Ey kardeş!
Sen yalnız düşüncesin.
Sende bundan başka ne varsa kemik ve sinirdir.
Bu beytin manasını sordular.
Buyurdu ki:
Sen bu manaya bak ki, o aynı düşünce, belli olan özel bir
düşünceye işarettir.
Biz onu genişletmek için
endişe veya düşünce adını verdik.
Fakat gerçekte bu endişe (Tasa, kaygı, korku), düşünce
değildir.
Eğer bu düşünce olsa bile bu,
insanların anlamış olduğu düşünce değildir.Bizim endişe kelimesinden anladığımız da budur.
Eğer bir kimse bu manayı daha
umumi, sade ve basit anlatmaya kalkarsa, halkın anlaması için der ki:
İnsan konuşan bir hayvandır.
Buradaki nutuk (Büyük kimselerin sözü), ister gizli ister açık olsun, düşünce demektir ve ondan gayrısı hayvan olur.
O halde insan fikir (Canlının duygu ve davranışları dışındaki algılama ve
düşünme bölümü olan zihninin bir şey hakkında edindiği ya da kurduğu kavram,
düşünce) ve düşünceden ibarettir, geri kalan kemik ve sinirdir.
Bu söz doğrudur, güneş
gibidir.
İnsanlar onunla dirilir ve
hararetlidir.
Güneş her zaman mevcuttur,
hazırdır ve her şey onun sayesinde sıcak bulunur.
Fakat güneş göze sığmaz ve
insanlarda ondan diri olduklarını, ısındıklarını bilmezler.
Fakat ister şükür, ister şikâyet,
ister hayır (İyi), ister kötü olan bir sözle ve
bir cümle vasıtasıyla söylenmiş olsun, güneş göze görünür.
Tıpkı gökteki güneşin her
zaman parladığı halde, ışığı bir duvara vurmayınca göze görünmemesi gibi.
Bunun gibi harf ve ses vasıtası olmadıkça söz
güneşinin parıltısı da peyda (Açıkta, meydanda)
olmaz.
Her zaman varsa da O (Tanrı) latiftir (Yumuşak,
hoş, güzel, nazik), görünmez.
“ Gözler
onu göremez”
(En’am suresi 103) buyurduğu
veçhile (Bilgi ve ahlak güzelliği bakımından kişiliğini
kavrayamaz, göremez), görünmesi için bir kesafet (Yoğun bir ilgi ve çalışma) lazımdır.
Biri dedi ki:
Tanrı’nın hiçbir manası ona
görünmedi ve Tanrı’nın kelamı ona hiçbir mana ifade etmiyordu.Bunun için şaşırmış, donup kalmıştı.
Kendisine:
“ Tanrı şöyle yaptı, böyle
buyurdu, şöyle menetti (Yasakladı)” dedikleri zaman ısındı
ve Tanrı kelamının manasını anladı..
Demek ki her ne kadar Hakk’ın
letafeti (Hoşluk, güzellik, yumuşaklık, naziklik)
mevcut ve onun üzerine ışıklarını salıyorsa da, o bunu göremiyordu.
Tanrı’nın emir ve nehyi
(Yasak etme) yaratmak kudret ve kuvvetini ona şerh (Açıklama) etmeden, yani
bunların vasıtası olmadan bu letafeti (Hoşluk,
güzellik, yumuşaklık, naziklik) göremiyordu.
Evet, bazı kimseler vardır ki
doğrudan doğruya bal yemeyip, ancak zerd-birinç (Zerde
ile yapılan sarı renkli pilav), helva ve daha başka yemeklere
karıştırmak suretiyle yiyebilirler.
Bu kuvvetleninceye kadar
böyle devam eder, sonra balı vasıtasız olarak yiyebilecek hale gelirler.
İşte bundan da nutkun (Büyük kimselerin manalı sözü) daima parlayan, latif
hiç kesilmeyen, kararmayan bir güneş olduğunu öğrendik.
Yalnız sen, güneşin ışığını
görmen ve ondan zevk alman için maddi, kesif (Yoğun)
bir vasıtaya muhtaçsın.
Bu şekilde öyle bir yere
erişirsin ki artık o zaman, herhangi bir kesafet (Yoğunluk)
vasıtası olmadan o ışığı ve letafeti (Hoşluk, güzellik,
yumuşaklık, naziklik) görür, ona alışır ve onu çekinmeden seyredersin.
Ondan kuvvet bulur ve o
letafet (Hoşluk, güzellik, yumuşaklık, naziklik)
denizinde tuhaf renkler görür, garip temaslar yaparsın.
Ne kadar tuhaftır ki bu nutuk
(Büyük kimselerin manalı sözü) ister konuş,
ister konuşma, daima sende mevcuttur.
Hatta düşünürken bile yine nutuk
(Büyük kimselerin manalı sözü) vardır, her ne
kadar senin düşüncende can yoksa da biz bu halde bile nutuk (Büyük kimselerin manalı sözü) olduğunu söyleriz ve
insan konuşan bir hayvandır (Deriz).
Bu hayvanlık sende mevcuttur.
Yaşadığın müddetçe, nutkun (Büyük kimselerin manalı sözü) de seninle her zaman
beraber olması lazım gelir.
Mesela hayvanlıkta geviş
getirmek, hayvanlığın görünmesine sebeptir.
Fakat bunun bulunması daima
şart değildir.
Nutkun (Büyük kimselerin manalı sözü) da söz söylemesi ve
konuşması icap eder.
Fakat şart değildir.
İnsanın üç hali vardır.
Birincisi, insan Tanrı’nın etrafında dolaşmaz ve kadından, erkekten,
maldan, çocuktan, taştan ve topraktan her şeye hizmet eder, tapınır, Tanrı’ya
ibadet etmez.
İkinci halde o insanda bir bilgi ve marifet (Allah’ın sevgisini kazanma yolunu bulan) hâsıl (Görünür ) olunca Tanrı’dan başkasına hizmet etmez.
Üçüncü halde ise, bu ikinci halden ilerleyip, susar, ne
Tanrı’nın hizmetini yerine getiriyorum der, ne de getirmiyorum der.
Bu her iki mertebenin de
dışına çıkmış olur.
Bu gurup insanlardan bu
dünyada bir ses çıkmaz.
Senin Tanrın, senin için ne
hazırdır ne de kayıp.
O her ikisinin Yaratan’ıdır,
yani huzur ve gaybeti (Kaybolma) yaratandır.
O halde bu her ikisinden da
ayrıdır.
Çünkü eğer hazır olsa, gaybet
(Kaybolma) olmamalı ve gaybet (Kaybolma) mevcutsa hazır da yok olmalı.
Huzurun yanında gaybet (Kaybolma) vardır, binaenaleyh (Bundan dolayı) O, huzur ve gaybet (Kaybolma) ile tavsif
(niteleme) olunamaz.
Yalnız zıddın zıddı doğurması
gerekir.
Çünkü onun gaybet halinde,
huzuru yaratmış olması lazım ve huzur gaybetin (Kaybolma)
zıddıdır.
Gaybet (Kaybolma) için de bu böyledir.
O halde zıddan zıddın doğması
doğru olmaz ve Tanrı’nın kendi gibisini, benzerini yaratması yakışık olmaz ve
Tanrı’nın kendi gibisini, benzerini yaratması yakışık
almaz.
Çünkü O’nun eşi yoktur denilmiştir.
Zira (Çünkü) mümkün olursa, benzer benzerini yaratır, o zaman da tercih
bilâ müreccih (Hiç bir üstünlük sebebi yok iken
birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutmak ) olur.
Aynı zamanda bir şeyin, kendi
nefsini icat etmesi lazım gelir.
Hâlbuki her ikisi de mümkün
değildir.
Mademki buraya kadar geldin
dur ve tasarruf (Sahiplik yapma) etme!
Aklın artık burada tasarrufu (Sahiplik yapma) kalmaz, deniz kıyısına erişince durur.
Çünkü artık durmak da kalmaz.
Bütün sözler, bilgiler,
hünerler ve sanatlar bu sözden lezzet (Bir duyguyla
alına bütün duygularda hoşluk oluşturan duygu) alırlar.
Eğer o olmazsa hiçbir işte ve
sanatta tad (İnce güzelliği kavramak) kalmaz.
Fakat bunun gayesi nedir?Bilmezler ve bilmek de şart değildir.
Mesela bir adam zengin,
koyun, at sürüleri ve daha başka şeyleri olan bir kadını almak istemiş olsa ve
bu koyunlara, atlara baksa, bahçeleri sulasa, gerçi o bu işlerle meşgul olur;
Fakat o işin zevkini (Güzeli çirkinden ayırma yetisi,
beğeni) kadının varlığından almaktadır.
Çünkü o kadın ortadan
kalkınca, bu işlerde de hiçbir tad (İnce güzelliği
kavramak) kalmaz, hepsinden soğur ve hepsi ona cansız görünür.
Bunun gibi dünyanın bütün
hünerleri, bilgiler ve daha başka şeyler Hayatı (Etkinliği
sağlayan olgunun tümü, yaşam),
Zevki(Güzeli çirkinden ayırma yetisi, beğeni), Harareti (Coşku ve ateşlilik)
Arifin nurundan (Çok anlayışlı ve sezgili kişinin tesirinden) alırlar.
Eğer onun zevki (Güzeli çirkinden ayırma yetisi, beğeni) ve
Varlığı (Önemli, yaralı, değerli), olmazsa, bütün o işlerde bir
Tad (İnce güzelliği kavramak) ve
Haz (Hoşlanma, hoşlanmanın verdiği duygu) kalmaz.
Hepsi ona ölü gibi görünür.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA
HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Bir durum veya uyarının konuyu aydınlatmasından
yararlanarak, onu göz önüne getirmeye düşünce dendiğini öğrendik.
2.
Sebebini bilemediğimiz korkularda zarar görmemek için çözüm yolu bulmaya çalışmaya, görüşü bildirmeye düşünce
dendiğini öğrendik.
3.
Bir görüşe veya karara varmak, bir inanca ulaşmak konuyu bütün yönleriyle inceleyip
ona göre davranmak, olasılıkları göz önüne getirerek bir sorunu sonuçlandırmak
için tutulacak yolu kararlaştırmak, sonucun ne olacağını hesaplamaya düşünce dendiğini
öğrendik.
4.
Bulunduğu durum ve konumdan daha iyi olanaklara sahip olmak için bilgi
ve aklın öngörüler oluşturmasına düşünce dendiğini öğrendik.
5.
Yukarıdaki dört maddenin bilim adamlarının görünen üzerinden değerlendirmeleri
olduğunu öğrendik.
6.
Düşünmenin gerçek kaynağının Tanrı sözleri olduğunu, bunu yansıtan
peygamber ve veliler vasıtasıyla anlayışımıza indirildiğini, düşünebilen aklı
olanların, bilinenler üzerinden bilinmeyenlerin anlatılmasından anlayabildiklerini
öğrendik.
7.
Mana, sır, sırrın sırrı gibi Tanrı’nın perdelediği ancak çok özel
kullarına bu perdeyi açarak görmelerini öğrendik.
8.
Tanrı’nın has kullarını huzura
alıp kendini gösterdiğini öğrendik.
9.
Tanrı’nın diğer yarattıklarına kendini göstermediğini buna da kayıp
dendiğini öğrendik.
İşte
böyle yaren,
Yoğun
bir istekle, aşkla Tanrı arayışında olanlar Mevlana Hazretlerinin izah
ettiklerini yaşadıkları için kolayca anlarlar.
Bu
yola yeni çıkmışların anlaması için Mevlana Hazretlerine sevgiyle bağlanmaları
ve ondan yardım istemeleri gereklidir.
Aklın
bu anlayışı anlayamaz, kavrayamaz ve tanımlama yaparak başka birine aktaramaz.
Kavram
ve inanmakla olan yol hemen birkaç söz ve cümle ile izah edilemez.
Onun
için Mevlana Hazretlerinin rüyamızda bile ders verdiğini, öğrettiğini görürsün,
o zaman anlarsın.
Hikaye:
Dervişin
biri Peygamberimizi görmeyi arzuladığını bunun için ne yapması gerektiğini
şeyhine sorar.
Şeyh:
Şunları
yap, şunları oku rüyanda görürsün demiş,Ertesi gün derviş göremediğini bildirmiş.
Tekrar
şeyh başka işleri yap şu sureleri oku, şu duaları yap diye söylemiş.
Derviş
yapmış ama yine peygamberimizi rüyasında görememiş.
Şeyh:
Yatmadan
önce turşu ve et güzelce ye yat görürsün demiş.Derviş de yağlı tuzlu et ve turşu yemiş yatmış.
Ertesi
gün derviş şeyhine Peygamberi göremedim ama çölde pınarlar aradım hararetle
defalarca uyandım demiş.
Şeyh
işte tuzun ve yağın verdiği hararetle nasıl suyu arıyorsun ve görüyorsun, o
halde peygamberi de hararetle ara ki göresin, demiş.
*
RAVLİ