Şud safir-i bâz-ı
der mere-i din
Nârehay-ı “ Lâ
uhibbül âfilin’”
(Hazreti Mevlana, Mesnevi
6.inci cilt 2882 inci beyit açıklaması)
“ İki âlemde de Tanrının
baktığı yer gönüldür.
Padişah daima dilber (Gönlü alıp götüren güzel) mesabesinde olan gönüle
bakar.”
Su ve toprak (Vücut) içinde mahpus olanlar, can ve gönül sırlarını
ne bileceklere.
Ten ehlinin (Vücudunu aşırı sevenlerin) can ve gönülden haberleri
yoktur.
Onların canı, insani cana
nispetle hakir olan hayvani candır.
Can ve gönül, Hakkın âşıklara
bir ihsanıdır.
Onlar, bu can ve gönülle
Haktan vahdet (Bir olmak, birlik içinde aynı duyuş ve
düşünüş içinde eylem yakmak) dersini okurlar.
Rütbe ve mansıptan (Makam), addan (İsminin halk
tarafından bilinmesinden) ve şandan (Gösterişten),
ardan (Yaptığından toplumun kınaması önemsememiştir)
geçmişlerdir.
Var, yok cihanına (Dünyalık maddelerin olup olmamasından), renk âlemine
niyazları (Yalvarışla istekleri) yoktur.
Âşıklar, iyi ad alma kaydında
değillerdir.
Varlıktan gönülleri büsbütün
sıyrılmıştır.
*
Neler öğrendik:
1.
Allah’ın insanda
önem verdiği yerin kendi sevgisi ile dolmuş gönlümüz olduğunu öğrendik.
2.
Vücuduna önem
verenlerin gönülden habersiz olduklarını yalnız isteklerinin peşinde yaşayıp
öldüklerini öğrendik.
*
İşte böyle yaren,
Hak âşıklarının dünya istek
ve işlerinden zevk almadıklarını, can ve gönüllerini Allah’a yönlendirdiklerini
öğrendik, anladık.
Âşıklar Allah tarafından terbiye
edilip beğenilen duruma geldikten sonra yine Allah tarafından güçlendirilerek
dünya işlerine görev verildiğini, Allah yolunda olanlara yardım ve destek
sağladıklarını öğrendik, anladık.
RAVLİ GÖNÜL yazarak Googleden bu konuda din büyüklerimizin öğretilerini
okumalısın.
*
RAVLİ