Kâsenin su üzerinde gitmesi, kendi ihtiyariyle (Seçmesi) değil, suyun irade ve hükmü iledir.
Bu genel olarak böyledir.
Yalnız bazıları suyun üstünde
olduklarını bilir, bazıları bilmezler.
Buyurdu ki:
“ Eğer
genel olsaydı, Müminin kalbi Tanrı’nın kudret parmaklarından iki parmağı
arasındadır.”(Hadis)
“Tahsisi
(Bir şeyi birine veya bir yere ayırma) doğru ve
esirgeyen Tanrı Kur’an-ı öğretti”
(Rahman suresi 1-2) ayeti de
genel olmazdı.
Bütün ilimleri o öğrettiği
halde, Kur’an’ın tahsisi (Bir şeyi birine veya bir yere
ayırma) ne oluyor ve bunun gibi
“ O
gökleri ve yeri yarattı”
(Enam suresi1) ayetinde, mademki
bütün şeyleri genel olarak O yaratmıştır o halde
yerin ve göklerin tahsisi (Bir şeyi birine veya bir
yere ayırma) nedendir?Hiç şüphe yok ki bütün kâseler O’nun kudret ve yürütme suyu üzerindedir.
Yalnız O’na çirkin bir şeyi muzâf (İsme bağlamaları) etmeleri terbiyesizlik olur.
Mesela:
Ey pisliklerin, pis kokuların
yaratıcısı, dememek lazım gelir veya ey göklerin yaratıcısı, ey akılların
yaratıcısı dersen, genel olmakla beraber, bu tahsisin faydası olur.
Binaenaleyh bir şeyin
tahsisi, onun seçkinliğine delalet (İşaret) eder.
Hulâsa kâse suyun üzerinde
gidiyor ve su öyle bir halde onu götürüyor ki bütün kâseler seyrediyorlar.
Yine kâseyi su üzerinde o
tarzda götürür ki bu defa, bütün kâseler Tab’an (Yaradılış
huyundan) ondan kaçarlar, ar (Utanmak) ederler
ve su onlara kaçmak ilhamı, ondan kaçmak kudretini yaratır.
Bundan dolayı:
“ Allah’ım bizi ondan
uzaklaştır” derler.Ve bu ilk önce, Allah’ım bizi ondan uzaklaştır dedikleri, daha iyidir.
İşte şimdi böyle genel gören
kimse:
“ Teshir (Ele geçirilmiş) olması bakımından her ikisi de su
tarafından teshir (Ele geçirilmiş) edilmiştir.”
Der.
Fakat bu fikirde olmayan da:
“ Eğer sen suyun bu kâseyi su
üzerinde nasıl dolaştığını ve bundaki letafeti (Hoşluk,
nezaket) ve güzelliği görseydin, ona bu genel sıfatı vermeğe cesaretin
olmazdı” cevabını verir.
Mesela bir kimsenin
sevgilisi, varlık bakımından pislikler, gübrelerle müşterek (Birlikte) olduğu halde, hiç aşığın hatırına onun cisim
ve mütehayyiz (Önemi) olmak, altı yön (Yukarı, aşağı, sağ, sol,
ön, arka) içinde bulunmak, hadis (Sonradan çıkan)
ve yok olmağa kabiliyetli olmak gibi genel sıfatlardan ve pisliklerden müşterek
olduğu gelir mi?
Asla!
Bu düşünce aklına sığmaz.
Ayı zamanında her kim
sevgilisinin bu genel vasıfları (Özellikleri),
müşterek sıfatları olduğunu hatırına getirirse ona, düşman olur ve onu kendi
şeytanı gibi görür.
Bizim kendimize mahsus (Özel) olan güzelliğimizi görebilecek bir adam
olmadığın için, seninle münakaşa (Atışma, çekişme)
ve münazara (İlmi tartışma) etmemiz doğru değildir.
Çünkü bizim münazaramız (İlmi tartışma) güzellikle karışmıştır.
Bu itibarla anlamayan, ehli (Yakın) olmayan birine bu güzelliği göstermek ona zulüm (Yerinde bir davranış olmayan) olur, bunu yalnız ehline göstermek lazımdır.
“Hikmeti
(Gerçeği görebilmek, bilmek ve hareket etme sırlarını), ehli (Yakın) olmayana
öğretmeyin.
Yoksa o hikmete
zulmetmiş olursunuz.Ehli (Yakın) olanlardan da esirgemeyin, çünkü o zaman da ehline zulüm (Eziyet) etmiş olursunuz”
(Hadis) buyrulmuştur.
Bu nazar (Bakış) ilmidir, münazara (İlmi
tartışma) bilgisi değil.
Mesela sonbaharda gül açıp,
meyve yetişmez ki bunun hakkında münazara (İlmi
tartışma) yapılsın.
Yani muhalif olan sonbaharda,
bitkilerin yaşayabilmesi için kudretli olması lazımdır.
Hâlbuki gül ona karşı koyacak
yaradılışta değildir.
Güneşin nazarı (Bakışı) tesir edince bu ılık ve yumuşak havada, gül o
sıcaklık sayesinde yetişir.
Aksi halde başını içine
çeker.
İşte o zaman ona:
“ Eğer bir kuru yaprak
değilsen, mertsen benim önümde yerden çık, bit! “ der.
Ve gül:
“ Ben senin yanında kuru bir
dalım, mert değilim, istediğini söyle” diyerek yenildiğini kabul eder.
Ey Sadıkların
Padişahı!
Benim gibi ikiyüzlü
bir kimse gördün mü?
Ben, senin
sağlarımla sağım, ölülerinle ölüyüm!
Sen ki Bahaeddin’sin (Dinin kıymetlisi, değerlisi, güzeli, zarifi, parıltısı)
eğer dişleri dökülmüş, yüzü kertenkele derisi gibi katmer-katmer olmuş bir
kocakarı gelir de sana:
“ Mertsen, gençsen işte
karşındayım.
İşte at, işte güzel!
Mertliğini göster bakalım”
derse,
Eğer sen mertsen dersin ki:
Allah korusun!
Vallahi mert değilim, o sana
anlattıkları şeyi yalan söylediler.
Eş sen olacağına göre, mert
olmamak daha uygun olur.
Mesela farz et ki akrep
iğnesini kaldırmış senin uzvuna doğru yürüyor.
Sevimli, güler yüzlü ve
neşeli bir adam olduğunu duydum.
Hadi gül de gülüşünü göreyim
(Deyince), sen geldiğin için gülmüyorum.
Artık yaradılıştan neşeli
değilim.
(Sana benim hakkımda) Söyledikleri şeyler yalandır.
Gülmemi icap eden faktörlerin
hepsi senin buradan gitmeni, benden uzaklaşmanı düşünmekle meşgul, dedi.
(O):
“ Ah ettin, zevki kaçtı, ah
etme ki zevki kaçmasın” dedi.
(Mevlana) Buyurdu ki:
Bazen olur ki ah etmezsen
zevk kaçar.Bazen de aksine olur.
Eğer böyle olmasaydı, Tanrı:
“ İbrahim
çok ah edici, halim (Çok yumuşak huylu ve pek sabırlı) bir adamdı” buyurmazdı.
Hiçbir taat izhar (Gösteriş için ibadet) etmemek lazım.
Çünkü her nevi gösteriş
zevktir.
Ve sen bu söylediğin sözü
zevk duymak için söylüyorsun..
Mademki bu söz sana zevk
veriyor, o halde konuş ki zevk gelsin.
Hâlbuki sen zevk gelmesi
için, zevk veren şeyi yok ediyorsun.
Mesela uyumuş bir kimseye:
“ Kalk gündüz oldu, kervan
gidiyor” diye seslenirsen, bazıları:
“ Çağırma!
O şimdi zevk içinde, zevkini
kaçırma” derler.
Seslenen:
“ Onu uyandırmamak ölüm zevkidir”
Ölüm der ki:
Rahatsız etme.Çünkü bu sesleniş düşünmesine mani olur.
Yaşama zevki de:
“ Bu sesle, uyuyanın aklı başına gelir, yoksa onun bu uykuda ne
düşüncesi olabilir?Uyandıktan sonra düşünmeye başlar” (der)
O halde ses iki türlü
o0lmalıdır.
Eğer seslenen ondan bilgice
üstün olursa, onun fikrinin ilerlemesini, fikir faaliyetinin artmasına mucip
(sebep) olur.
Çünkü uyaranı bilgili olduğundan
onun uyanıklığı da İlahi (Tanrı ile ilgili) olur.
Onu gaflet uykusundan
uyartıp, kendi âleminden haberdar eder ve oraya doğru çeker.
Böylece elde ettiği fikir ve
düşüncesi yükselir.
Çünkü onu yüksek bir yerden
çağırmışlardır.
Fakat bunun aksine olarak
eğer uyaran uyartılardan akılca aşağı olursa, uyarttığı zaman uyananın nazarı
(Bakışı) aşağıda dolaşır.
Çünkü onu uyaran süflilerin
süflisi (Aşağılıkların aşağısı) olduğundan,
nazarı (Bakışı) elbet süfliye (Aşağıda bulunan yere)
düşecek, düşüncesi de süflilik (Dünya ile ilgili bayağı
işler ve hususlar) âlemine gidecektir.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Allah’ın her şeyi
kulunun hizmetine verdiğini ama bazı şeyleri de seçkin kullarına öğrettiğini
öğrendik.
2.
Çirkin şeyleri
Tanrı ismi ile beraber anmanın terbiyesizlik olduğunu öğrendik.
3.
Temiz olmak,
kendine pisliği karıştırmamak kuvveti olduğunu öğrendik.
4.
Seven kişinin,
sevdiğinin pisliğini görmediğini, önemsemediğini öğrendik.
5.
Seven kişi,
sevdiğinin pisliklerini görmeye başlarsa ondan uzaklaşacağını, sevgilisini
şeytan gibi görmeye başlayacağını öğrendik.
6.
Gerçeği
görebilmek, bilmek ve hareket etme sırlarını ulaşmak için doğru bakmak ve
güzeli görme zevki olması gerektiğini öğrendik.
7.
Sıcak bir bakışın
ürün verdiğini öğrendik.
8.
Bilgili doğru
kişinin uyandırmasının çok değerli olduğunu öğrendik.
İşte böyle yaren,
Mevlevilerde uyandırma
dediğimiz bir yanan kandilden diğer yanmayan kandili yakarlar ve bu tabiri çok
sık kullanırlar.
Dervişler kandilimi falan
şeyhten aldım diyerek ısı ve ışık kaynağını bir şekilde açıklarlar.
Bektaşiler de el alma tabiri
kullanırlar.
Uyanma ve uyandırma çok
önemsenmiş ve her dervişin dilinden düşmemiştir.
Doğru bakışı önemsemeyen,
bulamayan hiçbir zaman yükseklerde kendine yer bulamaz.
*
RAVLİ