(Yalnız) Dost müstesna (Kural dışı bırakılmış).
Çünkü onu bulmadıkça
aramazsın.
İnsanın talebi (İsteği, istenme, dilek) ne demektir?
Bulamadığı bir şeyi aramak ve
gece gündüz onu aramakla (Vakit) geçirmektir.
Ancak bulduğu ve maksadının
olduğu halde o şeyi talep, şaşılacak bir şeydir ve böyle bir talep, insanın
vehmine (Düşünce yapısına) sığmaz.
İnsanoğlu bunu tasavvur (Düşünme ve anlama yoluyla şekillendirme) edemez.
Çünkü insanın talebi, bulmamış olduğu yeni bir şey içindir.
Bu talep ise, bulduğu halde
istemektir ve bu Hakk’ın talebidir.
Çünkü Ulu Tanrı her şeyi
bulmuştur ve her şey onun kudretinde mevcuttur.
“ O: Bir şey yaratmak istediği
zaman O’nun yaptığı “ Ol” demekten ibarettir.
Her şeyin mülkü
kendi elinde olan Allah’ın şanı ne yücedir!.”Al-i İmran suresi 82-83)
Vâcid (Vücuda getirici, getiren) her şeyi bulmuş olandır.
Bununla beraber:“ Çünkü o taliptir ve galiptir.” Buyrulduğu gibi Ulu Tanrı taliptir.
Binâen aleyh bununla:
“ Ey insan sen bu kadar hadis
(Meydana gelen, yeni ortaya çıkan ) olan ve insanın sıfatı bulunan bu talepte
ne kadar ısrar edersen, maksadından o kadar uzaklaşırsın.
Senin istediğin Hakk’ın
istediğinde yok olur ve Hakk’ın talebi, senin talebini kaplarsa, o zaman
Hakk’ın talebiyle talip olursun.
Biri:
Biz Hakk’ın velisi
hangisidir? Hakk’a vasıl olan hangisidir? Bilemiyoruz.
Bunu bilmek için hiçbir kesin
delilimiz yoktur.
Ne sözle, ne işle ve ne de
kerametle bilemiyoruz.
Çünkü söz belki öğrenilmiş
olabilir.
İş ve keramet ise papazlarda
da vardır.
Onlar da insanın kalbinden
geçen şeyleri biliyorlar ve sihir yoluyla çok tuhaf şeyler göstermişlerdir.”
Dedi ve bu türlü şeyleri saydı, durdu.
Mevlana buyurdu ki:
Senin kimseye imanım var mı,
yok mu?
O: “ Evet inanıyorum, aşığım”
dedi.
Mevlana buyurdu ki:
Senin o kimse hakkında inanın
bir delile, bir alamete mi dayanıyor, yoksa o kimseyi şöyle göz atıp da mı
yakaladın?”
O: “ Hâşâ (Asla)!ki delilsiz
ve alametsiz olsun!” dedi.
Mevlana:
“ O halde niçin inanmanın bir
delili ve alameti yoktur diyorsun ve birbirine zıt şeyler söylüyorsun” cevabını
verdi.
Her veli ve büyük adam:
Benim Hak’a yakın olduğum
kadar hiç kimse Hakk’a yakın değildir ve Hakkın da bana olan inayeti (İbadet ve yönelişten meydana gelen Allah emrine sevgi)
kadar kimseye inayeti yoktur, zannediyor.
Mevlana buyurdu ki:
Bu haberi kim verdi, veli mi,
yoksa veli olmayan mı?
Eğer bunu veli söylediyse, şu
halde o, her velinin kendisi hakkındaki inancını bildiğine göre, bu inayete
mazhar (Görüldüğü, çıktığı) olmamış olur.
Yok, eğer bu haberi veli
olmayan ve veliden başka biri söylemişse, şu halde gerçekten Hakk’ın Velisi ve
has kulu olur.
Çünkü Ulu Tanrı bu sırrı
bütün Velilerden gizlediği halde ondan saklamıştır.
O kimse bana şu misali verdi:
Padişahın on cariyesi vardı.Cariyeler padişahın yanında:
“ Hangimizin daha aziz (Saygıdeğer) olduğunu bilmek istiyoruz” dediler.
Padişah:
“ Bu yüzük yarın kimin evinde
olursa, o benim için daha azizdir” buyurdu.Ertesi gün, o yüzükten on yüzük yapılmasını emretti ve her cariyeye bir yüzük verdi.
Buyurdu ki:
Sual henüz çözülmedi:Bu söylediğiniz de cevap değildir ve bununla ilgisi yoktur.
Bu haberi on cariyeden birisi
mi verdi?
Yoksa onların dışında olan
biri mi?
Eğer o on cariyeden biri
söylemişse, öyleyse bu yüzüğün yalnız kendisine mahsus olmadığını ve her
cariyenin de onun gibi bir yüzüğü olduğunu biliyor demektir.
Binâen aleyh (Bundan dolayı) onun bir üstünlüğü yoktur ve
diğerlerinden daha fazla sevilmemektedir.
Eğer bu haberi o on cariyeden
başkası söylediyse, o halde bizzat o, padişahın gözdesi ve sevgilisi olur.
Biri:
“ Âşık düşkün, değersiz ve
sabırlı olmalıdır” dedi ve bu türlü vasıflardan sayıp durdu.
Mevlana buyurdu ki:
Âşık böyle olmalıdır.Fakat sevilen onun böyle olmasını isterse!
Eğer sevgilinin istemediği
olursa, şu halde âşık olamaz.
Çünkü kendi arzusu ve kendi
muradına uyuyor.
Eğer sevgilinin istediğine
uyarsa ve sevgilisi de onun düşkün ve değersiz olmasını istemezse, o zaman âşık
nasıl düşkün ve değersiz olur.
Binâen aleyh (Bundan dolayı) aşığın halinin
belli olmadığı, yalnız sevgili onu nasıl isterse, öyle olacağı anlaşılmış
oluyor.
İsa buyurmuştur ki:
“Ben bir
hayvanın nasıl başka bir hayvanı yediğine şaşarım”Yalnız dışa bakan ve dışı gören kimseler derler ki:
Mademki insan hayvan eti
yiyor, öyleyse o hayvandır.
Bu yanlıştır.Niçin?
Çünkü insan ne zaman et yerse, o et hayvan değildir, cemaddır (Cansız).
Yani cansız cisimdir, hayvan öldüğünden, hayvanlığı kalmamıştır.
Yalnız maksat şudur ki şeyh, müridi, nasılsız ve benzersiz olarak yutuyor.
Ben asıl böyle nadir bir işe şaşıyorum!
Biri sordu:
İbrahim (Ona selam olsun)
Nemrud’a:“ Benim Tanrım ölüyü diriltir, diriyi de öldürür” buyurdu.
Nemrud:
“ Ben de birini azledersem,
onu diriltmiş olurum” dedei.O zaman İbrahim bu sözünden döndü ve bir başka delil getiripdedi ki:
“ Benim Tanrım güneşi doğudan
çıkartıyor, batıdan batırıyor, sen bunun aksini yap” dedi.
Bu söz görünüşe görünüşte ona aykırıdır.
Mevlana buyurdu ki:
Hâşâ (Olmaz)! Ki İbrahim onun deliliyle susturulmuş olsun ve ona verecek
cevap bulamasın!
Belki bu, başka bir misalle
getirilmiş bir cevaptır.
Bununla İbrahim, Ulu Tanrı
cenini rahim doğusundan çıkarır ve mezar batısından gömer demek istiyor.
Şu halde İbrahim’in delili
aynı demektir.
İnsanı Ulu Tanrı her an
yeniden yaratıyor ve onun içine başka bir şeyi yeniden yeniye gönderiyor.
Bunların birincisi
ikincisine, ikincisi üçüncüsüne benzemiyor.
Fakat insan bundan yani,
kendisinden habersizdir (Kendisini tanımaz).
Sultan Mahmut’a (Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun) bir at getirmişlerdi.
Çok güzel ve gösterişli bir
attı.
Sultan Bayram günü ona bindi,
bütün halk atı görmek için evlerinin damlarına çıkmış seyrediyorlardı.
Yalnız bir sarhoş içerde
kalmıştı.
Onu da zorla:
“ Sen de gel, bu denizatını
gör” diye dama götürdüler.
O: “ Ben kendimle meşgulüm,
istemiyorum.
Onunla uğraşamam” dedi ise
de, nihayet çıkıp damın kenarına kadar geldi.
Bu adam çok sarhoştu.
Sultan oradan geçerken,
sarhoş onu at üzerinde görüp:“ Bu atın benim yanında ne değeri var?
Eğer şu anda bir muhrip (Güzel sesli şarkıcı) şarkı söylese ve bu at da benim
olsa, hemen o atı ona bağışlardım “ dedi.
Sultan bunu duyunca çok kızdı
ve onu zindana atmalarını emretti.
Bunun üzerine bir hafta
geçti.
Adam sultana birini gönderip:
“ Benim ne günahım vardı?Suçum neydi?
Âlemin şahı buyursun da ben de bileyim” dedirtti.
Sultan onu huzura
getirmelerini emretti, getirdiler.
Ona:
“ Ey edepsiz sersem!Sen o sözü nasıl söyledin ve buna nasıl cesaret ettin?” diyince adam:
“ Ey Âlemin şahı!
O sözü ben söylemedim.O sırada sarhoş bir adamcağız damın kenarına oturmuştu.
İşte o söyledi ve gitti.
Şimdi ben o değilim.
Akıllı, zeki bir adamım”
dedi.
Bu söz şahın hoşuna gidip ona
hil’at (Süslü elbise) verdi ve onu zindandan
çıkardı.
Her kim bizimle alaka tesis
eder (İlgi, ilişki kurar), bu şaraptan içerse (Lezzet, sevinç bulursa), nereye giderse gitsin ve
kiminle oturursa otursun, konuştuğu her kavimle, gerçekte bizimle beraber oturur ve bu cinsle karışır, kaynaşır.
Çünkü yabancıların sohbeti, dostun
sohbetinin aynasıdır.
Yabancı ile karışmak, bir
cinsten olanla muhabbet ve kaynaşmayı icap ettirir.
Eşya zıddı ile
belli olur.
(Mevlana)
İşte bu yüzden diğer
meyveler:
“ Biz bu kadar acı çekerek,
tatlılık mertebesine eriştik, sen tatlılığın lezzetini ne bilirsin?
Çünkü acılığın zahmetini,
meşakkatini çekmedin?” diye şekere karşı öğünürler.
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
İnsanın bir şeyi
istemedikçe, aramadıkça bulamayacağını öğrendik.
2.
Tanrı’yı bulursak
arayacağımı öğrendik.
3.
Tanrı’yı
isteyenin bu isteği Tanrı’da yok olacağını, Tanrı bu isteğe sahiplendiğini,
isteyenin bu isteğini isteyenden yok edip, kendi isteği haline getirdiğini
yani: İsteyen ile istenilen yer değiştirdiğini
öğrendik.
4.
Tanrı’yı biz arar ve isterken, tanrı bizim
isteğimizi kendi isteğinde yok edip, Tanrı ile birlikte Tanrı’yı aradığımızı
öğrendik.
5.
İnanmanın delile,
alamete, işarete gerek duymadığını, aklın anlayamayacağı, kavrayamayacağı bir
oluşum olduğunu öğrendik.
6.
İnanmada, sevgili
olmada, başka bir kişinin söylemiş olması gerektiğini, kendi sözümüzün sanı
olacağını, bunun da gerçek olamayacağını öğrendik.
7.
Tanrı aşığı belli
bir kalıp ve görüntüde olmadığını, Tanrı onu ne şekilde isterse o kılığa
büründürdüğünü öğrendik.
8.
Yemeğin
yendiğini, ruhun yutulduğunu öğrendik.
9.
Tanrı’nın yok
edip tekrar yaptığını fakat aynı olmadığını, biz aynı veya benzer sandığımızı
oysa yeniden yeniye yarattığını öğrendik.
10.
Akıllı ve zeki
insanın kendinde değilken hataya düştüğünü, kendine gelince yaptığı yanlışlığın
farkına varınca düzelttiğini öğrendik.
11.
Tanrı’yı dost ve sevgili edinenin Tanrı’nın
dost ve sevgililerin cinsinden olacağını ve onlara kaynaşacağını öğrendik.
12.
Vücut nerede
olursa olsun gönlün sevgilide ve dostta olacağını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Mevlana hazretlerine ilgi
duyan, ilişkiye geçenin aynı cinsten kişiler olacağını ve yalnız
bırakılmayacağını öğrendik, anladık.
Din büyüklerinin kendi iç âlemine
yönel, aradığın her ne ise kendinde bulursun öğüdünün gerçeğini anlamamız ve bu
bilince sahip olmamız gerekiyor.
Tanrı’nın bizi sevdiğini,
dost olduğunu, kişisel isteklerimizi kendi isteği ile kaplayıp var ettiğini
öğrendik, anladık.
Nasıl ki türbeye gidip
oradaki büyükten bir şey istenir.
İstek sahibinin isteğini
orada yaşayan ruha sahip olan büyük bu isteği kendi isteği olarak kabul eder.
O büyüğün isteğini de Tanrı
kendi isteği olarak kabul edip var ettiğini defalarca görülmüş, inanılmış,
ispat edilmiştir.
Tanrı’nın bizle idrak
ettiğimizden daha yakın olduğunu, birlikte olduğumuzu, duyuş, düşünüş, istek ve
ihtiyaçlarımızla birlikte her an olduğunu öğrendik, anladık.
Ben ve ben merkezli
yaşayanlar ve aklını nefsine teslim etmişlerin bu birliktelikten habersiz
olduğunu öğrendik, anladık.
Uğraşı ile elde edilen
tatlılığın lezzetinin değerinin bilindiğini ve kaybetme korkusuyla sahiplenildiğini
öğrendik, anladık.
Yüce Allah istediği kuluna
kendisine yaklaşması için içine merak koyduğunu, o kulun Allah’ı bulmak için
Allah’la beraber Allah’ı aramaya koyulduğunu,
Kendisiyle beraber bulunan
Allah’ı dışta aramaktan bıkana kadar arkadaşlık ettiğini, içte bir ve beraber
olduğunu anlayana kadar bu arayışın devam ettiğini, bir
ve kendinde olduğunu anlayınca sonsuza kadar beraber olacağını öğrendik,
anladık.
*
RAVLİ