5 Şubat 2013 Salı

FİHİ MAFİH 30. fASIL

Baş olur, altın külahla süslenir; baş da olur altın külah ve mücevherlerle süslenmiş taçla [saçlarının] kıvrımlarının güzelliği örtülür.

Çünkü güzellerin saçlarının kıvrımları, aşkı fevkalade çekici ve gönüllerin tahtıdır.

Altın taç cansız cisimdir.
Onu giyen gönlün sevgilisidir.

Süleyman'ın (Ona selam olsun) yüzüğünü her şeyde aradık.

Onu nihayet fakr'da (fakirde) bulduk.

Bu güzelle de düşüp kalktık, hiçbir şey onu bunun kadar memnun etmedi.
Ben "nihayet kötü bir kadınım.
Küçüklüğümden beri benim işim budur" dedi.

Bütün engelleri, bunun kaldırdığını ve aradaki perdeleri bunun yaktığını bilirim.
Bütün ibadetlerin aslı, esası budur.
Geri kalan teferruattır.

Mesela koyunun boğazını kesmeden, bacağından üflesen, ne faydası olur?
Oruç, insanı bütün zevklerin, güzelliklerin kaynağı olan yokluğa doğru götürür.

"Allah, sabredenlerle beraberdir.”
(Bakara suresi 249)

Çarşıdaki bütün dükkân, içki, mal veya sanat gibi şeylerin hepsinin insan nefsinde bir ipucu bulunur ve bu uç gizlidir.

Bir işin olması gerektiği müddetçe, o ipucu hareket etmez, belli olmaz.

Bunun gibi her milletin, dinin, kerametin, mucizelerin ve nebilerin ahvalinin de her insanın ruhunda bir ipucu vardır.

İcap ettikçe, bu ipucu kımıldamaz ve görülmez.

"Biz her şeyi apaçık bir kitapta zapt etmişizdir."
(Yasin suresi 12)

İyiliği ve kötülüğü yapan bir mi yoksa iki şey midir?

Diye sordular.

Karşılık:
Düşündükleri sırada, münazara halinde bulunduklarından, mutlaka iki olmalıdır.

Çünkü bir insan kendi kendine muhalefet edemez.
İşte bu bakımdan kötülük iyilikten ayrılamaz.
İyilik de kötülüğü bırakmaktır.

Kötülük olmadan, kötülüğü terk etmek imkânsızdır.
Yani bu iyilik, kötülüğü bırakmaktır demektir.

Eğer kötülük etmek saikası (Sürükleyen, sevk eden, götüren hal, sebep) olmasaydı, iyiliğin terki olmazdı.
Öyle ise fail (Yapan, işleyen) iki değil birdir.

Mecusiler derler ki:

Allah iyiliklerin yaratıcısıdır; Ehrimen (İnsanı kötü yola şevk eden ve doğru yoldan çıkaran şeytan) kötülükleri, hoşa gitmeyen şeyleri yaratır.

Biz de karşılık olarak deriz ki:
Sevilen, hoşa giden şeyler hoşa gitmeyenlerden ayrı değildir.

Çünkü sevilenin zıddı olan sevilmeyen, hoşlanılmayan olmadan hoşa gidenin olması imkânsızdır.

Sevilen, hoşa gitmeyenin zevali (Yok olması) demektir ve hoşa gitmeyen bir şey olmadan da onun zevaline (Yok olmasına) imkân yoktur.

Sevinç, kederin yok olmasıdır.
Keder, keder olmadan yok olmaz.
O halde fail (Yapan) birdir ve bir olur; parçalar ayrılmaz.

Dedim ki:

Bir şey fani (Yok) olmadıkça faydası belli olmaz.
Mesela konuşurken, sözün harfleri ziyan olmadan dinleyicilere faydası dokunmaz.

Arifi kötüleyen gerçekte arifin iyiliğini söyleyendir.

Çünkü arif kendisinin kötülenmesine sebep olan o sıfattan kaçar ve onun düşmanıdır.

Bu bakımdan o sıfatı kötüleyen, arifin düşmanın kötülemiş olan ve arifi övendir.
Çünkü arif böyle kötülemeden kaçar; zıddı bunu yapan ise övülmüş bir insan olur.

"Eşya zıddı ile belli olur."

Arif bilir ki [ve der ki]:
Benim düşmanım, beni kötüleyen değil,. beni kötüleyen benim düşmanımın düşmanıdır

Ben şenim, neşeliyim, etrafımda bir duvar var.
Duvarın üzerinde bir takım dikenler vardır.

[Dışarıdan] geçenler bahçeyi görmezler, sadece duvarın üstündeki süsü görüp, onu kötülerler.

Şu halde bahçe buna niçin kızsın?

Bu kötülemenin zararı, yalnızca bahçeye girmek için duvarla uyuşması gereken kimseyedir.

Hâlbuki o kimse de duvarı kötülemekle bahçeden uzak kalıyor.

Şu halde kendisine kötülükte bulunmuş ve kendini helak etmiş olur. Bunun için Mustafa (Allah'ın selam ve salâtı onun üzerine olsun) :

"Ben çok gülücü ve çok öldürücüyüm."
(Hadis.) buyurmuştur.

Yani, bu demektir ki:
Öldürürken kızgın olduğum hiçbir düşmanım yoktur.
O, kâfirin kendisini yüz türlü ölümle öldürmesi için, onu yalnız bir türlü öldürür.

Bunun için tabii düşmanını öldürdüğü zaman çok gülücüdür [sevinçlidir].

                     ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Allah’ın vermiş olduğu güzelliğin çekici olduğunu, sevildiğini, sevgili olduğunu öğrendik.

2.   Süleyman peygamberini yüzüğünü son olarak bir fahişede Hazreti Mevlana’nın görüldüğünü öğrendik.

3.   Kendinin kötü bir iş yaptığını kabul edip açıkça söylemesinden dolayı (İkrar) Allah’a ulaşma engellerini bu doğru ve açık sözlerinin kaldırdığını ve hakikati görmeye engel olan perdeleri yakarak yok ettiğini öğrendik.

4.    Sabretmenin güzelliğe götürdüğünü, Yüce Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu öğrendik.

5.   Her insanın ruhunda her işi yapabilecek yetenek olduğunu, bunların kımıldamaz ve görünmez olduğunu, ancak harekete geçince görünür hale geldiğini öğrendik.

6.   İyilik ve kötülüğün bir arada ve birbirine bağlı olduklarından bir yani aynı hükmünde, aynı mesafede olduklarını öğrendik.

7.   Sevilen, hoşa giden şeyler hoşa gitmeyenlerden ayrı olmadığını öğrendik.

8.   Yok, olmak için önce var olmanın lazım geldiğini öğrendik.

9.   Faydanın bir şeyin o uğurda yok olması ile olduğunu öğrendik.

10.                  Kötüleyen kişinin düşmanımız olmadığını, esas düşmanın o kötü şeyleri ona söyleten içindeki nefsinin olduğunu öğrendik.

11.                  Allah adamının dışına bir duvar çekip başkasının girmesine engeller koyduğunu, iç âleminde şen, neşeli yaşadığını öğrendik.

12.                  İman etmiş olmayanların kendisini nefsinin yüz türlü ölümle öldürdüğünü, İslam dinine girince bir kere öleceğini ve sevince kavuşacağını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Süleyman peygamberin yüzüğü, mührü hakkında, bu yüzüğün gücü ve iş yaptırması, hükmetme gücü hakkında sayısız hikâyeler duyarsın.

Bu yüzük efsaneleşmiştir.
Dünya saltanatına kolayca kavuşmak isteyenler yüzüğün peşine düşerler.

Süleyman Aleyhisselamın bir mührü (Yüzüğü)vardı.
Üzerinde ism-i azam duası yazılıydı.

O dua ile her istediği kolay olurdu.

Süleyman Aleyhisselâma gücünü yüzükten almazdı, Allah’a ettiği dua bereketiyle, Yüce Allah peygamberin isteğini kendi isteği kabul ettiğini ver yerine getirdiğini neml suresinden anlıyoruz.

                                  HAZRETİ SÜLEYMAN

Hz. Davud’un oğludur.
Babasının vefatı sırasında 12 yaşlarında idi.

Diğer kardeşlerinden daha akıllı ve bilgiliydi.
Henüz 11 yaşlarında iken babası Davud Aleyhisselamın huzurunda şöyle bir olay geçmişti:

İki kişi Davud Aleyhisselâma geldiler.
Haklarında bir karar vermesini istiyorlardı.

Birisinin koyunu, diğerinin tarlasına girerek zarara sebep olmuştu. Hz. Davud, Allah’tan henüz bir vahiy gelmeden kendi görüşü ile karar verdi.

Buna göre:
Koyunun tarlaya yaptığı zarar ile hayvanın o günkü fiyatı birbirine denk idi.

Bu bakımdan Davud Aleyhisselâma koyunun tarla sahibine verilmesini uygun görüyordu.

Süleyman Aleyhisselâma, babasından izin alarak bu konuda kendisinin bir karar vermesini teklif etti.

Babası onun karar vermesine razı oldu.
Süleyman Aleyhisselâma tarlanın koyun sahibine, koyunun da tarla sahibine verilmesini istedi.

Koyun sahibi tarlayı eski haline getirinceye kadar tarla sahibi koyunun sütünden, yününden ve yavrularından istifade edecekti.

Zarar ödendikten sonra yine tarla kendi sahibine, koyun da kendi sahibine geri verilecekti.

Davud Aleyhisselâma, oğlunun bu hükmüne göre verdi.
(Enbiya suresi 78)

Peygamber efendimiz de Süleyman Aleyhisselamın adaletini bir hadisi şerifte şöyle anlatmaktadır:

İçki kadın ve onların oğlan çocukları vardı.
Bunlar yolda giderken bir kurt gelerek birinin çocuğunu kapıverdi.

 

Bunun üzerine çocuğunu kurt kapan kadın ötekinin çocuğunu alarak:

-       Kurt senin çocuğunu kaptı.
Bu benim oğlum, dedi.

Öteki kadın itiraz etti.
Bu olay önce Davut Aleyhisselâma sonra da Süleyman Aleyhisselâma anlatıldı.

Süleyman Aleyhisselâm iki kadını da dinledi.

Sonra şöyle dedi:
-       Bana bir bıçak getiriniz, çocuğu iki kadın arasında paylaştırayım.
Bunun üzerine çocuğun gerçek annesi:
-       Aman öyle yapma!

Allah sana merhamet etsin.

Çocuk bu kadının, dedi.
Süleyman Aleyhisselâm, kadının bu sözlerinden onun gerçek anne olduğunu anlamıştı.

Hükmünü ona göre verdi.
(Tecrid tercümesi 9/158 1394 nolu hadis)

Hz. Davud’dan sonra Yüce Allah Süleyman Aleyhisselâma büyük bir saltanat verdi.

Dünyevi saltanatla beraber ona peygamberlik vazifesini de vermişti.
(Enam suresi 84)

Süleyman Aleyhisselâm yüksek bir makam sahibiydi.
“ Doğrusu onun katımızda yüksek bir makam ve güzel bir istikbali vardı”
(Sad suresi 40)

Süleyman Aleyhisselâm, hükümdarlık tahtına çıkışının dördüncü senesinde Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın inşasına başladı.

Bu binanın yapımı yedi senede tamamlandı.
Daha sonra Kudüs’te büyük bir hükümet sarayı yaptırdı.

Bu sarayın yapımı da 13 yıl sürmüştür.
(A.C.Paşa-Kısas-ı Enbiya 1/34)

Bu binaların yapımı sırasında insanlardan ve cinlerden pek çoğu Süleyman Aleyhisselâm’ın emrinde çalışmışlardı.

Çünkü mucize olarak Süleyman Aleyhisselâm, insanlara ve cinlere hâkimdi.
(Sebe suresi 12)

Yine bir mucize olarak Yüce Allah, kendisine hayvanların dilini öğretmişti.
(Neml suresi 16)

Süleyman Aleyhisselâm, Mescid-i Aksa’nın yapılmasından sonra Yüce Allah’a dua etti.

Peygamber efendimiz onun duasını şöyle anlatmaktadır:
“ Süleyman Aleyhisselâm Beyt-i Makdis’in yapımını bitirdikten sonra Cenab-ı Hak’tan üç dilekte bulunmuştur:

1.   İlahi kanunlara uygun hüküm verme kudreti.
2.   Kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat.
3.   Namaz kılmak için sadece Mescid-i Aksa’ya niyet edip gelenlerin analarından doğdukları gündeki gibi günahsız hale gelmeleri.

Yüce Allah Süleyman Aleyhisselâma bunlardan ilk ikisini vermiştir.
Üçüncü dileğinin de kabul edilmiş olmasını umarım”
(Tecrid-i Sarih Tercümesi 167)

Süleyman Aleyhisselâm bir müddet için Yüce Allah tarafından büyük bir imtihana tabi tutulmuş ve hükümdarlığı zaafa düşürülmüştür.

Süleyman Aleyhisselâm’ın kuvveti ve kudreti gittikçe azaldı.
Dilediği ve istediği şeyler onun arzu ettiği şekilde olmuyordu.

Süleyman Aleyhisselâm Yüce Allah’a istiğfar ederek ondan saltanatının kuvvetlenmesini istedi.

-Ey Rabbim!
Beni bağışla.
Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver.
Hiç şüphesiz daima bağışta bulunansın” dedi
(Sad suresi 35)

Yüce Allah onun duasını kabul etti.
Eski saltanatından çok daha fazlasını verdi.

“ Bunun üzerine biz de istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik.

İşte bu bizim bağışımızdır.
İster ver, ister elinde tut, hesapsızdır” dedik.
(Sad suresi 36,37,38,39)

Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü de bir aylık yol alırdı.
Erimiş bakır madenini ona su gibi akıttık.

Rabbinin izni ile idaresi altında cinlerden çalışanlar vardı.
İçlerinden kim emrimizden ayrıldı ise ona cehennem azabından tattıracağız.

Cinler Süleyman Aleyhisselâma, Mescitler, resimler, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşıması güç kazanlardan her ne isterse yaparlardı”
(Sebe suresi12-13)

Onun bu üstün hâkimiyeti ilimle kuvvetlendirilmişti”
(Neml suresi 15)

Kuşdilini bilirdi.
“ Ey insanlar!

Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden bolca verildi
Doğrusu bu, apaçık bir lütuftur”
(Neml suresi 16)

Süleyman Aleyhisselamın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen ordusu toplandı.
Hepsi toplu gidiyorlardı.
(Neml suresi 17)

Karınca vadisine ulaştılar.
Karıncalarla karşılaştılar.
“ Sonunda karıncaların bulundukları vadiye geldiklerinde bir karınca:
-       Ey karıncalar!
-       Yuvalarınıza girin.
-       Süleyman ordusu farkına varmadan sizi ezmesin” dedi
(Neml suresi 18)

Süleyman Aleyhisselâm, karıncaların sözünü duydu.
Söylediklerine hayretle güldü.

Yüce Allah’a şöyle bir dilekte bulundu:
-       Rabbim, bana ve anama-babama verdiğin nimete şükretmede hoşnut olacağın işi yapmakta beni başarılı kıl.
-       Rahmetinle beni iyi kulların arasına kor”
(Neml suresi19)

Süleyman Aleyhisselâm, ordusunda bulunan kuşları kontrol etti.
Çavuş kuşu denen Hüdhüd’ü bulamadı.
Şöyle seslendi:
-       Hüdhüd’ü niçin göremiyorum?
-       Yoksa kayıplarda mı?
-       Bana apaçık bir delil getirmelidir.
-       Yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut da keserim”
(Neml suresi 22-26)

Süleyman Aleyhisselâm, ordusunda disipline büyük önem veriyordu.
İzinsiz ayrılan Hüdhüd’ü cezalandırılacağını tüm orduya duyurdu.

Aradan çok geçmedi.
Hüdhüd kuşu çıkageldi.

Süleyman Aleyhisselâma şöyle dedi:
“ Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim.

Sana Sebe’den gerçek bir haber getirdim.
Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir Taht’a sahip olan bir kadın buldum.

Onun ve milletinin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm.

Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğimiz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah’a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur.

Bunun için doğru yolu bulamazlar.
Yüce arşın sahibi olan Allah’tan başka ilah yoktur”
(Neml suresi 22-26)

Süleyman Aleyhisselâm, Hüdhüd’ün sözlerini dinledi.
Hemen hüküm vermedi

-Hüdhüd habersiz ayrılmanın suçunu örtmek isteyebilir!
Diye düşündü.
Araştırmayı uygun gördü.

Şöyle dedi:
“ Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın?
Bakacağız”
(Neml suresi27)

Daha sonra bir mektup yazarak Hüdhüd’e şu emri verdi:
“ Bu mektubu götür.

Sonra kenara çekil.
Varacakları sonuca bak”
(Neml suresi 28)

Bunun üzerine Hüdhüd, mektubu alarak havalandı.
Uçup gitti.

Mektubu kraliçenin tahtına bıraktı.
Kenara çekildi.

Ne yapacaklarına dikkat etti.
Az sonra kraliçe geldi.

Mektubu aldı okudu.
İleri gelen adamlarını çağırdı.

Onlara şöyle dedi:
“ Ey seçkin topluluk!

Bana çok önemli ve şerefli bir mektup bırakıldı.
O, muhakkak ki Süleyman’dandır.

Ve o, (Mektubun ilk satırı) Bismillahirrahmanirrahim’dir”
(Neml suresi 29-30)

Mektupta bildirilen emirler şöyle idi:
“ Ey seçkin topluluk!

Bana bu işim hakkında bir fikir verin.
Sizin görüşünüz olmadan ben hiçbir iş yapmış değilim”
(Neml suresi 32)

Devletin ileri gelenleri kraliçeye şu cevabı verdiler:
-       Biz gizli kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız.
-       Emir senindir.
-       Sen emretmene bak.

Kraliçe:

-Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını perişan ederler, halkından şerefli olanları hor ve hakir kılarlar.

Bunlar da böyle yapacaklardır “Dedi.

Ve sözlerine şöyle devam etti: Ben onlara bir hediye göndereyim de elçilerin ne ile döneceklerine bakalım”
(Neml suresi 33-35)

Daha sonra elçilerini kıymetli hediyelerle Süleyman Aleyhisselâm’a gönderdi.

                                    ***
Elçiler Süleyman Aleyhisselâm’ın huzuruna çıktılar.
Hediyelerini sundular.
Süleyman Aleyhisselâm hediyeleri kabul etmedi.

Elçilere şöyle dedi:
-Siz bana mal ile mi yardım ediyorsunuz?
Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır.
Belki siz hediyelerinizle böbürlenebilirsiniz!

Daha sonra elçilerinin başkanına hitaben şöyle dedi:
-Dön onlara.
Andolsun ki önüne geçemeyecekleri ordularla onlara gelir, kendilerini hor hakir oldukları halde oradan çıkarırım.
(Neml suresi 36-37)

Kraliçenin elçileri bu cevap üzerine hediyelerini alarak ülkelerine geri döndüler.

                                  ***
Süleyman Aleyhisselâm da ordusunun ileri gelenlerini topladı.

Onlara:
-       Ey seçkin topluluk, onlar bana teslim olmadan önce kraliçenin tahtını hanginiz bana getirebilir?
-       Dedi.
Cinlerden (Kuvvetli ve becerikli olan) bir ifrit:
-       Sen yerinden kalkmadan önce ben o tahtı sana getiririm,
-       Eminim ki buna gücüm yeter, dedi.

Kendisinde ilahi kitaptan bir ilim bulunan zat:
-Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi.
(Neml suresi 38-40)

Süleyman Aleyhisselâm, bir anda Tahtı yanında buluverdi.
Cenab-ı Hakka şükretti.
-       Bu rabbimin fazlındandır (Üstün iyilik).
-       Beni imtihan etmek içindir.
-       Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü yapacağım!
-       Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur
-       Kim nankörlük ederse muhakkak Rabbim onun şükrüne muhtaç değildir.
-       Ona yine de nimet verir, dedi.
(Neml suresi 40)

Süleyman Aleyhisselâm bir yandan da şu emri verdi:
-       Kraliçenin Tahtı’nı onun tanıyamayacağı bir hale getirin.
-       Bakalım tanıyabilecek mi?
-       Yoksa tanımayacak mı?
(Neml suresi 41) 

                                  ***
Bir müddet sonra kraliçe Belkıs maiyeti ile beraber geldi.
Süleyman Aleyhisselâm Tahtı göstererek sordu:
-       Senin Tahtın böyle miydi?

Kraliçe cevap verdi:
-       Sanki bu odur.
-       Daha önce de bize bilgi verilmişti.
-       Biz Müslüman olmuştuk.
(Neml suresi 42)

Süleyman Aleyhisselâm, kraliçe Belkıs’ı yaptırmış olduğu saraya davet etti.
Salonda üzeri camla örtülü geniş bir havuz vardı.

Kraliçe saraya girince onu derin bir su zannetti.
Islanmasın diye eteklerini topladı.

Süleyman Aleyhisselâm gülümsedi.
-Doğrusu bu, camdan yapılmış şeffaf bir saraydır, dedi.

Allah’ın kendisine verdiği büyük nimete hamd etti.

Kraliçe:
Rabbim, şüphesiz ben kendimi yazık etmişim.
Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum, dedi.
(Neml suresi 44)

Kraliçe ile beraber milleti de Müslüman oldu.

Bir kısım müfessirlere (Yorum yapan din alimleri) göre Süleyman Aleyhisselâm, Belkıs ile evlenmiş ve onu kendisine bağlı bir hükümdar olarak Yemen’e tekrar geri göndermiştir.

                                     ***
Süleyman Aleyhisselâm ile Saba kraliçesi Belkıs arasında geçen karşılama töreni ve kraliçenin Müslüman oluşu kısa zamanda her tarafta duyuldu.

Süleyman Aleyhisselâm saltanat yönünden çok daha üstün olduğu herkes tarafından kabul edildi.

Bu ara Süleyman Aleyhisselâm pek çok hediyeler geliyordu.
Gelen hediyeler arasında çok güzel cins Arap atları da vardı.

Süleyman Aleyhisselâm, atları severdi.
Çünkü onlar, kahramanlık ve zafer timsaliydi.

 Kendisi de Allah yolunda mücahit ve kahraman bir cengaverdi.
Adiyet suresinde Allah (C.C.) atları överek onlar üzerine yemin etmiştir.

“ Andolsun Allah yolunda koştukça koşanlara.
Andolsun kıvılcımlar saçanlara.

Sabah-sabah akına çıkanlara.
Ve tozu dumana katanlara.

Hep birden düşman topluluğunun içine dalanlara.”
(Adiyat suresi1-5)

Bir akşamüzeri ona sevimli cins koşu atları getirdiler.
Süleyman Aleyhisselâm onları sevip okşadı.

Bu sevginin kendi nefsi ile ilgili olmadığını belirtmek için şöyle dedi:

-Doğrusu ben bu iyi malları (Atları) Rabbimi hatırlayıp zikretmeyi sağladıkları için severim.
(Sad suresi 32)

Sonra onları salıverdi.
Atlar doludizgin koşmaya başladılar.

Arkalarında büyük bir toz perdesi bırakıyorlardı.
Koşup toz perdesi arkalarında kayboldukları zaman atları geri getirmelerini emretti.

Atlar geri gelince onların bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
(Sad suresi 33)

Peygamberimiz de bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur.:
“ Atların cephelerinde kıyamete kadar hayır (İyilik) bağlanmıştır.

Onlardan istifade olunur.
(Ömer Nasuhu Bilmem 6/3036)

                                        ***
Süleyman Aleyhisselâm Allah’a daima şükrederek dillere destan olan bir şekilde kırk yıl maddi ve manevi saltanat sürmüştür.
(A.C. Paşa-Kısas-ı Enbiya 1/35)

O devirde halk arasında cinlerin gaybı bildikleri şaiası yayılmıştı.
Süleyman Aleyhisselâm vefatı bu yönden ilgi çekicidir.

Cinlerin gaybı bilmediklerini ispat etmektedir.
Allah’ın peygamberi ayakta ölmüştü,

Bastonuna dayalı duruyordu.
Cinler de onun emrinde çalışıyorlardı.

Kur’an-ı Kerim’de olay şöyle anlatılmaktadır:

Süleyman Aleyhisselâm ölümüne hükmettiğimiz zaman ancak değneğini yiyen kurt, onun ölümünü cinlere fark ettirdi.

O, ölü olarak yere düşünce ortaya çıktı ki: şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı horlayıcı, alçak düşürücü bir azap içinde kalmazlardı.

(Sebe 14)

                                        ***
Peygamberler serisi No:17
Hz. Süleyman A.S.
Ömer Faruk Tunalı

                                      *
RAVLİ

Popüler Yayınlar