenen o sözün hakikati de olduğunu öğrendik.
4.    Söz doğruluğu, manası ve hakikati anlatılsa bile herkesin bunu göremeyeceğini, görüş sahibi olmayanlara bunun anlaşılır kılınmasının çok zor olduğunu öğrendik.
5.    Sözün manayı anlatmaya yetmeyeceğini, dinleyenin birikimine göre anlayabileceğini öğrendik.
6.    Sır sahibinin sözünü can kulağıyla dinlememiz, işin içine kendi bilgimizi ve kişiliğimizi katmadan anlamaya çalışmamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

İlmi ledün bilgisine sahip olanların anlatımı farklıdır.
Okulda öğrenilen kitabi bilimlerden farklıdır.

Kitabi bilgiler üzerinde sadece cüzi (Parça) akıl devrededir.
Ledün bilgileri ruh, can, kalp, gönül ve göğüs bilgisi ile külli (bütün akıl) harekete geçer ve anlayış, kavrayış, hakikati görme ile olur.

Kendini gören (Ben ve ben merkezli düşünen) kendini perde içine koyduğundan hakikati göremez ve sanı olarak veya başka görüş sahiplerinin ağzından nakleder ki kendi bile tam ve yeterli anlayamamıştır.

Sermaye dediğimiz söz üzerinden bilgi birikimin ne kadar çok olursa o kadar kafan karışır.
Esas sahip olman gereken sermaye mana birikimin olmalıdır.

Mana birikiminden sonra sırları kendine sermaye edersin ki Tanrı sözünün hakikatine ulaşırsın.

Sözü öğrenmekle kendini manaya, sırra ve hakikate ulaşmış sanarak kendi kendine örtü örtmemelisin.

Güzelim, yarenim,
Bunları bir güzel öğrendin diyelim, konu gelince güzelce anlatabilecek durumda olduğunu var sayalım.
Ama bir garibi itersen, aşağılarsan, alay edersen, insanların ayıplarını anlatırsan, gariplerin parsını şu veya bu şekilde alırsan sana:
“Biliyorsun ama hiçbir şey anlamamışsın, kalbin bu bilgiler ışığında yumuşamamış, doğruyu söylemeği yeterli görüyorsun, daha ilerisini göremiyorsun derim.
Ve derim ki sen bizim sütümüzü emip kuvvet buluyor başkalarına saldırmak için kullanıyorsun derim.
Ve derim ki temiz saf kişileri bu bilgilerle kendinden geçirip bir şekilde kendi çıkarına kullanmak için öğreniyorsun derim.
Ve derim ki böyle yanlış yaparsan görünmeyen bir yerden öyle bir darbe yersin ki nereden geldiğini anlayamazsın.
Ve derim ki sözün de ilk sahibi vardır ve bunun sahibi de senin bu sözü nerede, nasıl, ne amaçla kullandığını takip eder.
Ve derim ki kendi yaptıkların ile öğrendiklerin arasında etkileşimin nedir diye kendini hesaba kendin çekmelisin.

Yarenim,
 Ekranına kadar getirdiğimiz sana sunduğumuz aynı yazıyı bir zaman sonra yine oku.
Okuduğun zaman daha başka fikir ve düşünceler verecektir.

Şems Hazretlerinin sözleri durgun suya atılan bir taş gibidir.
Her an bir halkadan daha geniş bir halka ondan da daha geniş bir halka olarak sonsuza kadar göreceğin bu etkinin tesiri olacaktır.

Sakın bu sözleri başka sözlerle karıştırıp bulandırma.
Şems Hazretleri bize arı, temiz, tertemiz, besleyici, kuvvetlendirici ana sütü gibi ikram etmektedir.

Mevlana Hazretlerinin demine, Şems Hazretlerinin sırrına, Hazreti Alinin keremliğine talip olmaya devam et.
                                       *
RAVLİ

Popüler Yayınlar