16 Şubat 2013 Cumartesi

FİHİ MAFİH 45. fASIL

O gencin adı nedir?
(Diye surdu) biri:
“ Seyfeddin” dedi.

Bunun üzerine buyurdu ki:
Seyf (Kılıç) kındadır.
Görülemez.

Seyfeddin, din için savaşa, çalışması çabalaması tamamen Tanrı için olan, doğruyu yanlıştan ayırt edebilen, hakkı (Doğruluk, uygunluk, vicdana ve mantığa dayana adalet) batıldan (Görünüşe inanmak, doğru ve haklı olmayan, çürük, temelsiz) ayıran kimsedir.

Yalnız o, ilk savaşı kendisi ile yapar ve kendi ahlakını düzeltir, süsler.
Evvela nefsinden başla!”
Hadis)

Denildiği gibi, bütün öğütleri kendine verip de:
Ey sende inanansın!
Elin, ayağın, aklın, gözün ve ağzın var.

Devletler bulan, muratlarına eren nebiler ve veliler de insan idiler ve benim gibi kulakları, akılları, dilleri, elleri ve ayakları vardı.

Onlarda nasıl bir mana vardı ki kendilerine yol veriyor ve kapılar açılıyor da bana bu nimeti vermiyorlar?

Ve bu adam kendi kendini ikaz edip gece gündüz:
“Sen ne yaptın?
Nasıl hareket ettin de bir türlü bunların hoşuna gitmedin?”
Diye kendisiyle dövüşür.

İşte bunları yaparsa Seyfullah (Tanrı kılıcı) ve lisanül-Hak  (Tanrı dili) olabilir.

Mesela on kişi bir eve girmek istese, bunlardan dokuzu girip biri dışarıda kalsa ve onu içeri bırakmasalar, bu mutlaka kendi kendine düşünür ve:

“ Acaba ben ne yaptım ve ne terbiyesizlik ettim de beni içeri almadılar?” diye ağlar.

İşte böyle günahı üstüne alması ve kendini edepsiz, kusurlu bilmesi lazımdır ve:

“ Bunu bana Hak yaptı.
Ben ne yapayım ki o böyle istiyor.
Eğer istemeseydi bana da yol verirdi” dememelidir.

Bu, Tanrı’ya kinaye yollu (Masadını kapalı bir şekilde, üstü örtülü olarak söylemek), bir küfür  (Dinsizlik, imansızlık) ve kılıç çekmektir.(Tanrı’ya savaş açmak)

O halde bu manada Seyfullah değil, Seyfun ale’l-Hak (Allah üzerine çekilmiş bir kılıç) olur.

Ulu Tanrı, akraba ve yakından münezzehtir (Temiz ve arı),
 O, doğurmamış ve doğmamıştır
(İhlâs suresi 3)

Hiç kimse O’na yol bulmadı.
Ancak kullukta (Sevgi ile bağlanarak hizmet eden) yol buldu.

Müstağni (Doygun, zengin) olan Tanrı’dır.
Muhtaç (Fakir) olan sizlersiniz”

Hakk’a yol bulan bir kimse hakkında:
“ O benden daha yakın daha aşina (Bildik, tanıdık) ve daha çok ilgiliydi” demen doğru değildir.

Çünkü O’na yakınlık ancak, O’na layıkıyla kulluk etmekle müyesser (Kolay ) olur.

O umumiyetle, kayıtsız şartsız mu’tidir (Verendir).
Denizin kenarını incilerle doldurur.

Dikene gül hil’atini (Elbise) giydirir.
Bir avuç toprağa hayat, ruh bağışlar.

Garazsız, eskiden alakası olmadan, bütün âlemin cüz’leri (Parçaları) ondan nasip alırlar.

Bir kimse falan şehirde cömert bir adam olduğunu ve pek çok bağışlar ve ihsanlarda bulunduğunu duyunca, elbette ondan faydalanmak, nasip almak ümidi ile oraya gider.

Tanrı’nın nimetleri bu kadar meşhur ve bütün dünyanın O’nun lütuflarından haberleri olduğu halde, niçin O’ndan dilenmiyor, hil’at (Süslü elbise), para ümit etmiyorsun da tembel-tembel oturup:

“ Allah isterse bana kendisi verir” diyorsun.
Köpeğin aklı ve idraki olmadığı halde, acıkıp ekmeği olmayınca senin önüne gelip kuyrukçuğunu sallıyor.

Yani:
Bana ekmek ver, benim ekmeğim yok, senin var” diyecek kadar anlayış gösteriyor.
Sen, köpekten de mi aşağısın?
O, yerde yatıp:

“Eğer isterse bana kendisi ekmek verir.” Demeye razı olmayarak yalvarıyor, kuyruğunu sallıyor.
Sen de böyle yap ve Tanrı’dan iste ve dilen ki böyle bir atâ (Bağışlama, bahşiş) sahibinin önünde dilencilik etmek çok yerinde olur.

Mademki şansın yoktur o halde hasis (Cimri) olmayan ve devlet sahibi bulunan bir kimseden şans iste.

Tanrı sana çok yakındır ve senin her düşündüğün, her tasavvur (Düşünme ve anlama ile şekillendirdiğin, kurduğun) ettiğin şeyle beraberdir.

Çünkü bu tasavvuru ve düşünceyi O yaratır, seninle beraber bulunur.
Yalnız, sana pek yakın olduğundan O’nu göremezsin ve ne kadar gariptir ki yaptığın her işte aklın seninle beraberdir ve o işe başlar. Fakat sen onu da göremezsin.

Gerçi eserleriyle görürsün, fakat zatını, kendisini göremezsin.
Mesela biri hamama gidip ısınsa, hamamın neresinde dolaşsa sıcaklık ve ateş onunla beraberdir.

Ateşin, sıcaklığın tesiri ile ısınır, fakat ateşi göremez.
Dışarı çıkıp onu açıkça gördüğü zaman, ondan ısınmış olduğunu anlar ve hamamın sıcaklığının da ondan ileri geldiğini bilir.

İnsanın vücudu da tuhaf bir hamamdır.
Onda ruhun, aklın ve nefsin sıcaklığı hepsi vardır.

Yalnız hamamdan çıkıp o âleme gidersen, aklın zatını açıkça görürsün ve ruhun, nefsin zatını müşahede (Gözle görmek) edersin.

O akıllılık aklın hararetindendir.
Zekâ, şeytanlıklar ve hayaller nefistendir.
Hayat ruhun eseri idi.

Böylece her birinin özünü gözünle açıkça görürsün.
Fakat mademki bir hamamdaki ateşi bu duygu ile görmek mümkün değildir, o halde onu ancak eseri ile görebiliriz.

Mesela hiç akarsu görmemiş birini, gözü bağlı olarak suya attıkları zaman vücuduna yumuşak ve ıslak bir şey dokunur fakat bunun ne olduğunu bilmez.

Gözünü açtıkları zaman, bunun su olduğunu açıkça görür.
Önce onu tesiriyle anlamıştır, şimdi ise bizzat kendisini görmüştür.

Binaenaleyh Tanrı’dan dile, ihtiyacını iste ki Kur’an’da:
 Dua edin, dualarınızı kabul ederim
(Mümin- Gâfir suresi 60) buyrulmuş olduğu gibi, duaların hiç ziyan olmaz.

Semerkand’da idik.
Ve Harezmşah Semerkand’ı muhasara (Kuşatma) etmiş, asker çıkarmış, savaşıyordu.

O semtte çok güzel bir kız vardı ve şehirde benzeri yoktu.
Her zaman o kızın:

“ Allah’ım beni zalim düşmanların eline bırakmağa nasıl razı oluyorsun.
Biliyorum ki bunu hiçbir zaman bana reva (Uygun) görmezsin, benim sana güvenim var” dediğini duydum.

Şehri yağma ettiler ve şehrin bütün halkını, o kızın cariyeleri de dâhil, esir aldılar.
Fakat kıza hiçbir kötülük gelmedi.

O kadar güzelliğine rağmen kimse ona bakmadı bile.
İşte kim kendini Tanrı’ya teslim ederse, afetlerden, felaketlerden emin olup selamette kalır.
O’nun huzurunda hiç kimsenin dileği ziyan olmaz.

Bir derviş oğluna şöyle öğretmişti:
Çocuk babasından ne isterse babası ona:

Allah’tan iste!” derdi.

Çocuk ağlar, onu Tanrı’dan dilerdi ve o zaman istediği şeyi hazırlardı.
Bu senelerce böyle devam etti.

Bir gün çocuk evde yalnız kalmıştı.
Canı herise (Keşkek) istedi.

Adet edinmiş olduğu üzere:
“ Herise istiyorum!” dedi.

Ansızın gaipten bir herise kâsesi hazır oldu, çocuk doyasıya yedi.
Annesi babası gelince ona.

“ Bir şey istemiyor musun?” diye sordular.

Çocuk:
“ Herise istedim ve yedim” cevabını verdi.

Babası:
“ Çok şükür Tanrı’ma ki bu makama eriştin ve Tanrı’ya güven ve tevekkülün (İşi Allah’a bırakıp kadere razı olmak) kuvvetlendi” dedi.

Meryem’in annesi Meryem’i doğurunca onu Tanrı evine (Mabede) vakfedeceğini demiş ve adamış, ona hiçbir iş buyurmayacağını vaat etmişti.

Götürdü, mescidin bir köşesine bıraktı.
 Zekeriyyâ, ona bakmak istedi.

Fakat herkes de bu işi, üzerine almayı dilemedeydi.
Aralarında kavga çıktı; herkes, ben yetiştireceğim demedeydi.

O zamanın töresi şuydu:
Herkes, suya bir sopa atardı; kimin çöpü suyun üstünde durursa o iş, onun olurdu.

Tesadüfen Zekeriyyâ'nın falı doğru çıktı.
 Hak bunundur, hakkıdır dediler.

 Zekeriyyâ, her gün, Meryem'e yemek getiriyordu ve mabedin kösesinde aynı şeyden buluyordu.

(Nihayet):
“ Senin vasin (İhtiyacı yerine getirmeye görev almış kimse), bunu nerden alıyorsun? Dedi.

Meryem:
“ Yiyeceğe ihtiyacım olunca, her ne istersem Ulu Tanrı bana gönderiyor.
O’nun keremi (Büyüklüğü) ve rahmeti (Acıma, esirgeme, koruma) sonsuzdur, O’na güvenenin güveni boşa gitmemiştir” dedi.

Zekeriya:
“ Ey Tanrım mademki herkesin ihtiyacını veriyorsun, benim de bir dileğim var, onu da yerine getir.

Ve bana bir evlat ver ki senin dostun olsun ve ben onu buna teşvik etmeden, seninle ünsiyeti (Alışkanlık, ahbaplık, arkadaşlık) bulunsun.
Senin ibadetinle uğraşsın” dedi.

Ulu Tanrı Yahya’yı dünyaya getirdi.
Babası iki büklüm ve zayıf olduktan sonra, annesi gençken doğurmadığı ve çok ihtiyarladığı halde, hamile olmuştu.

İşte bütün bunların, Tanrı’nın kudreti önünde bahane olup, hepsinin O’ndan ve eşya üzerinde mutlak hâkimin de O olduğunu bilmelisin.

Mümin:
“ Bu duvarın arkasında biri vardır, bizim durumumuzu birer-birer görür, bilir, biz onu göremeyiz.

Fakat her şey ona yakin (Görür, bilir) olur” diyendir.
Ve o:

“ Hayır, bütün bunlar hikâyedir” deyip inanmayan kimsenin aksinedir.
Bu inanmayan kimse bir gün gelir pişman olur.

Ve:
“ Ah!
Kötü söyledim, hata ettim, hepsi bizzat O idi ve ben O’nu inkâr ediyordum” diye pişmanlık duyar.

Mesela sen biliyorsun ki ben duvarın arkasındayım ve sen rebap çalıyorsun, hiç bakmıyorsun, arasını kesmeden fasılasız çalıyorsun.
Çünkü sen rebapçısın!

Bu namaz bütün gün kıyam (Ayakta saygıyla durmak), rükû (Saygıyla eğilmek) ve sücut ((Secde edip yere kapanma) etmek için değildir.

Bundan maksat, namazda, insanda hâsıl (Ortaya çıkan) olan o haldir.
İşte bu hal daima seninle bir olmalı.

Uykuda olsan, uyanık bulunsan, yazarken, okurken ve bütün hallerde Tanrı’nın zikrinden hali (Kayıtsız, dikkatsiz, ilgisiz) kalmazsın.

Böyle namaz kılanlar hakkında:
Ve namazlarına devam ederler (İhmal göstermezler)”
(Mearic suresi 23) buyrulmuştur.

Şu halde o konuşma, susma, yemek yeme, uyumak, kızmak, kusur bağışlamak gibi bütün vasıflar (Özellikler) değirmenin dönmesine benzer.

Döner ve onun bu dönüşü mutlaka su ile olur.
Çünkü kendini su olmadan da denemiş ve susuz dönmediğini görmüştür.

Eğer değirmen bu dönmeyi kendisinden bilirse, bu koyu bir bilgisizlik ve gaflettir.

Bu dönmenin meydanı dardır, çünkü o bu âlemin ahvalindendir (Oluş, bulunuş, durum).

Tanrı’ya yalvar ve de ki:
Allah’ım bana, bu dönüp dolaşmadan başka, ruhani (Ruhla ilgili) bir seyir (Yürüyüş, yolculuk) nasip et! 

Çünkü bütün dilekler senden hâsıl (Ortaya çıkıyor) oluyor ve senin keremin, rahmetin bütün varlıklara şamildir (İçine alan, kaplayan, çerçeveleyen).

O halde ihtiyacını zaman-zaman göster ve O’nu hatırlamadan, O’nun adını anmadan geri kalma.

Çünkü O’nun yâdı, ruh kuşuna kuvvet, kol ve kanattır.
Eğer, bütün o maksatların hâsıl (Görünür) olursa, nur üstüne nur olur.

Hakkın yâdı ile azar-azar için aydınlanır ve sende dünyadan bir kesilme (Sevgisinden uzaklaşma) hâsıl (Kendini gösterir) olur.

Masala bir kuş göğe uçmak ister, gerçi göğe ulaşamazsa da yalnız zaman-zaman yerden uzaklaşır, diğer kuşlardan daha çok yükselir.

Veya mesela bir kutuda misk olsa, kutunun ağzı dar olduğundan elini soksan da onu çıkaramazsın.

Fakat bununla elin kokar ve eline güzel koku siner, burnun bu kokudan hoşlanır.

İşte Tanrı’yı anmak da bunun gibidir.
Her ne kadar O’nun zatına ulaşamazsan da yine yâd (Hatırlama,  anma) etmekle Celali yüksek olan (Tanrı) sende eserini meydana getirir ve O’nun zikriyle (Adını söylemek) büyük faydalar hâsıl (Ortaya çıkar) olur.

                                ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Nefsimizi tanıyarak ve kontrol altına alarak Tanrı emirlerine göre ahlakımızı düzeltmemiz gerektiğini öğrendik.

2.   Öğüdü kendimize vermemiz gerektiğini öğrendik.

3.   Allah’a sevgi ile aşk ile yol bulunabileceğini öğrendik.

4.   Allah’ı eserleriyle ve sanatıyla görmeye çalışmamız gerektiğini öğrendik.

5.   Allah’ın bizimle ve bizim istediğimizle beraber olduğunu, bize devamlı kendi sıcaklığını verdiğini öğrendik.

6.   Allah’a dua etmemiz, güvenmemiz gerektiğini, duanın bereketiyle tehlikelerden korunacağımızı öğrendik.

7.   Her ne istersek Allah’tan istememiz gerektiğini, verip vermediğine razı olmamız gerektiğini öğrendik.

8.   Allah’tan isteyişimizde saygılı ve yalvarış şeklinde istememiz gerektiğini öğrendik.

9.   Allah’ın kendine bağlananlara oluşma şekline bağlı olmadan ihtiyacı verdiğini öğrendik.

10.                  Namazın beş vakitle sınırlı olmadığını, imanlı kişilerin Tanrı emirlerine uyarak namazdaki bütün davranışları hayatının tamamında davranış biçimine getirdiklerini öğrendik.

11.                  Dünya işlerinden başka ruhu güçlendirmek için dua etmemiz gerektiğini öğrendik.

12.                  Ruhu güçlenenlerin yükseldiklerini, dünya işlerinden soğumaya başlayacaklarını öğrendik.

13.                  Ruhsal yolcukta, istediğimiz amaca ulaşamazsak bile çok şeyler kazanacağımızı öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Allah’ın bizimle olduğunun farkında ve bilincinde olarak; anmak, hatırlamak, yaşantımızın, düşüncemizin, hissiyatımızın, uykumuzun tüm anlarında yalvarış içinde olmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

                                              *
RAVLİ

Popüler Yayınlar