27 Haziran 2012 Çarşamba

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE AŞK VE SEVDA GALİP OLURSA

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Bu bahiste söz söyleyenler şu noktada duraklamışlardır:

Hadiste:
“ Kuran’ın yediye kadar zâhiri, batinî, bâtının manaları vardır” buyrulmuştur.
Bu manalardan zahiri (Görünen, açık, belli) manayı âlimler,
Bâtınî (Sır ve hakikatle) manayı veliler,
Bâtınî mana içinde gizli olan (Sırrın sırrını) manasını da peygamberler bilir.

Ama sırrın, sırrının sırrındaki manayı Allah’tan başkası bilemez.
O halde Âdemoğlu bundan nasıl faydalanabilir?

Hadisteki sırlar da Kuran’da olduğu gibi çoktur.
Nasıl ki, yüce Tanrı (Necm suresinin 11 inci ayetinde)
Onun Miraçta gördüğü gerçek tecellileri, kalbi yalanlamadı  buyurmuştur.

“ Kulaklar duymadı, gözler görmedi” nüktesindeki (Herkesin anlayacağı ince mana) mana da şüpheli kalmıştır.

Eğer Kuran’da esrar (Gizlenen ve bilinmeyen şeyler, aklın anlayamadığı işler) olsaydı neden o, her gün Kuran’daki kesin hükümleri okuduğu halde kendinden geçmiyordu?

Hâlbuki o, esrara (Gizlenen ve bilinmeyen şeyler, aklın anlayamadığı işler) dair tek bir kelime işitse kendinden geçerdi ve fitneler de açığa çıkardı.

Bundan dolayıdır ki, Bayezid (Bistami), öyle anlaşılıyor ki bir takım kapalı sözleri ile kendi sırlarını söylemek istemiştir.

Hazreti Peygamber, kapalı bir söz konuşmadı.
Sahabeler adına nakledilen öğütlerde de açıklamayı gerektirecek üstü kapalı bir söz yoktur.

Nasıl ki en olgun kişiler de onların hallerine dair bir şey söylemiştir.
Onlar kendilerini apaçık göstermişler, bu suretle tanıtmışlardır.

Tanrı dostu gerçek veli ise kapalı ve gizli kalmıştır.
Hazret’i Muhammet (s.a), onları görmek arzusu ile yanıp tutuştu.

Ama kendilerini görmeye fırsat elvermedi.
Ancak onların hasretine terennüm (Yavaş ve güzel sesle şarkı söylemek) etti.

Bayezid’in bundan haberi olsaydı, asla ‘BEN’ sözünü ağzına almazdı.
Nasıl ki o, son zamanda “zünnar”  (Hizmet ettiğini göstermek için bele bağlanan kemer) istemişti.

Hâkim Seniciğin (Senai) son günleri, Seyyid Burhaneddin’den, Seyyid Burhaneddin’in son günleri Mevlana’dan daha mı iyiydi?
Senai’nin hoşça bir hali, Burhaneddin’in geniş bilgisi vardı.

Bunları görüyorsun.
İmad (Dilbilgisi ve sözlük âlimi) ve başkaları gibi geçmiş gitmiş olanların yüzlercesini de göz önüne getir.

Nasıl ki buğday çuvalından alınacak bir avuç örnek, çuval içindeki binlerce buğday tanesinin niteliğini gösterir.
Nihayet onların hepsi de bu cinstendir.

Yeryüzünde yüz bin safa ve evliyalık nuru parlayan bir veli, sözü geçen erenlerden birini çöl ortasında görse ve içinden o bildiği velinin bu olduğunu sezmiş olsa, derhal başı araya gider, helak olur.

Bütün hali alt üst olur, damdan düşer ayağı kırılır.
Ama o toplu anlayışın manası ondan uzaklaşır, imanı gider donuk bir hal alır.

Meğerki o, velinin dilediği kimse olsun!
Çünkü o kimse, artık Tanrı’nın da dilediği has kullardan biri demektir.

Soruyorsun:
“ Şeytan o makama erişir mi?”
“Evet erişir”
Çünkü şeytan, Tanrı ile konuşmak mertebesine ermiş olan Musa’nın haline erişti ki, o yüzden, Hızır, Musa’ya:
“ Sen benimle birlikte bulunmaya sabredemezsin!” dedi.
Çünkü Musa, soru sormakta acele etti.
Acele ise şeytandandır.

Ama başka yönden onun makamına asla erişemez.
Çünkü onun gibi yüzlercesi Musa’nın ayak tozuna erişemedi.

Mevlana izin vermez ki ben işimi göreyim.
Bana bütün âlemde öyle bir dost gerektir ki ben onun işini göreyim.

Bana bütün âlemde öyle bir dost gerektir ki, onu bütün isteklerinden yoksun bırakayım, onu dinleyeyim ama isteğini yerine getirmeyeyim.

Siz benim dostum değilsiniz.
Siz nerede, benim dostluğum nerede?
Bu ancak Mevlana’nın bereketiyledir.

Benden bir söz işiten herkes, zaman-zaman beni dinleyenler de bir şey konuştuğum vakit dikkatle dinlemelidir.

Sen bir İbrahim’sin ki, kitapla geldin.
Ama beni bir öğretmen olarak görüyorsun.

Çok kere görülmüştür.
Bir kimse, tanımadığı yabancı bir kapıda hizmet eder.

“ Bu yabancı kapı hangisi?” diyeceksin.
Halk ile konuştuğum vakitlerde dikkatle dinlersen anlarsın ki, onların sözleri hep kapalı sözlerdir, esrar doludur.

Halk ile beni konuşturmaktan vazgeçirmek isteyenler, bu açık sözden “ Kolaydır” diyenler benden ve benim sözlerimden hiçbir şey anlamamış olanlardır.

Onlar benden hiçbir nasip alamazlar.
Çünkü birçok sırlar o toplum içinde konuşulan sözlerde saklanmıştır.

Büyük bir sır vardır ki, gayret yönünden ancak bir latife (şaka) arasına karıştırılarak söylenebilir.

Seni başkaları göndermeden önce kendi arzunla ziyarete gelmek yaraşır.

Aşk böyle olur.
Eğer bu sefer gidersem beni bulabilir misin?

“ Eğer” den bahsetmek dosta çok zor gelir.
Eğer, meğer, keşke, zannedersem gibi sözler böyledir.

Fahreddin-i Razi’nin bir çömezi ölürken insaf yönünden şu anlamdaki beyti söylemişti.
Beyit:

Aklın varacağı son durak ayak bağıdır.
Bilginlerin çok çalışmalarının sonucu da sapkınlıktır(Doğru yoldan ayrılmak).

Sonra şu anlamdaki mısrada da:

Ruhlarımız, bedenlerimizden ürkmektedir,
Deniliyor.

Nefisten ve nefsin isteklerinden uzak kaçanlara o anda bir sır açıklanır.
Onlar mahrum kalmazlar.

Şu anlamdaki beyte de bakınız:
Beyit:

Nice yüksek dağlar var ki, tepeleri yüce ve sivri şerefelerdir.
O tepeler, zamanla aşınır ama dağ yine dağ olarak kalır.

Bu sözden âlemin başlangıcı olmadığı sezilmektedir.
Meğerki bu maksat Tanrı kulları olsun!

Ama onun maksadı bu değildir.
O bundan uzaktır.
O bu işin adamı değildir.

Mevlana’ya gelince:
Onun, bu saatte dünyanın hiçbir yerinde eşi ve benzeri yoktur.

Bütün fenlerde, temel bilgilerde, din bilgisinde, gramer, sintaks (Dil bilgisi), mantık ilimlerinde en büyük uzmanlarla kuvvetle konuşur, tartışır.

Onlardan daha üstün, onlardan daha zevkli, onlardan daha güzeldir.
Gerekirse, gönlü isterse, üzüntüsü engel olmazsa,  konunun tatsızlığı buna sebep olmazsa, hepsinden daha yetkili konuşur.

Ben akıl yönünden bilinmesi gerekli bu bahislerde yüz yıl çalışsam ondaki ilim ve hünerlerin onda birini elde edemem.
O kendisini bilmez sanır ve öyle zanneder.

Benim önümde, beni dinlerken, nasıl anlatayım, ayıptır söylemesi, babasının önüne oturmuş
İki yaşında bir çocuk yahut Müslümanlığa dair hiçbir şey işitmemiş dönme bir Müslüman gibi öylesine utangaç bir hal alır.

Bir sabah erkenden o mana âleminden konuşuyordum.
Dedi ki:
“ Bu kulak, kulak olalı bu nükteyi işitmemiştir”
Çok etkilenmişti.

Bir kere de Pir, Mevlana’nın yanında idi.
Ona, Seyyid Burhaneddin’in hüccetini (Delilini) anlattı.
“ Ona, Mevlana’ya ve bana delil hüccet, delil olamaz “ dedi.

Benim maksadım armut istemek değil.
Biri benim huyumu bilseydi ne iyi olurdu.
Benim maksadım ona teselli vermektir ki, o sayede sükûna kavuşsun.

Bu gün kurt masalı gibi sözlerin, yeşil, kırmızı hayallerin modası geçmiştir.
Bugün bunlar ne işe yarar?

Bunlar birer aldatmacadır.
Bunu nasıl bilmem?

Bunlar ancak nefis ve murakabeyi sükûna kavuşmak içindir(İlişkiyi sakinleştirmek).
Bunların başka bir işe yaramadığını mı sanırsın?
Düşünüyorum da böyle değil!

Ev boştur ama kimse gelmiyor.
Düşünürsem bana ne hizmetler ettiler.
Uykudan uyanırken gül şerbeti yastığımın üzerine konurdu.

Dostum yanımdadır, ama susmuştur.
Söz söylerken de havadan, sudan bahsetmez.

Bütün yorumlamalarında büyük adamdır o.
Eğer sende aşk ve sevda galip ise, Allah’ın da galip olduğunu anlarsın.

Dağlar gibi büyük bir adam.
Senin hakkında ben güzel bir deyim bilirim.

Hazret-i Ebubekir, söz yorumlardı.
Sade bu yorumlama değil, söylediği her şey yorumladığı sözün anlamına uymasa bile Allah onu doğruya çıkarırdı.

Hazreti Muhammed (s.a) hem söz yorumlardı hem de Hazreti İsa gibi körleri ve abraşlı (Lekeli) hastaları tedavi etmek kudretine sahipti.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Kuran’ı Kerimin net anlaşılır ifadelerle gönderildiğini, gizlenen ve bilinmeyen şeyler, aklın anlayamadığı işlerden bahsetmediğini öğrendik.
2.    Peygamber efendimizin de net anlaşılır ifadelerle konuştuğunu, gizlenen ve bilinmeyen şeyler, aklın anlayamadığı işlerden bahsetmediğini öğrendik.
3.    Peygamberlimizin hasretle görmek istediği Tanrı dostları veliler kapalı ve gizli kalmayı tercih ettiklerini öğrendik.
4.    Kendini gösterenlerin “ Ben” diyenin yolu Tanrı yolu olsa bile ilerlemesine izin verilmediğini öğrendik.
5.    Velinin kendisini gizlediğini, ancak istediğine açık ettiğini öğrendik.
6.    Şems Hazretleri Mevlana’yı sevdiği için onun çevresine dostluk gösterdiğini, sözler söylediğini öğrendik.
7.    Toplum içinde konuşulan birçok sır olduğunu ancak bunu anlamadan, değerini bilmeden söylediklerini öğrendik.
8.    Çok sırların şaka yollu halka söylendiğini, anlayanların anladığını öğrendik.
9.    Kıymetli olanın içten gelen bir istekle büyükleri ziyaret etmek olduğunu öğrendik.
10.                      Akla ve bilgiye bağlanıp sonuna kadar gidenin doğru yoldan saptığını, ilerlemeye engel olan ayak bağı olduğunu öğrendik.
11.                      Ruhumuzun bedenimizin isteklerinden korkup ürktüğünü öğrendik.
12.                      Şöhretli olmak, meşhur olmak yerine dağ gibi sağlam olmamızın gerektiğini öğrendik.
13.                      Mevlana Hazretlerinin Şems Hazretlerinin anlattıklarını çok dikkatli ve saygılı dinlediğini öğrendik.
14.                      Şems Hazretlerine Mevlana Hazretleri ve dostlarının çok saygılı, düşünceli hizmet ettiklerini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Kendini gösteren Tanrı erleri olduğu gibi göstermeyenlerin olduğunu ve dağ gibi sağlam olduklarını öğrendik.

Mevleviler Şems Hazretlerine çok saygı duymuşlar her dualarına katmışlar ve her sözünün sır olduğunu bilerek bu sırrı anlamaya çalışmışlardır.

Tanrı erinin söylediği her şey yorumladığı sözün anlamına uymasa bile Allah o sözü doğruya çıkardığını öğrendik.

Aşk ve sevda kişide olduğu zaman Allah’ın ona sahip olduğunu, isteklerini yerine getirdiğini, yanlışını doğruya çevirdiğini öğrendik.
                                        *
RAVLİ

Popüler Yayınlar