30 Haziran 2012 Cumartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE AŞKIN YORUMU SEVGİNİN BASAMAKLARI

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Şimdi sen diyorsun ki:
Bu karanlık sözlerden benim sorduğum şeylere bir karşılık gelmedi.
O’nun kapısında karanlık bir yerdir.

Nasıl ki Attar buyurdu:
“ Yüz yıl gece gündüz çile doldursan, perhizler yapsan bile, senden, o günde, ne bu çileyi, ne de halveti sorarlar.
Sen ilerisini düşün, oraya bak!

Bu istiyor ki düğümleri kendine engel saymayasın.
Mademki o engel oluyor, o halde bu ayrılığın sebebi nedir?”

Bir gün gelecek ki:
Haber, gözle görmek gibi değildir” nüktesi (Herkesin anlayamayacağı incelikte) açıklanacak.
O gözle görmek, sana göredir.

Onlara dedi ki:
Bir işin seninle ilgisi yoksa bırak onu.
Yolculukta sana yük olur, ölüm korkusu vardır onda.
Çünkü bu yolculukta birçok perdeler kapanır.

Sana deseler ki:
Elinde bulunan yüz altını ya bana ver yahut da birlikte kadıya gidelim.
Sana, o yüz altını bana vermek mi daha hoş gelir, yoksa
“ Hayır, (İyilik) bu bana lazımdır” mı dersin?
İşte asıl maksat budur.

Eğer hayır (İyilik) bana gerekmez diyorsan o da derki:
“ Sen, bizim aradığımız, bizim matlubumuzsun (İstenilen, aranan).

Sizin gelmenizden başlıca umudumuz bize yardım etmeniz, şu veya bu dileğimizin yerine getirilmesinde bize yararlı olmanızdır”
İşte bu söz hiç yorum götürmez.

Biri der ki:
“ Filan zatın oğlu, Tebrizli bir yabancının arkasından niçin yürüsün?
Horasan toprağı, Tebriz toprağına mı uyruk ve bağlı olsun?”

O sofuluk ve safa ehli olmak davasındadır.
Onda bu kadar akıl yoktur ki toprağa itibar olmadığını anlasın.

Bir İstanbullu:
Mekke bu âlemden, madde âlemindendir;
İman ise öteki âlemden yani mana âlemindendir” dese, burada Mekkeliye düşen vazife İstanbulluyla uymaktır.

Vatan sevgisi imandandır” hadisinde Hazreti Muhammed’in maksadı nasıl Mekke sevgisi olabilir ki, konusundan olan şeyler bu âlemden değildir, öteki âlemdendir.

Nasıl ki:
İslam garip olarak başladı, garip olarak da geri dönecektir.” Hadisindeki maksat da aynıdır.
Mademki İslam gariptir, o başka âlemden gelmiştir, nasıl Mekke’ye mahsus olabilir?

(Sevginin ilk basamağı))

Bunun yalnız Mekke’ye ait olacağını söyleyenler sevginin ilk basamağında kalmış olanlardır.

Bu anlayıştan kurtulmak da zordur.
Bu sevgi sarhoşluğundan kurtulmak için çok koşmak gerek.

(Sevginin ikinci basamağı)

Bundan sonra da ruh âleminin sarhoşluğu gelir.
Ruh henüz görülmemiştir, ama sarhoşluğu büyüktür.

Nasıl ki Tanrı erleri son derece sarhoşluklarından ona bakamazlar.
Peygamberler de böyledir.

Söze başlarken onun hatırına ayetten, hadisten başka bir şey gelmez.
Ona şundan bundan işitilmiş sözleri aktarmak da utanç verir.
Meğerki halka bir konuyu aydınlatmak için olsun.

Aşkın bu ikinci mertebesinden geçmek zor ve çetindir.
Ancak ulu Tanrı, tek yarattığı sevgili kullarından birini gönderir de ona ruhun iç yüzünü gösterirse, onu Hakk yoluna yöneltir, maksadına eriştirir.

(Sevginin üçüncü basamağı)

Tanrı yolunun sarhoşluğu üçüncü mertebede belirir.
Bunda da büyük sarhoşluk vardır ama ayıklığa yakındır.
Çünkü her neyi, O’dur sanırsa, Tanrı onu, o şüphenin dışına çıkarır.

(Sevginin dördüncü basamağı)

Bundan sonra da dördüncü mertebe gelir. Bu da, doğrudan doğruya Tanrı’dan sarhoş olmaktır.
Bu mertebe, Kemal mertebesidir.

(Sevginin beşinci basamağı)

Bundan daha sonra da ayıklık ve akıl mertebesi gelir.
 
AŞKIN YORUMU

Aşkın yorumuna gelince;
Önce bilinmelidir ki, aşk deyince, kadın, altın, dünya sevgisi gibi şeylerden söz etmek istemiyoruz.
Belki, bu sevgi sarhoşluğu azalır korkusu ile dünya çevresinde dolaşmak da gerekmez.
Pek çok rahiplerde de bu aşk sarhoşluğu vardır.
Bundan dolayıdır ki içlerindeki duyguları açığa vururlar.

İmad (Dil bilgini ve sözlük âlimi) ve onun gibiler aşk sarhoşluğunda olgun kişilerdi.
Onlarda ruh sarhoşluğundan da bir koku vardı, ona yol bulmuşlardı.

Evhad (Kirmani), aşkın son mertebesine daha yakın idi.
Firavun’un sihirbazları mertebesine daha yakın idi.

Firavun’un sihirbazları aşkta tamam olmuşlardı.
Şüphe yok ki onlar, ruh kokusu almışlardı.

Ama Firavun, aşkta tamam değildi.
O mantıkçı idi, o yolun adamı idi.
Sihirbazlarda bir hüner vardı ki, bu Firavun’da yoktu.

Seyyid’de (Burhaneddin) ruh kokusu, ruh sarhoşluğu fazla idi.
Mevlana’nın da, onun da bilgileri çoktu.
Ama bu sarhoşluk hiçbir şeyle ilgili değildir.

O Şeyh Ebubekir’in (Selabâf) sarhoşluğu, Tanrı’dandı.
Ama o sarhoşluktan sonra gelen ayıklık onda yoktu.

Bu nokta, bana ilim yönünden bildirildi.
Bu kulun saadeti de belli oldu, ama yakın ve kesin değildi.

Has kullarından birini gönderdiler ki, ona saadetini yakın olarak öğretsin, onu okşayıcı eliyle terbiye etsin.
O azıcık kendi hakkında uygunsuz sözler söylerdi.

Kendini incitir ama Tanrı’yı nasıl incitebilir?
Onların ağızlarından böyle sözler nasıl çıkabilir?
Meğerki Tanrı’yı bilmemiş olsun.

Nasıl ki Hâkim Şenai şu anlamdaki mısrada.
Ey taptığı Tanrılar, Tanrı’yı inciten zavallı! Diyor.

Hadiste:
Benim Tanrı ile öyle bir vaktim olur ki aramıza ne en yakın bir melek ne de kitapla gönderilmiş bir peygamber girebilir” buyrulmuştur.

Bu onun tertemiz ruhu, kitapla gönderilmiş peygamberler ise onun tertemiz bedenidir.
Maden ki melek ile peygamberler araya giremiyor, bu perdeyi açmak kimin haddine düşmüştür?
Bu Tebrizli oğlundan (Şems Hazretleri) başkası bu konuda konuşamaz.

Bu, Hazreti Muhammed’in (s.a) makam ve hal mertebesi değildir, bu davettir.
Bu konuda birçok sözler söylenmiştir.
Sözü geçen hadisteki mana, nasıl “ Hâl” deyimi ile ifade edilebilir?
Ben de diyorum ki bu, onun “ Hâl” mertebesi değildir.

Bir insan ki Hakk’ı aramaktadır, talep davasındadır.
Sevgi ve heves çevresinden dışarı çıkar, ruh kokusuna erişir.

Bu davacılardan bazıları acaba gerçek midir?
Şüphelenirsek bakarız.
Eğer onun eğilimi dünya işlerine daha çok dönük ise yalancıdır, sadece kuru davacıdır.

Bu söz her ne kadar sıcak bir sözdür, ama benim açıklamak istediğim sözün sıcaklığı yanında soğuk ve donuk kalır.

Bugün burada biz ve siz varız.
Zannediyoruz ki, kıyamet günleri gelmiştir.
Dervişte, Tanrı kullarında, öyle bir inanç var ki, sanki bu saat kıyamet saatidir, son gündür.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Yaptığımızı görmememiz gerektiğini, yaptıklarımızın karşılığını görmek için beklentide olmamamız gerektiğini öğrendik.
2.    Daima anı fırsat bilip ileriyi düşünmemiz gerektiğini öğrendik.
3.    Geriye doğru düşünmeler insanı hareketsiz bırakacağından ilerlememize engel olacağını, özlemlerimize kavuşmamızı geciktireceğini öğrendik.
4.    Tanrı katından bir kişiye haberin gelmesinin başka, Tanrının o kişiye kendisini göstermesinin başka bir durum olduğunu öğrendik.
5.    İsteğimizin yerine gelmesini hiçbir şey harcamadan elde etmenin olmayacağını öğrendik.
6.    Şehre, hemşeriliğe, meşhur birine uymak gerekmez, uyulması gerekenin “ Mana” olduğunu öğrendik.
7.    Mekke’ye olan sevginin aslında Mekke^ye mana âleminden gelen güzelliklere olan sevgi olduğunu öğrendik.
8.    RAVLİ SARHOŞLUK yaz Google’den sarhoşluğu öğren.
9.    Tanrı kullarının, dervişlerinin düşüncesi istek yönünden: Kıyamet kopunca nasıl ki dünyalık değerler, birikimler işe yaramayacak yok olacak olduğundan dünyalık işlere sahip olmaya önem vermezler.

İşte böyle yaren,

Aşk, kadın erkek ilişkilerinde, cinsellikle, mal ile mülk ile hediye ile ve bir şeyin çok istendiğini anlatmak için bu kelimeyi çok kullandıklarından şimdiki nesil tertemiz aşkı başka türlü zannediyorlar.

Sarhoş olan aldığı lezzetin etkisiyle kendinde olmadığından kolayca ne yaşadığını anlatamaz.

RAVLİ AŞK VADİSİ yaz Google’den incele.
                                            *
RAVLİ

Popüler Yayınlar