11 Şubat 2013 Pazartesi

FİHİ MAFİH 39. fASIL

Erzincanlı Hüsâmeddin, dervişlere katılmadan, onlarla düşüp kalkmadan, görüşüp konuşmadan önce bilginlerle münakaşalar yapan bir münazaracı idi.

Nereye gider-oturursa münakaşalara girişir, münazaraya yapardı.
Her gittiği ve oturduğu yerde tam manasıyla münakaşalar, münazaralar yapar, konuşmayı iyi idare ettiği gibi güzel de konuşurdu.

Fakat dervişlerle düşüp kalkmaya başladıktan sonra onun bu münakaşa ve münazara âdeti eski hararetini kaybetti.

Mısra:
Aşkı,
Aşktan başka bir şey söndüremez.
                                   *
"Tanrıyla oturup kalkmak isteyen, tasavvuf ehliyle oturur."

(Hadis)

Bu bilgiler, fakirlerle (dervişlerle) beraber bulunurken elde edilecek faydalara göre "Dünya hayatı oyundan ve eğlenceden ibarettir
(Muhammed suresi 36) buyrulduğu gibi, oyun oynamak ve ömrü ziyan etmektir.

İnsan ergin, akıllı, yetkin olunca, vaktini oyunla geçirmez ve oyun oynasa bile utancından, kimse görmesin diye gizler.

Bu zahiri (Görünen) ilim ve söylentiler ile dünya heveslerinin hepsi rüzgâr, insan ise topraktır.

Toprak, rüzgâra karışınca her nereye gitse gözleri rahatsız eder.
Mevcudiyetinden rahatsızlık ve itirazdan başka bir şey meydana çıkmaz.

Fakat onlar “Peygambere gönderilen Kur’an’ı işittikleri zaman, Hakk’ı tanıdıklarından dolayı gözleri yaşlarla dolup taşar
(Maide suresi 83) buyrulduğu gibi her ne kadar toprak ise de işittiği her söze ağlar ve gözyaşları ırmak gibi akar.

Şimdi, rüzgâr yerine toprağa su karışmış olduğundan iş, aksinedir.
Toprak suyu bulduğu için hiç şüphe yok ki yeşillikler, fesleğenler, menekşeler, gül ve güllükler biter.

Şu Fakr (yokluk) yolu, öyle bir yoldur ki bu yolda bütün dileklerine kavuşursun ve her temenni ettiğin şey mutlak surette bu yolda eline geçer.

Ordular bozguna uğratmak, düşmanı yenmek, ülkeler almak, insanları esir etmek, kendi akranlarından üstün olmak ve daha buna benzeyen ne kadar şey varsa, eğer fakr (Yokluk)yolunu seçmişsen hepsi sana gelir, hepsine kavuşursun

Diğer yolların aksine olarak bu yolu tutan hiç kimse şikâyet etmemiştir.
Başka yolları takip eden ve başka yollarda çalışan yüz binlerce kişiden ancak birinin istediği olmuş ve içini ferahlatacak, rahat ettirecek bir şekilde bile değil.

Çünkü o maksadın ortaya çıkması için her yolun birtakım usulleri ve vasıtaları vardır.
Bu arzular ancak bu yollar vasıtasıyla elde edilecek hale gelir.

Bu yol uzundur, afetlerle ve engellerle doludur, belki de o sebepler, vasıtalar istenilen şeyle uyuşmazlar.

Şimdi sen Fakr âleminden geldiğin ve onunla meşgul olduğundan, Ulu Tanrı sana, vehmine ve hayaline hiç gelmeyen mülkler, âlemler bağışlar.

O zaman evvelce istediğin, dilediğin şeylerden:
Ah!
Böyle şeyler varken bu kadar önemsiz, küçük bir şeyi nasıl istemişim?” diye utanırsın.

Ulu Tanrı da sana:
“ Gerçi sen o istekten temizlendin, usanıp bıktın ve artık istemiyorsun ama bir zamanlar bunlar senin aklından geçmişti ve bizim için sonradan bunların hepsini terk ettin.

Keremimiz sonsuzdur.
Sana elbette onu da kolay kılarız” buyuruyor.

Mesela, Mustafa (Tanrı’nın selam ve salatı üzerine olsun) hakikatte vasıl olmadan ve şöhret kazanmadan önce Arap’ın fasâhât (Güzel ve açık konuşma, iyi söz söyleme yeteneği) ve belagâtini (Sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve adamına göre söyleme ilmi) görüp:

“ Keşke ben de böyle fasâhât ve belagat sahibi olsaydım! Derdi.
Fakat ona gayb âlemi keşif olunup Tanrı ile kendinden geçince, içindeki bu arzu soğudu ve hiçe indi.

Ulu Tanrı buyurdu ki:
O dileğin fasâhât ve belagati sana verdim”.

Muhammed:
“ Ey Tanrım, bu benim ne işime yarar?
İstemiyorum, vazgeçtim” dedi.

Ulu Tanrı:
“ Üzülme, o da olur.
Feragatin (Vazgeçmek) yerinde kalsın.

Ziyanı yok” buyurdu ve ona öyle bir söz verdi ki bütün alem onun zamanından bugüne kadar onun şerhinde cilt-cilt kitaplar yazdılar ve hala da yazıyorlar.

Fakat henüz o sözü kavramaktan ve anlatmaktan acizdirler.

Yine Yüce Tanrı buyuruyor ki:
Ezhab (Yakın olanlar) zayıf olduğundan, can korkusundan ve kıskançların kötülüğünden senin adını halkın kulağına gizli-gizli fısıldıyorlar.

Ben senin büyüklüğünü öyle yayacağım ki, dünyadaki bütün iklim bölgelerinde (İnsan yaşayan yerlerde) ve her taraftaki yüksek minarelerde günde beş vakit yüksek ve güzel seslerle adın söylenecek ve bu suretle doğuda, batıda meşhur olacaksın.

İşte her kim kendisini bu yolda feda ederse onun bütün din ve dünya ile ilgili olan arzuları yerine gelir.

Şimdiye kadar hiç kimse bu yoldan şikâyet etmemiştir.
Bizim sözlerimizin hepsi nakit, başkalarının ki nakildir.

Nakil, nakdin Fer’idir.
(Nakil asılla ilgili olmayıp, aslın ikinci derecede önemli olanıdır)

Nakit (Peşin verilmiş, kıymetli) insanın ayağına benzer.
Nakil ise ayak şeklinde ağaçtan yapılmış bir kalıp gibidir.

Bunu hakiki ayaktan ilham alarak yapmışlar, çalmışlardır.
Eğer dünyada ayak olmasaydı, bu kalıbı yapmasını ne bileceklerdi?

İşte bunun için bazı sözler nakit, bazısı nakildir.

Bunlar birbirine benzerler, fakat ayırt edebilmek için temyiz            (İyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı vb. birbirinden ayıran akıl kuvveti) sahibi bir insan lazımdır.

Temyiz imandır.
Küfr ise temyizden mahrum olmaktır.

Görmüyor musun Firavun zamanında, Musa’nın asası yılan ve sihirbazların değnekleri, ipleri ejderha olunca, temyiz sahibi olmayan bunların hepsini aynı renkte görerek ayıramadığı halde, temyiz sahibi, temyiz vasıtasıyla sihri gerçekten ayırt edebildi.

Şu halde imanın temyiz olduğunu anlamış olduk.

Bu fıkh’ın (Bir şeyi gereği gibi anlayıp bilme) vahiy (Bir fikrin veya bir emrin Allah tarafından bir Peygambere bildirilmesi) değil midir?

Yalnız halkın duyguları, düşünceleri ve tasarruflarıyla karıştıktan sonra güzelliği, hoşluğu kalmamıştır?

Mesela şimdi o güzellikten, lütuf ve vahiyden ne kalmıştır?
Turut’ta şehre doğru akan bu su, kaynağının bulunduğu yerde kim bilir ne kadar temiz ve ne kadar güzeldir?

Hâlbuki şehre girince şehrin bağlarından, bahçelerinden ve helâlardan, ahalinin evlerinden geçer.

O kadar insan elini, yüzünü, ayağını ve diğer uzuvlarını, giyeceklerini, halılarını onunla yıkar.

Merkeplerin, atların pislikleri ve idrarları ona karışır.
Aynı su borudan başka bir kolla başka bir tarafa akınca bakarsın toprağı güllük yapmış, susuzu suya kandırmış, çölü yeşertmiştir.

Fakat ilk temizliği ve berraklığının kalmadığını ve birçok kötü şeylerin karışmış olduğunu anlamak için temyiz sahibi bir insan lazımdır.

Bu bakımdan “ Mümin zekidir, temyiz fetânet (Bir şeyi çabuk ve iyi anlamak) ve akıl sahibidir.”
(Hadis)

Yaşlı bir adam, yüz yaşında bile olsa oyunla vakit geçirince akıllı sayılmaz, hala ham ve çocuktur.

Bunun gibi oyun oynamayan bir çocuk da ihtiyardır.
Burada yaşın değeri yoktur.

İçimi bozulmayan su
(Muhammed suresi 15) dünyanın bütün pisliklerini temizlediği halde, bozulmadan eskisi gibi temiz, tatlı ve berrak kalan sudur.

Bu su midede bozulmaz, kokmaz ve bozuk bir hılt (Vücut sıvıları) olmaz.
Çünkü o hayat suyudur.

Bir kimse namazda feryat eder, ağlarsa onun namazı boşa gider mi, gitmez mi?
Bunun cevabı uzun ve etraflıdır:

Eğer o kimseye bu mahsûsât  (Gözle görülen) âleminin dışında bir şey gösterdikleri için ağlamışsa, döktüğü gözyaşlarına gözyaşı derler.

O ne ve nasıl bir şey görmüştür?
Namazın cinsinden olan, namazı tamamlayan bir şey görmüş olmalıdır.

Namazdan maksat onun doğru ve tamam olmasıdır.
Eğer bunun aksini görmüşse, dünya için veya bir düşmana yenildiğinden, ondan öç almak duygusuyla yahut bir kimseyi:

“ Onun bu kadar giyeceği var da benim yok!”diye kıskandığından ağlamışsa, namazı daha kötü, yanlış, noksan ve faydasız olur.

O halde iman doğru ile yanlışı nakd (Peşin verilmiş, kıymetli) ile nakli (Aktarma) ayırt edebilen temyizdir.

Her kim bundan mahrumsa, bu söz onun indinde (Düşüncesinde)  ziyan olur ve temyizi olan ise, bu söylediğimiz sözlerden nasibini alır.

Mesela iki akıllı ve kifayetli (Yeterli, yararlı) şehirli, bir köylünün faydalanması için gidip şahitlik etseler, köylü bilgisizliğinden ve saflığından her ikisinin de sözlerine aykırı olan bir şey söylese, onların şahitliği bir sonuç vermez ve zahmetleri boşuna gider.

İşte bunun için derler ki:
Köylünün şahidi kendisiyle beraberdir.
(Köylü kendi bildiğine inanır ve yapar)

Fakat sarhoşluk başa vurunca sarhoş, burada bir temyiz eden var mıdır, yok mudur ve bu söze layık mıdır, değil midir? Diye bunların hiç birisine bakmadan saçma sapan konuşur.

Mesela bir kadının göğüsleri sütle dolup ağrıyınca, mahallenin köpek yavrularını toplar ve sütünü onlara verir.

Kıymetli bir inciyi bir çocuğun eline versen, çocuk bunun değerini bilmediğinden, senden ayrılıp biraz öteye gidince, eline bir elma tutuşturup elinden inciyi alırlar.

Çünkü çocuğun temyiz hassası (Özel bir nitelik, kuvvet,  güç) yoktur.
Yani elma ile incinin değerini tefrik (Seçme, ayırt etme) edemez.

İşte bunun için bu temyiz büyük bir nimettir.
Bunun gibi bizim sözümüz de temyiz sahibi olmayanın eline düştü.

 Ebayezid’i babası, çocukluğunda fıkıh (Bir şeyi gereği gibi anlayıp bilme ilmi) öğrenmesi için mektebe götürdü.

Müderrisin önüne gelince Ebayezid:
“ Bu bana öğretmek istediğin fıkhullah (Allah’ın fıkh) mıdır? Dedi.

Ona:
“ Hayır, Ebu Hanife’nin fıkhıdır” dediler.
O
. “ Ben fıkhullah’ı öğrenmek istiyorum” dedi.

Babası onu nahivci’nin (Gramer hocasının) yanına götürünce:
“ Bu Nahvullah (Allah’ın grameri) mıdır?” diye sordu.

Nahivci:
“ Hayır, Sibeveyh’in nahvidir” karşılığını verdi.

O da:
“ Ben bunu istemem” deyip gitti.

Böylece, babası onu hangi üstadın yanına götürdü ise de aynı şeyi söyledi ve nihayet aciz kalan Ebayezid bu arzu içinde Bağdad’a geldi ve Cüneyd’i görür görmez, işte Fıkhullah! Diye bağırdı.

Kuzu nasıl olur da kendisini sütüyle besleyen anasını tanımaz?
Çünkü o akıldan ve temyizden dünyaya gelmiştir.

Sen sureti (Görüneni) bırakıver!

Bir şeyh vardı.
Her zaman müritlerini karşısında el-pençe divan durdururdu.

Ona:
“ Ey Şeyh bunları niçin oturtmuyorsun?
Hâlbuki dervişlerin âdeti böyle değildir.

Bu emirlerin, padişahların âdetidir” dediler.

Şeyh:
“ Hayır, susunuz.
Onların feyiz bulmaları için, tarikata saygı göstermelerini ve onu fevkalade üstün görmelerini istiyorum.

Her ne kadar saygı kalpte olursa da dış, için aynasıdır.”
(K.K.) denilmiştir.

Unvan’ın manası nedir?
Mesela bir mektubun başlığından onun içindekini, kime gideceğini, kime yazıldığını bilirler.

Aynı şekilde kitabın başlığında da içinde ne gibi bölümler, parçalar ve bahisler (konular) bulunduğunu anlarlar.

Saygının dış görünüşünden, yani baş eğmek, ayakta durmak gibi şeylerden, o insanın içinde ve Tanrı’ya nasıl tazim (Saygı gösterme, ululama, büyük sayma) ettikleri belli olur.

Görünüşte saygı göstermezlerse, bundan içinde Allah korkusu olmadığı, Allah adamlarını küçümsediğini ve onları gözünde büyütmediği meydana çıkar.

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Dervişlerle bulunmanın sayısız faydalar sağladığını öğrendik.

2.   İmandan hissesi olan kişi Tanrı sözünü duyduğu zaman içinde etki yaparak duygulandığını öğrendik.

3.   İnsan vücudu toprak ve sudan (Balçık) oluştuğu için bedenimiz ağlayışımızla güzelliklerin oluştuğu yer olacağımızı öğrendik.

4.   Derviş yolunda olduğumuz müddetçe arzularımıza kavuşmamıza kolaylık sağladığını hatta aklımıza ve hayalimize gelmeyen şeyleri Tanrı’nın armağan ettiğini öğrendik.

5.   Dervişin sözlerinin ilk kaynaktan temiz kirlenmemiş her devirde geçerli ve değerli olan Tanrı sözleri olduğunu öğrendik.

6.   Derviş olmakla temiz ve bozulmadan içimizi bozulmayan bir sağlamlığa ulaştıran Tanrı sözleri ile doldurmamız gerektiğini öğrendik.

7.   Derviş o kadar Tanrı sözleriyle beslenir ki herkese ikram eder.

8.   Derviş sözünün değerini çocukluktan, oyun oynamaktan kendini kurtaramayanların değerini bilemeyeceğini öğrendik.

9.   İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, faydalı ile zararlıyı, devamlı olan ile geçici olanı birbirinden ayıracak bilgi ve kuvvete sahip olmamız gerektiğini öğrendik.

10.                  Kime hitap edilmişse o söz ona ait olduğunu, bizim buna göre anlamamız ve davranmamız gerektiğini öğrendik.

11.                  Tanrı emirlerine inanış kadar, görünüş olarak da saygılı olmamız gerektiğini öğrendik. 

İşte böyle yaren,

RAVLİ DERVİŞ 
RAVLİ SÖZ yazarak Google den okumalısın.

                                         *
RAVLİ

Popüler Yayınlar