Fakat insanın meyli son haddine gelince,
Dostluk baştanbaşa düşmanlık haline gelir,
Bu beytin manasını sordular.
Mevlana buyurdu ki:
Düşmanlık âlemi, dostluk
âlemine oranla dardır.
Çünkü dostluk âlemine kavuşmak için insanlar düşmanlık âleminden
kaçarlar.
Dostluk âlemi de dostluğun ve
düşmanlığın kendisinden var olduğu âleme nazaran dardır.
Dostluk ve düşmanlık, inkâr (Ret etme) ve iman (kabul
etme) ikiliğe sebep olur.
Çünkü küfür (Allah’a ve dine ait şeylere inanmamak) inkârdır (Ret etmedir).
İnkâr edene, inkâr edeceği
bir kimse lazımdır.
Bunun gibi kabul edene de
kabul edeceği bir kimse gerekir.
Bundan da anlaşılıyor ki
birlik ve yabancılık, ikiliğe muciptir (Sebep olur).
O âlem ise küfrün ve imanın,
dostluk ve düşmanlığın fevkinde (Üst tarafında),
ötesindedir.
Mademki dostluk ikiliği icap
ettirir ve orada ikilik olmayan bir âlem mevcuttur, sırf birlik vardır, oraya
erişince, bu ikisi sığmayacağından, dostluk ve düşmanlıktan çıkmış olur.
Şu halde oraya erişildiği
zaman ikilikten ayrılmış demektir.
İkilik, aşk ve dostluk olan o
ilk âlem, şimdi söylediğimiz âleme nispetle daha düşük ve aşağıdadır.
Binâen aleyh onu istemez ve
kendisine düşman bilir.
Mesela Mansur’da Hakk’ın dostluğu son hadde varınca, kendisinin
düşmanı oldu ve kendini yok ettirdi.
Ene-l Hak dedi.
Yani, ben fenâ buldum, yok
oldum.
(Kişinin
kendi benliğini kaybederek, gönlünün tamamen aşk ile Allah tarafından ele
geçirilmesi)
Yalnız Hak kaldı, işte o
kadar!
Demek istedi.
Bu alçak gönüllülüktür.
Kulluğun, bendeliğin (Bağlanmanın) son haddidir (Sınırı).Yani yalnız O’dur (Allah), demektir ve o kadar.
Hâlbuki:
“ Sen
Tanrı’sın ve ben kulum” dersen bu, iddia ve büyüklükte bulunmak sayılır.Bununla sen, kendi varlığını da ispat etmiş oluyorsun.
Böylece ikilik lazım gelir ve
bu O Allah’tır! Dediğin de ikiliktir.
Çünkü ben olmadıkça o mümkün
olamaz.
Şu halde Ene’l Hakk’ı Hak
söylemiştir.
Zira O’ndan
gayrı bir varlık yoktu, Mansur da yok olmuştu ve o söz Hakk’ın sözüydü.
Hayal âlemi, tasavvurlar ( Düşünme ve anlama yoluyla göz önüne getirme) âlemine oranla
daha geniştir.
Çünkü bütün tasavvurlar hayalden doğar.
Hayal âlemi de, hayali var
eden o âleme nispetle dardır.
Bu sözle ancak bu kadar
anlaşılabilir, yoksa gerçek, mananın (Anlamın) kelime
ve cümlelerle belli olması imkânsızdır.
Biri:
“ O halde cümle ve sözün
faydası nedir?”Diye sordu.
Mevlana buyurdu ki:
Sözün faydası şudur ki seni istemeye
sevk ve teşvik eder, heyecanlandırır,
yoksa istenilen sözle hâsıl (Ortaya çıkmaz) olmaz.
Eğer böyle olsaydı, bu kadar
mücahedeye (Uğraşıya, savaşa) ve kendini yok
etmeğe ne lüzum vardı?
Mesela şunun gibi:
Uzakta kımıldayan bir şey
görüyorsun ve iyice görmek için arkasından koşuyorsun.
Yoksa onun hareketi
vasıtasıyla değil.
İnsanın natıkası (Düşünüp konuşma kuvveti, düzgün, dokunaklı söz söyleme)
da insanın içinde bunun gibidir.
Sen onu görmemekle beraber, o
seni mananın (Akla yakın sebebin) talebi için
kışkırtır.
Biri:
“ Ben o kadar ilimler okudum,
öğrendim ve zihnimde manalar zapt ettim (Aklımda tuttum).
Fakat insanda baki (Sonsuza kadar) kalacak olan mananın (Anlamın) hangisi olduğu bir türlü belli olmadı ve ona
yol bulamadım? “Dedi.
Mevlana buyurdu ki:
Eğer o sadece söz ile belli
olsaydı, vücudun (Tanrı’da) yok olmasına ve bu kadar zahmetlere lüzum kalmazdı.
Bunun için o kadar çalışmak
lazımdır ki.
Yok, olup bitinceye kadar
çalışmalısın.
Biri:
“ Ben bir Kâbe olduğumu işitmiştim.Fakat o kadar baktığım halde Kâbe’yi göremiyorum.
Mevlana buyurdu ki:
Gidip damdan bakayım” diyor,
nihayet dama çıkınca boynumu uzatıyor ve göremiyor, Kâbe’yi inkâr ediyor.
Kâbe’yi görmek bununla hâsıl
(Görünmez) olmaz.
Yerinde göremediğin gibi
Mesela kışın, kürkü nasıl
candan ararsın?
Hâlbuki yaz gelince çıkarıp
atıyorsun.
Ondan için sıkılıyor.
İşte kürkü istemek, sıcaklık elde etmek içindir.
Çünkü sen kışın sıcağa
âşıktın.
Soğuğu defedecek bir şeyle
ısınıyor muydun ve kürk vasıtasına muhtaç değil miydin?
Fakat artık mâni (Engel)
kalmayınca kürkü çıkarıp attın.
“ Gökler
yarıldığı”
(İnşikak suresi 1)
“ Ve
yerler oynadığı zaman”
(Zilzal suresi 1) bu sana
işarettir.
Yani sen kavuşma tadını
tattın.
İşte bir gün gelir ki bu
parçaların ayrılığı tadını tadar, o âlemin genişliğini de müşahede (Allah âlemini gözle görür) eder ve bu darlıktan
kurtulursun, demektir.
Mesela birini çarmıha gerseler,
o orada rahat olduğunu zannederek kurtulma zevkini unutur.
Hâlbuki çarmıhtan kurtulunca
ne azap içinde olduğunu anlar.
Bunun gibi çocukların rahatı
ve gelişmesi, orada ellerini bağladıkları halde, beşikte olur.
Fakat büyük bir adamı beşiğe
koysalar, burası onun için zindan ve azap olur.
Bazı kimseler güllerin açılıp
goncalardan baş çıkarmasından hoşlanır, bazısı ise bütün gül yapraklarının
birbirinden ayrılıp, kendi asıllarına bağlanmış olmalarından zevk duyar.
İşte bazıları hiçbir dostluk,
aşk ve sevgi, küfür ve iman kalmamasını, böylece asıllarına
kavuşmalarını isterler.
Çünkü bütün bunlar duvardır (geçilmesi gereken zorluk).
Darlığa, sıkıntıya ve ikiliğe
sebep olur.
Hâlbuki o âlem genişliği,
huzur ve mutlak birliğe muciptir (gerektirir).
O söz pek o kadar yüksek
değildir ve kuvveti yoktur.
Hem nasıl büyük olabilir?
Nihayet sözdür.
Hatta bizzat za’fı mucip (Kuvvetsizliğe sebep) olur.
Müessir (Tesir eden, hükmünü yürüten, işleyen) olan Hak’tır ve
müheyyic (Heyecan veren) olan da Hak’tır.
O arda örtülüdür, perdedir.
İki üç harfin bir araya
gelmesi nasıl hayat ve heyecana sebep olur?
Mesela biri senin yanına
geldi.
Sen hatırını sayıp ona:
“ Nasılsın, iyi misin?
Hoş geldin” dedin, o da
bunlara sevindi ve bunlar onun seni sevmesine sebep olmuştur.
Birine sövdün ve o iki üç
kelimenin, sevgi ve rızanın artması, kızgınlık ve düşmanlığın şiddetlenmesi ile
ne ilgisi var?
Sadece Ulu Tanrı, her hangi
birinin gözü, Tanrı’nın Cemaline (Yüz güzelliği)
ve Kemaline (Olgunluk, yetkinlik, tamlık, eksiksizlik)
erişmesin diye, bunları sebep ve perdeler yapmıştır.
İnce zayıf perdeler, zayıf
gözlere göredir.
O, perdelerin gerisinde hükümler verir, sebepler
yaratır.
Bu ekmek
gerçekte, hayatın sebebi değildir.
Fakat onu Ulu Tanrı hayatın ve kuvvetin vasıtası yapmıştır.
Nihayet o cansız bir cisimdir
ve insan hayatına sahip değildir.
O halde kuvvetin artmasına
nasıl sebep olur?
Eğer onda dirilik (Canlılık, dirilik) bir olsaydı, bizzat kendini diriltirdi.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA
HAZRETLERİ Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Düşmanlık
alanının dar olduğunu yani çünkü düşmanlarla bir arada olunmayacağını öğrendik.
2.
Dostluk alanının
birliktelik içerdiğinden geniş alan ve zaman sağladığını öğrendik.
3.
Düşman olandan
kaçıldığını, dost ile kavuşmak için çareler arandığını öğrendik.
4.
Allah’a ve dine inanmayan kişinin ret edici tavırda olduğundan akla, mantığa, delile,
şahide ait ne söylense söylensin kabul etmeyeceğini öğrendik.
5.
İlahi
âlem çok üstte olduğundan burada
inanmanın, inanmamanın, kabul edilmenin ve kabul edilmemenin sözlerinde ve
şartlarında konuşulmayan, önem taşımayan yer olduğunu, diğer bir ifade ile bu
tanımların eşit mesafede olduğunu öğrendik.
6.
Dostluk ve
düşmanlık diye bakış açısında olanların ikilik içerdiğinden dolayı birlik
âlemine varınca ne dostluğun ne de düşmanlığın kalmayacağını öğrendik.
7.
Tanrı’yı dost ve
âşık olununca yine ikilik olduğunu, bu ikilik son sınıra gelince, kişi kendini
Tanrı’da yok eder ve yok edince artık vücudun öneminin yok olup Tanrı ile
beraber olunacağını öğrendik.
8.
Ene’l hak diyenin
Mansur’un ağzından çıktığını, ancak bu sözün sahibinin Allah’ın kendisinin sözü
olduğunu öğrendik.
9.
Kelimelerin
manayı tamamen kaplayamayacağını ancak manayı istemeye sevk
ve teşvik eder, heyecanlandırır, tanıtıp,
yolu açtığını öğrendik.
10.
Tanrı’da yok
olmadıkça ebedi olan sözleri bilemeyeceğimizi, anlayamayacağımızı öğrendik.
11.
Gören gözü
olmayanın, yeteri kadar yakın olmayanın yoktur sözünün akla dayanan bir söz
olmadığını öğrendik.
12.
Tanrı ile kavuşma
tadını almayanın ilahi âlemi göremeyeceğini öğrendik.
13.
Herkesin
bulunduğu ve alıştığı durumu benimsediğini ve sevdiğini öğrendik.
14.
Tanrı’nın perde
arkasından hüküm verdiğini iş yaptığını, bunun için her gözün bunu göremediğini
öğrendik.
15.
Hayatın dirilikle
olduğunu, diğer kuvvet veren gözüken unsurlarda dirilik olmadığını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Tanrı’ya ulaşmanın,
buluşmanın ancak kendimizi Tanrı’da yok etmedikçe baş gözüyle gördüğümüz gibi
göremeyeceğimizi, söylenen sözlerin yeterli olmadığını öğrendik, anladık.
RAVLİ ……(Anlaşılmayan kavramı
yaz)..Google den araştır.
*
RAVLİ