17 Haziran 2012 Pazar

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE KIYMETLİ OLAN SAKLANIR BENLİK VARSA HERKESE GÖSTERMEK İSTER


Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Bana emir gelmeden önce:
“ Beni döver misin?” dedi.

Müritler zararlı bir iş yaptıkları zaman dövün, hatta her saatte cezaya hazır bulundurun.
Çünkü onun yaptığı işlerde, bana zararlı olduğunu tecrübe ettim.

İsterse benim ruhum olsun.
Çünkü nefsim onu düşünmeden elde etmiştir.

Allah beni hangi şey için yarattı?
Söyleyeceğim şu ki, benden sonra damat isteme!

Emanet doğru çıktı.
O sözleri konuştuğum zaman yüzüm bu âlemdeydi.

Bu takdirde eğer, “ O âlem daha hoştur” derlerse doğru söylemişlerdir.
Şu halde o âlem nerede?
Öyle ise sen niçin birlikte dışarı çıkmıyorsun diyorum.

Bir toplulukta birlikte oturuyorduk.
Orada bir de Arap vardı.

Ben dışarı çıktım.
Tanrı’ya emanet olun dedim.

Sordu:
“ Bana hoş geldin, sefa geldin mi diyorsun?”
“ Güzel” dedim.
“ Benim de maksadım sizinle birlikte dışarı çıkmak ve konuşmaktı”

Yolda ona:
“ Gözlerim yağmur bulutu gibi ıslandı” anlamına gelen mısra-ı okudum.
“ Niçin dışarı çıkmazsın ki, beraber konuşalım*” diyordum.

Şahap hoş bir kâfircikti.
Nişabur dili konuşurdu.

Derdi ki:
“ Bir iş yapıyorsan kendini üzme.
Çünkü sen erkekten de dişiden de el çekmişsin!

Ama bizim şeyh Muhammed’imiz Mecusi’dir.
Kendi zatı ile varlığı vaciptir (Zorunluluk).

Bir daha kurcalarsan “ Allah” dersin.
Ona ne isim vermişler diye gülersin.
Ondan kıl ucu kadar bir nokta kalmadı ki, açıkça görmüş olmayayım.

“ Onun bu apaçık inancı, hoş hali zaman-zaman nedendir?
Neden böyle geliyor? Dedim.

Hiçbir şey anlayamadım, hayli araştırdım.
Onun bazı kırıntılarını satan bir çömezi ki hiç kimseye iltifat etmezdi, bana yakınlık gösterdi.

“ Hayırdır inşallah!” dedim.
Çömez bana sordu:
“ Sen ne yapıyorsun ki, bunların böyle inanç ve itikadını sağlıyorsun?”

Mevlana’ya “ Muhammed, Allah’ın Resulüdür” diyorum.
Gece yanıma gelince üzülüyorum.

O bana:
“ Sus” diyor.
Şirin bir kimse var.

Diyelim ki Muhammed’i arayan bir cahildir o.
Mevlana’ya “ Bari ne yaptın?” dedi.

Dedim ki:
“ Benim, âlemde bu cahillerle bir alış verişim yok.
Ben onlar için gelmedim”
O âlemde hakkı ile yol gösterenleri, parmakla gösteririm.

Kadın ve şehvetle meşgul olmak elbette zayıf yaratılanların işidir.
Aklın fetvası budur, diyorsun.

Şeyh Muhammed ona:
“ Bu akıl, fetva hususunda hiç hata etmez “demişti.
“ Hayır, akıl hata etmez, hata ancak başka şeylerdir” dedi.

İmanda tatlılık, gelip-gelip gitmesinde değildir.

Zeyneddin Sadaka’yı gördüm boş laflar ediyordu.
Başıboş bir at üzerinde yabancılara koşan, yolunu şaşırmış bir süvari gibiydi.

Bu İmad ise bin kere ondan daha iyidir.
Nahivden (Dil bilgisinden), lügatten anlar.

Gidip gelmek sevgiyi artırır, derler.
Bu senin için değil.

Ey kahpe bacılı.
Sen kimsin ki, Yahya’ya “ Veli” dediğin için o çok ağlamıştı.

Eğer senin yerinde ben olsaydım onun gözlerini silerdim.
Çünkü o günahsızdı.

Ağlamayı gerektiren de ancak günahtır.

Bu veli kimdir?
Kuran’da nebilere asla veli denilmemiştir.
Onların benim halimden haberleri yoktur.

Onlar:
“ Şam’dan kervan gelsin de yoldan haber getirsin, bekle! Derler.
Sözlerimi böyle dinleyeceklerse yani yalnız tartışma ve karşılıklı konuşma yoluyla beni dinlerlerse, onlar şeyhlerinin sözlerinden, hadisten, Kuran’dan bir şey anlamazlar.

Benden de memnun kalmalarına imkân yoktur.
Ama eğer benden faydalanmak veya feyiz (Işık) almak yolunu seçerlerse ki bu yol niyaz (Dua ile yalvarış) sermayesidir, kendileri için faydalı olur.

Yoksa ne bir gün ne on gün, belki yüz yıl bile söyleseler biz elimizi çenemizin altına koyar dinleriz, derler.

Saklanması gerekli olan bir mücevheri, gayet kalın bir kutu içine koyarak siyah bir mendille sarmakta ve bunu on kat bir bohça içinde gizlemekte, deriler içine sarmakta hayret edilecek bir şey yoktur.

Nasıl ki, Peygamber Efendimize ruh kokusu ve ruhun güzelliği belirtildiği vakit kendi ruhunu görmüş değildi.
Ruhun güzelliğinden ona bir haber erişmesi ve onun ruhu görmesi uzak bir mertebedir.

Allah yoluna buradan yürümek gerektir ki, onu gözle görebilmek mümkün olsun.
Hem bu hayatta, hem de dünyada Allah’ı görebilmek mümkündür, diyorum.

Yukarıda sözü geçen mücevher, her ne kadar o perdelerle gizlenmiş olsa bile onda öyle bir ışık vardır ki kendini dışarı vurur.

Görüşü mükemmel olan kimseler onu dışarı vurmadan da görebilirler.
Ama o ışık dışarı vurmadan bilmeyenlere görmeyenlere hayret edilemez.
Asıl hayret edilecek nokta şudur ki ışığı açığa çıkarır, elinin içine koyarsan da yine göremez.

O ne Sokrat’ın sözüne, ne İhvanı Safa hikâyeleri ile Yunan felsefesini, Hazreti Muhammed’le (s.a) onun evladını, candan gönülden sevdiği çocuklarının ahvalini bilir.
Öyle bir insan, toprağın ve suyun evladı ve Tanrı’nın kulu sayılmaz.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Düşünmeden hareket eden, zararlı iş yapan kişinin, yanlış yaptığı zaman cezalandırılması gerektiğini öğrendik.
2.    Bazı kişilerle toplum dışında baş başa konuşmak gerektiğini öğrendik.
3.    Şems Hazretlerinin sözlerinin cahillere yönelik olmadığını öğrendik.
4.    Peygamber efendimiz insan görünümünde olduğunu öğrendik.
5.    Velilerle nebilerin ayrı olduğunu öğrendik.
6.    Nebilerin ((Kitabı olmayan peygamberler) Tanrı’dan haber bekleyip yapacakları emredildikten sonra yaptıklarını öğrendik.
7.    Velilerin Tanrı bu konuda ne emreder diye düşünüp, kendisi karar vererek yaptıklarını öğrendik.
8.    Şems Hazretlerinden faydalanmak isteyenlerin Allah’a yalvarışlarını artırmaları, namazlarını çoğaltmaları gerektiğini öğrendik.
9.    Şems Hazretlerinin sözleri okumakla, dinlemekle fazla bir şey elde edilemeyeceğini, Tanrı’ya yalvararak, ibadeti daha da artırarak perdelerinin kaldırılmasını, hakikati olduğu gibi görmek için izin alınması gerektiğini öğrendik.



İşte böyle yaren,

Esas olan görebilmektir, perdelerin olmamasıdır.
Aynı yazıyı okursun da bir şey anlayamazsan bu görüşün olmadığına işarettir.

Açık, net, anlaşılır açıklama ile görebileceğin yakınlığa kadar da getirdiğimiz halde bir şey göremiyorsan, anlamıyorsan, perdelisin demektir.

Anlayış perdesini açan Tanrı’dır.
Yalvarış ahlakına derhal girmen gerekiyor ve dua ederek ve ibadet ederek Tanrı’dan yardım istemelisin.

Yaren bunun başka yolu yok.
Okursun, anladım sanırsın ama birkaç hafta sonra o anlayıştan bir eser, bir ışık kalmaz.

Şems Hazretlerinden yeteri istifade edeceksek kendisinin bu önerisini ciddiyetle yapmamız gerektiğini öğrendik.
                                   *
RAVLİ

Popüler Yayınlar