İskender, dünyadan giderken
bir hâkim (Âlimlere ders veren bilgili) ey
talihi kutlu padişah dedi.
Değil mi ki toprak altında
kaybolup gideceksin; ne lüzumu vardı bu kadar nimetin, bu kadar devletin?
***
Yazıklar olsun, yazıklar olsun ki
ömrüm gitti; benimse yazıklar olsun demekten başka işim gücüm yok.
Zamanımın bittiğini, ömrümün
geçip gittiğini gördüm de kendimden ümidimi tamamıyla kestim.
Boyuna kendi canımın kanına
girdim; ömrüm boyunca ziyan etmekte olduğumu gördüm.
Bir iyiliğe, bir esenliğe
kavuşurum ümidiyle bekledim; fakat ömrüm sona erdi, halimse beter oldu.
Dünya sıhhatimi elimden aldı,
yerine de hastalık verdi; gençliğimi aldı gitti, yerine ihtiyarlık verdi.
Ne bedenimde kuvvet var, ne
canımda güç; bir zamancağız bile yaşamayı istemiyorum artık.
Ölümden başka bir dileğim
kalmadı: birazcık bile yaşamayı istemiyorum.
Yokluktan da eser görmedim,
görmedim ama görüyorum ki yok olmaktan başka çarem yok.
Kimi vakit yastayım, kimi
vakit bayramda; zaman oluyor.
Tanrı korkutuşunu düşünüp
elemlere düşüyorum.
Bütün dünya mülkünden elimde
bir gönül vardı zaten; o da kan kesildi; başka bir şey bilmiyorum.
Gönlümde şaşılacak kadar
çeşitli gamlar var; gönüldeki bu ateş, bu kan, ne şaşılacak şey, ne de fazla.
Bu denize muhakkak batacağım,
ama nasıl çıkacağım?
Bundan korkuyorum.
Ölümden niye gönlüm
ıstıraplara düşsün, kıvransın?
Zaten bir hiç olan âlemdeyim;
neden bir hiçe gönül bağlıyorum?
Bütün ömrüm masalla geçti
gitti, ömür geçip gittikten sonra başka ne gelecek, ne olacak ki?
Elim boş, işim bozuk;
şaşkınlıktan canımın ayağı balçığa kakıldı kaldı.
Musa’nın kavmi gibi çölde
kaldım; tatilden teşbihe düştüm (iş yapmadım ama yapmış
gibi göründüm).
Ne bir şey okudum, ne yol
aldım; küfürle iman arasında kalakaldım.
Şimdi şaşkın bir halde bir
bucağa yaslandım; yüzümün altına da elimi koydum; yastık edindim.
Dünyada gam, tasa lazımsa
sana, gel de birazcık gönlümün yanında otur.
O kadar gamım, elemim var ki,
sanki gönlümün üstüne yüzlerce dağ yıkılmış.
Her solukta binlerce derde
batıyorum; gönlüme yağmur gibi dert yağıyor.
Aziz ömür gülüm tikene
takıldı; sona erdi; bense daha işin başındayım.
Başımdan geçenleri anlatmama
imkân yok; soluğumu kıstım; dilsiz olup kaldım.
Ne söyleyeyim?
Ne söylediysem gene de
söyleyeceklerim var. Kime söyleyeyim?
Halkın hepsi de uykuda.
* Bilgi dili güneş gibi
parlamada; irfan diliyse ( bilme ve anlama)
ebedi olarak susmada.
Bir sarhoş gibi şaşkınlığımı
söyledim; bir avuç toprak gibi toprak altına girdim, uyudum gittim.
Bana söyleme diyorsun,
söylemeyeceğim artık.
Ama ne yapayım? Söylemezsem de yanarım.
Halk benden boyuna sözler
sorar; ama yanıp yakılmamdan hiç mi korkmaz?
Azizim, başımdan geçeni
söyledim sana; sen de bir duayı esirgeme benden.
Senden tertemiz bir dua
gelirse toprak altında bile olsam bana, o dua yüzünden yüzlerce nur gelir.
Eline bir şey geçmeyen, hatta
geçse bile boyuna değil de arada bir geçen kişinin
Gösteriş yapmaksızın seher
çağlarında duaya koyulması daha iyidir.
Şimdi, gönül ehlinden
halvetlerde (Yalnızlığa çekilerek ibadet edenler),
öz doğruluğu ile bana dua etmesini istiyorum.
Bu sözlerimden maksat da
ancak dua istemektir; maksatsız, karşılıksız iş, Tanrı’dan başkasında olamaz.
Azizim, sana erlerin
hallerini söyledim; sen de ersen, unutma beni.
Bu sırdan bir zerre nasibin
varsa işin, boyuna gönül yanışıdır.
Bu işte yasa batmışsan
ağlayıp feryad etmek yaraşır sana.
Ama sen öylesine aldanmışsın,
öylesine süse püse dalmışsın ki ağlayış duysan oyun sanırsın.
Ağlayıp feryad ediş, hürlere
yaraşır; feryad etmek, işi bozulmuşların işidir.
Sen de âşıksan, bir sevgiliyi
yitirdiysen, sen de o işe düşmüş, başı dönmüş kişiysen.
İzinin tozu bile belirmeyenin
izini arıyorsun demektir; bir an bile aramaktan bıkmazsın elbet.
Bir şey kaybetmediysen
şaşılacak şey şu:
Bunca arayış neden,
ne istiyorsun ki?
***
İLAHİNAME II FERİDEDDİN-İ ATTAR M.E.
B. ŞARK İSLAM KLASİKLERİ
*
RAVLİ