22 Şubat 2013 Cuma

FİHİ MAFİH 51. fASIL

Her şeyi aramadıkça bulamazsın.
(Yalnız) Dost müstesna (Kural dışı bırakılmış).

Çünkü onu bulmadıkça aramazsın.
İnsanın talebi (İsteği, istenme, dilek) ne demektir?

Bulamadığı bir şeyi aramak ve gece gündüz onu aramakla (Vakit) geçirmektir.

Ancak bulduğu ve maksadının olduğu halde o şeyi talep, şaşılacak bir şeydir ve böyle bir talep, insanın vehmine (Düşünce yapısına) sığmaz.

İnsanoğlu bunu tasavvur (Düşünme ve anlama yoluyla şekillendirme) edemez.
Çünkü insanın talebi, bulmamış olduğu yeni bir şey içindir.

Bu talep ise, bulduğu halde istemektir ve bu Hakk’ın talebidir.
Çünkü Ulu Tanrı her şeyi bulmuştur ve her şey onun kudretinde mevcuttur.

O: Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı “ Ol” demekten ibarettir.
Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah’ın şanı ne yücedir!.”
Al-i İmran suresi 82-83)

Vâcid (Vücuda getirici, getiren) her şeyi bulmuş olandır.
Bununla beraber:
Çünkü o taliptir ve galiptir.” Buyrulduğu gibi Ulu Tanrı               taliptir.

Binâen aleyh bununla:
“ Ey insan sen bu kadar hadis (Meydana gelen, yeni ortaya çıkan ) olan ve insanın sıfatı bulunan bu talepte ne kadar ısrar edersen, maksadından o kadar uzaklaşırsın.

Senin istediğin Hakk’ın istediğinde yok olur ve Hakk’ın talebi, senin talebini kaplarsa, o zaman Hakk’ın talebiyle talip olursun.

Biri:
Biz Hakk’ın velisi hangisidir?
Hakk’a vasıl olan hangisidir? Bilemiyoruz.

Bunu bilmek için hiçbir kesin delilimiz yoktur.
Ne sözle, ne işle ve ne de kerametle bilemiyoruz.

Çünkü söz belki öğrenilmiş olabilir.
İş ve keramet ise papazlarda da vardır.

Onlar da insanın kalbinden geçen şeyleri biliyorlar ve sihir yoluyla çok tuhaf şeyler göstermişlerdir.” Dedi ve bu türlü şeyleri saydı, durdu.

Mevlana buyurdu ki:
Senin kimseye imanım var mı, yok mu?

O: “ Evet inanıyorum, aşığım” dedi.

Mevlana buyurdu ki:
Senin o kimse hakkında inanın bir delile, bir alamete mi dayanıyor, yoksa o kimseyi şöyle göz atıp da mı yakaladın?”

O: “ Hâşâ (Asla)!ki delilsiz ve alametsiz olsun!” dedi.

Mevlana:
“ O halde niçin inanmanın bir delili ve alameti yoktur diyorsun ve birbirine zıt şeyler söylüyorsun” cevabını verdi.

Her veli ve büyük adam:
Benim Hak’a yakın olduğum kadar hiç kimse Hakk’a yakın değildir ve Hakkın da bana olan inayeti (İbadet ve yönelişten meydana gelen Allah emrine sevgi) kadar kimseye inayeti yoktur, zannediyor.

Mevlana buyurdu ki:
Bu haberi kim verdi, veli mi, yoksa veli olmayan mı?

Eğer bunu veli söylediyse, şu halde o, her velinin kendisi hakkındaki inancını bildiğine göre, bu inayete mazhar (Görüldüğü, çıktığı) olmamış olur.

Yok, eğer bu haberi veli olmayan ve veliden başka biri söylemişse, şu halde gerçekten Hakk’ın Velisi ve has kulu olur.

Çünkü Ulu Tanrı bu sırrı bütün Velilerden gizlediği halde ondan saklamıştır.

O kimse bana şu misali verdi:
Padişahın on cariyesi vardı.
Cariyeler padişahın yanında:
“ Hangimizin daha aziz (Saygıdeğer) olduğunu bilmek istiyoruz” dediler.

Padişah:
“ Bu yüzük yarın kimin evinde olursa, o benim için daha azizdir” buyurdu.
Ertesi gün, o yüzükten on yüzük yapılmasını emretti ve her cariyeye bir yüzük verdi.

Buyurdu ki:
Sual henüz çözülmedi:
Bu söylediğiniz de cevap değildir ve bununla ilgisi yoktur.

Bu haberi on cariyeden birisi mi verdi?
Yoksa onların dışında olan biri mi?

Eğer o on cariyeden biri söylemişse, öyleyse bu yüzüğün yalnız kendisine mahsus olmadığını ve her cariyenin de onun gibi bir yüzüğü olduğunu biliyor demektir.

Binâen aleyh (Bundan dolayı) onun bir üstünlüğü yoktur ve diğerlerinden daha fazla sevilmemektedir.

Eğer bu haberi o on cariyeden başkası söylediyse, o halde bizzat o, padişahın gözdesi ve sevgilisi olur.

Biri:

“ Âşık düşkün, değersiz ve sabırlı olmalıdır” dedi ve bu türlü vasıflardan sayıp durdu.

Mevlana buyurdu ki:
Âşık böyle olmalıdır.
Fakat sevilen onun böyle olmasını isterse!

Eğer sevgilinin istemediği olursa, şu halde âşık olamaz.
Çünkü kendi arzusu ve kendi muradına uyuyor.

Eğer sevgilinin istediğine uyarsa ve sevgilisi de onun düşkün ve değersiz olmasını istemezse, o zaman âşık nasıl düşkün ve değersiz olur.

Binâen aleyh (Bundan dolayı) aşığın halinin belli olmadığı, yalnız sevgili onu nasıl isterse, öyle olacağı anlaşılmış oluyor.

İsa buyurmuştur ki:
“Ben bir hayvanın nasıl başka bir hayvanı yediğine şaşarım
Yalnız dışa bakan ve dışı gören kimseler derler ki:

Mademki insan hayvan eti yiyor, öyleyse o hayvandır.
Bu yanlıştır.
Niçin?

Çünkü insan ne zaman et yerse, o et hayvan değildir, cemaddır (Cansız).
Yani cansız cisimdir, hayvan öldüğünden, hayvanlığı kalmamıştır.

Yalnız maksat şudur ki şeyh, müridi, nasılsız ve benzersiz olarak yutuyor.
Ben asıl böyle nadir bir işe şaşıyorum!

Biri sordu:
İbrahim (Ona selam olsun) Nemrud’a:
“ Benim Tanrım ölüyü diriltir, diriyi de öldürür” buyurdu.

Nemrud:
“ Ben de birini azledersem, onu diriltmiş olurum” dedei.
O zaman İbrahim bu sözünden döndü ve bir başka delil getiripdedi ki:

“ Benim Tanrım güneşi doğudan çıkartıyor, batıdan batırıyor, sen bunun aksini yap” dedi.

Bu söz görünüşe görünüşte ona aykırıdır.

Mevlana buyurdu ki:
Hâşâ (Olmaz)! Ki İbrahim onun deliliyle susturulmuş olsun ve ona verecek cevap bulamasın!

Belki bu, başka bir misalle getirilmiş bir cevaptır.

Bununla İbrahim, Ulu Tanrı cenini rahim doğusundan çıkarır ve mezar batısından gömer demek istiyor.

Şu halde İbrahim’in delili aynı demektir.
İnsanı Ulu Tanrı her an yeniden yaratıyor ve onun içine başka bir şeyi yeniden yeniye gönderiyor.

Bunların birincisi ikincisine, ikincisi üçüncüsüne benzemiyor.
Fakat insan bundan yani, kendisinden habersizdir (Kendisini tanımaz).

Sultan Mahmut’a (Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun) bir at getirmişlerdi.
Çok güzel ve gösterişli bir attı.

Sultan Bayram günü ona bindi, bütün halk atı görmek için evlerinin damlarına çıkmış seyrediyorlardı.

Yalnız bir sarhoş içerde kalmıştı.
Onu da zorla:

“ Sen de gel, bu denizatını gör” diye dama götürdüler.

O: “ Ben kendimle meşgulüm, istemiyorum.
Onunla uğraşamam” dedi ise de, nihayet çıkıp damın kenarına kadar geldi.

Bu adam çok sarhoştu.
Sultan oradan geçerken, sarhoş onu at üzerinde görüp:
“ Bu atın benim yanında ne değeri var?

Eğer şu anda bir muhrip (Güzel sesli şarkıcı) şarkı söylese ve bu at da benim olsa, hemen o atı ona bağışlardım “ dedi.

Sultan bunu duyunca çok kızdı ve onu zindana atmalarını emretti.
Bunun üzerine bir hafta geçti.

Adam sultana birini gönderip:
“ Benim ne günahım vardı?
Suçum neydi?
Âlemin şahı buyursun da ben de bileyim” dedirtti.

Sultan onu huzura getirmelerini emretti, getirdiler.

Ona:
“ Ey edepsiz sersem!
Sen o sözü nasıl söyledin ve buna nasıl cesaret ettin?” diyince adam:

“ Ey Âlemin şahı!
O sözü ben söylemedim.
O sırada sarhoş bir adamcağız damın kenarına oturmuştu.
İşte o söyledi ve gitti.

Şimdi ben o değilim.
Akıllı, zeki bir adamım” dedi.

Bu söz şahın hoşuna gidip ona hil’at (Süslü elbise) verdi ve onu zindandan çıkardı.

Her kim bizimle alaka tesis eder (İlgi, ilişki kurar), bu şaraptan içerse (Lezzet, sevinç bulursa), nereye giderse gitsin ve kiminle oturursa otursun, konuştuğu her kavimle, gerçekte bizimle beraber oturur ve bu cinsle karışır, kaynaşır.

Çünkü yabancıların sohbeti, dostun sohbetinin aynasıdır.
Yabancı ile karışmak, bir cinsten olanla muhabbet ve kaynaşmayı icap ettirir.

Eşya zıddı ile belli olur.
(Mevlana)

 Ebubekir Sıdık (Tanrı ondan razı olsun) şekere ümmi adını vermişti.
Yani, bu anadan doğma tatlı demektir.

İşte bu yüzden diğer meyveler:
“ Biz bu kadar acı çekerek, tatlılık mertebesine eriştik, sen tatlılığın lezzetini ne bilirsin?

Çünkü acılığın zahmetini, meşakkatini çekmedin?” diye şekere karşı öğünürler.

                                ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   İnsanın bir şeyi istemedikçe, aramadıkça bulamayacağını öğrendik.

2.   Tanrı’yı bulursak arayacağımı öğrendik.

3.   Tanrı’yı isteyenin bu isteği Tanrı’da yok olacağını, Tanrı bu isteğe sahiplendiğini, isteyenin bu isteğini isteyenden yok edip, kendi isteği haline getirdiğini yani: İsteyen ile istenilen yer değiştirdiğini öğrendik.

4.    Tanrı’yı biz arar ve isterken, tanrı bizim isteğimizi kendi isteğinde yok edip, Tanrı ile birlikte Tanrı’yı aradığımızı öğrendik.

5.   İnanmanın delile, alamete, işarete gerek duymadığını, aklın anlayamayacağı, kavrayamayacağı bir oluşum olduğunu öğrendik.

6.   İnanmada, sevgili olmada, başka bir kişinin söylemiş olması gerektiğini, kendi sözümüzün sanı olacağını, bunun da gerçek olamayacağını öğrendik.

7.   Tanrı aşığı belli bir kalıp ve görüntüde olmadığını, Tanrı onu ne şekilde isterse o kılığa büründürdüğünü öğrendik.

8.   Yemeğin yendiğini, ruhun yutulduğunu öğrendik.

9.   Tanrı’nın yok edip tekrar yaptığını fakat aynı olmadığını, biz aynı veya benzer sandığımızı oysa yeniden yeniye yarattığını öğrendik.

10.                  Akıllı ve zeki insanın kendinde değilken hataya düştüğünü, kendine gelince yaptığı yanlışlığın farkına varınca düzelttiğini öğrendik.

11.                    Tanrı’yı dost ve sevgili edinenin Tanrı’nın dost ve sevgililerin cinsinden olacağını ve onlara kaynaşacağını öğrendik.

12.                  Vücut nerede olursa olsun gönlün sevgilide ve dostta olacağını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Mevlana hazretlerine ilgi duyan, ilişkiye geçenin aynı cinsten kişiler olacağını ve yalnız bırakılmayacağını öğrendik, anladık.

Din büyüklerinin kendi iç âlemine yönel, aradığın her ne ise kendinde bulursun öğüdünün gerçeğini anlamamız ve bu bilince sahip olmamız gerekiyor.

Tanrı’nın bizi sevdiğini, dost olduğunu, kişisel isteklerimizi kendi isteği ile kaplayıp var ettiğini öğrendik, anladık.

Nasıl ki türbeye gidip oradaki büyükten bir şey istenir.
İstek sahibinin isteğini orada yaşayan ruha sahip olan büyük bu isteği kendi isteği olarak kabul eder.

O büyüğün isteğini de Tanrı kendi isteği olarak kabul edip var ettiğini defalarca görülmüş, inanılmış, ispat edilmiştir.

Tanrı’nın bizle idrak ettiğimizden daha yakın olduğunu, birlikte olduğumuzu, duyuş, düşünüş, istek ve ihtiyaçlarımızla birlikte her an olduğunu öğrendik, anladık.

Ben ve ben merkezli yaşayanlar ve aklını nefsine teslim etmişlerin bu birliktelikten habersiz olduğunu öğrendik, anladık.

Uğraşı ile elde edilen tatlılığın lezzetinin değerinin bilindiğini ve kaybetme korkusuyla sahiplenildiğini öğrendik, anladık.

Yüce Allah istediği kuluna kendisine yaklaşması için içine merak koyduğunu, o kulun Allah’ı bulmak için Allah’la beraber Allah’ı aramaya koyulduğunu,

Kendisiyle beraber bulunan Allah’ı dışta aramaktan bıkana kadar arkadaşlık ettiğini, içte bir ve beraber olduğunu anlayana kadar bu arayışın devam ettiğini, bir ve kendinde olduğunu anlayınca sonsuza kadar beraber olacağını öğrendik, anladık.

                                        *
RAVLİ

Popüler Yayınlar