18 Şubat 2013 Pazartesi

FİHİ MAFİH 47. fASIL

Ulu Tanrı iyiliği ve kötülüğü irade ( Dileyen, isteyen, emir veren) edicidir.
Fakat O, hayırdan başka bir şeye razı olmaz.

Çünkü:
Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim
(Kutsi Hadis) buyurmuştur.

Hiç şüphe yok ki Tanrı emir ve nehiy (Yasak) etmek iradesinde bulunur.
Emir ise, memur emredildiği şeyi Tab’ an (Tabiat, huy, yaradılış) istemezse doğru olmaz.

Mesela:” Ey aç, tatlı ve şeker ye!” diye emir olunmaz, buna emir denilmez, bu ikram sayılır.

Nehiy (Yasak) de insanın hoşlanmadığı bir şey hakkında olmaz.
Buna nehiy denilmez.

Bir hayrın işlenmesi hakkında emir vermek ve kötülükten men etmek için, kötülüğe meyleden bir nefis bulunması lazımdır.

Böyle bir nefsin varlığını istemek, kötülüğü istemek demektir.
Fakat O, kötülüğe razı olmaz, olsaydı iyiliğini emretmezdi.

Mesela bir öğretmen ders okumak isterse, bu öğrencinin bilgisizliğini de ister.

Çünkü öğrencinin bilgisizliği olmadan öğretme olamaz.
Bir şey istemek onun levazımını (Onunla birlikte olan şeyleri de) da istemektir.

Bu öğretmen öğrencinin bilgisizliğini istemez.
Böyle olsaydı ona öğretmezdi.

Doktor tababetini (Tıp bilgisini) icra etmek için herkesin hastalığını ister.
Çünkü onun doktorluğu, halkın hastalığı ile vücut bulabilir.

Fakat halkın hastalığına da razı olmaz.
Eğer bunlara razı olsaydı onları iyi etmezdi.

Ekmekçi para kazanması için halkın aç olmasını ister.
Fakat onların açlığına gönlü razı olmaz.
Yoksa ekmek satmazdı.

Bir padişahın emirleri, padişahlarının düşmanları ve muhalifleri olmasını isterler.
Bunlar olmazsa, onların mertlikleri ve sultana olan sevgileri görünmezdi.

Sultanın bir ihtiyacı olmasa bunları başına toplamazdı.
Fakat bunlar muhalefete razı olmazlar, öyle olsaydı düşmanlarla savaşmazlardı.

İnsan (İyilik eden, bağışlayan) da bunun gibidir.
Kendi nefsinde kötülük faktörlerinin bulunmasını Tanrı ister.

Çünkü O ihsan (İyilik eden, bağışlayan), şükür (İyiliğe karşı gösterilen memnunluk, minnettarlık), taat (İbadet) ve ittika (Allah’tan korkan) edeni sever.

Bu ise insan nefsinde bu faktörlerin var olmasıyla mümkün olur.
Bir şeyi istemek, onun levazımını (Onunla birlikte olan şeyleri de) istemek demektir.

Fakat buna razı olmaz.
Çünkü o, mücahede (Çalışıp, çabalama) ile bu şeyleri nefsinden yok edebilir.

Bundan da anlaşıldı ki insan bir yönden kötülüğü bir yönden de iyiliği istemektedir.

Fakat buna karşı koyan:
“ İnsan hiçbir şekilde kötülüğü istemez” der.
Bu ise imkânsızdır.

Bir şeyi istemek fakat onun levazımını (Onunla birlikte olan şeyleri de) istememek olmaz.

Tabiat’en kötülüğe meyletmekle (Yönelmekle),  hayırdan nefret eden serkeş bir nefis de emir ve nehyin levazımındandır (Onunla birlikte olan şeyleri de).

Bütün dünyada bulunan kötülükler bu nefsin levazımından (Onunla birlikte olan şeyleri de) olur.

Bu kötülükleri ve bu nefsi irade etmeyen (Kontrol edemeyen), nefsin gereği olan emir ve nehyi (Yasakları) de istemez.

Eğer insan iyilik ve kötülüğü razı olsaydı, onları emir ve nehy (Yasak) etmezdi.

Hülasa kötülük başkası için istenir.
Eğer insan her iyiliği isteyicidir, denirse kötülükleri defetmek de bir iyilik sayılır.

Kötülüğü defetmek isterse, bunu yapmak ancak kötülüğün varlığı ile olur.
Yahut iman isteyenlerden biri der ki:

İman ancak küfürden sonra mümkün olabilir.
Bunun için küfür imanın levazımındandır (Onunla birlikte olan şeyleri de).

Doğrudan doğruya kötülüğü istemek çirkindir, fakat hayır için istenirse çirkin olamaz.

Tanrı sizin için kısas (Öldüreni öldürme, yaralayanı yaralama cezası) da hayat vardır
(Bakara suresi 179) buyuruyor.

Hiç şüphe yok ki kısas bir kötülüktür.
Tanrı’nın binasını yıkmaktır.

Halkı katilden kurtarmak külli (Hep, bütün, çok) bir hayırdır.
Cüz’i (Parça, kısım, bölük) bir kötülüğü, külli (Hep, bütün, çok) bir iyilik için istemek çirkin değildir.

Mesela Tanrı’nın cüz’i (Parça, kısım, bölük) iradesini terk etmek ve külli (Hep, bütün, çok) kötülüğe rıza göstermek çirkindir.

Anne ve çocuğun azarlanmasını istemez.
Çünkü o cüz’i (Parça, kısım, bölük)  kötülüğe bakar.

Fakat baba azarlamasını ister, bu babanın külli (Hep, bütün, çok) kötülüğe baktığı içindir.

Tanrı çok yargıyıcıdır ve azabı şiddetlidir.
O, günahların vücudu ile yargılayıcı olabilir.

Bir şeyi irade, onun levazımını da irade etmek demektir.
Mesela bize bağış, barış ve ıslah (İyi bir hale koyma, iyileştirme, düzeltme) ile emrediyor.

Düşmanlık olmadan böyle bir emrin faydası olamaz.

 Sadr-ı İslam diyor ki:
Bu tıpkı Sadr-ı İslam’ın söylediği gibidir.

O:
“ Tanrı: Tanrı yolunda sarf ediniz
(Bakara suresi 195) buyuruyor diyor.

O bununla bize mal kazanmağı emrediyor.
Çünkü mal kazanmak, mal ile olur.

Bu, kazanmak için emir sayılır.
Bir kimse diğerine:

Kalk namaz kıl!” derse, o bununla abdest alması, su bulması ve namazın levazımından (Onunla birlikte olan şeyleri de) olan şeyleri tedarik etmesi için emir vermiş demektir.

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Tanrı’nın iyiliği emrettiğini ve iyilik yaptığını öğrendik.

2.   Her davranışımızın Tanrı tarafından değerlendirildiğini öğrendik.

3.   Başımıza Tanrı’dan gelen hoşumuza gitmeyen, fena veya kötü gibi gözükenlerin aslında iyilik olduğunu öğrendik.

4.   Davranışlarımızı bir bütünlük içinde düşünmemiz ve sonuçlara göre değerlendirmemiz gerektiğini öğrendik.

5.   Tanrı emrinin bir bütünlük içinde olduğunu ve iyilikle kaplı olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Yüce Tanrı’nın iyiliği emrettiğini ve iyilik yönünün cezalandırmaktan daha fazla olduğundan her ne durumda olursak olalım ümidimizi kesmememiz gerektiğini öğrendik, anladık.

                                          *
RAVLİ

Popüler Yayınlar