20 Şubat 2013 Çarşamba

FİHİ MAFİH 49. fASIL

Bir adam cemaate imamlık ediyordu.
Bedeviler, kâfirlik ve iki yüzlülükte şehirlilerden beterdirler.”
  ayetini okudu.(Tevbe suresi 97)

Orada Arap başlarından biri bulunuyordu.
Bu başkan, imama adam akıllı bir tokat attı.

İmam öbür rekâtta:
Bedevilerden öyleleri vardır ki Allah’a ve ahrete inanır
(Tevbe suresi 99) ayetini okudu.

Arap:
“ Tokat seni yola getirdi!” dedi.
Biz her gün gayb (Görünmeyen) âleminden bir tokat yiyoruz.

Bu yaptığımız herhangi bir kötülükten bizi tokatla uzaklaştırıyorlar.
Tekrar başka bir şeye teşebbüs ediyoruz, yine böyle oluyor.

İşte bunun için, “ Bizde tokat yoktur.” Buyrulmuştur.
Bu hasif, kazif demektir.

Hasiften maksat, dünyaya dalmak ve dünya ehlinden olmaktır.
Kazif ise gönül âleminden çıkmaktır.

Mesela bir kimse yemek yer ve o yediği şey midesinde ekşirse çıkarır.
Fakat bu yemek ekşimeyip de çıkartılsaydı, bu da insanın bir parçası olacaktı.

İşte mürit de dalkavukluk eder ve saygı gösterir, maksadı şeyhin kalbinde yer etmektir ve Allah korusun!

Müritten bir hareket meydana gelir de şeyhin hoşuna gitmez, onu kalbinden çıkarırsa!

Bu tıpkı yediği yemeği çıkarmasına benzer.
Mesela o yemeği çıkarmamış olsaydı, insanın bir parçası olacaktı.

Hâlbuki ekşidiği için onu dışarı attı.
Bu müritte zamanın geçmesiyle şeyh olmak isterken, hoş olmayan bir hareketinden dolayı şeyh onu kalbinden çıkarıp attı.

RÜBAİ:
Senin aşkın âleme tellal (Yüksek sesle bağıran) çağırttı ve kalpleri velveleye (Şaşkınlık, gürültü, patırdı kütürdü, yaygara, şamata) verdi.

Sonra da getirip istiğna (Aza kanaat etme, tok gözlülük, ihtiyaçsızlık, çekinme) yeline verdi.

O istiğna havasında, bu kalbin küllerinin zerreleri, sevinç içinde gülüp oynuyor, bağırıp çağırıyorlar.

Eğer bu olmasa onlara bu haberi kim getirir ve kim daima tazeler?
Eğer kalpler kendi hayatlarını oynamakta ve berhava olmakta görmeseler, niçin böyle hala yanmaya rağbet gösteriliyorlar?

Böyle olduğu halde o dünya şehvetlerinin ateşinde yanan, kül olan gönüllülerin hiç seslerini duyuyor ve bir güzelliğini görüyor musun?

ŞİİR:
İsraf (Gereksiz yere harcama)benim tabiatımda yoktur.
Bana takdir edilen rızkın bir gün geleceğini bildim.

İşte o rızkı elde etmek için çalışıyorum;
Onu elde etmek için çalışmak bana zahmet veriyor.

Hâlbuki otursam, ben zahmet çekmeden, o ayağıma gelir.

Ben rızık temin etmek usulünü iyice anlamış bulunuyorum.
Boş yere koşup, ihtiyacım olmadan zahmet çekmek âdetim değildir.

Altın, yiyecek, giyecek ve şehvet ateşinden rızkım olan şey bana oturduğum yerde erişir.

Eğer ben bu rızkın peşinde koşarsam, bunları istemek beni yorar, muzdarip (Sıkıntı, rahatsız, çırpınma) eder ve küçültür.

Eğer sabredip yerimde oturursam, zahmet çekmeden, kendimi küçültmeden rızkım gelir.

Çünkü o rızık da beni istemekte ve kendisine çekmektedir.
Nasıl ki ben onu çekmeyip ona doğru gidersem, o da beni çekemediğinden bana gelir.

Sözün hulasası şu:
Din işiyle meşgul ol ki dünya da senin arkandan koşsun.
Bu oturmaktan maksat, din işinin başında bulunmaktır.

O her ne kadar koşuyorsa da din için koştuğundan, oturmuş sayılır ve eğer oturmuşsa dünya için oturduğundan koşar.

Eğer insan gamlarını bir gam (Keder, tasa, kaygı, dert) yaparsa, Tanrı onun diğer gamlarına kâfidir
(Hadis)

Her kimin on kaygısı olsa, eğer bunların içinden yalnız din kaygısını çekerse, Ulu Tanrı geri kalan dokuz kaygısını, o çalışmadan geçirir, iyi eder.

Mesela nebiler ve veliler isim ve ekmek kaygısında olmayıp, Tanrı’nın rızasını istemek kaydında olduklarından ekmeği de, şanı da, şöhreti de onlar elde ettiler.

Her kim Tanrı’nın rızasını yerine getirmek isterse (İtaat ederse) o, bu dünyada ve öbür dünyada da Allah’ın nimetine nail olan peygamberler, gerçekler, şehitler ve iyilerle beraberdir
(Nisa suresi 69) ayeti ile eş, peygamberlerle birdir.

Hatta bunların yeri mi olur?
Tanrı ile beraber olur.

Çünkü “ Ben beni zikredenin hem-nişiyim”
(Kutsi Hadis) buyurmuştur.

Eğer Tanrı onunla hem-nişin (Beraber oturup kalkan, teklifsiz arkadaş) olmasaydı, kalbinde Tanrı şevki (Şiddetli arzu, keyif, neşe, sevinç) bulunmazdı.

Gül kokusu gülsüz olmaz.
Misk kokusu da misk olmadan bulunmaz.

Bu sözün sonu yoktur.
Olsa bile diğer sözler gibi olmaz.

MISRA:
Gece geçip gitti ve bizim sözümüz hala bitmedi.”

Bu dünyanın karanlığı ve gecesi geçer fakat bu sözün nuru her an daha çok görünür.

Mesela nebilerin (Onlara selam olsun) ömürlerinin gecesi geçtiği halde, sözlerinin nuru hala geçmemiş ve tükenmemiştir, sonu gelmeyecektir.

Mecnun hakkında:
“ Mecnun eğer Leyla’yı seviyorsa buna neye şaşmalı, her ikisi de çocuktu ve bir mektepte okuyorlardı” dediler.

Mecnun:
“ Bu adamlar aptal!
Hangi güzel sevilmez.” Dedi.

Güzel bir kadına meyletmeyen bir erkek var mıdır?
Ve kadın da bunun gibi..

Aşk odur ki âşık gıdasını ve tadını, anne, baba ve kardeş sevgisini, evlat muhabbetini, şehvet zevkini ve her türlü lezzetini ondan alır.

Nasıl ki Zeyd ile Amr gramerde misal haline gelmişse (A dan Z ye), Mecnun da âşıklara misal olmuştur.

RUBAİ:
Meze, kebap ve hararet veren şeyler yer ve saf şarap içersen, bu tıpkı rüyasında mütemadiyen su içmene benzer.

Uykudan uyanınca susuzluk duyarsın, uykuda içtiğin suyun sana faydası olmaz.

Dünya uykuda olan adamın gördüğü rüya gibidir.
(Hadis)

Dünya ve dünya nimetleri, bir insanın rüyasında bir şeyler yemesi gibidir.
O halde dünyaya ait ihtiyaçları istemekte bir kimsenin rüyasında bir şey istemesi ve istediği şeyi ona vermeleri, sonunda uyanınca, bu uykuda ona verdikleri şeylerin hiçbir faydası olmaması gibidir.

Yani uykuda bir şey istemiş olur ve onu kendisine verirler.
Lütuf ve ihsan istenildiği kadardır.
(Mevlana)

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Ayeti kişisel amaçlarımızın için kullanırsak görünmeyen âlemden tokat yiyeceğimizi öğrendik.

2.   Yanlış yapanın görünmeyen bir şekilde cezalandırılarak o yanlıştan uzaklaştırıldığımızı ama başka bir hataya yine düşmekten kendimizi koruyamadığımızı öğrendik.

3.   İlahi âlemin davranış biçimini bilenlerin fiziki bir tokat atmayı yani cezalandırma yoluna gitmediğini çünkü görünmeyen bir biçimde yanlışın karşılığı görüldüğünü öğrendik.

4.   Dünya işlerine dalıp, gönül âleminden uzaklaşanların yediği tokatların nerden geldiğini bilemeyeceklerini, sebeplerle dövüşmekle ömür tükettiklerini öğrendik.

5.    Dünya sevgisini gönlünden boşaltmadıkça gönül âlemini tanıyamayacağımızı, bize olan etkilerini bilemeyeceğimizi öğrendik.

6.   Allah, peygamber, veli sevgisi almak, onların gönlünde yer etmek için onların hoşlanmadığı hareketler yapmaktan, kovulmaktan sakınmamız gerektiğini öğrendik.

7.   Aşk çağrısını duyanların kalplerinin şaşkınlığa düştüğünü, kişide aza kanaat etme, tok gözlülük, ihtiyaçsızlık, çekinme davranışları oluşturduğunu öğrendik.

8.   Aşkın tesiriyle kalpteki dünyaya ait sevgilerin yakılarak yok edildiğini, kalbe sevinç dolduğunu, vücudun gülüp oynadığını öğrendik.

9.   İhtiyacımız için çalışmamız ve bu sınırda kalmamız gerektiğini, isteklerimiz için çalışmadın boşuna bir uğraşı olduğunu öğrendik.

10.                  Din işleriyle uğraşırsak dünya işlerinin uğraşımız olmadan bize geleceğini öğrendik.

11.                  Allah ulaşmak için kendimiz kederlenir, tasalanır, sebebini bilmediğimiz korkulara kapılırsak, dünyalık işlerden meydana gelecek gam, keder, tasayı biz uğraşmadan Allah’ın kaldırdığını öğrendik.

12.                  Allah’ın rızasını istemek ve yerine getirmekle Allah ile beraber olacağını öğrendik.

13.                  İçimizde sebebi belli olmayan sevinç ve coşku varsa, Tanrı’nın bizle beraber olduğu anı yaşadığımızın farkında olmamız gerektiğini öğrendik.

14.                  Allah rızası isteyen ve bu uğurda çalışanların nurunun ebedi olduğunu, karanlıkta yolunu kaybetmişlerin yolunu aydınlatan ışığının, sona ermeyeceğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Bu dünya ahirette yaşayan birinin rüya görmesi gibi olduğunu, uyanınca kendisini ahrette göreceğini öğrendik.

O halde güzel rüya görme yolunu bulmalıyız.
Bu mantıktan hareket ederek asıl olanın ahret olduğunu, bu dünya yaşamının gelip geçici olduğu bilinciyle hareket etmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.

Tanrı’nın bu dünyayı imtihan etmek ve yarattığı kulların seviyesini belirlemek ve bize kanıtlamaktan ibaret olduğunu öğrendik, anladık.

Dünya yaşamında yüksek sesle çağrı olan aşkı tanımamız ve yaşamamıza katmamız, önemini kavramamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Allah’ın hazinesi sınırsız olduğunu, vermesiyle eksilmediğini öğrendik, anladık.

Bir derdimiz olması onun da aşk olması gerektiğini Hazreti Mevlana’dan öğrendik, anladık.

                                           *
RAVLİ

Popüler Yayınlar