28 Haziran 2012 Perşembe

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE SÖZÜ ÖRTMEK

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Hazreti Muhammed’in (s.a)  yüz binlerce propagandacısı vardır.
İsa bütün çömleklerin tuzunu önceden koymuştur.

Ama Hazreti Muhammed (s.a) tuzu sonradan katmıştır ve peygamberlerin sonuncusudur.
Başka bir deyimle Peygamberlik kapısını kapayan, onu mühürleyen zattır.

Bir tuz saçan (Lezzet veren) biri gerektir.
Ama Mısır tuzu gibi olmamalıdır, o tuz.

Sen beni serbest bırak da kendim söyleyeyim.
Ondan sorma, sana ben söylüyorum.

Başka bir saatte daha iyi söylerim, daha tatlı konuşurum.
Çünkü bu sohbet, o günahı işlemeden tatsız düşer.

Ama o halin niyeti ile diyorum ki:
Yazık ki aşk, ayrılık gününde de bedenimi sırsıklam etti.

Yalnız alçak gönüllü olanlar benimle dostluk kurabilirler.
Gerektir ki o alçak gönüllülük ve o kulluk duygusu, günah işlememek artırsın.

Bu güne kadar haram’dan perhiz ediyorsan, bundan sonra da helal’den de perhiz yaraşır sana.
Ama bu tutum sana yorganı sattıracak dereceye kadar gelirse, hoş olmaz.

Onlar öyle yaparlar ki “H” yi benim gönlümden soğutsunlar.
İsterler ki bu gidişle benden bir şeyler koparsınlar.

Yahut:
“ Ona verdiğin değer akla uygun değildir, başka bir baha biçseydin iyi olurdu” diyerek buna benden başkasının hüküm vermesini isterler.

Onlara dedim ki:
“ Ondan hoşlanıyorum.
O, ne bu cihandan ne o cihandandır”.
Bu gönül hoşluğu ve sevinç ancak senin varlığındandır.

Dedi ki:
“ O, ne bu cihandan ne o cihandandır.
Bu gönül hoşluğu ve sevinç ancak senin varlığındandır”

Dedi ki:
O, bu cihan halkından başkadır.
Ancak bunlardan o cihana utanç gelir.

Ama kendisinde hiç utanç duygusu olmayan kimseye göre, o cihan bu cihana geliyor.
Öyle bir insan için altı yön de Tanrı nurudur.
Ama gizli değildir ki, öyle bir kimsede de gönül hoşluğu yoktur.

Benim, hiç kimseden dünya ile ilgili bir isteğim yoktur.
Bende ancak Hazret-i Peygamber’in armağan kabul etmesi âdetine uygun davranışta bulunmak arzusu vardır.

Senin içi altın dolu şu kalede yüz binlerce altın ve gümüşün olsa da onları başına saçsan, ben aşağıdan senin yüzüne bakarım.

Eğer alnında bir nur, göğsünde bir niyaz (Yalvarış) ışığı göremezsem, o altın ve gümüşler bana göre bir gübre yığınından başka bir şey değildir.

Bende bir tamah (Doymazlık) varsa sadece Mevlana yeter bana.
Unutmayın ki, siz hep kendi mektubunuzu okudunuz (Kendi yazdığını kendin okudun) hele dostun mektubundan da bir şeyler okuyun.

Size daha faydalı olur.
Bütün bu sıkıntılarınız, sizin hep kendi mektubunuzu okuyup da sevgilinin namesini okumamanızdan ileri geliyor.

O hayal, ilimden, marifetten doğuyor.
O hayalden sonra da başka bir ilim ve marifet vardır.
O ilim ve marifetin de başkaca uzun hayalleri vardır.

Bunlardan daha kısa, ayrı bir yol daha vardır ki, hiç bunlara benzemez.
Ama o kestirme yolun da adını kötüye çıkardılar.

Ona başka bir ad bulmak gerekiyor.
İyi bir kanun konulmuştur.

Bir gün yanar bir gün yanmaz.
Ama en iyi kanun hiç kimseden bir para istememektir ki, alanın hatırını dünya tarafına çekmesin.

O tarafa dönüp bakmasın.
Ancak şimdi benim pişmanlık duyduğum bir nokta var:
Keşki binlerce altınım olsaydı da onun uğruna feda etseydim, diyorum.

Bu, tıpkı şuna benzer:
Bir kimsenin evler, ambarlar dolusu çömleği olsa da bunlardan biri eksik olsa, ne lazım gelir?
Sahibinin gönlünde bunları sarf etmekten başka ne arzu olabilir?

Bunun gibi belki yüz defa sayıklayanlar olmuştur.
Ah ne yazık şimdi Emir sağ olsaydı bize ne büyük bağışlarda bulunurdu!

O, hep kendisinden dilediğim şeyi vermek isterdi!
Diye hasret çekenler vardır.

Dünkü gün dedi ki:
Bediuddin, Tanrı cemalidir.
Ondan bir görünüştür.
Bu söz onu kayırma yönünden doğru görünür.

Mevlana dedi ki:
Ben Bediuddin’i bu güne kadar seviyordum, ama bu gün gördüm ki o da niyaza, bir takım isteklere kapılmıştır.

Tanrı hakkı için ona inanırdım.
Şimdi sanki kıyamet kopmuş, gizli âlem açığa çıkmıştı.

Evet, ant içerim ki gizli âlem açıktır, perde aralanmıştır.
Ama bu, sözleri açık olanlara göredir.

Bundan sonra bana kazanç haramdır.
“ Bunu ancak onun ayakları altına saçmak için isterim” diyen o adama dedim ki:

“ Öyle ise senin onunla görülecek bir işin vardır.
Bana bu hususta hayır demekle sözümü kabul etmiyorsun.

Eğer senin maksadın onu yüceltmek ise, onu ululamak benim sözlerimi kabul etmemekle olmaz.
Gerektir ki emrimi kırmayasın.

Senin bu yaptığın, evvelce sana anlattığım ayaz ve kadeh hikâyesini andırıyor”
O zaman unuttum buraya kadar benimle birlikte gelmişti.
“ Elbette ben çıplağım, bulduğum her cinsten elbiseyi bana giydir” dedi.

İmad dedi ki:
“ O söylediği söz, sentaks yönünden doğru değildir.
Sentaks bilgini (Dilbilgisi bilgini) Sibeveyh de bu konuda pek az bilgiye sahiptir.”

Ben o kadar demiyorum.
Ancak şunu söylüyorum:
“Bu hal, Hazreti Muhammed’e (s.a) uymak hususunda, “ Yarabbi beni Hazret-i Muhammed’in ümmetinden kıl” demek arasında mana bakımından eşitlik olamayacağını anlatır.

Çünkü burada değişik bir mana vardır.
Bu duayı eden kimse, onun makam ve mertebesini istiyor, onun cemalini özlüyor demektir.

Yani başka bir deyimle, bu sözde hiç cehennem arzusu yoktur.
Onun en ufak işareti budur.

Bu değişik nispete (Orana) göredir.
Sen bu aslı kurmaya bak ki, sana hiçbir zorluk olmasın.
O sofa yüksektir denildiği zaman bu yükseklik tavana göre değil, tabana göredir.

Mevlana’ya açık söyledim:
Ben onların önünde konuşurken sözlerimi kendilerine anlatamıyorsam bari sen anlat onlara.

Benim ulu Tanrı’dan bir fermanım mı var ki, o aşağılık uydurma şeyleri onlara anlatayım.
Ben işin aslından, temelinden bahsediyorum, onlara zor geliyor.

Hâlbuki ona benzer başka bir asıldan bahsederken de sözün üstünü örtükçe örterim, kapalı konuşurum.
Ta ki sonunda her söz başka sözün üstünü kapatsın.

Hak bahsinde Mevlana hiç kapalı konuşmaz.
Çünkü onunla çok derinlere daldım, ona her şeyi açıktan açığa anlattım.

Bu nasıl olur?
Mevlana konuşmaya başlayınca kabul ederler, özür dilerler, dervişçe başlarını eğer gider

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Çömleklerin içindeki sıvıyı dışarı bırakmaması için sırlama yapıldığını, eskiden bunun tuzla sonraları cam ile yapıldığını öğrendik.
2.    Sır: Ruh gibi insan bedenine konan yumuşaklık, hoşluk, güzellik, naziklik olduğunu öğrendik.
3.    İsa Peygamber insanların iç âlemini sırları kattığını öğrendik.
4.    Hazreti Muhammed ise dış âlemini sırlamış olduğunu öğrendik.
5.    Yani bir çömleğin (İnsanın) içini İsa Peygamber dışını da Hazreti Muhammed sırlayarak son işlemi yaparak işi sonlandırdığını, mührü vurduğunu öğrendik.
6.    Mısır tuzu, mısır bitkisinden değişik işlemlerden sonra elde edilen dilde kısa süreli tuz tadı veren olduğunu öğrendik.
7.    Tanrı hayalinden ilim, ilimden marifet bulunacağını, ilim ve marifet başka ve uzunca hayellere götürüp Sevgili ile birlikte olunacağını öğrendik.
8.    Herkes ihtiyaç duyduğuna harcama yaptığını öğrendik.
9.    Aşkın adını cinselliğe fazlaca bulaştırıldığını öğrendik.
10.                      İsteğimizi gizlemiş olursa ve bir gün bu isteğimiz anlaşılıp ortaya çıkınca bize duyulan saygı ve sevginin gideceğini öğrendik.
11.                      Bir şeyin gelişimi için olan öğelerin Temel bilgi olduğunu, bu bilgi ile konuşulanı anlayanın çok az olduğunu öğrendik.
12.                     


İşte böyle yaren,
Sır kelimesi toplumumuzda kimseye söylenmemesi, gizli tutulması gereken şey olarak bilinir ve kullanılır.

Tasavvufta parlaklık vermek, dış etkilerden korumak manasında kullanılır.
Kişi birtakım bilgilerle sırlama yapılarak ona yumuşaklık, hoşluk, güzellik, naziklik özellikleri sağlanarak dış tesirlerden içteki korunması gereken kıymetli olanın korunması sağlanır.

Ruh geldikten sonra gelir yumuşak bir güzelliği olan hoşluk veren bir kuvvettir.
Kalpte marifet, ruhta muhabbet ve güzellikleri seyretme yeri olarak göğsümüzde yer almıştır.

Yani ruhun ruhudur.
Gülbank çekerken “ sırrı Şemsi Tebrizi” dediğimiz vakit onun içinde sakladığı özel kişilere ikram ettiği güzellikleri, hoşlukları, yumuşaklıkları talep ediyoruz manasınadır.

İşin özü, esası, temeli, çıkış yeri, ilk kaynak ölçü alındığı zaman ifade edilen her ne ise açıkça ortaya çıktığını öğrendik, anladık.

Öğrenmenin bir anlayış ve kavrayış ile ilk geliş ve dayanma yerine gitmesiyle doğru anlama ve algılama olduğunu öğrendik, anladık.

Anlaşılan bir şeyin de başka anlayışta olana anlatılmasının ve öğretilmesinin ayrı bir yetenek olduğunu öğrendik.
                                               *
RAVLİ

Popüler Yayınlar