14 Mayıs 2012 Pazartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE ÖĞRENMEK VE YOLDA OLMAK

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Mutezile (Ehlisünnetten ayrılmış topluluk) diyorlar ki:
“ Mademki Tanrı kelamının (Sözünün) başlangıcı yoktur, o halde bu âlemin de bir başlangıcı olamaz.”

Bu yol Mutezile yolu değildir.

Bu yol gönül kırıklığı, üzüntü ve çaresizlik yolu,  kıskançlığı ve düşmanlığı bırakma yoludur.

Sana bir sır açıklandı ise, gerektir ki onun şükrünü yerine getiresin.
Bu şükrün anlamını ikiyüzlülük yönünden mi, yoksa doğruluk yönünden mi söyleyeyim?

Tanrı’ya şükürler olsun.
Umutsuz olma!

Yüzün sefaya, temiz ışığa dönmüştür.
Doğruya huzura, rahata kavuştun.

Karanlık bulanık günler geçmiştir
İnsanın hayırlısı halka faydalı olanıdır.

Hayırın (İyilik yapmanın) ne olduğunu bilmeyen nasıl hayır (İyilik) işleyebilir?
Yılın ne olduğunu bilmeyenler, ömrün ne olduğunu anlayamayanlar birbirine nasıl uzun ömürler dileyebilirler?

Bir gönül ehlinin (İç âleme yakın olan) eline geçen bir akçe (Metal para), bir nefis düşkününün (İsteklerinin esiri olmuş) eline geçen bin akçeden hayırlıdır.
Bunu sana açıklayamam, çünkü senin nefsin diridir ( Dünyalık isteklere kuvvetli bağla bağlısın), ayaklanmıştır.

Eğer bunu sana söylersem, sen de bin söz söylersin, aramızda ayrılık baş gösterir.
Belli ki bu pirlerin düşünceleri halk arasında pek yaygındır.

Minberlerde, derneklerde onların sözleri dolaşır.
Bir de Tanrı’nın gizlenmiş kulları vardır ki, o şöhretli pirlerden daha olgun, daha sevilmiş kimselerdir.

Bazen da, halk arasında bunlardan daha şöhretli erler vardır.
Çünkü onların dilini halk anlar.

Mevlana sanıyor ki, o insan benim.
Ama benim inancım öyle değil.

Ben aranan ve istenilen bir kimse değilsem bile, arayanlardanım.
Arayanın maksadı da aranılanlar arasından baş gösterir.
(Arayan bir zaman sonra aranılan olur)
(Seven bir zaman sonra sevilen olur)
( İtaat eden bir zaman sonra itaat edilen olur)

Bana göre arayan Tanrı’dır.
Fakat aranılan sevgilinin hikâyesi hiçbir kitapta meşhur olmadı.

Tarikatların, derneklerin anlattıkları şeyler arasında da bunlar yoktur.
Bu sözler, hep yolu anlatmak içindir.

Bunu yalnız bir kişiden dinliyoruz, başka hiç kimseden duymadık.
O gün Cüneyd’in, “ On hıyar bir pula satılıyor, biz kaça satılacağız” dediğini anlatmıştım.
(Tanrı yolunda olanların değersizleştirilmek istendiği)

O, bu haldeydi.
Nasıl ki, on hasta bile bu sözden dolayı onun düştüğü arıklık derecesine yetişemez, bu bize göre küfürdür.

Ona dedim ki:
O değirmeni satma, hem de vakıf yapma!
(Satıp elden çıkarma, başkasının da kullanımına verme)

O iki bin dirhemi (Sahip olunan birikim) bana ver ki, senin hesabına döndüreyim.
Öyle döndüreyim ve öylelerine vereyim ki, tarife sığmaz.

Görüyorsun ki bir hasta (İşi candan isteyen) neler yapar!
Yüz riyazet (Açlıkla nefsi terbiye etmek) bile bunu arzusu ile yapamaz.

Bana dedi ki:
“ Bununla alçak gönüllülük derecesine erişir” ve ilave etti:

“ O alçak gönüllülükten bahsetmiyorum” Belki, bir yolda kâfirin biri su götürür, onun da suya ihtiyacı vardır.
Su ona erişince hiç dönüp bakmaz, ancak onun içi o sudan rahatlaşır.

O kâfir kıyamette yüz bin Müslüman’ın elini tutar.
Tanrı’nın işi sebepsizdir.

Bir adam vardır ki, dervişler için iki yüz dirhem sarf eder hiçbir tesiri olmaz.
Başka birinin verdiği beş dirhem daha faydalı olur.

Bu manaları, öğrenmekle, tartışmayla öğrenmek mümkün olsaydı âlemin toprağını başında taşımak yaraşırdı.

Beyazid ile Cüneyd’in yüz yıl Fahri Razi’ye çömezlik (Öğrencilik) etmeleri gerekirdi.
Bazen tefsirde bazen Kuran’da ona yetişmeye hasret çekerdi.

Derler ki:
Fahri Razi tefsir ve Kuran bilgisinde bin top kâğıt harcamıştır.
Bazıları da beş yüz kâğıt karalamış olduğunu söylerler.

Hâlbuki yüz bin Fahri Razi, Beyazid’in yolunun toprağına bile erişemez.
Halka kapıda asılır ama o kapı da evin içini göremez ve anlayamaz.

Halka kapının dışındadır, evin iç özelliği ise başkadır.
Evin içinde sultan gözdeleri ile has halvette yaşamaktadır.

O kapının halkası değil, penceresinin halkası bile dışarıdadır.
Bu çabalama ve tartışma şuna benzer ki, sen bunu ilim yoluyla öğrenmek istiyorsun.

Hâlbuki bu yolda yürümek ve savaşmak gerektir.
Diyelim ki, yüz yıl Halep ve Şam yolundan söz açmışsın, Halep mallarını asla buraya getiremezsin.

Ta ki yol zahmetine, tehlikelere katlanacaksın, malını haydutlara kaptırmak korkusu ile üzüleceksin ki, bu işi yapabilesin.
“ Bilgin önce tartışma yolunu mu tutmalı ki o zaman o yolda yürümek kolaylaşsın?”

Cevap verdi:
“ Sana Aksaray’a yolunu gitmek hikâyesini anlatayım ve bilgi vereyim.
Gitmeden o tarafın ahvalini soruyorsun.
(Yolun durumu nedir, ne hazırlık yapayım?)

Ben de diyorum ki, oraya kadar git, ben seninle beraberim.
Bundan sonra dikkat et ki, oraya kadar git, ben seninle beraberim.

Bundan sonra dikkat et ki, hangi taraf güvenlidir, hırsızdan, kurttan, hayduttan ve başka tehlikelerden hangi taraf daha korkusuzdur.
Ya Malatya yolu, ya Elbistan yolu nasıldır?”

Mal, birçok kimsenin kıblesidir.
Yolcular onu feda ettiler.

Dünyaya tapanlara göre bir pul, tatlı canlarından daha değerlidir.
Sanırsın onların canı yoktur.

Eğer canları olsaydı nazarlarında mal canlarından daha değerli olmazdı.
Tanrı’ya ant içerim ki, dünyaya tapanların katında bir pul, kıbledir.

İbrahim’in belaya uğraması hikâyesi, meleklerin gayretindendi.
Yoksa kıskançlık ve inkâr yüzünden değil.
Eğer öyle olsaydı, iblis olurdu.

Belki şuna hayret ettiler ve (Melekler) dediler ki:
“ Biz nur cevheriyiz, nasıl olur da cisimden ibaret olan bir ayak, Tanrı sevgisinde bizden daha ileri gidebilir?

Dedi ki:
“ Bunlar sevdadan vazgeçtiler”
Ona dediler ki:
“ Veliler için maldan,  sürüden birçok arzulara kapılma sebepleri vardır.
O ise bundan vazgeçmiş ve temiz kalmıştır.”

“ Evet, inandık ve gerçekledik” dediler.
“ Fakat bu hayret edilecek bir şeydir.
İmtihan edin” dediler.

Bu imtihanda başka bir sır daha açıklanır, sizden hangi sebepten daha ileri gider?
Tanrı:
 “ Ben sizin bilmediğinizi bilirim” dedi
“ Size ufak bir sır daha açıklanır”

Ey Cebrail!
Sen bir taşın arkasında gizlen ve Sübbu Kuddus  (Allah temizdir) diye tespih oku! Buyurdu.
İbrahim Halil Peygamber bunu işitince etrafına bakındı, kimseyi göremedi.

“ Bir daha söyle “ dedi.
“ Bunu bütün koyunlar tekrar etsin”

Cebrail, taşın arkasından çıktı, kendini gösterdi:
“ Ben Cebrail’im “ dedi.
“ Benim koyunlara ihtiyacım yok”

Halil de, “ Ben öyle bir sofiyim ki, önce nereden kalktımsa yine oraya dönerim” dedi.
(Tanrı’dan geldim, Tanrı’ya dönerim, yol budur)

Bazı melekler bu hareketten İbrahim Halil Peygamberin halini anladılar ve dediler ki:
“ Az çoğa, delalet (yol gösterir) eder”

Bazıları da henüz anlayamadılar.
Dediler ki:
“ Mal işi kolaydır, bir kere de oğulları ile sınayalım”
                                       *
                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Bize bir sır açıklandığı zaman şükrane olarak Tanrıya şükürler etmemiz, açıklayana ve yakınlarına hediye verilmesi gerektiğini öğrendik.
2.    Bilenlerin ancak bildiği konuda bir şeyler yapacağını, faydalı olmaya başlanacağını öğrendik.
3.    Bir insanın yüzüne “ Sen dünyaya bağlısın” dendiği zaman ayrılık olacağını öğrendik.
4.    Biz Tanrı’yı ararız ama aslında Tanrı bize “ Gel, yaklaş “ diye davet ettiğini ve böylece arayanın Tanrı olduğunu öğrendik.
5.    Anlatılanların, hikâyelerle süslenen anlatımların aslında Tanrı’ya giden yolu anlatmak olduğunu öğrendik.
6.    Candan gönülden işi isteyenin daha verimli olacağını öğrendik.
7.    İyilik yapan kâfir bile olsa Müslümanları cehennem ateşinden kurtarabileceğini öğrendik.
8.    İyilik yaparken kendini yüceltmek için yapıyorsak bize bir fayda sağlamayacağını öğrendik.
9.    İyilik candan gönülden gelen bir istekle olursa, iyilik yapan kişiye fayda ve bereket getireceğini öğrendik.
10.                      Manalar öğrenmekle, tartışmayla elde edilemeyeceğini, Tanrı yolunda olmakla öğrenilebileceğini öğrendik.
11.                      Tanrı sözlerine, Peygamber sözlerine dıştan bakarak, yorum yaparak mana yolunda mesafe alınamayacağını öğrendik.
12.                      Tanrı’nın iç âleminde neler olduğunu dıştan bakarak anlayamayacağımızı öğrendik.
13.                      Oturduğumuz yerden değil de yol zahmetine, tehlikelerine katlanmamız, öğrendiğimiz sırları uygun olmayanlara kaptırmak korkusu ile üzüntü çekeceğiz ki, ancak böylece manaya ulaşabileceğimizi öğrendik.
14.                      Tanrı’ya giden yolda malın bu yolda gidişe engel olduğunu öğrendik.
15.                      Yönü mala dönmüş olanın; yönünü kıbleye çeviremediklerini öğrendik.
16.                      Başımıza gelen belanın kıskançlık ve inkâr yüzünden gelebileceği gibi imtihan içinde gelebileceğini öğrendik.
17.                      Melekleri geçmek için mala, mülke, koyunlara ihtiyacın ve bağlılığın olmaması gerekiyor olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Okumak, öğrenmek, öğrendiğini söylemek seni Tanrı eri etmez.
Okuduğundan Tanrı’ya giden yolları, yoldaki işaretleri görebiliyorsan ve bu yoldan gidiyorsan, bu yolun zahmetlerine katlanıyorsan, tehlikelerini görüp tedbir alıyorsan, değişikliklere hazır isen melekleri de geçersin.

Malım olsun, mülküm olsun, makamım olsun, şöhretim olsun diyorsan ve istiyorsan senin kendine kıble (Yön) ettiklerin bunlar olduğundan mama ve maneviyattan nasip alamazsın.

Sana “ Buyur” hitabı hiç gelmez.
Kapı mandalı gibi dışarıda kalırsın.
Kendi kendine sağdan soldan öğrendiklerini tekrar ederek ömrünü tüketirsin.

Ey yaren,
Kendini ne kandır ne de sözlerle avut.
Yol bellidir, gidiş şekli de bellidir.

Bu durumda sen neredesin?
Bulunduğun yerde çene mi patlatıyorsun?
Yoksa yolda sesiz bir şekilde yol alıyor musun?

Şems Hazretleri seninle beraber Aksaray’a  (Tanrı tapısına) kadar gelirim diyor.
Bu imkânı hele bir daha düşün, yalnız değilsin.

Yol kılavuzun ve yolda seni gözetecek, koruyacak gönüllü bir büyüğümüz hazır.
Yol arkadaşın Şems Hazretleri ulursa!
                                           *
RAVLİ

Popüler Yayınlar