21 Mayıs 2012 Pazartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE ÖĞÜT VE MUTLULUK

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Onu niçin bu kadar yükseltiyorlar?
Ben şundan korkuyorum ki, bu saatte sen ayrılık eleminden gafil (Habersiz, dikkatsiz), şevkat gölgesinde hoşça uyumaktasın.

Öyle bir hareket yapıyorsun ki, şevkat (Acıyarak, esirgeyerek, koruyarak sevmek) sona ersin.
Sonra da bu hali rüyada görüyorsun, ama şeyhi görmüyorsun.*

Çünkü şeyhi görmek onun isteği olmadan mümkün değildir, ne rüyada, ne de uyanıkken onu göremezsin.

Nihayet çürük bir ümit kalır sende.
Yani bütün umulacak şeylerden uzak kuru bir umut.

Nasıl ki bir adam Tanrı’nın kendisine bir çocuk vermesini umar, çünkü genç bir erkektir, genç bir kadını vardır.

Ama sen o umudu bu umutla nasıl karşılaştırabilirsin?
Bu ilk zavallının umutsuzluğu, şeyhin kendisine karşı beslediği şevkatin arkasının kesilmesinden ileri gelmiştir.

Yazıklar olsun ki o hastaya ki, işi Yasin’e kalmıştır.
(Ölüm kurtuluş haline gelmiştir)

Yani o şeyhten, ancak kendisiyle nifak üzere (İkiyüzlülük) olmasından, ikiyüzlü konuşmasından, yumuşak ve tatlı sözler söylemesinden zevk duyar, bundan hoşlanır.

Hâlbuki korkunun bu noktada olduğunu bilmez.
Ama padişahın hiddet ve şiddetle kendisine sert sözler söylemesinden korkusu yoktur.
Eğer böyle sözler söylerse, o padişahlığa yaraşan bir konuşma tarzıdır.

ŞİİR:

Aslanın dişlerini açık gördüğün zaman
Sakın gülüyor sanma, sana o korkunç bir aslandır.

Sen şahlardan ancak onların ikramlarını gördüğün zaman kork.
Rüyada bir söz konuşuyorum.
                                    *
Şeyh onları birer-birer bana anlatıyor.
Yine de şeyhi gerçeklemiyorlar.

Ne sözünde, ne işinde ona inanmak istemiyorlar.
Sebep açıktır, şevkatin kesilmesidir.

Acaba hangi maksatla onu gerçekleştirmiyorlar?
O maksadı bir avucunun içine koysun, şeyhten umduğu şeyi de öteki avucunun içine.

Sonra bir kıyaslama yapsın!
Hangisi hangisinden daha değerlidir?

Şeyhin zevk dolu bir âlemi vardır.
O daima meşguldür.

Müridin son haliyle meşgul olmaz mı?
Böyle bir hayat içinde bu uygunluktan, bu şefkatten daha fazla ne yapabilir?

Bu tıpkı içlerinden biri bir Mecusi kızına âşık olan on sofunun hikâyesine benzer.
Âşık, bütün gününü sevgilisinin çevresinde dolanarak geçirir, tapınakta, her yerde onu kovalardı.

Mecusi kızı bir gün sordu:
“ Sen benim etrafımda niçin dolaşıyorsun?”

Âşık halini anlattı:
Sevgilisi dedi ki:
“ Biz kendi milletimizden başkalarını bir ejderha gibi görürüz, onlardan daima kaçınırız.
Benim sana layık olacağıma nasıl umutlanabilirsin?”

Âşık çaresiz kaldı.
Çarçabuk arkadaşlarının yanına gitti, onlara veda edecekti.

“ Hayırdır inşallah, bu ne hal? Dediler.
Derviş hikâyeyi anlattı:

“ Artık gidiyorum “ dedi.
“ Bir zünnar (Hizmet kemeri) satın alayım, belime bağlayayım”

Arkadaşlar, hep birden: “ Biz bunu uygun görüyoruz.
On tane zünnar alalım, hepimiz birden belimize bağlayalım.
Nihayet bizler ayrı-ayrı vücutlarda tek bir ruh değil miyiz? Dediler.

Mecusi kızı bunları görünce birlikte gelmelerinin sebebini sordu.
Bunlar hikâyeyi anlattılar ve dediler ki:

“ Bizim aramızda birlik ve beraberlik vardır”
Mecusi kızının gönlüne bir ateş düştü, kendi zünnarını koparıp attı, onlara dedi ki:

“ Ben toplumun kuluyum.
Çünkü aralarında böyle bir vefa (Sözünü yerine getirmek) ve bağlantı vardır.
Ben bu vefayı hiçbir millette görmedim”

Kızın babası ve yakınları toplandılar, onu kınamaya başladılar.
“ Sen, sofilerin büyüsüne kapılarak nasıl kendi dinini yıkıyorsun?” dediler.

Kız cevap verdi:
“ Benim gördüğümü siz de görseydiniz!
Nice yüzlerce insan bunların aşığı olmaz mı?”

Her kimin aslında mutluluk varsa öğüt ona cila verir, onu aydınlatır.
( Cila verir: Kurumadan korur, kişiye parlaklık verir.)

Her kimde mutsuzluk varsa, öğüt sözleri onu karartır aynasındaki pasları artırır.
O öyle aynadandır ki cilalandıkça pası artar.
(Ayna: İç dünyasından yani canından yansıyanların görünür olması)

Ancak onun zannına göre:
ŞİİR:

Ey can bana bir görün bitmeden son nefesim,
İşimi çabuk bitir, artık kesilsin sesim!

Bir âşık gerektir ki, bu sırrı onula birlikte öğrenelim.
O diyordu ki:
“ O gün kuyuya bir taş attım.
Aksaray yolunun başına, o kervansarayın yanına gittik.
Hatırlıyor musun?

“Ben çok iyi hatırlarım.
Söylediklerini onlara helal ettim.
Maksat sen idin, benim onlarla ne işim var?

                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Söylenen sözü görüp (Beğenip değerlendirme) de, o söyleyen kişinin büyüklüğünü görmemezlikten gelmenin aradaki bağı koparttığını öğrendik.
2.    Kendisine güzel şeyler söylenen aslında kendinin hak ettiğini sandığını, aynı kişinin ısırıcı sözler söylendiğinde pek acı duyduğunu öğrendik.
3.    Yol gösterenin güzel de sözler söyleyebileceğini, azarlayıp incitebileceğini, öğrenenin bunlara hazırlıklı ve kabul eder durumda olmasını öğrendik.
4.    Kişinin eline verileni görüp de, veren elin sahibini görmezse şevkatin kesileceğini öğrendik.
5.    Beklentimizin sahip olduğumuz şartlara göre olması gerektiğini öğrendik.
6.    Büyüklerin acı sözlerinin normal ve kabul edilebilir olduğunu öğrendik.
7.    Şems Hazretlerinin istediği kişinin rüyasına girip ona söz söylediğini öğrendik.
8.    Kişinin rüyasına girip söylediğine inanıp, uyanıkken onun sözüne ve işine inanmamak yol gösterenin şevkatinin aradan çekilmesiyle olduğunu öğrendik.
9.    Yol gösteren ulunun hiçbir şey yapmıyor gibi durmasından miskinlik yaptığını sanmamamız gerektiğini, aslında kendimizin bile dile dökmediğimiz birçok bilgiye onun bildiğini ve bize büyük yanlış yapmadıkça karışmadığını öğrendik.
10.                      Herkesin önünde olan bir olayı sorduğumuz zaman her birinin farklı anlattığını duyarız, aslında bu farklılıklar herkesin kendinden baktığı için olduğunu öğrendik.
11.                      Hakikat gözüne sahip olanların aynı ve doğru baktığını öğrendik.
12.                      Verdiği sözü yerine getiren ve bağlılığını koparmayanlarda herkesin göremediğini gören bir göz ve ışık olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Ulu kişi birinin rüyasına girip, o kişinin yaptığı yanlıştan dolayı onu azarlar, kovar, hakaret eder.
Rüyayı görenin hayretler içinde kalıp sadece kendisinin bildiğini sandığını o ulu kişin de bildiğini, o işte yanlış yaptığını görüp de o ulu kişinin ululuğunu görmezse çok yanlış yapar.

Kendisiyle ilgilenen, yanlış bataklığına düşmekten kurtaran veya bataklıktan çekip çıkartan o uluyu görmezse o ulu bir zaman sonra o kişiyi kendi haline bırakır.
Çünkü kime ve nereye nasıl bakacağını, nasıl değerlendireceğini bilmiyordur.

Yani ahmaktır, yani cahildir.
Bilgi birikimi olsa bile yine ahmaklıktan cahillikten kurtulamamıştır, arif olamamıştır.

Bu anlatılan hikâyelerin, söylene sözlerin o zaman söylendiğini aslında maksadının bizim bu gün yararlanmamız için söylendiğini öğrendik, anladık, sevindik, teşekkür ettik.

Nur içinde yatasın, geleceği görüp bizlere armağanlar gönderen Ulu Şems Hazretleri.
                                  *
RAVLİ

*   ŞEMS-İ TEBRİZİ VE ÖĞÜT ALMAYAN dan alıntı.
Bizim sözlerimiz arasında söz karıştıran Şeref Lehaveri gibi kimseler, bulanık suda boğulmuşlardır.

Rüyasında büyük bir bulanık suyun içine daldığını, iki parmağını oynatarak:
Aman Şemseddin-i Tebrizi elimi tutsun” diyerek imdat istediğini görmüştü.

Bu rüya ona yeter derecede bir öğüt olmadı.

Popüler Yayınlar