5 Haziran 2012 Salı

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE SÖYLEYENİN MAKSADINI ANLAMAK

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Pir Muhammed’e sordular:
Kamil’i Tebrizi’nin hırkası önünde ne hale geliyorsun?

Tıpkı doğan pençesine tutulmuş bir serçeye dönüyor, sonra diyorsun ki:
“ Doğanı öldüreyim de kendimi kurtarayım, çünkü o kendi hesabına yaşıyor.”
                                        *
“ Bu zembil (Örme sepet) sözünün şerhi nedir?” diye sordu.
O da şu cevabı verdi:
“ İstiyorum ki, büyüklerin sözlerini derleyeyim, söylediğim hürmetli sözler hep onların sözü olsun

Nasıl ki, bazı kimseler gündüz dilenir, gece köpeklere ziyafet çekerler.
Bundan sonra hal böyle olunca, bunu dervişlerin önüne koyarlar, kendileri yemezler.

İş bu kerteye gelince de kendileri yerler.
Bu, ancak işin dış yüzüdür.
Bunun iç yüzü şudur:

Biri, bir şeyhe, bir mürşide gönülden bağlanır.
Yahut bir dost, bir gün gider, geçmişlerden veya yaşayanlardan, gönül sahibi olduğunu sandığı birisinden bir şey dilenir (İster).

Bundan sonra kendi nefsini de unutmaz.
Yüzünü gönül tarafına çevirir, orada bir köşeye çekilir, gece yarısı kadınlardan, çoluk çocuktan ayrılarak evin bir köşesine sığınır hıçkıra-hıçkıra ağlar.

Vakti gelinceye kadar yani gönül semtinden bir ışık belirinceye kadar bekler.
Ansızın evvelce özlediği gönül sefasını anarak, ağlayarak secdeye kapanır.

Allah onun dilediği zat ile olan münasebetini tekrar tatlılaştırır.
Buna kabiliyeti olmayan kimseden ise, herkes umudunu kesmiştir.
                                          *
Benim insanları ıslah (İyi bir hale koyma, iyileştirme, düzeltme), yani onları yola getirme hususundaki arzum ise, daima mümkün olmayan bir şeyi mümkün kılmaktır.

Nasıl ki, ayette buyrulduğu gibi, Tıpkı Hazret-i İsa gibi tedavi umudu kalmamış olan körleri, abraşları ((Lekeleri) sağaltmak isterim (Sağlıklı olmalarını).

Yüzümü dostluk yönüne çevireyim.
Dostların yüzünü de yoldaşlık tarafına yönelteyim.
Sen de işte böyle yürü!

Şimdi velilerin, sevenlerin, sevgililerin hali böyle olunca:
“ son nedir?” sualine Cüneyd’in verdiği cevap şu olmuştur:
Son, başlangıca dönmektir

Bu sözün zahir (Açık, görünen) manalarından biri şudur:
Salik (Yolda ilerleyen), mürit, nasıl ki, başlangıçta açıkça ibadet, tespih ve dua ediyor, bunları perde arkasında yapmıyordu, bundan sonra da kendisine bir hayranlık geldiği için artık o ibadetleri ihtiyarsız (Kararsızlaşır) yapamaz.

Tanrı erlerinin iyi amelleri, ona yakın erenlerin yaramaz işleri derecesindedir.
Her kim bizim dostumuz ise, önce etmiş olduğundan daha çok ibadet etmeli.

Ancak dostlara:
“ Dün konuştuğumuz sözleri, Bayezid’in, Cüneyd’in, hatta o rüsvalık üstadı Hallaç’ın sözleri ile münasebeti var” demiyorum.

Siz, ibadet hususundaki sözlerimi tutun!
Çünkü yukarıdaki adı geçen kimseler Hazret’i Muhammed’in (s.a.) teninde bir tüy bile olamazlar.

Ebu Sait ve o, on iki yıl ot kökü yiyerek geçinen sofi Hallac’ın tuttuğu yolda bu sözden bir koku alamadılar.

Onunla bu sözü konuşurken:
“ Ne demek, hay-hay!” derler”
Mademki öyledir, bu kadarı yeter.

Âlemde bir gürültüdür koparıyorsun, sonra tevil (Bir şeyi varacağı yere vardırmak) için feryadı basıyorsun.

Sözlerin tevili büyük bir iştir.
Söyleyenin maksadını anlayabilmek de büyük bir irfan (Bilme, anlama) mertebesidir (Seviyesi).

Hazreti Yusuf büyük bir peygamberdi.
Sözlerin tevilini bildiği için hem iftihar ediyor, hem de Tanrı’ya şükrediyordu.
Peygamberler, onun huzuruna hasrettedirler.

Ben şimdi derim ki:
Mevlana onu hoş tutar.
Ben öyle sanırım onu.

Aksi halde ben nefsimde bir üstünlük görmüyorum
Benden, onun hoşuna giden bir söz çıkarsa acaba neden?

Bu benim halim değil.
Ancak bir gün sözden darılırsam, bana nereden geldiğini kimin söylediğini bilmediğim bir yönden gelen sözlerden birini yakasından yakalarım.

Nereden söylerim?
Allah’tan.

Nereye, kime söylerim?
Büyük bir insana:
Bu da, Mevlana’dır.

Bu kimdir ki, ben ortada olduğum halde beni ziyarete gelir?
Bana başka bir adamın evinden ziyaretçi gelir.

İmad yahut Erşed, yahut Zeyneddin Sadaka.
Ama bunlar benimle birlik olunca yahut benim ziyaretime geldikçe, onların gelişinden bir saat bile sıkılmam.

Ama korkarım ki, böyle yaptığım için bana bir daha uğramazlar.
Bundan dolayı onları başkalarından daha üstün tutarım.

Söz sırası Hazreti Mustafa’ya (s.a) gelince, bir şey söyleyemem.
Çünkü onun işi pek yücedir.

Şüphe yok ki, Allah onu kerem (Ululuk) denizine batırıp çıkartırken mübarek bedeninden serpilen nur damlacıklarının her birinden bir nebi, bir peygamber türemiştir.

Geri kalan damlalardan da Tanrı velileri (Evliya) yaratılmıştır.
Öyleyse, onları nasıl birbirine yaklaştırabilirim?

Ancak en son gelen evvelkilerden daha üstündür derim.
Sonra nasıl olur da başka bir nebiyi, Hazreti Muhammed’le (s.a) karşılaştırabilirim?

Bu, bana ilim tahsil etmeden, akıl ve emek sarf etmeden bildirildi.
Bu hal ona uymuş olmanın bereketidir.

Onunla birlikte konuştuğum ilk söz de bu idi.
Ama Bayezid-i Bistami, nasıl oldu da ona tamamıyla uymayı lüzum görmedi?

Onun gibi:
Yarabbi sana, senin şanına uygun şekilde kulluk edemedik!” demedik.

Mevlana bu sözün tamamını ve neticesini, kemaliyle (Olgunluğu ile) bilir.
Ama bu söz nereye kadar gider?
Sonu nereye varır?

Mevlana, içinin, ruhunun temizliğinden sarhoştu.
Onun sarhoşluğu tertemiz, katkısız bir sarhoşluktur.

Ben, bu sözün zevk ve lezzetini bildim.
Onun sarhoşluk yönünden söylediğini anladım.

Ama bu sözün yüksek zevkinden gafil (Dikkatsiz) ve habersizdim.
Bu söz, benim sadece sözümdür, halim değildir.

Eğer halim olsaydı, bundan daha aşağı veya daha yüce olamazdı.
Bu söz de böyle kararlaştı.

Ama sözüm, bir zamanda da başka birinedir.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Avcının eline düşen avın kendi çaresizliğini görmediğini, düşüncesi ile avcıyı öldürmek istediğini öğrendik.
2.    Büyüklerin sözlerini toplayanın kendi sözlerinden vazgeçip büyüklerin manalı sözlerini söylemeyi sevip istediklerini öğrendik.
3.    Büyüklerin sözünü toplayanların önceleri başkaları yararlansın diye topladıklarını ve başkalarına dağıttıklarını öğrendik.
4.    Büyüklerin sözlerini toplayanların belli bir zaman sonra bu sözlerin güzelliğinin zevkini alarak içselleştirmeye, içinde barındırdığı sırları öğrenmek istediklerini öğrendik.
5.    İçselleşme başladıktan sonra o büyük insanı yakından tanıma isteği başladığını, bunu Tanrı’ya yalvararak büyüğü ile arasını tatlılaştırmasını ister diler, bunun için yalnızlıkta ağlayarak, secdeye kapanır muradının olmasını beklediğini öğrendik.
6.    Kendini gönül tarafına yönlendiremeyenlerin büyüklerinden özlediği ışığı alamayacağını, ilişkiyi kuramayacağını öğrendik.
7.    Şems Hazretlerini İsa huylu olduğunu öğrendik.
8.    Hangi zeminden yükseldiysek o zemine dönerek daha güçlü sıçramalar yapmamız gerektiğini öğrendik.
9.    Şems Hazretleriyle ilişki kurmak, dost olmak isteyenlerin ibadetleri artırması gerektiğini öğrendik.
10.                      Sözleri anlamak ve bilmek yüksek dereceli kişilerin yeteneği olduğunu öğrendik.
11.                      Sözlerin anlamını bilenin Tanrı’ya şükretmesi gerektiğini öğrendik.
12.                      Şems Hazretlerinin Tanrı’dan gelen Mevlana hazretlerine
13.                      Hazreti Muhammed’e uymayanların yanlışa düştüklerini öğrendik.
14.                      Hazreti Muhammed’e tamamen uymak gerektiğini, din yolunda sahsını görmemezlikten gelemeyeceğimizi, öğrettiklerinden öğrenerek yol almamız gerektiğini, elimizden tutup Tanrı huzuruna götürmesinin çok önemsememiz gerektiğini öğrendik.


İşte böyle yaren,

Tanrı güzel iş yapanları, güzel yolda olanları sever ve beğenir.
Sevdiği ve beğendiği kimselere “Yaklaş” daveti verir.

Yaklaş daveti alan gönül tarafına geçerek Tanrı erlerinden birine gönül bağlar ve o Tanrı eri Peygamber efendimizin huzuruna kabul edilmesi için onu terbiye eder.

Peygamber efendimiz de onu Tanrı huzuruna hazırlar.
Sadece istek yetmez, kabiliyet de bu iş için lazımdır.

Olgun büyüğümüzün yardıma hazırken bizlerin uygun duruma gelmemiz için önerilenleri akıl ve nefsimize danışmadan kabul edip bu yolda çalışmamız gerekir.

Sonra aklımız da anlar, nefsimizde kabul eder.

Bilgisizliğimizden aklımız önceden anlamaz, çünkü bilgi birikimin yeterli değildir.
Nefsimiz de disiplin altına girmediğinden hep itiraz eder.

Hani karanlıktaki file herkes dokunurda dokunduğuna göre bir bildiği bir şeye benzetir.
Birisinin bir ışık yaktığı zaman herkesin bu fil dediği gibi aydınlıkta gerçekleri görürsün.

İşte böyle yaren senin samimiyetine ve bu bilgileri doğru işte kullanacağın kanaati olunca o ışığı sana yakarlar.

Eskiden baktığın gördüm, bildim sandığın çok şeyin manasının varması gereken manaya varmadan kaybolduğunu anlayacaksın.

Büyük sözlerin büyük kimselere söylendiğinden büyük insan olmak için çalışmalıyız.

Hazreti Şems-i Tebrizi o sözleri o gün söylemiştir ama bu gün bizler için söylediğini de kendisi söylüyor, bizde doğruluyor, kabul ediyor, teşekkür ediyoruz.

Allah razı olsun, bizleri aydınlattığı, o günden bizi düşündüğünden ve bizimle beraber yaşadığından ve bizlere önderlik ettiğinden.

Bir küçüğün büyüğü övmesi uygun olmasa da hakikati söylemek adına bunları yazıyoruz.

Ey âlemlerin Rabbi!
Bizlere gönderdiğin bu güzel erlerini bize ısıt da onların Şevkatli kollarında bir çocuk gibi büyüyelim.
Âmin.
Âmin.
Âmin.
Ey âlemlerin Rabbi!
Bu duamızı kabul et.
                                                       *
RAVLİ

Popüler Yayınlar