Hâlbuki bize geldikleri
zamanda, belki onların bütün ilimleri canlanıyor.
İlimlerin hepsi şekildir.
Canlandıkları zaman tıpkı
cansız bir bedenin dirilmesine benzerler.
Bütün bilgilerin aslı oradandır.
O harfsiz ve sessiz
olur.
Çünkü “Allah Musa’ya hitap ederek onunla sözleşti (konuştu).”
(Nisa suresi 164) buyrulduğu
gibi, Ulu Tanrı, Musa (Tanrı’nın selamı onun üzerine olsun) ile konuştu.
Fakat harfli ve sesli olarak söz söylemedi ve damağı dili ile de
konuşmadı.
Çünkü harfin görünmesi için
harfe, dudağa ve damağa ihtiyaç vardır.
O yüce ve mutlu olan Tanrı;
ağız dudak ve damaktan münezzehtir (Temizdir,
katışıksızdır).
Bu yüzden nebilerinde sessiz
ve harfsiz âlemde Tanrı ile sözleşmeleri, işitmeleri vardır.
Öyle ki bu cüz’i (Parça)
akılların vehimleri sona ermez, onu kavrayıp anlayamazlar.
Yalnız nebiler bu harfsiz âleminden
harf âlemine gelirler ve çocuk olurlar.
Peygamber “ Çocuklar için öğretmen olarak gönderildim”
(Hadis) buyurmuştur.
Şimdi her ne kadar bu cemaat
harf ve seste kalmış olup o âlemin ahvalini (Durumunu)
kavrayamasalar ise de yine ondan kuvvet alır ve onunla gelişip büyürler, rahata
kavuşur dinlenirler.
Mesela bebek annesini her ne
kadar adamakıllı tanımaz ve bilmezse de onunla sükûnet (Huzur verici, rahatlatıcı, dinlendirici) bulur, avunur ve rahat
eder.
Ondan kuvvet alır.
Meyve de dalında rahat eder,
tatlılaşır ve olgunlaşır, buna rağmen ağacın mahiyetinden (Aslı, esası, içyüzü, kendiliği, doğası) haberi yoktur.
Bunun gibi her ne kadar
insanlar o büyükten ve onun harfinden, sözünden kuvvet bulur, yetişmiş olur ve
onu layıkıyla bilmezler ve ona eremezseler de bütün insanlarda harf ve sesin ötesinde bir şey vardır ve her insan çok büyük bir âlemdir.
Bütün halkın delilere karşı
temayülü olduğunu görmüyor musunuz?
Onların ziyaretine gider ve:
“ Onun büyük bir adam olmak
ihtimali var!” derler.
Evet, bu doğrudur.Böyle bir şey vardır.
Fakat onun yerinde yanlışlık
etmişlerdir.
O şey akla sığmaz ama her akla sığmayan da o değildir.
Her ceviz
yuvarlaktır.
Fakat her yuvarlak
olan ceviz değildir.
Biz onun alametlerinin ne
olduğunu söyledik.
Her ne kadar onun hali söze
ve zapt edilmeye gelmezse de, akıl ve can ondan kuvvet alır, beslenip
yetiştirilmiş olurlar.
Onların etraflarında dönüp
dolaştıkları bu delilerde ise bu alamet (Mana) yoktur).
Bunlar sayesinde halleri
değişmez ve rahata kavuşamazlar.
Onlar sükun ve huzur
bulduklarını zannederlerse de biz ona sükunet ve rahat diyemeyiz.
Mesela bir çocuk annesinden
ayrılıp kısa bir zaman başka biriyle avunsa, rahat etse bile buna sükûnet (Dinginlik) der miyiz?
Bu yanılmıştır.
Doktorlar derler ki:
İnsanın mizacına hoş gelen ve
onun iştahını açan her şey, o insana kuvvet verir, kanını temizler.Fakat bu insanda bir hastalık olmadığı zaman böyledir.
Mesela toprak yiyen bir
kimsenin toprak hoşuna gitmiş olsa da biz ona:
“ Bu toprak onu ıslah (İyeleştirici, düzeltici) edicidir, mizacını (Bir şeyle karıştırılmış başka şey, huy, tabiat) düzeltir”
demeyiz.
Bunun gibi mesela safravî (Safra, öd ile ilgili hastalık) olanın ekşi şeyler
hoşuna gider ve şekerden hoşlanmaz.
Bu hoşluğun değeri yoktur.
Çünkü bu, bir hastalıktan dolayı ona hoş gelmektedir.
Bir hastalık ve illetten önce
bir şey insanın hoşuna giden şey hoştur.
Mesela birinin elini kesseler
veya kırsalar, onu eğri olarak sarıp boynuna
assalar, operatör onu düzeltir ve
eski haline yerleştirir, getirir.
Fakat bu kimsenin hoşuna gitmez.
Istırap çeker ve o eğri hali onun daha fazla hoşuna gider.
Doktor ona der ki:
Senin önce elinin doğru,
sağlam olması hoşuna gidiyordu ve bundan rahattın; eğri yaptıkları zaman
üzülüyor, kederleniyordun.
Şimdi eğer bu eğrilik hoşuna
gidiyorsa bu, aldatıcı bir hoşluktur, değeri
yoktur.
Bunun gibi ruhlar âleminde
mukaddes melekler Tanrı’nın zikrinden ve Tanrı’nın rahmetine gark olmaktan
hoşlanırlardı.
Onlar eğer, cisimlerle
karıştıktan sonra rahatsız, üzgün iseler ve çamur yemek hoşlarına gidiyorsa da
onların doktorları olan veli ve nebi:
“ Bu senin hoş dediğin hiç de
hoş değildir ve atlatıcı bir hoşlanma, bir yalandır.
Hoşluk başka bir şeydir ki
sen onu unutmuşsun.
İşte o senin önce hoşuna
giden, senin asli (Seçkin, özel), doğru olan
mizacının (Bir şeyle karıştırılmış başka şey, huy,
tabiat) hoşlandığı şeydir.
Bu toprak yemek hastalığı
senin hoşuna gidiyor ve bunun hoş olduğunu sanıyorsun, böyle olmadığını
söyledikleri zaman buna inanıyorsun” der.
Arif nahiv (Gramer) talebesinden birinin yanına oturmuştu.
Nahiv talebesi:
“ Kelime bu üç şeyden hariç
değildir.
Ya isim,
ya fiil veya harf
olur “ dedi.
Arif üstünü başını
parçalayıp:
“ Eyvahlar olsun benim yirmi
senelik ömrüm, çalışmam boşuna gitti.
Ben bu üçün haricinde başka
bir kelime vardır, ümidiyle çalıştım, çabaladım.
Sen benim emeğimi ziyan
ettin” dedi.
Arif gerçi o bir sözle
maksada erişmişti.
Fakat nahiv (Gramer) talebesini bu şekilde tenbîh (Uyandırma, bir işin yapılmasını veya bırakılmasını veya o
işten vazgeçilmesini tekrar-tekrar hatırlatmak) etmek istemişti.
Rivayet etmişlerdir ki:
Hasan ve Hüseyin (Tanrı onlardan razı olsun) çocukken, bir adamın yanlış
ve şeriata (Din kurallarına) uymayan bir tarzda
abdest aldığını gördüler.
Ona en iyi şekilde, nezaketle
abdest almayı öğretmek istediler.
Adamın yanına gelip:
“ Bu bana yanlış abdest
alıyorsun diyor.
Her ikimiz de senin önünde
abdest alalım.
Bak bakalım ikimizden
hangimizin abdesti doğrudur?” dediler.
Ve her ikisi de adamın önünde
abdest aldılar.
Adam:
“ Ey oğullarım, sizin
abdestiniz çok doğru, şeriata uygun ve güzel!Ben zavallının abdesti ise yanlıştı” dedi.
Misafir ne kadar çok olursa
evi o kadar geniş yaparlar.
Döşemesi ve yemeklerini de
ona göre hazırlarlar.
Görmüyor musun ki
çocukcağızın boyu küçük olduğundan, misafir olan
düşüncesi de onun ev gibi olan kalıbına göredir.
Bu çocuk süt ve sütannesinden
başka bir şey bilmez.
Büyüdüğü zaman, bir misafir
gibi olan düşünceleri de çoğalır ve vücut evi
daha çok büyür, genişler.
Hele aşk
misafirleri gelince eve sığmazlar, evi yıkar, harap ederler.
Yeniden birtakım evler
yaparlar.
Bu Padişahın perdeleri ve
debdebesi, ordusu ve adamları onun evine sığmaz.
O perdeler bu kapıya layık
değildir ve böyle sayısız, sınırsız maiyet erkânına (Emri
altında bulunan ileri gelenler) da ucu bucağı olmayan yerler lazımdır.
O perdeleri asınca hepsi
aydınlık verir ve bütün perdeleri ortadan kaldırır, bütün gizliler açığa çıkar.
Bunlar bu dünyadaki
perdelerin aksine olur.
Bu dünyadaki perdeler ise
engeli bilhassa arttırırlar.
İnsanların beni ne mazur (Mazereti olan) görmeleri ve ne de paylamaları (Sert sözler söylemek, azarlamak) için birtakım
hadiselerden şikâyet ediyorum.
Fakat o hadiseleri tayin
etmiyorum.
Tıpkı ağlayan bir mum gibi ki
bu ateşin arkadaşlığından mı yoksa baldan ayrıldığı için mi gözyaşı döktüğü
anlaşılmaz.
Bir adam:
“ Bunu Kadı Ebu Mansur Herevi
söylemiştir” dedi.
Mevlana buyurdu ki:
Kadı Mansur kapalı söz
söyler, onun hükümleri tereddütle karışmış ve bulanık olur.
Fakat Mansur buna dayanamadı,
kızdı, apaçık söyledi ve yaydı:
Bütün âlem Kaza’nın eseri ve
kaza ise Şahit’in esiridir.Şahit açıklar ve gizlisi yoktur.
Mevlana o adama:
“ Kadı'nın kitabından bir
sayfa oku” dedi.
O da okudu:
Sonra buyurdu ki:
Tanrı’nın öyle kulları vardır
ki bir kadını çarşaflı görünce ona:“ Yüzündeki peçeyi aç da yüzünü göreyim, bakayım kimsin, nesin?
Eğer sen yüzün kapalı olarak
geçersen ve ben de seni göremezsem bu kimdi, nasıl bir kimseydi?
Diye merakımdan rahatım
huzurum kaçacak.
(Yoksa) Ben senin yüzünü
görünce, seni rahatsız edecek ve sana gönül bağlayacak bir adam değilim.
Tanrı beni çoktan beri (Kurtulmuş) sizden temiz ve fâriğ (Vazgeçmiş, çekilmiş) kılmıştır.
Sizi görünce huzurumu,
rahatımı ve iyi düşüncelerimi bozmayacağınızdan eminim.
Fakat görmezsem acaba kimdi?
Diye merak ederim.
Nefislerine düşkün
olan diğer bir gurubun aksine olarak ki
bunlar güzellerin yüzlerini açık olarak görürlerse, huzurları kaçar ve onları rahatsız ederler.
O halde onlar için yüzlerini
açmamaları haklarında hayırlıdır.
Gönül ehli olan ise, fitne ve
fesattan kurtulmak için, açmaları yerinde olur.
Bir adam dedi ki:
“ Kimse Harezm’de (İran, Azerbaycan bölgesi) âşık olmamalı.Çünkü orada güzeller çoktur.
Evvela bir güzel görüp ona
gönül bağladıktan sonra, daha güzelini görünce ilkinden soğurlar””
Buyurdu ki:
Eğer Harezm’e âşık olmaları
lazım gelir.Çünkü onda güzeller sayısız ve kusursuzdur ve bu Fakr Harezm’midir.
Onda mana
güzelleri ve ruhani suretler sınırsızdır.
O güzeller kime gelir
kararını alırsa, ondan sonra evvelkini unutturacak başka bir güzel yüz
gösterir.
Sonu yoktur.
O halde Fakr nefsine (Allah’a muhtaç olan nefs) âşık olalım ki onda böyle
güzeller mevcuttur.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Mevlana
Hazretlerinin sözlerini okuyanın, doğru kabul edip içselleştirenlerin önceki
öğrendiklerinin daha faydalı, yararlı, yerinde ve zamana uygun yerini aldığını,
pasif bilgiden aktif duruma geldiğini öğrendik.
2.
Mevlana
Hazretlerinin nuru (Işığı) ile bakmaya başlayanların şüpheden sıyrılıp hakikate
ve kendine güveni sağladığını öğrendik.
3.
Mevlana
hazretlerinin öğretim tarzı kavramlar üzerinden olduğundan ilk başlayanların
anlamada ve kavramada güçlük çektiklerini fakat devam edenlerin akıl ve
düşüncesinin geliştiğini öğrendik.
4.
Mevlana
Hazretleri harfsiz, sözsüz, dinlemeyi ve konuşmayı öğrettiğini öğrendik.
5.
Allah’a
bağlılığımızın farkında olmasak bile davranışlarımızla bu bağın başkaları
tarafından görülebildiğini öğrendik.
6.
Uyandırmanın,
yönlendirmenin doğruyu olduğu gibi söyleyebilen bilgin ve yaşlı kişiler olması
gerektiğini öğrendik.
7.
Her şeyin
görünenden, söylenenden, duyulandan ibaret olmadığını görünmeyen ama varlığının
tesirinde olduğumuz sayısız varlık ve oluşumlar olduğunu öğrendik.
8.
Yanlış veya eksik
yapana nezaketle o yanlışının doğru ile gösterilmesi gerektiğini öğrendik.
9.
Nefsine düşkün
olanın güzelliklerle karşılaştığı zaman o güzel kişiyi rahatsız etmek için
uğraştığını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Bloğumda sunduğun Mantık-el tayr (Kuşdili) Feridüddin
Attar hazretlerinin hikâyelerini ve İlahiname
hikâyelerini okumalarını öneririm.
Bu hikâyelerle din ve dünya
işleriniz düzene girer ve neyin neyi ifade ettiğini anlar duruma gelirsiniz.
Parça aklınızla
anlayabileceğimiz kadarıyla anlatmaya ve Mevlana Hazretlerinin sözlerine
yaklaştırmaya çalışmaktayım.
Mevlana Hazretlerinin
sözlerini açıklamak haddim ve yetkim olmadığı bilincindeyim.
Ancak internette Mevlana
hazretlerinin sözlerini derviş olmayanların değiştirerek ve çarpıtarak ve
eksilterek bozmaya uğraştıklarından bu yazıları size değiştirmeden ve ne manaya
Mevlana Hazretlerinin kendi sözlerinden sunmaktayım.
Yarenlerimin bu yazıları
kendi bilgisayarlarının hafızalarını almalarını ve miras olarak evlatlarına en
güzel hediye olarak sunmalarını arzulamaktayım.
Sizler de Mevlana, Şems, ve
dostlarının yazılarını değişik zamanda okuduğunuz zaman aynı yazı olmasına
rağmen, daha güzel ve daha doğru anlayacağınızı, içindeki manaların beni de
gör, beni de al, seninle beraber bende yaşayayım çağrısını defalarca
duyacaksınız ve hayranlığınız hayrete dönüşecektir.
Sadece okumakla
anlamayacaksınız, bu büyüklere sevgi ile bağlandığınız zaman uykuda bile olsan
onların seni eğittiğinin farkına varacaksın.
Binlerce yıl okuyup düşünsen
anlayamayacağını onlar büyüklüklerinden dolayı bedelsiz hediye ederler.
“Haciali dede” bloğumu
bozdukları için buradan size buradan sunuş yapmaktayım.
Bu bloğu da bozabilecekleri endişesindeyim.
Şeytan ve düşman hep uyanık iş başındadır.
Temiz ve doğru bir öğretiye
sahip olmanız için bu konularda tüm aramalarınızı Ravli başlığı olanı takip
etmenizi öneririm.
*
RAVLİ