16 Mayıs 2012 Çarşamba

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE NAMAZ VE İKİ YÜZLÜLÜK

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Bir zaman İmad (Dil bilgisi bilen, sözlükten anlayan âlim) ağlıyordu, çünkü Nasireddin’in mektubunu okuyordu.

İstedim ki, bana bakasın da ne söylüyorum diye anlayıp dinleyesin!
Görülüyor ki o, merhamet ve yufka yürekliliğinden, belki de mevki ve makam sevgisi tesiriyle ağlıyor.

Ben konuşurken söz arasında şiir söylediğim zaman, bahsi iyice açar ve onun manasındaki sırrı söylerim.

Sen de vaazın sonunda sözden kesiliyorsun.
Bu gün bazıları vardır ki, mana galebesiyle dilleri tutulur.
(Mananın kişi üzerinde galip gelmesiyle aklın durması)

Mevlana’da böyle bir hal yoktur.
Onda bu hal nerede olsun?
Hele bende hiç yok.

Mana galebesi ve bazen de mana kıtlığı (Azlığı)!
Bende bunlardan hiçbiri yoktur.

Bütün sözlerim Kibriya (Ululuk) yönünden gelmektedir.
Herkes iddia eder ki Kuran ve Hazreti Muhammed’in (s.a) sözleri hep niyaz yani dilek yolu iledir.

Şüphe yok ki, her manada görünürler, söz dinlerler, ama dilek ve istek yolu ile değil.
Bakacak olsan külahını başından düşürecek kadar erişilmez bir yüksekten dinlerler.

Fakat bu ululanma Tanrı hakkında utanç verici bir şey değildir.
Nasıl ki “ Allah Mütekebbirdir (Kendini beğenir)” derler.

Doğru söylerler, bunda şaşılacak ne vardır?

Nihayet sana bir çift söz söyleyeyim:
Bu halk nifak yolu ile konuşmaktan, iki, yüzlülükten hoşlanır.
Doğru sözden sıkılırlar.

Birine desem ki:
Sen çağımızın tek büyük adamı, biricik şerefli insanısın

Şüphe yok ki hoşuna gider, ellerimi yakalayarak:
Sizi çok özlemiştim, kusurum çoktur” gibi iltifatlarda bulunur.

Hâlbuki geçen sene onunla dosdoğru konuşmuştum, bana düşman oldu.
Bu şaşılacak bir şey değildir.

Çünkü halk ile ikiyüzlülük yönünden geçinmek ister.
Ta ki, onlarla birlikte hoşlukla vakit geçiresin.

Ama böylece doğruluk yolunu tuttun mu dağlara, kırlara kaçmak gerekir.
Eğer o sözü kabul edersen, sana o gün bir acıma hali gelir, sana birçok devlet ve saadetler yüz gösterir.

Çünkü onu ulular, niyaz ve yalvarma yolu ile dinlersen, bu meclis hoşuna gider.

Dervişin hayalinde bu dernek hoş görünür, her vakit onu hatırlar, gönlü ona yönelir ve o meclisten ürkmez, gönül rahatlığına kavuşur.

Senin soru sormak ve konuşmaktan maksadın hem gönüllerin onu kabul etmesi hem de senin gönüllerde şirin görünmen içindi.

Ama iş tersine olup da bundan yüreklere bir üzüntü gelince ve bu üzüntünün ıstırabı da sana ait olunca gönül buna razı olmuyor.

Nasıl ki Hazreti Muhammed:
Okuma olmadan namaz olmaz ve yine kalp huzuru olmadan namaz olmaz” buyurdular.

Bir zümre sandılar ki, surette gönül hoşluğuna erenlerin artık namaza ihtiyaçları yoktur.

Onlar dediler ki:
Maksat hâsıl olduktan sonra artık ermek için sebep aramak yersizdir
Onların sandıkları gibi bunu bir an doğru farz edelim, onlara hakikat tamamıyla yüz göstermiş ve onlarda velilik, gönül hoşluğu, kalp huzuru baş göstermiş diyelim.

Bütün bununla beraber namazın zahirde terk edilmiş olması onlar için bir eksikliktir.

Sana gelen bu kemal ve olgunluk hali önce Tanrı Resulü Hazret’i Muhammed’e de gelmişti.

Her kim:
Böyle değildir” derse onun boynunu vurur, öldürürler.

Evet, bu gönül hoşluğu hali Hazret-i Peygamberde de hâsıl (Ortaya çıkıp görünen) oldu” diyene sorarım:
O halde niçin ulu Peygambere uymuyorsun?

O büyük kerem sahibi, müjdeleyici ve korku verici eşsiz Peygamberin, o parlak hakikat ışığının izinden niçin yürümüyorsun?”

Eğer burada Tanrı velilerinden biri olsaydı, onun veliliği hiç şüphe götürmez bir şekilde dürüst olurdu.

Bu filaneddin ki, onun veliliği henüz açıklanmamıştır, o dış görünüşü, zahiri korur.
Ben o Filaneddin’in arkasından mı yürüyeyim?
Buna selam bile vermem.

Bundan sonra yüzünü Mevlana Selahaddin Zerkub’a çevirdi.
Nasıl konuşuyorum?” dedi.

Mevlana Selahaddin:
Hüküm senindir, her ne söylersen bizden bir cevap ve itiraz yoktur” dedi.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Dil bilgisi bilenin, sözlükten anlayan âlimin Tanrı sözlerinin görünen manasını anlayabileceğini, bu özelliğin içteki özün ve bu özün sırlarına ulaşmak için yetmediğini öğrendik.
2.    Bazı kişilerin mamanın gücü dolayısıyla anlayamadıklarını, akıllarının ve bilgilerinin yetmediğinden akıllarının durduğunu öğrendik.
3.    Bazılarının da mana azlığı yüzünden anlatacağını anlatmak için kelime bulamadıklarını, onu açacak hikâye bulamadıklarını öğrendik.
4.    Yüksek dinleyişin, öğrenmenin özel kişilere ait olan bir özellik olduğunu, her manada kendilerini gösterdiklerini öğrendik.
5.    Aşk yolundan giden ve dönüp bize bilgiler verenlerin ululanmalarının şirk manasına veya benlik yaptıkları anlamına gelmediğini öğrendik.
6.     Doğru sözlü olmanın zorlukları olduğunu fakat getirisinin yüksek olduğunu öğrendik.
7.    Peygamberimizin nice makamlara ulaştığı halde namazı asla terk etmediğini ve bizim örnek almamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

1. İlgisiz olmak var, ilgi duymak var, düşünmek var, bilmek var, bütüne ulaşmak var, bütünden gelmek var, bildiğimizin ne işe yaradığını bilmek var, bilgiyi doğru kullanmak var, bildiğimizi anlatabilmek var.
2. Bunları en üst düzeyde yapabilmek için uluların yaptığı gibi aşk yolundan gitmek gerekiyor.
3. Ne öğrenirsen öğren karanlıkta isen, akıl perdelerin varsa, kendine göre tanımlama yapıyorsan hakikati bulamazsın.
4.Hakikati bulamayan göremeyen uluların sözlerini öğrense de, ezberleyip başkasına aktarsa da, bu sözler Tanrı sözü de olsa da beklenen ve istenen fayda elde edilmez.

5. Sıradan bir insan olmaktan çıkmak kolay değildir.
İlle de aşk yolundan gitmek gerekir.
                                       *
Yaren,
Halk içinde yaşarken herkesin ikiyüzlü davranışlarından kimin ne yaptığını, yapmak istediğini, yapılan işin ne anlama geldiğini, sorulara verilen cevaplarla gördüklerin hiçbir zaman birbirini doğrulamaz.

Doğruyu söylersin o yine bildiğini yapar.
Yani hiçbir şey aklının tanımladığı gibi değildir.

Bu yüzden aklın karışır kendine güvenini bile kaybedersin.
Halk böyledir, ister kabul et, ister etme.

Halktan çekilerek kendini tanımalısın ki sonra başkalarını tanıyabilesin.
Aklının emrettiği ile gönlünün istediği nasıl farklı oluyorsa halk da böyledir.
                                       *
RAVLİ






Popüler Yayınlar