12 Şubat 2013 Salı

FİHİ MAFİH 41. fASIL

Biz su üzerindeki kâse gibiyiz.
Kâsenin su üzerinde gitmesi, kendi ihtiyariyle (Seçmesi) değil, suyun irade ve hükmü iledir.

Bu genel olarak böyledir.
Yalnız bazıları suyun üstünde olduklarını bilir, bazıları bilmezler.

Buyurdu ki:
Eğer genel olsaydı, Müminin kalbi Tanrı’nın kudret parmaklarından iki parmağı arasındadır.
(Hadis)

Tahsisi (Bir şeyi birine veya bir yere ayırma) doğru ve esirgeyen Tanrı Kur’an-ı öğretti
(Rahman suresi 1-2) ayeti de genel olmazdı.

Bütün ilimleri o öğrettiği halde, Kur’an’ın tahsisi (Bir şeyi birine veya bir yere ayırma) ne oluyor ve bunun gibi

O gökleri ve yeri yarattı
(Enam suresi1) ayetinde, mademki bütün şeyleri genel olarak O yaratmıştır o halde yerin ve göklerin tahsisi (Bir şeyi birine veya bir yere ayırma) nedendir?

Hiç şüphe yok ki bütün kâseler O’nun kudret ve yürütme suyu üzerindedir.
Yalnız O’na çirkin bir şeyi muzâf (İsme bağlamaları) etmeleri terbiyesizlik olur.

Mesela:
Ey pisliklerin, pis kokuların yaratıcısı, dememek lazım gelir veya ey göklerin yaratıcısı, ey akılların yaratıcısı dersen, genel olmakla beraber, bu tahsisin faydası olur.

Binaenaleyh bir şeyin tahsisi, onun seçkinliğine delalet (İşaret) eder.

Hulâsa kâse suyun üzerinde gidiyor ve su öyle bir halde onu götürüyor ki bütün kâseler seyrediyorlar.

Yine kâseyi su üzerinde o tarzda götürür ki bu defa, bütün kâseler Tab’an (Yaradılış huyundan) ondan kaçarlar, ar (Utanmak) ederler ve su onlara kaçmak ilhamı, ondan kaçmak kudretini yaratır.

Bundan dolayı:
“ Allah’ım bizi ondan uzaklaştır” derler.
Ve bu ilk önce, Allah’ım bizi ondan uzaklaştır dedikleri, daha iyidir.

İşte şimdi böyle genel gören kimse:
“ Teshir (Ele geçirilmiş) olması bakımından her ikisi de su tarafından teshir (Ele geçirilmiş) edilmiştir.” Der.

Fakat bu fikirde olmayan da:
“ Eğer sen suyun bu kâseyi su üzerinde nasıl dolaştığını ve bundaki letafeti (Hoşluk, nezaket) ve güzelliği görseydin, ona bu genel sıfatı vermeğe cesaretin olmazdı” cevabını verir.

Mesela bir kimsenin sevgilisi, varlık bakımından pislikler, gübrelerle müşterek (Birlikte) olduğu halde, hiç aşığın hatırına onun cisim ve mütehayyiz (Önemi) olmak, altı yön  (Yukarı, aşağı, sağ, sol, ön, arka) içinde bulunmak, hadis (Sonradan çıkan) ve yok olmağa kabiliyetli olmak gibi genel sıfatlardan ve pisliklerden müşterek olduğu gelir mi?

Asla!
Bu düşünce aklına sığmaz.

Ayı zamanında her kim sevgilisinin bu genel vasıfları (Özellikleri), müşterek sıfatları olduğunu hatırına getirirse ona, düşman olur ve onu kendi şeytanı gibi görür.

 İşte bunun için sen de ancak bu kadarını içine sığdırabildin ki onun bu genel ve müşterek sıfatına baktın.

Bizim kendimize mahsus (Özel) olan güzelliğimizi görebilecek bir adam olmadığın için, seninle münakaşa (Atışma, çekişme) ve münazara (İlmi tartışma) etmemiz doğru değildir.

Çünkü bizim münazaramız (İlmi tartışma) güzellikle karışmıştır.
Bu itibarla anlamayan, ehli (Yakın) olmayan birine bu güzelliği göstermek ona zulüm (Yerinde bir davranış olmayan) olur, bunu yalnız ehline göstermek lazımdır.

Hikmeti (Gerçeği görebilmek, bilmek ve hareket etme sırlarını), ehli (Yakın) olmayana öğretmeyin.
Yoksa o hikmete zulmetmiş olursunuz.

Ehli  (Yakın) olanlardan da esirgemeyin, çünkü o zaman da ehline zulüm (Eziyet) etmiş olursunuz
(Hadis) buyrulmuştur.

Bu nazar (Bakış) ilmidir, münazara (İlmi tartışma) bilgisi değil.

Mesela sonbaharda gül açıp, meyve yetişmez ki bunun hakkında münazara (İlmi tartışma) yapılsın.

Yani muhalif olan sonbaharda, bitkilerin yaşayabilmesi için kudretli olması lazımdır.

Hâlbuki gül ona karşı koyacak yaradılışta değildir.

Güneşin nazarı (Bakışı) tesir edince bu ılık ve yumuşak havada, gül o sıcaklık sayesinde yetişir.
Aksi halde başını içine çeker.

İşte o zaman ona:
“ Eğer bir kuru yaprak değilsen, mertsen benim önümde yerden çık, bit! “ der.

Ve gül:
“ Ben senin yanında kuru bir dalım, mert değilim, istediğini söyle” diyerek yenildiğini kabul eder.

 BEYİT:

Ey Sadıkların Padişahı!
Benim gibi ikiyüzlü bir kimse gördün mü?

Ben, senin sağlarımla sağım, ölülerinle ölüyüm!

Sen ki Bahaeddin’sin (Dinin kıymetlisi, değerlisi, güzeli, zarifi, parıltısı) eğer dişleri dökülmüş, yüzü kertenkele derisi gibi katmer-katmer olmuş bir kocakarı gelir de sana:

“ Mertsen, gençsen işte karşındayım.
İşte at, işte güzel!

Mertliğini göster bakalım” derse,

Eğer sen mertsen dersin ki:
Allah korusun!

Vallahi mert değilim, o sana anlattıkları şeyi yalan söylediler.
Eş sen olacağına göre, mert olmamak daha uygun olur.

Mesela farz et ki akrep iğnesini kaldırmış senin uzvuna doğru yürüyor.
Sevimli, güler yüzlü ve neşeli bir adam olduğunu duydum.

Hadi gül de gülüşünü göreyim (Deyince), sen geldiğin için gülmüyorum.
Artık yaradılıştan neşeli değilim.

(Sana benim hakkımda)  Söyledikleri şeyler yalandır.
Gülmemi icap eden faktörlerin hepsi senin buradan gitmeni, benden uzaklaşmanı düşünmekle meşgul, dedi.

(O):
“ Ah ettin, zevki kaçtı, ah etme ki zevki kaçmasın” dedi.

(Mevlana) Buyurdu ki:
Bazen olur ki ah etmezsen zevk kaçar.
Bazen de aksine olur.

Eğer böyle olmasaydı, Tanrı:
İbrahim çok ah edici, halim (Çok yumuşak huylu ve pek sabırlı) bir adamdı” buyurmazdı.

Hiçbir taat izhar (Gösteriş için ibadet) etmemek lazım.
Çünkü her nevi gösteriş zevktir.

Ve sen bu söylediğin sözü zevk duymak için söylüyorsun..
Mademki bu söz sana zevk veriyor, o halde konuş ki zevk gelsin.

Hâlbuki sen zevk gelmesi için, zevk veren şeyi yok ediyorsun.

Mesela uyumuş bir kimseye:
“ Kalk gündüz oldu, kervan gidiyor” diye seslenirsen, bazıları:

“ Çağırma!
O şimdi zevk içinde, zevkini kaçırma” derler.

Seslenen:
“ Onu uyandırmamak ölüm zevkidir”

Ölüm der ki:
Rahatsız etme.
Çünkü bu sesleniş düşünmesine mani olur.

Yaşama zevki de:
“ Bu sesle, uyuyanın aklı başına gelir, yoksa onun bu uykuda ne düşüncesi olabilir?
Uyandıktan sonra düşünmeye başlar” (der)

O halde ses iki türlü o0lmalıdır.
Eğer seslenen ondan bilgice üstün olursa, onun fikrinin ilerlemesini, fikir faaliyetinin artmasına mucip (sebep) olur.

Çünkü uyaranı bilgili olduğundan onun uyanıklığı da İlahi (Tanrı ile ilgili) olur.

Onu gaflet uykusundan uyartıp, kendi âleminden haberdar eder ve oraya doğru çeker.

Böylece elde ettiği fikir ve düşüncesi yükselir.
Çünkü onu yüksek bir yerden çağırmışlardır.

Fakat bunun aksine olarak eğer uyaran uyartılardan akılca aşağı olursa, uyarttığı zaman uyananın nazarı (Bakışı) aşağıda dolaşır.

Çünkü onu uyaran süflilerin süflisi (Aşağılıkların aşağısı) olduğundan, nazarı (Bakışı) elbet süfliye (Aşağıda bulunan yere) düşecek, düşüncesi de süflilik (Dünya ile ilgili bayağı işler ve hususlar) âlemine gidecektir.

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.    Allah’ın her şeyi kulunun hizmetine verdiğini ama bazı şeyleri de seçkin kullarına öğrettiğini öğrendik.

2.    Çirkin şeyleri Tanrı ismi ile beraber anmanın terbiyesizlik olduğunu öğrendik.

3.    Temiz olmak, kendine pisliği karıştırmamak kuvveti olduğunu öğrendik.

4.    Seven kişinin, sevdiğinin pisliğini görmediğini, önemsemediğini öğrendik.

5.    Seven kişi, sevdiğinin pisliklerini görmeye başlarsa ondan uzaklaşacağını, sevgilisini şeytan gibi görmeye başlayacağını öğrendik.

6.    Gerçeği görebilmek, bilmek ve hareket etme sırlarını ulaşmak için doğru bakmak ve güzeli görme zevki olması gerektiğini öğrendik.

7.    Sıcak bir bakışın ürün verdiğini öğrendik.

8.    Bilgili doğru kişinin uyandırmasının çok değerli olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Mevlevilerde uyandırma dediğimiz bir yanan kandilden diğer yanmayan kandili yakarlar ve bu tabiri çok sık kullanırlar.

Dervişler kandilimi falan şeyhten aldım diyerek ısı ve ışık kaynağını bir şekilde açıklarlar.

Bektaşiler de el alma tabiri kullanırlar.

Uyanma ve uyandırma çok önemsenmiş ve her dervişin dilinden düşmemiştir.

Doğru bakışı önemsemeyen, bulamayan hiçbir zaman yükseklerde kendine yer bulamaz.

                                           *
RAVLİ

Popüler Yayınlar