12 Haziran 2012 Salı

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE GÜNEŞ IŞIK GÖNÜL RAHATLIĞI

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Sen o gâvurcuk değil misin ki, ben azim ve irade ile ona Tanrılık heybetini göstermek için gittiğimde, onun bütün halinin alt üst olduğunu gördüm.

Onun o tecelli (Kendini gösterme) karşısında ne coşkunluğu ne de murakabesi (İç âlemine dalabilmesi) kalır.
Hali de, sözü de hep yağmaya gider.

O artık şu sözlerden başka bir şey söylemez oldu:
Ey güneş artık nur saçma ki, yarasaların gönlü incinmesin!”

Ama güneşin işi gücü bu, elbette nur saçar.
Yarasaların gözü incinir diye ışığını terk eder mi?

Yine dedi ki:
Gerçi yarasadan yahut zayıf gözlülerden güneşe gam yoktur.
O hep nur saçar.

Ondan ancak güneşe tapanlar için korku vardır.
Ola ki güneş kederlenerek (Bir bulut arkasına gizlenerek) kendilerine bir yaramazlık eder, bu yüzden güneş nurundan uzak kalırlar, diye düşünürler.

Yine dedi ki:
Güneşe tapan bir insan için,  güneş hakkında böyle inanmak gerektir.
Çünkü hiç kimsenin güneşe karşı saygısızlık göstermeye haddi yoktur.

İnanan kimselerin elbette inançlarının kuvvetli olması gerektir ki, dağdan aşabilsinler.
Yedi başlı aslanı görsünler, kulağına yapışsınlar.
İnanç kuvveti ve gün ışığı aşkı ile gam çekmesinler.

(“ Benim Tanrı ile öyle bir vaktim olur ki, aramıza ne bir kitap sahibi Peygamber, ne de Tanrı yakınlarından bir melek girebilir” kutsi hadis.)

İnanç ve aşk insanları kahraman yapar, bütün korkuları giderir.
Yukarıda sözü geçen kutsi hadisteki mana yani Peygamber ile Tanrı arasındaki ilgi bir davettir.
Yoksa yukarıda söylediğimiz gibi hal olsaydı, o hal içinde, “ Benim” sözümün yeri olur mu idi?
Beraberlik nerede?
Yakın melekler, kitapla gönderilmiş peygamberler gibi dört ayrı varlığın ne yeri olurdu?


Bu sözler gerçi söz olarak söylenmiştir, birer davettir ama hiç umutsuzluk yoktur.
Bu hal eğer ki zaman içinde baki kalsaydı, ilk zaman içindeki umut olurdu.

İkinci zaman için de bir nara atar geçersin.
Öyle bir nara atarsın ki, içinde umutlar ve gülüşler olsun.

Burada bir gülüş, bir sevinç her halde bir gamdan ileri gelmez.
Her şeyin üstündeki sevinçler de böyledir.

Herkesin bir sevinci vardır.
Zahidin, abidin, âlimin, velinin, nebinin birer sevinci vardır.

Nihayet bu sözün sırrı öteden beri eski ise, sözdeki sırrın sırrı daha eskidir.
Bu suretle söz kılıcına boyun eğerler.

Bir söz de vardır ki, güzeldir ama uzanır gider, umutsuzluk getirir.
Sözün en hayırlısı, kısa fakat manası geniş olan sözdür
Hazreti Mustafa’nın (s.a) sözlerindeki güzellik bundan değil mi?

Tanrı zatını örten ne kadar zulmet ve nur perdeleri vardır ki, bu binlerce engeller umut bağını koparır.
Bir insan bin yıl kitap okusa bile asla Hazret-i Mustafa’nın (s.a.) meşrebinde olamaz ve o okumanın kendisine hiçbir faydası dokunmaz.

Eşeğe yükletilen bir çuval kitabın hayvana ne faydası olur?

Senin, aynı meşrepte (Tabiat, huy) dediğin kimse de seni kandırmıyorsa, onda o zevki tadabilecek bir meşrep yoktur.
Hâlbuki o zevki duyabilecek bir meşrep ister.

Sen onun sözlerini kendi şahsi anlayışına yahut felsefi bilgilerine göre yorumlarsın, demektir.
Bunda hangi gönül rahatlığı olur?

Birlikte yaşamış nice kişiler vardır ki, onun halinden hiç haberleri olmamış.
Şu halde onların neden haberleri vardır?

Ondan bir nasip alabilmek için hangi yoldan gitseler bir şey elde edemezler.
Ancak gönül alçaklığı ile açıkça ona uymakla, onun yolundan ayrılmamak gerektir.

Görüyorsun ki, onun huzurunda yersiz bir harekette bulunan da, bu konuda hiçbir şey söylemez.
Biri muhabbeti kırmış da tekrar muhabbet üzere olmaya çalışıyorsa, bundan çok hoşlanırsın.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Kişinin kendi kendine oluşturduğu, doğru deyip inanıp oyalandığı, kendi kendine gerçek diye bağlandığı her ne varsa Hakikati söyleyen bir Tanrı eri karşısında önceki iyi, güzel, doğru diye yaptıklarının hepsinin kaybolup gittiğini öğrendik.
2.    Tanrı erinin sözlerinden karanlıkta yaşayanlar (Gerçek diye kendi oluşturduğu sanal gerçeği gerçek sanıp yaşayanlar) rahatsız olduklarını, Güneş’in ışığını istemediklerini öğrendik.
3.    Tanrı erinin olumsuz tepkiler karşısında zarar görmediğini, davranışını değiştirmediğini, ışık saçmaya devam ettirdiğini öğrendik.
4.    Ben ve benlik davranışı içinde olanların gerçekleri söyleyenlere düşmanlık beslediklerini öğrendik.
5.    Peygamberimizin Tanrı ile olan beraberliği bize örnek olduğunu öğrendik.
6.    Kitap okumaktan maksat, kelimeler içindeki anlamı, manayı alıp yaşantına kazandırmak olduğunu öğrendik.
7.    Herkese davetin olduğunu ancak kiminin sofraya oturtularak ikram edildiğini, kiminin de eline yiyeceği verilip uğurlandığını öğrendik.
8.    Öğrendiklerimizden o sözü söyleyenin aldığı zevki bizim de duymamız, almamız gerektiğini öğrendik.
9.    Yaptığımız işin doğru olduğunu gönül rahatlığından anlayabileceğimizi öğrendik.
10.                      Işık veren kişi ile her şeye rağmen ilişkiyi kesmeden ondan bize gelecek ışığı kesmememiz gerektiğini öğrendik.


İşte böyle yaren, Okuduğumuz, duyduğumuz büyüklerimizin sözlerinden onların aldığı, vermeye çalıştığı, tattırmaya çalıştığı tadı almamız gerekiyor.
Yani bir şekilde huyumuzu onun huyuyla kaynaştırmamız gerekiyor.

Böyle yapmazsak kendimize göre, işimize göre kullanacak bir bilgi olarak görüyorsak ve kullanıyorsak yeterli faydayı alamayacağımız anlamına gelir.

Edindiğimiz bilgiden sevinç duymamız, bizi heyecanlandırması, gönül huzuru vermesi gerektiğini öğrendik, anladık.
                                         *
RAVLİ

Popüler Yayınlar