Çünkü güzellerin saçlarının
kıvrımları, aşkı fevkalade çekici ve gönüllerin tahtıdır.
Altın taç cansız cisimdir.
Onu giyen gönlün
sevgilisidir.Süleyman'ın (Ona selam olsun) yüzüğünü her şeyde aradık.
Onu nihayet fakr'da (fakirde) bulduk.
Bu güzelle de düşüp kalktık,
hiçbir şey onu bunun kadar memnun etmedi.
Ben "nihayet kötü bir kadınım. Küçüklüğümden beri benim işim budur" dedi.
Bütün engelleri, bunun kaldırdığını
ve aradaki perdeleri bunun yaktığını bilirim.
Bütün ibadetlerin
aslı, esası budur. Geri kalan teferruattır.
Mesela koyunun boğazını
kesmeden, bacağından üflesen, ne faydası olur?
Oruç, insanı bütün zevklerin, güzelliklerin kaynağı olan yokluğa doğru götürür.
Oruç, insanı bütün zevklerin, güzelliklerin kaynağı olan yokluğa doğru götürür.
"Allah, sabredenlerle beraberdir.”
(Bakara suresi 249)
Çarşıdaki bütün dükkân, içki, mal veya sanat
gibi şeylerin hepsinin insan nefsinde bir ipucu bulunur ve bu uç gizlidir.
Bir işin olması gerektiği
müddetçe, o ipucu hareket etmez, belli olmaz.
Bunun gibi her milletin,
dinin, kerametin, mucizelerin ve nebilerin ahvalinin de her insanın ruhunda bir
ipucu vardır.
İcap ettikçe, bu ipucu
kımıldamaz ve görülmez.
"Biz her şeyi apaçık bir kitapta zapt etmişizdir."
(Yasin suresi 12)
İyiliği ve kötülüğü yapan bir mi yoksa iki şey midir?
Diye sordular.
Karşılık:
Düşündükleri sırada, münazara
halinde bulunduklarından, mutlaka iki olmalıdır.
Çünkü bir insan kendi kendine
muhalefet edemez.
İşte bu bakımdan kötülük iyilikten ayrılamaz. İyilik de kötülüğü bırakmaktır.
Kötülük olmadan, kötülüğü
terk etmek imkânsızdır.
Yani bu iyilik, kötülüğü
bırakmaktır demektir.
Eğer kötülük etmek saikası (Sürükleyen, sevk eden, götüren hal, sebep) olmasaydı,
iyiliğin terki olmazdı.
Öyle ise fail (Yapan, işleyen) iki değil birdir.Mecusiler derler ki:
Allah iyiliklerin yaratıcısıdır; Ehrimen (İnsanı kötü yola şevk eden ve doğru yoldan çıkaran şeytan) kötülükleri, hoşa gitmeyen şeyleri yaratır.
Biz de karşılık olarak deriz
ki:
Sevilen, hoşa giden şeyler
hoşa gitmeyenlerden ayrı değildir.
Çünkü sevilenin zıddı olan
sevilmeyen, hoşlanılmayan olmadan hoşa gidenin olması imkânsızdır.
Sevilen, hoşa gitmeyenin
zevali (Yok olması) demektir ve hoşa gitmeyen
bir şey olmadan da onun zevaline (Yok olmasına) imkân
yoktur.
Sevinç, kederin yok
olmasıdır.
Keder, keder olmadan yok
olmaz. O halde fail (Yapan) birdir ve bir olur; parçalar ayrılmaz.
Dedim ki:
Bir şey fani (Yok) olmadıkça faydası belli olmaz.
Mesela konuşurken, sözün harfleri ziyan olmadan dinleyicilere faydası dokunmaz.
Arifi kötüleyen gerçekte arifin iyiliğini söyleyendir.
Çünkü arif kendisinin kötülenmesine sebep olan o sıfattan kaçar ve onun düşmanıdır.
Bu bakımdan o sıfatı
kötüleyen, arifin düşmanın kötülemiş olan ve arifi övendir.
Çünkü arif böyle kötülemeden
kaçar; zıddı bunu yapan ise övülmüş bir insan olur.
"Eşya zıddı ile belli olur."
Arif bilir ki [ve der ki]:
Benim düşmanım, beni
kötüleyen değil,. beni kötüleyen benim düşmanımın
düşmanıdır
Ben şenim, neşeliyim,
etrafımda bir duvar var.
Duvarın üzerinde bir takım
dikenler vardır.
[Dışarıdan] geçenler bahçeyi
görmezler, sadece duvarın üstündeki süsü görüp, onu kötülerler.
Şu halde bahçe buna niçin kızsın?
Bu kötülemenin zararı, yalnızca bahçeye girmek için duvarla uyuşması gereken kimseyedir.
Hâlbuki o kimse de duvarı kötülemekle bahçeden uzak
kalıyor.
Şu halde kendisine kötülükte bulunmuş ve kendini helak etmiş olur. Bunun için Mustafa (Allah'ın selam ve salâtı onun üzerine olsun) :
"Ben çok gülücü ve çok öldürücüyüm."
(Hadis.) buyurmuştur.
Yani, bu demektir ki:
Öldürürken kızgın olduğum
hiçbir düşmanım yoktur. O, kâfirin kendisini yüz türlü ölümle öldürmesi için, onu yalnız bir türlü öldürür.
Bunun için tabii düşmanını
öldürdüğü zaman çok gülücüdür [sevinçlidir].
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Allah’ın vermiş
olduğu güzelliğin çekici olduğunu, sevildiğini, sevgili olduğunu öğrendik.
2.
Süleyman
peygamberini yüzüğünü son olarak bir fahişede Hazreti Mevlana’nın görüldüğünü
öğrendik.
3.
Kendinin kötü bir
iş yaptığını kabul edip açıkça söylemesinden dolayı (İkrar) Allah’a ulaşma engellerini
bu doğru ve açık sözlerinin kaldırdığını ve hakikati görmeye engel olan
perdeleri yakarak yok ettiğini öğrendik.
4.
Sabretmenin güzelliğe götürdüğünü, Yüce
Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu öğrendik.
5.
Her insanın
ruhunda her işi yapabilecek yetenek olduğunu, bunların kımıldamaz ve görünmez
olduğunu, ancak harekete geçince görünür hale geldiğini öğrendik.
6.
İyilik ve
kötülüğün bir arada ve birbirine bağlı olduklarından bir yani aynı hükmünde,
aynı mesafede olduklarını öğrendik.
7.
Sevilen, hoşa
giden şeyler hoşa gitmeyenlerden ayrı olmadığını öğrendik.
8.
Yok, olmak için
önce var olmanın lazım geldiğini öğrendik.
9.
Faydanın
bir şeyin o uğurda yok olması ile olduğunu öğrendik.
10.
Kötüleyen kişinin
düşmanımız olmadığını, esas düşmanın o kötü şeyleri ona söyleten içindeki nefsinin olduğunu öğrendik.
11.
Allah adamının
dışına bir duvar çekip başkasının girmesine engeller koyduğunu, iç âleminde
şen, neşeli yaşadığını öğrendik.
12.
İman etmiş
olmayanların kendisini nefsinin yüz türlü ölümle
öldürdüğünü, İslam dinine girince bir kere öleceğini ve sevince kavuşacağını
öğrendik.
İşte böyle yaren,
Süleyman peygamberin yüzüğü,
mührü hakkında, bu yüzüğün gücü ve iş yaptırması, hükmetme gücü hakkında
sayısız hikâyeler duyarsın.
Bu yüzük efsaneleşmiştir.
Dünya saltanatına kolayca
kavuşmak isteyenler yüzüğün peşine düşerler.
Süleyman
Aleyhisselamın bir mührü (Yüzüğü)vardı.
Üzerinde ism-i azam
duası yazılıydı.
O dua ile her
istediği kolay olurdu.
Süleyman Aleyhisselâma gücünü
yüzükten almazdı, Allah’a ettiği dua bereketiyle,
Yüce Allah peygamberin isteğini kendi isteği kabul ettiğini ver yerine
getirdiğini neml suresinden anlıyoruz.
HAZRETİ
SÜLEYMAN
Hz. Davud’un oğludur.
Babasının vefatı sırasında 12
yaşlarında idi.
Diğer kardeşlerinden daha akıllı
ve bilgiliydi.
Henüz 11 yaşlarında iken
babası Davud Aleyhisselamın huzurunda şöyle bir olay geçmişti:
İki kişi Davud Aleyhisselâma
geldiler.
Haklarında bir karar
vermesini istiyorlardı.
Birisinin koyunu, diğerinin
tarlasına girerek zarara sebep olmuştu. Hz. Davud, Allah’tan henüz bir vahiy
gelmeden kendi görüşü ile karar verdi.
Buna göre:
Koyunun tarlaya yaptığı zarar
ile hayvanın o günkü fiyatı birbirine denk idi.
Bu bakımdan Davud
Aleyhisselâma koyunun tarla sahibine verilmesini uygun görüyordu.
Süleyman Aleyhisselâma,
babasından izin alarak bu konuda kendisinin bir karar vermesini teklif etti.
Babası onun karar vermesine
razı oldu.
Süleyman Aleyhisselâma
tarlanın koyun sahibine, koyunun da tarla sahibine verilmesini istedi.
Koyun sahibi tarlayı eski
haline getirinceye kadar tarla sahibi koyunun sütünden, yününden ve
yavrularından istifade edecekti.
Zarar ödendikten sonra yine
tarla kendi sahibine, koyun da kendi sahibine geri verilecekti.
Davud Aleyhisselâma, oğlunun
bu hükmüne göre verdi.
(Enbiya
suresi 78)
Peygamber efendimiz de
Süleyman Aleyhisselamın adaletini bir hadisi şerifte şöyle anlatmaktadır:
İçki kadın ve onların oğlan
çocukları vardı.
Bunlar yolda giderken bir
kurt gelerek birinin çocuğunu kapıverdi.
Bunun üzerine çocuğunu kurt
kapan kadın ötekinin çocuğunu alarak:
-
Kurt senin
çocuğunu kaptı.
Bu benim oğlum, dedi.
Öteki kadın itiraz etti.
Bu olay önce Davut
Aleyhisselâma sonra da Süleyman Aleyhisselâma anlatıldı.
Süleyman Aleyhisselâm iki
kadını da dinledi.
Sonra şöyle dedi:
-
Bana bir bıçak
getiriniz, çocuğu iki kadın arasında paylaştırayım.Bunun üzerine çocuğun gerçek annesi:
- Aman öyle yapma!
Allah sana merhamet etsin.
Çocuk bu kadının, dedi.
Süleyman Aleyhisselâm,
kadının bu sözlerinden onun gerçek anne olduğunu anlamıştı.
Hükmünü ona göre verdi.
(Tecrid
tercümesi 9/158 1394 nolu hadis)
Hz. Davud’dan sonra Yüce
Allah Süleyman Aleyhisselâma büyük bir saltanat verdi.
Dünyevi saltanatla beraber
ona peygamberlik vazifesini de vermişti.
(Enam
suresi 84)
Süleyman Aleyhisselâm yüksek
bir makam sahibiydi.
“ Doğrusu onun katımızda
yüksek bir makam ve güzel bir istikbali vardı”(Sad suresi 40)
Süleyman Aleyhisselâm,
hükümdarlık tahtına çıkışının dördüncü senesinde Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın
inşasına başladı.
Bu binanın yapımı yedi senede
tamamlandı.
Daha sonra Kudüs’te büyük bir
hükümet sarayı yaptırdı.
Bu sarayın yapımı da 13 yıl
sürmüştür.
(A.C.Paşa-Kısas-ı
Enbiya 1/34)
Bu binaların yapımı sırasında
insanlardan ve cinlerden pek çoğu Süleyman Aleyhisselâm’ın emrinde çalışmışlardı.
Çünkü mucize olarak Süleyman
Aleyhisselâm, insanlara ve cinlere hâkimdi.
(Sebe
suresi 12)
Yine bir mucize olarak Yüce
Allah, kendisine hayvanların dilini öğretmişti.
(Neml
suresi 16)
Süleyman Aleyhisselâm,
Mescid-i Aksa’nın yapılmasından sonra Yüce Allah’a dua etti.
Peygamber efendimiz onun
duasını şöyle anlatmaktadır:
“ Süleyman Aleyhisselâm
Beyt-i Makdis’in yapımını bitirdikten sonra Cenab-ı Hak’tan üç dilekte
bulunmuştur:
1.
İlahi kanunlara
uygun hüküm verme kudreti.
2.
Kendisinden sonra
kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat.3. Namaz kılmak için sadece Mescid-i Aksa’ya niyet edip gelenlerin analarından doğdukları gündeki gibi günahsız hale gelmeleri.
Yüce Allah Süleyman
Aleyhisselâma bunlardan ilk ikisini vermiştir.
Üçüncü dileğinin de kabul
edilmiş olmasını umarım”(Tecrid-i Sarih Tercümesi 167)
Süleyman Aleyhisselâm bir
müddet için Yüce Allah tarafından büyük bir imtihana tabi tutulmuş ve
hükümdarlığı zaafa düşürülmüştür.
Süleyman Aleyhisselâm’ın
kuvveti ve kudreti gittikçe azaldı.
Dilediği ve istediği şeyler
onun arzu ettiği şekilde olmuyordu.
Süleyman Aleyhisselâm Yüce
Allah’a istiğfar ederek ondan saltanatının kuvvetlenmesini istedi.
-Ey Rabbim!
Beni bağışla.Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümdarlık ver.
Hiç şüphesiz daima bağışta bulunansın” dedi
(Sad suresi 35)
Yüce Allah onun duasını kabul
etti.
Eski saltanatından çok daha
fazlasını verdi.
“ Bunun üzerine biz de
istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan
şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik.
İşte bu bizim bağışımızdır.
İster ver, ister elinde tut,
hesapsızdır” dedik.(Sad suresi 36,37,38,39)
Sabah gidişi bir aylık, akşam
dönüşü de bir aylık yol alırdı.
Erimiş bakır madenini ona su
gibi akıttık.
Rabbinin izni ile idaresi
altında cinlerden çalışanlar vardı.
İçlerinden kim emrimizden
ayrıldı ise ona cehennem azabından tattıracağız.
Cinler Süleyman
Aleyhisselâma, Mescitler, resimler, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşıması
güç kazanlardan her ne isterse yaparlardı”
(Sebe
suresi12-13)
Onun bu üstün hâkimiyeti
ilimle kuvvetlendirilmişti”
(Neml
suresi 15)
Kuşdilini bilirdi.
“ Ey insanlar!
Bize kuşdili öğretildi ve
bize her şeyden bolca verildi
Doğrusu bu, apaçık bir
lütuftur”(Neml suresi 16)
Süleyman Aleyhisselamın
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen ordusu toplandı.
Hepsi toplu gidiyorlardı.(Neml suresi 17)
Karınca vadisine ulaştılar.
Karıncalarla karşılaştılar.“ Sonunda karıncaların bulundukları vadiye geldiklerinde bir karınca:
- Ey karıncalar!
- Yuvalarınıza girin.
- Süleyman ordusu farkına varmadan sizi ezmesin” dedi
(Neml suresi 18)
Süleyman Aleyhisselâm,
karıncaların sözünü duydu.
Söylediklerine hayretle
güldü.
Yüce Allah’a şöyle bir
dilekte bulundu:
-
Rabbim, bana ve
anama-babama verdiğin nimete şükretmede hoşnut olacağın işi yapmakta beni
başarılı kıl.- Rahmetinle beni iyi kulların arasına kor”
(Neml suresi19)
Süleyman Aleyhisselâm,
ordusunda bulunan kuşları kontrol etti.
Çavuş kuşu denen Hüdhüd’ü
bulamadı.Şöyle seslendi:
- Hüdhüd’ü niçin göremiyorum?
- Yoksa kayıplarda mı?
- Bana apaçık bir delil getirmelidir.
- Yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut da keserim”
(Neml suresi 22-26)
Süleyman Aleyhisselâm,
ordusunda disipline büyük önem veriyordu.
İzinsiz ayrılan Hüdhüd’ü cezalandırılacağını
tüm orduya duyurdu.
Aradan çok geçmedi.
Hüdhüd kuşu çıkageldi.
Süleyman Aleyhisselâma şöyle
dedi:
“ Senin bilmediğin bir şeyi
öğrendim.
Sana Sebe’den gerçek bir
haber getirdim.
Ora halkına hükmeden, her
şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir Taht’a sahip olan bir kadın buldum.
Onun ve milletinin Allah’ı
bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm.
Göklerde ve yerde gizli
olanları ortaya koyan, gizlediğimiz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah’a
secde etmemeleri için şeytan, kendilerine yaptıklarını
güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur.
Bunun için doğru yolu
bulamazlar.
Yüce arşın sahibi olan
Allah’tan başka ilah yoktur”(Neml suresi 22-26)
Süleyman Aleyhisselâm,
Hüdhüd’ün sözlerini dinledi.
Hemen hüküm vermedi
-Hüdhüd habersiz ayrılmanın
suçunu örtmek isteyebilir!
Diye düşündü.Araştırmayı uygun gördü.
Şöyle dedi:
“ Doğru mu söylüyorsun, yoksa
yalancılardan mısın?Bakacağız”
(Neml suresi27)
Daha sonra bir mektup yazarak
Hüdhüd’e şu emri verdi:
“ Bu mektubu götür.
Sonra kenara çekil.
Varacakları sonuca bak”(Neml suresi 28)
Bunun üzerine Hüdhüd, mektubu
alarak havalandı.
Uçup gitti.
Mektubu kraliçenin tahtına
bıraktı.
Kenara çekildi.
Ne yapacaklarına dikkat etti.
Az sonra kraliçe geldi.
Mektubu aldı okudu.
İleri gelen adamlarını
çağırdı.
Onlara şöyle dedi:
“ Ey seçkin topluluk!
Bana çok önemli ve şerefli
bir mektup bırakıldı.
O, muhakkak ki
Süleyman’dandır.
Ve o, (Mektubun ilk satırı)
Bismillahirrahmanirrahim’dir”
(Neml
suresi 29-30)
Mektupta bildirilen emirler
şöyle idi:
“ Ey seçkin topluluk!
Bana bu işim hakkında bir
fikir verin.
Sizin görüşünüz olmadan ben
hiçbir iş yapmış değilim”(Neml suresi 32)
Devletin ileri gelenleri
kraliçeye şu cevabı verdiler:
-
Biz gizli
kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız.- Emir senindir.
- Sen emretmene bak.
Kraliçe:
-Doğrusu hükümdarlar bir
şehre girdikleri zaman orasını perişan ederler, halkından şerefli olanları hor
ve hakir kılarlar.
Bunlar da böyle yapacaklardır
“Dedi.
Ve sözlerine şöyle devam
etti: Ben onlara bir hediye göndereyim de elçilerin ne ile döneceklerine
bakalım”
(Neml
suresi 33-35)
Daha sonra elçilerini
kıymetli hediyelerle Süleyman Aleyhisselâm’a gönderdi.
***
Elçiler Süleyman
Aleyhisselâm’ın huzuruna çıktılar.Hediyelerini sundular.
Süleyman Aleyhisselâm hediyeleri kabul etmedi.
Elçilere şöyle dedi:
-Siz bana mal ile mi yardım
ediyorsunuz?Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır.
Belki siz hediyelerinizle böbürlenebilirsiniz!
Daha sonra elçilerinin
başkanına hitaben şöyle dedi:
-Dön onlara.Andolsun ki önüne geçemeyecekleri ordularla onlara gelir, kendilerini hor hakir oldukları halde oradan çıkarırım.
(Neml suresi 36-37)
Kraliçenin elçileri bu cevap
üzerine hediyelerini alarak ülkelerine geri döndüler.
***
Süleyman Aleyhisselâm da
ordusunun ileri gelenlerini topladı.
Onlara:
-
Ey seçkin
topluluk, onlar bana teslim olmadan önce kraliçenin tahtını hanginiz bana
getirebilir?- Dedi.
Cinlerden (Kuvvetli ve becerikli olan) bir ifrit:
- Sen yerinden kalkmadan önce ben o tahtı sana getiririm,
- Eminim ki buna gücüm yeter, dedi.
Kendisinde ilahi kitaptan bir ilim bulunan zat:
-Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi.
(Neml suresi 38-40)
Süleyman Aleyhisselâm, bir
anda Tahtı yanında buluverdi.
Cenab-ı Hakka şükretti.- Bu rabbimin fazlındandır (Üstün iyilik).
- Beni imtihan etmek içindir.
- Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü yapacağım!
- Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur
- Kim nankörlük ederse muhakkak Rabbim onun şükrüne muhtaç değildir.
- Ona yine de nimet verir, dedi.
(Neml suresi 40)
Süleyman Aleyhisselâm bir
yandan da şu emri verdi:
-
Kraliçenin
Tahtı’nı onun tanıyamayacağı bir hale getirin.- Bakalım tanıyabilecek mi?
- Yoksa tanımayacak mı?
(Neml suresi 41)
***
Bir müddet sonra kraliçe
Belkıs maiyeti ile beraber geldi.Süleyman Aleyhisselâm Tahtı göstererek sordu:
- Senin Tahtın böyle miydi?
Kraliçe cevap verdi:
-
Sanki bu odur.- Daha önce de bize bilgi verilmişti.
- Biz Müslüman olmuştuk.
(Neml suresi 42)
Süleyman Aleyhisselâm,
kraliçe Belkıs’ı yaptırmış olduğu saraya davet etti.
Salonda üzeri camla örtülü geniş
bir havuz vardı.
Kraliçe saraya girince onu
derin bir su zannetti.
Islanmasın diye eteklerini
topladı.
Süleyman Aleyhisselâm
gülümsedi.
-Doğrusu bu, camdan yapılmış
şeffaf bir saraydır, dedi.
Allah’ın kendisine verdiği
büyük nimete hamd etti.
Kraliçe:
Rabbim, şüphesiz ben kendimi
yazık etmişim.Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum, dedi.
(Neml suresi 44)
Kraliçe ile beraber milleti
de Müslüman oldu.
Bir kısım müfessirlere (Yorum
yapan din alimleri) göre Süleyman Aleyhisselâm, Belkıs ile evlenmiş ve onu
kendisine bağlı bir hükümdar olarak Yemen’e tekrar geri göndermiştir.
***
Süleyman Aleyhisselâm ile
Saba kraliçesi Belkıs arasında geçen karşılama töreni ve kraliçenin Müslüman
oluşu kısa zamanda her tarafta duyuldu.
Süleyman Aleyhisselâm
saltanat yönünden çok daha üstün olduğu herkes tarafından kabul edildi.
Bu ara Süleyman Aleyhisselâm
pek çok hediyeler geliyordu.
Gelen hediyeler arasında çok
güzel cins Arap atları da vardı.
Süleyman Aleyhisselâm, atları
severdi.
Çünkü onlar, kahramanlık ve
zafer timsaliydi.
“ Andolsun Allah yolunda
koştukça koşanlara.
Andolsun kıvılcımlar
saçanlara.
Sabah-sabah akına çıkanlara.
Ve tozu dumana katanlara.
Hep birden düşman
topluluğunun içine dalanlara.”
(Adiyat
suresi1-5)
Bir akşamüzeri ona sevimli
cins koşu atları getirdiler.
Süleyman Aleyhisselâm onları
sevip okşadı.
Bu sevginin kendi nefsi ile
ilgili olmadığını belirtmek için şöyle dedi:
-Doğrusu ben bu iyi malları
(Atları) Rabbimi hatırlayıp zikretmeyi sağladıkları için severim.
(Sad
suresi 32)
Sonra onları salıverdi.
Atlar doludizgin koşmaya
başladılar.
Arkalarında büyük bir toz
perdesi bırakıyorlardı.
Koşup toz perdesi arkalarında
kayboldukları zaman atları geri getirmelerini emretti.
Atlar geri gelince onların
bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
(Sad
suresi 33)
Peygamberimiz de bir hadis-i
şerifte şöyle buyurmuştur.:
“ Atların cephelerinde
kıyamete kadar hayır (İyilik) bağlanmıştır.
Onlardan istifade olunur.
(Ömer
Nasuhu Bilmem 6/3036)
***
Süleyman Aleyhisselâm Allah’a
daima şükrederek dillere destan olan bir şekilde kırk yıl maddi ve manevi
saltanat sürmüştür.(A.C. Paşa-Kısas-ı Enbiya 1/35)
O devirde halk arasında
cinlerin gaybı bildikleri şaiası yayılmıştı.
Süleyman Aleyhisselâm vefatı
bu yönden ilgi çekicidir.
Cinlerin gaybı bilmediklerini
ispat etmektedir.
Allah’ın peygamberi ayakta
ölmüştü,
Bastonuna dayalı duruyordu.
Cinler de onun emrinde
çalışıyorlardı.
Kur’an-ı Kerim’de olay şöyle
anlatılmaktadır:
Süleyman Aleyhisselâm ölümüne
hükmettiğimiz zaman ancak değneğini yiyen kurt, onun ölümünü cinlere fark
ettirdi.
O, ölü olarak yere düşünce
ortaya çıktı ki: şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı horlayıcı, alçak düşürücü
bir azap içinde kalmazlardı.
(Sebe
14)
***
Peygamberler serisi No:17Hz. Süleyman A.S.
Ömer Faruk Tunalı
*
RAVLİ